"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | Teknoloji ve İnsanlık | 39. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | Teknoloji ve İnsanlık | 39. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=nYfEtEB-FqM.

Merhabalar efendim, programımızın adı İhmal Edilebilir Nasihatler fakat ihmal edemeyeceğiniz nasihatler içerideyken söyleyerek başlayalım.
Asihatleri sakın ihmal etmeyin çünkü gerçekten gelecek yüzyılda bütün bunlar kulağımızda küpe olsun ki dünyayı daha iyi okuyalım ve kendimizi anlayalım diyerek başlıyorum. Alev Alat ile hoş geldiniz Süleyman Seyfi Öyun hocam. Geçen haftalarda siz yoktunuz aramızda. Özledik, özledik. Hoş geldiniz.
Efendim siz yokken Alev hocam son iki programda özellikle çok önemli tespitlerde bulundu ve aslında o tespitler bizim düşünce ufkumuzu açmanın ötesinde de dünyayı anlama noktasında bize böyle bir anahtar veriyor.
Bunlardan birisi teknoloji kitlelerin afyonudur. Marks toprağı bol olsun din kitlelerin afyonudur demiştir ama ben de bugün insanlığın geldiği noktada teknoloji kitlelerin afyonudur dedi. Şimdi lafı oradan açmak istiyorum. Hocam bu önemli tespiti aslında teknoloji kitlelerin afyonudur.
Tespitini açarak başlayalım. Onun akabinde aslında teknoloji ne yapıyor insanlığa konusunu konuşmaya devam edelim. Buyurun. Peki. Şimdi şöyle niye afyonudur demişti Marks din? Herkes onu bir biçimde aklına geldiği gibi yorumlar ama benim anladığım ki genel yorumdan galiba pek satmalı bir şey değil bu.
Benim anladım. Afyonudur çünkü ilerisi için bir şeyler vaat ederek bu günde çekilen bu dünyada çekilen acıları haksızlıkları mutluluk yöneliktir ve bunu becerir der. Doğru mu hocam?
Doğru. Tamam bu dünyada işte çok yoksuz çok olabilirsin işte çok acı çekebilirsin çok haksızlığa uğrayabilirsin işte şöyle olur böyle olur ama gel sen imanını kaybetme ve öbür dünyada cennete git. Şimdi bunu kim söylüyor bugün dünyaya da şöyle bir bakın teknoloji söylüyor. Teknoloji söylüyor. Şu dünyanın hane bir bakın yoksulluğa acıya telaf olan insanlara bütün bu rezilliğe bir bakın. E bu rezilliğin o dönemden farkı var mı Marks’ın 1800lerinden? 1850’lerinden hiçbir farkı yok peki daha kötü. Çünkü ne olursa olsun o dönemdeki gelir dağlığı bu kadar bozuk değildi. Olamazdı. Niye? Olamazdı çünkü sermaye terkümü belli ne kadar o zaman bugün ne olduğu belli. Bugün geçen gün siz söylüyordunuz 62 kişinin.
62 kişi dünyanın yarısına işit. Yani yarısını yani Mili Sarp Mili Sarsas’ın yarısını 62 kişi yiyorsa bugünkü durumun kıyasla çok daha kötü olduğu açıktır.
Peki nasıl insanları taytaylıyorsunuz eğiliyorsunuz oyalıyorsunuz? Teknolojik ilerlemeden bahsederek. Peki bu teknolojik ilerlemenin ruhban sınıfı var mı? Tabi var. NASA nedir? NASA’sı.
Biz uzay araştırmaları yaptığını düşünüyor idik. Yani şöyle demek istiyorum orada bir yaraşı var. Uzay araştırması olur güya ilaç olur. Neyse yani argeler. Şeyler askeri iletişim araçları askeri teknoloji sanayi militeri sanayi vesaire vesaire. Şimdi ruhban sınıfı da var. Yok mu hocam? Valla.
Ruhban sınıfı orada şey orada. Şakşakçılar orada. Şakşakçılar orada. Ve siz ne ait diyorsunuz ki insanlara? Sen üzülme bak efendim bu dünyada ne çekersen çek ama biz Mars’a da gidiyoruz. Allah Allah.
Sonra Venüs’e de gideceğiz. Eee sonra ve bundan sonra aslında ölmeyeceksin de. O nasıl olacak? Aaaa beyninin yarısı mı gitti diğer yarısına makine takacaksın olacak. Ve çok rahat edeceksin neden?
Çünkü artık senin de kendi kölelerin olacak. Nasıl yani? Eee sana robotlar vereceksin. Onlar da senin elin ayağın olacak. Ve biz dolayısıyla hep birlikte bu rezil dönemini gezegenin yoksullar olarak. Hayal dünyası. Eee bu nedir? Daha en kritik şey ölümsüzlüğü vaat ediyor. Tabii. Çok kritik bir şey yani.
Makine ile birlikte ama. Yani sizi makine ile birleştirerek ölümsüzlüğü vaat ediyor. Birleştirerek insan ile makine ile ilişkisini tam bir özdeşlik ilişkisi üzerine kuruyor. Tabii. Bu inanılmaz bir şey yani. Üzerinde çok çok durulması gereken bir şey. Geçen hafta konuşuyorduk hocam. Siz yokken Ayşe Hanım ile şimdi bana inanılmaz geliyor bu iş.
Şimdi önce ona Tanrı seti diyoruz biz. Gat-ed-düç. Üçle o Tanrı seti. Veya takımı mı demek? Ona bir set lafı iyi herhalde. Set iyi bence. Anlaşılmayı kolaylaştırıyor.
Bu Tanrı seti. Baba oğul işte Kutsal Ruh Tanrı setini. Önce onları kovuyorsunuz şeyden. Kainatın merkezinden. Peki insan kovuyorsunuz. Şimdi gelen noktada insanı da kovdunuz. Kainatın merkezinden. Şimdi ne getiriyorsunuz? Sivort getiriyorsunuz.
Tabii. Bu dehşet verici bir şey. Hele bir Türk Müslüman için. Anlaşılması çok zor bir şey. Filmler tabi bunun olası dünyasını da tasvir ediyor. Aynı zamanda olanlaştırıyor. Olanlar. Aldı Haksı’nın adası mesela. Böyle bir şeydir. Geçenlerde yine bir şey izledim. İnsanı duygularından arındırıyorlar. Üzülmek, sevinmek, kızmak falan gibi bir dünya. Duygular insanı acı veriyor falan gibi. Makinalar yardımıyla duygu hissedenler cezalandırılıyor falan. Geleceğin dünyasında insanı gerçekten tamamen merkezden çeken başka bir gelecek diyelim bizi bekliyor. Görünen o.
Onu söylemeye çalışıyorum. Tabii böyle bir şey olmayacak. %99, %19. %99, %19 bu olmayacak. Nasıl ki böyle canavar gibi birileri uzaydan gelip dünyayı işgal etmeyecek. Bu kiteleri uyuşturmanın bir yoludur. Kesinlikle yani New York’u düşünebiliyor musunuz? O neydi o büyük maymunun adı King Kong. Kocaman King Kong filmlerinin hatırına geliyor böyle şey. Sarılıyor. Göktelenleri gönderiyor. Özgürlük anadırın tepesine pat pat elini vuruyor falan. Şimdi ama bunu ama bunun aynı hızda ve aynı tempoda götürüyorsunuz, devam ettiriyorsunuz. Bu şeyler gelenden şey. Abuk sabuk kabuklu babuklu birileri geliyor. Patlak gözler. Tabii her türlü şekil. E peki bu cennetin anahtarı bende diyen baba bilmem kimden farkı var mı bu işe?
Nasıl şöyle bir şey var. Evet siz nasıl bir açılım yapacaksınız bu Afyon meselesi. Çünkü bu da tabi biliyorsunuz Marks ile çok tartışılmıştır. Daha doğrusu Marks üzerinden tartışılmıştır.
Yani bu cennetler de tartışılmak için mi söyledi yoksa biraz da sempatiği içeriyor mu bu cümlediğine karşı yani insancıkların artık tutunum dünyaları o kadar çaresiz ki yani son bir tutunacak dağıl.
Ama Afyon’un bir rahatlatıcı tarafı var. İnsanlığın belki de sığınacağı son ne diyelim ona sığınaktır limandır. Ama tabi sahtedir bunu aşmak gerekir. Arkası sonra öyle geliyor. Ben daha ilginç yani eğer mesela Marks ise toprağı bol olsun deyip andığımız. Evet diyorum yani toprağı bol olsun. Ben de. Hatta Marks’ın Markistlere bırakılmayacak kadar mühim bir adam olduğunu her zaman söylüyorum. Evet. Onu kullandığı bir kavram daha var fetiş kavrama. Şimdi ben bu fetiş üzerinden gidersek belki bir takım şeyleri daha net görebiliriz gibi düşünüyorum. Zaten bizatihi fetiş bir durum.
Yani fetiş nedir fetişin şöyle bir özelliği var. Fetiş sahibi fetişini bilir. Fetişini bir sapkınlık olduğunda bilir. Hatta hatta vicdan dünyası bu fetişten nasıl kurtulacağına dair sayısız yenilgili mühasebe ile yüklüdür.
Yenilgili dramam. Çünkü mutlaka fetişine yenilir. Mesela doktora gider psikiyatrist anlatır filan işte fetişini anlatır filan. Doktor der ki bunun yanlış olduğunu biliyorsun. O halde yapma. Yanlış olduğunu biliyor musun? Evet biliyorum ama ama yapam olmuyor. Kurtulamıyorsun. Fetiş böyle bir şey. Marks bu kavramı kullanarak bence çok önemli bir şeye değmiş oldu.
Çünkü kapitalizmin fetişi nereden doğuyor? Alev Alatlı’ya işte teknoloji insanlığın afyonu durur. Yargısını verdiren şeyin arka planını anlamaya çalıştığım zaman şunu görüyorum. Şimdi bu tarihçi Brodell’in bir şeyi vardır. Uzun zamanlar yani mesela 15.000 senelikse insanlık tarihi bunun 14.500 senesi aşağı yukarı rutindir.
Yani toprak, su, tarım, hayvancılık, biraz ticaret tabi bir artık var ama sınırlı bir artık. Onun işte dolaşımı var filan ipek yolları baharat yolları filan böyle bir dünya. Yani İsa’dan önce 5. yüzyılla, İsa’dan sonra 8. yüzyıl arasında öyle aman aman bir fark yok. Kıt kanat geçiren bir insanlık var.
İlk defa bir fetiş, fetiş olarak gelişen bir şey insanlığa şunu söyledi. Bu da son 500 sene bana kadar ise 250 senelik bir tarihdir. Sanayi devrimiyle. Evet yani şunu dedi hayır arkadaşlar böyle değil biz sizi refaha ulaştıracağız. Nasıl bu? Çünkü üretimi devasa ölçekte arttıracağız. Nasıl yapacaksın bunu? Ekar hadlerini yükselterek. Ekar hırsı yani bu işte Shakespeare’in şeydi de Venediktaş’ın Shylock tipleri filan. Şimdi iyi yani nasıl peki olacak bu? Bilimi geliştireceğim, teknolojiyi geliştireceğim işte ekonomiyi bağımsızlaştıracağım filan. Yani böyle müthiş bir zenginliğe doğru gidiyoruz yani wealth denilen bir şey. Bu resmi koydu. Halbuki Marx’ın tespit ettiği ve bence de önemli olan şey şuydu. Bu bir fetiş içine girerseniz eğer çıkamazsınız. Çıkamazsınız. Halbuki o fetişin içinde bir tuzak var. Bunun getireceği maliyetler meselesi ki.
Neler olacak? O maliyetler giderek ağırlaşan ve artık ödenmesi kabili olmayan, karşılanması kabili olmayan maliyetlere dönüşüyor. Hem kısa devre üzerinden hem daha uzun devreler üzerinden. Kısa devre kapitalizm krizlerin tarihi. Yani bunca. Dünya savaşları bile başlı başına ileter. Resmi yaşamak için, o amaca ulaşmak için bu kadar kriz yaşamak zorunda mıyız? Bir muhasebe doğuruyor bu. Bu kadar savaşmak zorunda mıyız? Baktınız öyle gidiyor. Akıl nedir Allah aşkına zeynep? Akıl nedir? Hani baktığınız bu yol buna gidiyor. Hadi bir defasında tesadüf de.
İki defasında, üçüncüsünde artık ahmaklıktır. Değil mi? Tekrarlamak. Fetişi de tekrarlıyoruz hepsini. İşte onu diyorum. Bu şimdi nasıl bir fetiştir? Ben farklı bir kelime kullanırdım buna. Şaman zikri derim ben de. Şaman zikri böyle bir kelimeyi tuttursun. Sen var ya böyle.
Aynı şey. O mu değil tabi o şaman değildir ama neyse. Hiçbir şey olmaz bir daha. Yüzgen bir kez. Kıpırdasana yani. Ahmet Rasim’in leblebici hikayesi gibi leblebicilerin eğlencesine katılmış da başlıyor bir ayağında nesi var.
Ve bu saatlerce de var bir ayağında nesi var. Bir ayağında ne? Bu korkunç bir şey yani. Ne doğru bilmiyorum yani. Ben de bilmiyorum evet. Bir ayağında nesi var diye türkü söylüyor leblebiciler. Senede bir kere toplanıyorlar. Ahmet Rasim’i de çağırmışlar. Başka laf yok mu? Yok. O da canı sıkılıyor. Bir yerde de diyor ki ötekinde mesih var. Hep birlikte ötekinde mesih var.
Dur onu ben şeyini biliyorum. Dur dur dur dur dur. Saksagan’ın kuyruğu yere değiyor yere. Saksagan’ın kuyruğu yere değiyor yere. Saksagan’ın kuyruğu. Aynı laf. Aynı laf. Gidiyor gidiyor. İçinden birini fenalık görüyor. Sonra değişiyor. Ne oluyor?
Dur şimdi gelir aklıma. Bir ikinci bir şey var mısa ben onu tekrar ediyorum. Yani bunu gördükleri halde değiştirmediler ve bu devam etti. Bakın fetiş o. Mesela ekonomi dediğimiz şeyin içinden geliyor. Mesela teknoloji fetişi veya Alev Hanım’ın söylediği teknolojinin afyon niteliği kazanması.
Zaten hep afyon yutturuyorlar. Yani afyonsuz gitmiyor bu işler. Akıl gibi afyon karşıtı ilan edilen bir şey de afyonlaştırarak bize veriyorlar. Bilim gibi sözüm ona büyü bozucu iddiaları olan bir şeyi de bir büyüye dönüştürerek getiriyorlar. Ekonomiyi bu hale getiriyorlar. Tıp başrollerden. Tıp da sürekli mutlancırlıyor. Fetiş ekonomi konusunda insan zihninin müdahale imkanları ekonomi fetişizmin tarafından engelleniyor. Çünkü ekonominin bir takım hesapları var. O hesaplara biz uyacağız yani. Dokunulmaz. Onlar tartışma konusu olamaz yani. Dolar alır başını gider, faiz alır başını gider. Biz sadece takip edip kendi çıkarımızı ona uydurmaya çalışıyoruz.
Açarsınız para ekranlarını açarsınız. Şakır şakır rakamlar üstünüze böyle boca edilir falan. Yani ve bu büyük bir cinlik gibi yani ekonomiden anlamak. Ekonomiden anlamak ekonominin yasalarını bilmek ve ona uygun davranmak. O yasaları tartışmak ama bunu yapma o zaman ekonomi ortadan kalkar. O zaman refah ideali çözülür. O zaman sen yoksul kalırsın. O zaman sen sürünürsün falan gibi acayip şeylerle korkutuyorlar.
Geldiğimiz noktada dünyada tartışılmaz olan iki şey olduğunu birçok insan söyleyen Batılı bilim adamları da bunları söylüyorlar. Hani bunu böyle düşünen Batılı entelektüeller de var elbette. Bir ilaç sektörü, iki finans. Tabii dokunamıyorsunuz. İki tane şeye dünyada dokunamazsınız. Dokunduğunuz zaman işte şey yok olur gidersiniz anlamında hani bir tespitte bulunmuyor birçok insan. Meseliyet içinde geçerli bu miktarant biliyorsunuz Fransa’da şeye gelince iktidara gelince demiş ki bu olmaz. Sosyalist bir modele geçmemiz lazım. Yani ekonomiyi, sermayeyi insandan yana kullanmamız lazım. Tutuyor, bankaları devletleştiriyor, bir sürü kamulaştırma yapıyor. Bir sıkı bir kapital kontrol rejimine geçiyor.
Fransızlarında bir kartı var o zaman. Siz belki bilirsiniz bu kart bleu dedikleri bir kart var. O zaman kullanılan kredi kartı. Şimdi gibi değil tabii kredi kartı ama Fransız İspanya’ya filan gidince işte kart bleu’yu filan kullanıyor. Onun üzerine de birtakım böyle kısıtlamalar, kontroller filan gelince Fransa ayağa kalkıyor.
Ve diyorlar ki miktaranta danışmanları gördün bak yani müdahale edilemez bu alanlara. İsim sen çekil. Benzer şey Clinton için anlatılır. Çünkü Clinton’ın ekonomi danışmanı mutlaka Golden Sachs’den gelir. Yani Wall Street’den gelir. Clinton işte şunları yapacağız, bunları yapacağız bir sürü şey söylüyor sağlık, sigortası, şovu falan. İş naftayla bitiyor yani. Bunları bir de şey yapıyorlar yani böyle görüyor musunuz ekonomi nasıl yani bastırıyor. Bütün mesele onun doğrudan fetişi üzerinden, fıtratı aykırılığı üzerinden yeniden insan üzerinden o alana bir şey söyleyebiliyorsak o fetişlerle mücadeleye gireriz.
Şimdi teknolojide bunun bir yan ürünü yani ekonomi ekonomizm üzerinden nasıl bir fetişse teknolojinin tarihide önce bir tekniğin tarihinden ayrıştı değil mi Haydegar’ın dediği gibi. Teknoloji oldu o başka bir şey çünkü. Sonra teknolojiyi insansızlaştırıyoruz. Ekonomizm ve teknolojizm zaten birbirine değil mi sizde? Şunu bir de anlamak lazım. Matematikle şöyle bir düşünün. Matematikle fizik arasındaki fark nedir? Şimdi düşünün matematikle fizik nedir? Uzay ve yeryüzü farkıdır. Efendim? Uzay ve yeryüzü farkıdır. Koyduz o muhtar?
Şimdi farklı bir yerden alayım ki aynı şeyi söylüyoruz. Matematik insan yapımıdır. Ve matematik tanımlar üzerine durur. 2 artı 2 eşittir 4 tarif edildiği için öyledir. Yoksa 2 artı eşittir 4 diye bir şey dünyada. Postüladır yani değil mi? Postüladır. Tanımlar üzerine götürürsünüz.
Şimdi 2 artı 2 eşittir 4 diye kabul ettiğiniz zaman vay bunun dışına çıkanı, 5 diğeni hapsa atarlar. Doğru mu? Doğru. Bir de akasızlıkla suçlarlar. Her türlü yani gerizekalılık, şubu falan. Şimdi ekonomi de böyle bir şey. Ekonomide de önce tanımı getiriyorsunuz, sonra en iyi şey o tanımın içine oturtmaya çalışıyorsunuz. Herkesi ve her toplumu. Evet. Oturtmaya çalışıyorsunuz.
Şimdi yeryüzünde Einstein toprağın olsunlardan bir tane daha. Einstein o meşhur lafıdır. Matematik dünyayı anlattığı ölçüde dağınıktır. Kendine sadık kaldığı ölçüde ancak sağlamdır. Yani 2 ara 2 ara 4 ancak matematik içinde olur. Çok güzel.
Ama dünyayı bunu çevirirseniz olmaz. Çünkü dünyayı temsil etmez matematik. O yüzden önemli bir iştir. Eğer fizikle matematik bir biçimde yan yana gidebiliyorsun, oturup kalkır dua edin. Bu kıyamet kopmadı henüz demektir. Ama böyle bir zorunluluk yoktur. Kimi ne zaman ortada bırakacağı hiç de belli olmaz.
Çünkü bir tanesi doğal bir akıştır. Ötekisi insan yapımı. Ve dünyanın ve bana sorarsanız yüce Allah’ın en büyük mucizesi insan kafasıyla fiziği aynı düzlemde hareket ettirmiş olmasıdır. Yani onu vahşetmiştir hakikaten. Yani 2 kere 2-4 gibi. Olmuyor mu bir şey?
Bu Ayasofya’da çok ilginç bir şey var. Siz öyledikleriniz ilham ederdi. Üst kata çıkarsanız orada belli noktalarda kirişlerin zorlandığını, ayrışmaların olduğunu, zeminin yamulduğunu falan. Şimdi Ayasofya’nın bir matematiği var. İzodoruz, antisten miydi? Mibarları. Bütün matematikle yola çıkıyorlar.
Kubbeyi oturtuyorlar dörtgenin üzerine. Müthiş bir hesap. Fakat fizik çalışıyor. Yani orada o gerilimde fizikle matematiğin müthiş bir kavgası var. Tabii. Ve fizik çökertiyor. Yani matematik çökertiyor son tahbinde. Marjinal kaldığı sürece dünya işler. Kör topalama işler. Ama marjinal kalmak zorundadır diye de bir şey yok.
Şimdi bunu niye araya girdi? Şey böyle bir şeydir. Ekonomi böyle bir şeydir. Ekonomide önce tanım yaparsınız. İki kere artı eşittir dört gibi tanım. Yani. Bir örnek hemen basit bir örnek vereyim. Homo economicus kavramı. Bravo çok iyi. Bu bir kavram. Tabii tabii. İki kere iki dört gibi Homo economicus. Postula. Peki buyurun Foslevi. Nedir Homo economicus?
Pahalı ne? Ben hiç görmedim öyle bir Homo economicus. Gördünüz mü? Ama ne olduğunu seyircimiz için açıklayalım. Homo economicus kendi çıkarını gözleyen. Birey insanoğlu demektir. Ve iddiası da şudur ki insanoğlu ille de kendi çıkarını gözler. Ve dolayısıyla nasıl bir gelecek projeksiyon yapacaksanız.
Ve nasıl bir tahmin yürütecekseniz öngörde bulunacaksınız. İnsanoğlunun bu vasfını. Kabul edip yapacaksınız. Aha aha o ben Fatih’in peşine gider. Bu yani tabi. Peki. Allah kelamı mıdır? Hayır. Dünya sayıdan böyle midir? Hayır. Olanı var. Olmayanı var. Olmaz. Üstelik şimdi.
Gelin din farkına bakın. Şimdi burada bakın. Eğer Müslümansanız, eşref-i malikatsanız, dünyadaki diğer canlılardan sorumluysanız Homo economicus olma ihtimali neyse o kadar düşük olur. Anlatabildim mi? Ve dolayısıyla bakın hep daha önce konuştuğumuz şeylerde toparlanıyoruz.
Yani modernite modernite deyip duruyoruz. Bu modernitenin bir parçasını bölüyorsunuz parçalıyorsunuz. E istediğiniz şekilde tanımlıyorsunuz ve bu tanımların üzerine bir ekonomi inşa ediyorsunuz. Postula yine dedin. Tabi postula. Üfleseniz gidecek bir şeydir. Üflediğiniz gidiyor zaten.
Gidiyor ama gittiğini göstermemek lazım. Ne yapacaksınız? İki şey yapıyorsunuz. Bir görmemesini sağlamak için az önce konuştuğumuz gibi Afyon niyetini kullanıyorsunuz. Habire şey veriyorsunuz. Kesişleştirerek tabi canım yani tabi tabi. Yani işte papayı konuştuk adam Kudüs’ü fena halde lanetli Türklerden kurtarmaya gidiyor. Onun için bile para ediyor. Çok şey yani. Yani çok benzeri bir şey. Bu garibim deniz burnunun dibinde olmasına rağmen balık alıyan. Afrikalı ya nedir verdiğiniz şey. Bu yani neyle durduruyorsunuz adamı. Şöyle bir şey var bu ekonomi ile önüne set çekerek durduruyorsun. Tabi tabi.
Ve bunu süslüyorsunuz. Şimdi teçişler gelecek. Ve bunu süslüyorsunuz. Neyle süslüyorsunuz? Disiplin diyorsunuz. Tabi tabi. Efendim. Çalışma alakı ödev alakı. Çalışma alakı diyorsunuz. Kapitali mi memnesi diyorsunuz. Diyorsunuz diyorsunuz. Havuç olarak da refah. Havuç olarak evet refah. Şimdi refah havucu oldu mu? Gibi de geliyor. Ucuz siberkutlara kadar gider bunu. Havuç. Yani bütün bu şeyde ağzı açık. Bir yıl genç çocuğu var. Bir yıl bir yaşı. Bir yıl bir yaşı. Bir yıl bir yaşı. Bir yıl bir yaşı.
Ağzı açık bir yıl genç çocuk. Haberi doğuruyoruz. El birliğiyle bir dünya. Ve şimdi bu çocuklar nereye dayanır Allah aşkına. Teknoloji dünyasının içinde oyalanmak tabi bir ayrıca daha güncel ve somut karşılığı içinde. Modern yani bu modernle demeyelim bugünkü insanın özelliği haline geldi. Çocuklaştırır. Oyuncaklaştırırlar. Çocuklar iç içe. Teknoloji ile iç içe olmak. Onunla birlikte yaşamak. O dünyanın farkına varmak. Bugünkü modernliğin kriterleri yani. Şu kelime de şey yapabilir miyim? Gelin şu modern lafın asri kilimesini de karıştıralım Türkçe. Asri. Asri. Asri olabilir ama modern olmayabilir o asri. Evet. Çağdaş yani. Bu çağın karındaş gibi bu çağın şeyse. İcapları, gerekleri. Bu çağın icapları içinde teknolojinin iç dünyasına dalmak birinci sıraya yükselmiş. Asri.
Asri. Asri. Çağdaş evet ama çağdaşı ile de modern olmaz. Şunu da görmek zorundayız. Hani Homo economicus lafı çok mühim. Bu Max Fritz vardı. Bilirsiniz bu İsviçreli romancı. Bir dönem çok okunurdu. Ben de bir iki romanın okumuş olduğumu hatırlıyorum. Onun çok hoş bir lafı var. Diyor ki biz diyor İsviçreli Alman yani Suizalman şeyi. Gökhan. Bu diyor yabancı iş gücünü bekledik. Çağırdık. Meğer gelenler insanmış diyor. Çok hoş. Yabancılaştı. İnsan çıktılar diyor. İnsan çıktılar. Hadi buyurun. Bu aslında çok hoş bir düşünce. Ekonomiye bakıyorsunuz. İnsanlara ekonomi öğretiliyor. İçinde insan yok. İnsansız bir ekonomi. Tabii. Duygu olmayacak. Çünkü akıl var.
Ama bakın ekonomi de insanlık isterseniz matematikte deyerek zorundasınız. Tabii tabii ama matematik de insansızdır. İnsansızdır bu. Fizik öyle değildir. Fizik öyle değildir. İnsancıydır. İster istemez insancı. İnsanı merkeze alır. Yani başka çare yok. Aç kalırsınız, rüzgar eser yağmur yağır. Fizik ayrı bir şey. Zom politikon yoktur. Yani siyasetle uğraşan insanlar vardır. Tabii. O başka bir şeydir.
Ama bir zaman rasyonel değildirler. Bu şey aklıma geldi. Mustafa Özel’in kulakları çınlasın. Don Hyot, Don Quixote üzerine bir şeyi var. Tahlili var. Çok doğru. Niye yazdı Cervantes Don Quixote’u? Çünkü şunu gördü Cervantes. Bir kere işlemsel akıl denilen. Daha sonra kartezyen devrimi gidecek. Sizin bahsettiğiniz o fizik matematik buluşmasını sağlayacak.
Bir süreç başlamıştı. İşte muhasebe işlemleri, tecetvelileri bilmem ne. Başlıyor savaşlarından sonra. Bu böyle bir rasyonelizasyon süreci. Devlet bütçeleri falan. Castilla krallığı şu bu. Ya şimdi bir akıl üzerinden gidiyor işler. Fakat hakikati kaybediyoruz. Evet de gitti. Don Quixote ve Cervantes de onu sorguluyor tabii. Cervantes diyor. O yani bundan sonra hakikati delilerden duymamız lazım. Akıllılardan değil.
Şimdi bu akıllatını da değiştirmek lazım. Başka bir şey bulmamız lazım buna da. Moderni, asri bulduk şimdiki dönem için. Postmodern de oturmuyor. Modern sonrası dönem dediğimiz şey. O da yaldı. O da oturmuyor tam olarak. Geç kullanıyorlar. Late modernity. Geç modernity kullanılıyor mu? Jameson bence daha doğru kullanıyor. Late modernity. Geç modernity. Daha doğru. Bu şey benim çok canım sıkıyor.
Bizim üniversitenin malum akıl adet, adap, ahlak modusu. Şimdi Watto’yu İngilizceleştirdik. Şimdi akıl al başına derdi çevirdi. Ne diyeceksiniz? Logik değil. Değil. Reason mı? Ratsiyo mu?
Nedir şimdi şey için sizi bunla mı şaşırtmak istemiyorum ama bir şey anlatmaya çalışıyorum. Akıl illaki de matematik haklı değil. Başka bir kelime olması lazım orada. Evet. Anlatabiliyor muyum? Nedir Türkçesi? Belki de vardı. Yani hendes ayrı bir şey olmalı. Akıl ayrı bir şey sanki. İşte sağ töre diye çeviriyorlar. Ne diye çeviriyorlar? Yani mesela sağ törecilik diye bir şey. Yani sağ duyul.
Fehim aslında. Fehim de farklı bir şey. Sağ duyul. İşte tabii. Bilmiyorum. Bir şey bulmak lazım ama doğru. Hakikaten bulmak lazım. Bunu ayırmak lazım. Çünkü şeyde çok görüyorum. Özellikle de bu muhafazak her kesimde. O bir akılla ilişkin bir salvo ateşi. Bir daha okuyorsun. Bu insanların akılla bu kadar saldırmaları mümkün değil. Kelime yanlış.
Saldırdıkları şey değil. Akılla saldırdığımız zaman hepimiz aynı akılla da saldırmıyoruz. Buradan başka bir şey açabilir miyiz? Bu teknoloji kitlelerin afyonudur. Aslında bu konu üzerine bence daha çok tartışıyor. Yeryüzün insansızlaşmasından, hayatın insansızlaşmasından. Evet onu düzgün anlatabilmek lazım. Onu da haklısınız. Yani daha farklı açılımlar belki girmekte fayda. Yani bir insansızlaşmadan ve teknolojinin insanı uyuşturmasından
yola çıkarak belki çok farklı sonuçlar da var olabilir. Privetlerinden anlatmakta yardımcı olabilir. Ne demek istediğimizi diye düşünüyorum. Hani Nasa’yı hakikaten bir tür kilise gibi görürsünler. Görürsek. Silicon Valley, Nasa, Lockheed, Red Corporation. Bunlar şey gibi. Rahiplerin aslında yeni yüzyılın. Ruhban. Mackenzie.
Mackenzie evet. Yeni yüzyılın ruhbanları bunlar. Ruhbanları. Götürün bir parça da. Wollstein. Ne? Ruhban, mübarekler marastır. Tabii tabii. Tabii tabii kiliseden daha beterler. Tabii tabii tabii kiliseden daha beter. Şimdi öyle bir bakın ve oradaki üstenciliğe bakın. Anlatabiliyor muyum? Tabii şimdi romancısın diyeceksiniz. İkiniz de haklı olacaksınız. Tabii doğru romancılık parserde.
Ama onu öyle görüyorum. Hollywood filmlerinde falan da görüyorum şimdi. Bakın onlara. Ve bir başka sınıf orada. Yediği çıkardığı, yediği içtiği, sabah şimdası değil. Efendim? Öğleden sonra rakısı, şarabı neyse bilmem nesi filan. Ve bir ruhban sınıfı var orada. Ruhban sınıfı üzerine şöyle çok doğru. Ben tamamen katılıyorum. Kozmopolisi Mustafa Üzel’in önerdiği bir roman vardı o ruhban sınıfını çok iyi gelecek versiyonu olarak. Ama orada şöyle bir şey var. Kozmopolisi. Kozmopolisi. Bu da altını çizelim biz de. Şu daha erken dönemde, yani modernleşmenin alaca karanlığından başlayıp işte diyelim ki.
Bilim vakti, vakitleri filan, bilimsel sınıflarla, kesimlerle, bilim adamlarıyla bürokrasi arasında bir şey vardı. İlişki vardı. Bu ikinci dünya savaşından sonra, benim görebildiğim kadarıyla, mühendislik bir eksende bu ilişkiyi bozdu. Bir dinamik bu ilişkiyi bozdu.
Bilim adamları mühendisleştiler hızlı bir şekilde. Ve mühendislik bütün alanları disipline, yeniden disipline eden bir şey haline dönüştü. Yani mesela iktisatçı değil. İktisatçı ne olurdu eskiden? Aslında iktisatçı bile, maliyacı olurdu çoğu. İşte bürokrat filan, müfettiş olur herhalde. Hayır şimdi iktisatçı ama tek başına yalan iktisatçı, mühendis iktisatçı. Finansçı da ayrı şimdi mesela. Tabii tabii. Daima böyle yani, bu da teknokrasi dediğimiz bir şey. Yani bilim bürokrasiden, bilim mühendislik üzerinden teknokrasiye evrildi. Bir de insansızlaştı tabii. Hiç şüphe yok. Hiç şüphe yok. Yani bilim bürokrasi ilişkisi de büyük ölçüde insansızlaştırmayı içeriyordu ama. İkinci etap, tamamen kolmak yani insanı. Hiç öyle bir şey yok.
İşte ekonomi izin buradan doğuyor. Teknoloji izin buradan doğuyor. Bunlar dokunulmaz alanlar. Ya bunları söylediğiniz zaman günah işliyorsunuz. Çünkü büyük bir para… Çünkü fetişe dokunuyorsunuz yani. Günah işliyorsunuz. Günah oluyor bunlar yani. Günah işliyorsunuz. Aforoz ediliyorsunuz yani. Sistemin dışında kalıyorsunuz. Sistemin dışında kalıyorsunuz. Adam yerine konmuyorsunuz. İşte romantik diyorlar, dinazor diyorlar. Bir sürü bir sürü bir şeyler söylüyorlar.
Geleceği anlamıyor burada yine bir başka bir şey. Geleceği anlamıyor falan gibi şeyler. Tabii tabii. Dar görüşlü, obskürantist, parokyal neyse bir sürü şey söylüyorlar yani. Bayağı bir sıfat. Şunu herhalde anlamak lazım. 2007 yılların insanı 1900 yılların da çok farklı değil. 1800’den de değil, 1700’den de değil. Yani etki tepki ediyoruz. Aynı insan, aynı bayağı. Tabii tabii. Ve bunu abartıp kabartmanın anlamı yok. Bunu bir görsektik hepimiz. Aynı gemide aslında insan oldu. Ama nedense… Hele de dünyanın bizim bölümünden çıkan bir yorumsa zaten baştan tepki alan bir şey. Çünkü zayıfsınız. Zayıf kabul ediliyoruz. Tabii ve zaten çoğu zaman bizim yaptığımız gibi çomak sokuyoruz ya şeye. İşleyen sisteme, sistem düşüncesine daha doğrusu. Yani arı koanla çomak sokuyorsun. İster istemez. Başka bir yerinden bakıyorsun. Ve bu kimsenin işine de çok uzun boylu gelmiyor.
Fakat sorgulamaya devam etmek zorundasın. Bence gezegenin iyiliği için. Bu sorgulamaya devam etmek zorundadır. Kim ne derse desin. Şimdi geçen haftakinden kalma gene bir yere atlayacağım. Müsaade ederseniz. Bu geri kalmıştık, ileri gitmiştik. Gayrı safi man, hiliyat hasla vesaire falan.
Bunlar da matematiktir. İnsansız şeyler bunlar. Onu söylemeye çalışıyorum. Hatta hatırlarsanız geçen hafta konuşurken bir öneriyle geldim. Öneri değil, bilinmeyen bir şey değildi. Ama burada ilk defa konuşmuştuk Ayşe Hanım’a. Onu söylüyordum. Gayrı safi, hiliyat hasla, tuhaf bir laf. Ama bunun anlamı kişi başına olandır.
Sizin cebinizde ne var, Ayşe Hanım sizde ne var, bende ne vardır. Peki o yeter mi? Hayır. Siz cebinizdekiyle ne alabiliyorsunuz? Ben cebimdekinden ne alabiliyorum? Ayşe Hanım ne alabiliyor? Şimdi böyle ölçmeye kalktığınız zaman, satın alma paritesinden götürürseniz, dünyadaki sistemleri, imefesi, minefesi, hiç oturacak, kaçacak yer arar.
Yapamazsınız, çok zor. Çünkü bir satın alma paritesinden götürdüğünüz zaman, ölçmesi zaten çok zordur. Bir de gene satın alma paritesi, artı sosyoloji, artı din ve inanç sistemi. Eğer siz, bana her hafta bir kiro domates gönderiyorsanız, komşu olduğunuz için, benim gelirim pariten başkadır. Göndermiyorsanız başkadır. Anlatabiliyor muyum? Yani eğer Türkiye gibi bir yerde diyelim, siz bana çok sevdiğim Erzincan tulun peynirini yapıp yapıp yolluyorsanız, efendim o başkadır.
Kendinize bir blüze aldığınız zaman, koşturup bir tane de bana alıyorsanız, başkadır. Şimdi hal böyleyken, ikisi de 10 bin dolar olan, gayrisafi milli azladan kendine düşen pay, 10 bin dolar olan iki ülke… Arasında fark var.
Ben ise bunun bir zengin, bir fakir olabilir. Hiç kuşkunuz olmasın. 10 bin lirayı cebine koyan bir Kastamonu ile 10 bin doları cebine koyan bir Lüzyanlı’yı yan yana getirin, Kastamonu’lu zengindir. Hem de çok zengindir. Şimdi bu başka bir bakıştır. Öteki türlü bakmanın da o da Allah kelamı değildir.
Batı bakışı. Bunu söylemek isterim. Şumpeter diyordu ki, iktisat tarihi asla salg iktisadi değildir. Çok güzel bir laf. Arz ve talebin kesiştiği yerde fiyat oluşur. Halbuki diyor Şumpeter, iktisat tarihinin kahir ekseriyetinde, ezici çoğunluğunda arz ve talep kesişmez. Fiyatlar başka türlü oluşur.
Dörtte birinde kesişeceği varsayılır, halbuki o dörtte birinde kesişme ihtimali daha daha imkansızdır. Modern iktisat. Şimdi bu şey gibi, hani postülat dedi Alev Hanım, çok doğru bir ifade. Matematik yedirerek düşünmek, her şeyi matematikselleştirmek. Şimdi mesela bir tarif vardır iktisadın girişi daha birinci sınıf öğrencilerine. İktisat nedir evladım işte öğrenciye? İktisat sonsuz ihtiyaçlarla kıt kaymaklar. Şimdi çocuk da bunu belliyor tabi yani. Hepimiz ezberleyerek okuduk. Halbuki orada Jin gibi bir öğrenci şunu sormalı. Bir dakika hocam, benim ihtiyaçlarımı sonsuz olduğunu nereden çıkarıyorsunuz? Bu genellemeye nasıl beni sokuyorsunuz ki bu rahat, dersi bu şekilde rahat anlatabiliyorsunuz.
İkincisi kaynakların tamamını ölçtüğünüz mü ki sınırlı diyorsunuz? Nitekim üçüncü sınıfta iktisadi doktori Nert Ali dersinde Fransa’da fizyokratların tersini söylediği okutulur. Tabiat cömerttir. Kaynaklar zengindir, kıt kanat. Ona göre başka bir iktisat anlatabilirsiniz. Nasıl oluyor da okyanuslara harcamadığımız parayı Mars’a, Venus’e gideceğiz diye harcıyoruz. Bir düşünün neden? Tabi tabi. Neden? Tabi insanlığın ölümsüzlük arzusu filan bunlar böyle. Acaba o mu? Fetişler. Fetişler dokunulmazlar.
Başkasının yapmadığını yapmak işte en birinci Mars’a gitmek için. İyi de bir dakika bir dakika. Yani en derin dibe dalmak niye olmuyor? Bir düşünün onu. Sadece açıklamı yetmiyor. Niye olmuyor? Bakın aşağıda iktisat var orada yok. Bir onu görün. Doğru. Al bir başka alaca karanlık kuşağı ve kuralsız bir şey. Onu bir görün.
Uzayda değil iktisat yeryüzünde ve insanla beraber. Şeye benzer bu astrolojiye benzer. Efendim hani fal bakarsınız ya işte peşmeken gezegenle peşmeken gezegen yan yana geldi. Onun için işte önümüzdeki hafta efendim Süleyman Hoca’ya şöyle olacak böyle olacak gibi. Mesela Merkür var değil bu aralar var Merkür de aman karar vermeyin filan. Amel Ermeni öyle geliyor böyle gidiyor. Bakın ne kadar tuhaf bir şeydir. Ne kadar tuhaftır. İnsanoğlunun başına gelenleri bu dünyada olan bitenle açıklamamak için gökyüzüne atarsınız. Astroloji budur. Ekonomizmin ve teknolojizmin insansızlaştırmayı esas aldığını konuştuk burada. Buna karşı olan tepkiler de bir insansızlaştırma üzerinden geliyor.
Sendromu Greta sendromu. Dikkat edelim. Nedir Greta sendromu? Greta sendromu. O kız var diye konuştum. Evet evet. İklim şeyine karşı konuşan. İnsanlığı suçlayarak doğayı kurtarmak. Çok daha kötü bir şey. Halbuki insanı kurtararak doğayı kurtarmak. İnsanlığı suçlayarak değil insanı kurtararak. Elbette. Elbette. Hocam önemli bir tespit daha programın sonunda geldi.
Greta sendromuyla insanı suçlayarak değil insanı kurtararak doğayı kurtarmak. Ben buradan bu programda virgül koyacağız. Biz izleyicilerimize de söyleyin programları ikili setler gibi yapmaya başladık. Bir programda bir virgül koyup ikinci de onu devam ettiriyoruz. Bunlar buradan ekonomi ve teknoloji iki unsuru da devasa boyutlarda kullanan bir ülkeye, Çin’e geçelim istiyorum.
Çünkü Çin dünyanın geleceğinde ne olacak? Ve 2019 NATO zirvesinde Çin Batı’nın karşısında yeni bir öteki olarak mı tanımlanıyor tartışmaları da? İşte o ne geldi mi? Hocam burada. Hocam burada. Biraz buradan teknoloji ve ekonomizmden buraya atlayalım ve bunu konuşalım istiyoruz.
Buraya bir virgül koyalım. İki fetişten ekonomi ve teknolojiden yola çıktık bu programda. Ama hocamın teknoloji kitlelerini, afyonudur sözünü daha derinleşmeye gayret ettik.
Bugünlük bu kadar diyelim. Haftaya görüşmek üzere. Hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir