İhmal Edilebilir Nasihatler | Türkiye’de Tarım | 33. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=bSCCKYekGuY.
Merhabalar efendim. İhmal edilebilir nasihatlerde Alev Alatlı ile birlikteyiz. Bugün bir konumuz var. Mehdi Eker. Veteriner hekim. Türkiye Cumhuriyeti’nde 10 yıl Tarım Bakanlığı yapmış. Doğru mu söylüyorum efendim? Evet.
Tarım AK Parti hükümetinde Tarım Bakanlığı yapmış bir isim ama bugün buraya gelme sebebi tüm bunların ötesinde Türkiye’de Tarım, Tarım politikaları konusunu çok iyi bilen isimlerden birisi bir otorite olmasıdır. Bir diğer sebebi de bizim geçen daha önceki yaptığımız bölümlerde yeni köylülük, köye dönüş, Tarım ve toprak politikaları üzerinde söylediklerimize ilişkin itirazları olmuştur. Bir yerde karşılaştık. Dedi ki hayır siz hocamla öyle konuşuyorsunuz Süleyman Seyfi Öğün Bey de birlikte vardı.
O söyledikleriniz öyle değil dedi. Dedi. Evet. Ben de bunu hocama aktarınca gelsin anlatsın ne diyor dedi böylece. Dedim tabi. Evet dedim tabi. Ama şimdi bundan buradan çıkacak olan şeyler bakalım ihmal edilebilir, nasihat mı olacak? Yoksa ihmal edilemez. Edilemez, nasihat mı olacak? Sanki birincisi daha doğru gibi çünkü burada iki tane kitap var sizde de var. Evet evet tarımdan kültür yapmak.
Evet burası çok ilginç. Türkiye tarımının değişim ve dönüşüm süreci şöyle göstereyim mi nereye böyle göstereyim. Bu önemli çok. Bir kitap alfadan çıkmış. Önemli olan tarafı ne? Buday ile koyun gerisi oyun. Bizim özetimiz diyorsunuz. Buday ile koyun gerisi oyun. Şimdi konuşuruz ki kültür hak birbütündür. Boşlukta çıkmaz.
Ve öyle tek başına yok kültür bakanının başının yok bilmem ne bakanın tek başına yapacağı içinden çıkacağı bir şey değildir. Bu bir bütün anlayış. Şimdi buna baktım aklıma ilk o geldi yani bir yandan Buday ile koyun gerisi oyun diyorsanız bütün açlılık ders veren fakülteler gastronomi vesaire vesaire şunun üstüne gitmek zorunda koyun. Türk mutfağı tesisleri, restoranları her şey.
Çünkü son zamanlarda siz de duyuyorsunuz zırhından eminim koyun eti kokuyor bilmem ne falan var. Ben onlardan benziyor. Biz dana yeriz falan. Ben hiç bir zaman onlardan olmadım Allah için. Kesin kuzu tercih ederim. Hangi koşullarınca olsun. Şimdi tabi milletinde damak zevkine dokucak hali yok ama demek ki koyunun geriye itilmesine izin vermeyeceğiz. Ve öyle görünüyor ki bunu izin vermek sadece az önce onu ben rica edeceğim tekrarlayın.
Sayın bakanım sadece ithal ettik etmedik büyük baş girdi Türkiye falan ötesinde bir bütün halinde savunmamız gereken bir şey olmalı. Ve büyük ihtimalle savunmamızı engelleyen de yine kimse o sistem bize şeyleri getiren. Bita gibi sana gibi zamanında sadece yan yandan olan şey gibi hatırlarsınız. Evet.
Tabi canım şimdi bugün saydeye anı giy ismiyle pazarlıyorlar. Giy de ne giyince ayıl düvedir saydeye. Bütün marketlerde. Ben Urfa’dan getirtiyorum. Allah için. İyi yer çünkü Şanlıurfa koyun coğrafyasının en önemli nirengi noktalarından birisidir. Ben aslında hiç bilmeyen birisi olarak hemen sorayım. Buda ile koyun gerisi oyun neden?
Şimdi bu bir Türk atasözü yani Anadolu’nun bir sözü. Ama bu sözün arkasındaki hikmet şu. Bu bize Anadolu coğrafyasının temel iki tarımsal ürününü işaret ediyor. Yani diyor ki bu coğrafyada Anadolu coğrafyasında bir buğday yetişir, iki koyun yetişir. Çünkü İbn-i Haldun’un şu kitapların bir tanesinin başında alıntı yaptım İbn-i Haldun’dan. Coğrafya kaderdir diyor. Coğrafya determinanttır. Tabi. Çünkü coğrafya dediğimiz iklimdir, topraktır ve topografyadır. Ve de ona uyum sağlamış olan insanın diller yanında. Hayır, bu ikiler canlılar, hayvanlar. Tabi.
Üzerinde yaşayan bu toprak, topografya ve iklim üzerinde hangi canlıların yaşayacağını yetişeceğini belirler. Determin eder. Sonra insanlar da o doğal ortamda yani insanlık tarihi işte şu antropozem diyorlar son işte bir rivayete göre 70-80 yıl, rivayete göre 150-200 yıl. Bundan ibaret değildir. Bu insanlığın tarihi içerisinde işte 15-20 saniyelik bir şeydir bu süreç. Şimdi onların bize belirttiği gibi dediği gibi değil. Binlerce yılda oluşmuş bir kültür var. Bu iklim, toprak ve topografyanın belirlediği canlılarla insanlar bir üretim yapar, iki beslenir, sanayini yapar.
Bunlar folklorine tesir eder, kültürüne tesir eder. Onun için zaten tarım kültür ilişkisini ayrı bir kitapta yazdım. Dolayısıyla bunların hepsini determine eder. Ve aslında bütün bunların hepsi Latincedeki kültüre kökü dediğimiz onun karşılığıdır. Kuyum ve buğday bizim has kültürümüz. Kuyum bizim has kültürümüzdür. Çünkü bizim iklimimiz, bizim iklimimiz bir karasal iklimdir.
Dolayısıyla buğdaya eldeleştirilir ve Anadolu buğdayın anavatanıdır. Anavatanıdır. İlk çıktığı yerde. Tabii tabii. Karaca dağın etekleri yani bir taraf Diyarbakır, bir taraf Şanlıurfa, bir taraf Mardin. O dağın etekleri yeryüzünde ilk defa buğdayın yetiştirildiği, geliştiği yerdir. Bunu literatür söylüyor, dünya literatürü söylüyor.
Gece-gündüz arasındaki ısı farkı, iklim şartları buğday için elverişli bir ortam hazırlıyor. Buğdayın literatürdeki ismi serin iklim tahalıdır. Dolayısıyla kışlaması lazım. Yani soğuklaması lazım. Buğdayın mutlaka ki sertleşsin. Şeyin derecesi nedir bunun? Soğuk ne kadar, sıcak ne kadar? Diyelim eksi 5-10 dereceye kadar. Orta Anatol’da da gelir o vakte kadar. Tabii toprağın altında tohum çürümeden bozulmadan. Ondan sonra gündüz, işte yaza doğru bu 30 derece 35 derece. 30-35 derecede dayanıyor. O arası farkı önemli. Onun için serin iklim tahalı diyorlar.
Buğday Anadolu’nun öz varlığı, gıdası. 2- Koyunda anatomik yapısı gereği yani dişlerinin ağzında diziliş biçimi ve otunu yemini alabilme biçimi sebebiyle kısa boylu küçük boylu bodur otlarla beslenebiliyor.
Yani şu kadar çünkü kemirerek, kopararak yiyor koyun. Eğer bir koyunu götürüp de diyelim şu yükseklikte bir otların çok yükseklikli… Aç kalabilir diyelim. Aç kalabilir. Dikkat edin koyun ağırlarında otları balya yaparlar ve parmaklıklı özel yemlikler arasına sıkıştırırlar. Koyun onların arasından kopararak alabilsin diye. Şimdi Anadolu coğrafyası sahiller dışında, yani Doğu Karadeniz sahili, Ege’nin iki ovası Gediz, Menderes ovaları, Çukurova dışında, bir de Marmara dışında. Buralarda ortalama 450-500 mm yağış alır. 450-500 mm yağış şu kadar otun çıkmasına vesile olur. Ancak?
Sürüler halindeki koyunlar, sürüler halinde milyonlarca koyun bu yüksek yayla düzlüklerde ayaklarıyla hem toprağı sıkıştırırlar. Böylece toprak Arizona’ı engellenir. Bunlar dışkılarını, idrarlarını bırakırlar, o azotlu gübre oluşturur. O azotlu gübre toprağı korur. Dolayısıyla şu kadarcık ot çıkar merada.
Koyun da bununla beslenir. Hadise bu. Dolayısıyla binlerce yıl içerisinde, yani son 10 bin yıl, işte tarih Anadolu’da 12 bin yıla kadar gidiyor. İşte Göbekli Tepe bu yazgın. Evet o da yani. Kullanmak lazım.
Evet, 12 bin yıllık orada birkaç yer daha var Güneydoğu’da o bölgelerde. Hepsini ben gezdim bütün o arkeolojik talanlarını. 12 bin yıldır Anadolu’da insanlar işte buğdayı bu şekilde yetiştiriyorlar. Koyunu yiyorlar. Dağlık yerlerde de keçi. Yani ağaçların fidanların, makilerin veya meşe ağaçlarının bulunduğu işte Bitlis’ten başlar. İşte biryan kebabı Siyirt’te Bitlis’ten paylaşamadığı kaynağı oğlaktır. Oğlak etinden. Evet. Dolayısıyla oradan Mardin ta Hatay’a kadar Amanos’lara kadar oradan döner Toros’lar Ege’yi dolanır. Çanakkale’ye kadar bütün o dağların yamaçlarında da keçiler olur. Peki ne zaman dana ve inek yürütü başlıyor?
Hiçbir soru bilmiyorum bence. Urta keşkeyi diye bir şey var mı? Keşkek yaparlar ama başka isim verirler. Ne verirler acaba? Helise. Yani iyice dövülmüş ve artık liderine olmuş buğday. Dövme. Dövme tabii. Dövmeden yapılıyor. Tereyağı, sade yağı neyse. İçine et konuyorlar. Orada et de konur. Aynı şey. Koyun eti. Koyun eti olacak. Kemikli koyun eti. Belki aynı aynı tür şeydir. Kemikli koyun eti.
Uzun kemiklerin içerisinde ilik vardır. O ilik ona lezzet verir. Ama koyundur yani. Hepsi koyun. Bütün yemeklerimiz Güneydoğu mutfağının, Halep’e kadar bu gidiyor. Ki biliyorsunuz yani Suriye platosu da bir parçasıdır. O da koyun. Halep ismi de Halip’ten sütten geliyor. Bakar mısın? Dolayısıyla. Bugün harika. Siz anlatın. O da bu şekilde. Dolayısıyla Anadolu da buğday ile koyun bizim temel iki varlığımızdır. Coğrafyamız diyor ki siz burada yaşayan insanlar buğday ve koyunu asla ihmal etmeyin. Bizim anlamamız gereken hikmet budur bu coğrafyadan. Dolayısıyla bunu asla ihmal etmemeliyiz. Anadolu’da elbette ki yerli sığır ırkları var bir şekilde gelmişti çok geçmişten. Fakat bunların bir tanesinin ismi yerli karadır. Çünkü çok küçüktür yani bir koyun irisidir. Talepleri ekolojik istekleri yerse, yerse, yerse, yerse. Coğrafyaya uyumludur. Boz ırk vardır Marmaru’nun güneyinde. Bunlar bizim yerliler. Bir de Doğu Anadolu kırmızısı ile Güney Anadolu kırmızısı.
Bunlar da yine küçük yapılı, küçük yapılı, coğrafyaya uyumlu inekler. Ama Avrupa’nın inekleri yani Montofon gibi, Holstein gibi veya diğer ırklar gibi. Bunlar bize çok sonradan geldi. 1925 yılında ilk İsviçre’den ithalat yapılmış. Sonra 1935’te yapılmış. Ondan sonra tabii buradaki meselelerinin özü şu. Şey kimden başkanım? Bakanın kimdi? Bunu getireyim. Ya bunu çok önemli söylüyorum. Bunu getiren adama bakmak lazım. Ne indirse kimindir, nereden gelmiş. Oradaki mesele şu. Cüsteye bakıyor, verime bakıyor. Bir tür fabrika gibi düşünüyor. Ve modernleşme var. Sanayileşme arzusu var. Sanayi devrimini ıskalamış olmanın getirdiği bir kompleks var.
Dolayısıyla bütün bunların hepsini bir inek üzerinden hayvancılık üzerinden bunu telafi ederim. Dolayısıyla bu hayvanları getiriliyor. Bunlar tabii süt veriyor doğru. Şimdi mesela bir Holstein izin verirseniz anlatayım. Ben şöyle bir şey gitmek istiyorum. Süremiz çok kısıtlı. 45 dakikamız. Hani hayvancılık kısmına çok uzun paket ayırmayalım. Ama ben hikmetle ilgili söylüyorum.
Hikmetle ilgili söylüyorum. Demin söylediklerimin aslında teyidi anlamında. Yani coğrafya beni teyidi ediyor. Varlık bilimi de teyidi ediyor. Şimdi 30 litre, 35 litre süt verebiliyor bir Holstein inek. 35 litre bir günde. 35 litre süt verebilmesi için onun 150 litre yaklaşık yemle birlikte veya müstakil olarak temiz su içmesi lazım.
Bu da mümkün. Peki siz şimdi bu kadar suyu nereden bulacaksınız? Eğer o suyu vermezseniz o da size o sütü vermez. O sütü vermez. Dolayısıyla bu şuna benziyor. Yani sizin yeteri kadar alt yapınız buna müsait değil. Türkiye’deki hayvancılığın temel sorunu da budur. Yemdir. Çünkü işletme maliyetimizde 70’ini sadece yem oluşturuyor. Eğer o %70’lik alanda siz saldım çayına, Mevlam hayra atasözünün yaptığı şeyi karşılayamıyorsanız, yani bunu pahalı endüstri yemiyle beslemeye kalkarsanız o zaman da zarar edersiniz, rekabetçi olmazsınız. Ondan sonra da halka bağımlı hale gelirsiniz. Sorun bu. Aslında bu konu da üzerinden gidilebilir ama ben işte bir sürü toprak meselesi var. Bu işin hayvancılıkı. Temel meselesi. Biz tarım toprakları olarak şu an dünyada kaçıncı sıradayız? 31. sıradayız. Şimdi toplam tarım arazisi Türkiye’nin yaklaşık 38 milyon hektar. Bunun içerisinde 14 milyon hektardan fazla alan mera alındır. Mera alın. Yani otlaktır. Bunlar hayvancılık için önemli.
Ekilen tarım için kültür, rel tarımın yapıldığı alan yaklaşık 24 milyon hektardır. 24 milyon hektar. Dolayısıyla bu 24 milyon hektar alanın önemli bir kısmında ancak iki yılda bir ürün alınabiliyor. Sebebi de yağış yetersiz. İki, toprağımızdaki organik madde yetersiz.
Yani çorak. Fırak olduğu için. Yani binlerce sene üzerinde ağaç olmadığı için, canlı olmadığı için. Geleşmemiş topraktan. Toprak zayıf kalmış. Eğer siz ondan her sene ekerseniz ürün alamazsınız. Veya iki yılda ekerseniz bile bazı ürünlerle ilgili çok gübre vermeniz lazım. Bu da maliyetinizi artır. Şimdi tarımla ilgili bizim yani sıralamamızın o manada çok şey değil. Bizim üzerinde durduğumuz husus şu. Mevcut bir kaynaktır. Bu kaynağı en verimli şekilde nasıl işletiriz? Hikmetten bağımsız olmamalı. Hikmeti kavramalıyız. Geografyanın hakikati bize ne söylüyorsa bunu bilmeliyiz. Sürdürülebilir olmalı. Sürdürülebilir.
Geografyamızın bize dikte ettiği öner, yani bunu yapmanız gerekiyor işte buğdayla koyun gibi. Bunların farkında olacağız ve buna göre de bunu ıslah edeceğiz. Yani iyileştireceğiz. Şimdi temel sorunumuz şu. Verimlilik bizim temel sorunumuz. Ona gelecektim yani bu kadar alanın verimli mi? Esas sorun bu. Verimlilik dediğimiz şey şu. Bir dönüm araziniz var. Ekiyorsunuz, biçiyorsunuz. Bu bir dönüm araziden siz ne alıyorsunuz? Dünyanı alıyorsunuz. Peki biz ne alıyoruz, dünyanı alıyoruz? Şöyle söyleyeyim. Bizim en büyük sorunumuz verimliliktir. Verimliliğimizin birkaç tane temel sebebi var. Bunlardan bir tanesi ölçektir. Ölçek. Çünkü sabit masraflar var. Eğer ölçeyiniz çok küçüksün, araziniz çok küçük parçalıysa,
siz yine o sabit masrafları yapmak zorundasınız. Hocam geçen programda buna değinmişti. Değindi. Ben dinledim. Çok da keyif aldım. Ve çok yerinde, çok doğru bir şey. Şimdi size bunun seyircilerimiz açısından daha iyi anlaşılabilmesi için basit birkaç mukayese yapayım, izin veriyoruz. Buyurun. Şimdi bizim arazilerimiz 19. yüzyılda başlayan bu miras arazilerin, tarım arazilerinin mirasa konu olması meselesi ve artık parçalanmaya başlaması, bu bir başlangıçtır. Ama temel sorunumuz, yani Türk tarımının 1926 yılındaki medeni kanunun getirdiği… Eşit şey pay.
Eşit paydır. Eşit pay ikisidir. Yani 100 dönüm araziniz var, vefat ediyorsunuz, 4 tane çocuğunuz var, bunların otomatik olarak 4’e bölünüyor. Kızları olanlar falan dağılıyor. Dağılıyor. Şimdi 1. elde 100 dönümlük bir işletme, 100 dakikalık bir işletme 25’e iniyor. Onların da 2’ler çocuğu olduğunu düşünün, 12 buçuk.
Şimdi şu anda size örnek vereyim, Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde bulunduğu tarım arazisi, bu 24 milyon hektar arazi nasıl dağılıyor? Ortalama işletme büyüklüğü Türkiye’de 5 buçuk hektar, yani 55 dönüm. Bu İngiltere’de 540 dönüm. Kıyas bile kabul etmez. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1810 dönüm.
Fransa’da 520-530’larda. Almanya yine o şekilde. Avrupa’da bize en yakın olan 240 dönümle İspanya’dır. Ama bizim 4 katımızdır İspanya. 4 katımız daha büyüktür.
Peki bu bir işletme, 55 dönümlük, çok küçük bir işletme, monolitik mi yani tek parçadan mı oluşuyor? Kaç parçadan var? Hayır. Ortalama 8-10 parçadan oluşuyor. 8-10 parça. Bu ne demektir? 55 dönüm toplam işletme, 10 dönümü burada. 10 dönümü başka bir mevkide, 5 dönümü başka bir mevkide falan filan. Şimdi sadece bunların arasında dolaşıp bunları ekmek, biçmek, gübrelemek, tohum saçmak, hasad etmek için harcayacağınız enerji bile, ben onu hesaplattım, yıllık Türkiye bunun maliyeti 17-18 milyar, yani harfli 10 lira para.
Şimdi bu 1926’dan beri küçüle küçüle gelmiş bu noktaya. Ben 2005 yılında göreve geldiğimde ilk yaptığım iş bu konuyu, yani artık bu parçalanmayı durdurmak üzerine oldu.
Ve ancak 9. yılda, bakanlığımın 9. yılında bunu, bu mevzuatı değiştirebilecek bir kanun benziyor. Neden? Direniş neden oluyor? Direniş birkaç şekilde. Herhalde. İnsanların bir kısmı diyor ki efendim miras haktır. Tamam karışmayın diye.
Ben de miras haktır ama sonuçta burada bir ekonomik, bir iktisadi mal var, bunun rasyonel bir şekilde işletilmesi lazım. Bu bir milli servettir. Tabii. Dolayısıyla siz bunu ya bir kişiye devredin kendi aranızda, bir kardeşe, bir mirasçıya rızasıyla. Sizin haklarınız kaybolmadan, onlar buradan bunu yapın veyahut hiçbir şey yapamıyorsanız bir şirket haline getirin. Bir ortak işletme. Bir ortak işletme olsun, herkes onun gelirinden pay alsın. Bunu 2014 yılında bu kanunu değiştirdik.
Türkiye’de, Türkiye’de ondan sonra orada da bir ölçü getirdik. Türkiye’nin ilçeleri itibariyle yani bir işletme nasıl olursa, nasıl olursa bir ailenin en az asgari ücret düzeyinde gelir getirebilecek bir büyüklüğü bölgeden itibariyle yapılıp,
ondan sonra parçalanmanın önlenmesi, birinci şey buydu yani toprak arazilerinin, işletmelerin aşırı derecede parçalanmış ve küçük olması, verimliliğin önündeki en büyük sorun. Birinci sorun buydu. Peki bunun verimli hale getirilmesi, yani iştiracat da payı açısından baktığımızda Türkiye’de bir tarım ülkesi yine de bütün bu randikaplarına rağmen, bir tarım ülkesi olarak, iştiracat da payının düşük olmasının sebebi ne tarım ürünlerine?
Şimdi buradaki mesele şu, ihracat bütünüyle uluslararası rekabet, uluslararası verimlilik kriterleriyle ilişkilidir. Yani sizin rakipteriniz var.
İşte 1810 dönüm bir işletmedeki teknoloji kullanan, makine kullanan birisiyle, bir adamın ürettiği bir tarımsal ürün ile işte 55 dakar, 7-8 parçadan, 10 parçadan oluşan birinin ürettiği, pahalı bir şekilde ürettiği mal arasındaki fark. Şimdi mesela hayvancılıkta da böyledir. Oradan örnek vereyim daha net anlaşılır.
Şimdi Latin Amerika, Kanada, Avrupa’nın birçok ülkesi, Avustralya, buralarda maliyet, hayvancılık maliyeti sıfıra yakındır. İşletme maliyeti sıfıra yakın. Merada yağmur yağıyor, ot büyüktür, hayvanları salıyorlar, şey yok, kale gibi ahırlar falan filan da yok.
Elektrikli çitler, başında adam da yok, bir tane su yalağı, bir tane yalama taşı, tuz koyuyorlar, saldım çayına, Mevlam kayıra. Fede kayırıyor Mevlam’ı. Mevlam da kayırıyor. Şimdi bunu orada büyüyor, sadece mera amenajmanı yapıyor. Ondan sonra geliyor, biz ne yapıyoruz? Biz mesela sıgır et için, kırmızı et için 1 kg canlı ağırlık artışı için 7 kg hayvanın yem yemesi lazım. 7 kg hububat yemini, biz şimdi 7 kg hububat yemini desteklerle o fiyata çıkarılmış hububat yemiyle veriyoruz, bunu besliyoruz.
Şimdi ben ürettiğim, benim çiftçimin ürettiği et ile onun maliyeti ile ötekinin maliyeti arasında çok farklı. Burada haksız şey bir rekabet orantısı. Buradaki mesele bu. Bizim sistemdeki şey. Evet, evet. Biz şimdi kalkıyoruz diyor, efendim diyor, fişmanca yerde diyor, şu fiyata, buradaki bu fiyat. Kardeşim, onun şartlarıyla senin şartların bir değil, onun işletmesiyle senin işletmenin bir değil.
Sen mesela koyun, size de acı bir şey söyleyeyim, aynı zamanda da bizim aşımızdan da iyi bir şey. Cumhuriyet tarihinde koyun ve keçiye ilk ne zaman destek verir biliyor musunuz? 1 Ocak 2006. 1 Ocak 2006 tarihinde. O vakte kadar hep inek ve büyük başı. Asla küçük baş hayvancılığa, devlet bir kuruş destek vermemiş. Evet.
Yani standart destekleme politikalarının içerisinde koyun ve keçi olmalı. Şimdi… Şimdi senin coğrafyan sana diyor ki, sen koyun besleyeceksin, keçi besleyeceksin. Sen koyun ve keçiyi desteklemiyorsun. Ondan sonra sığır besle… Şey nasıl, yurtdışındaki talep nasıl bu koyun keçi? Efendim… Yer var mısa çık. Şöyle, o da işte aynı bizdeki gibi, coğrafya kültür ilişkisi üzerinden.
Tüketim kalıpları ona göre şekilleniyor. Tabii ama yani bizi kaldıracağımız ülke var mı ağız tadı koyun olana? İşte İran falan var. İran, Irak falan var. Arabistan var, bütün Arap ülkeleri var. Arap ülkelerinin tamamı. Öyle mi? Tabii bütün tamamı koyun. Afrika neyi yutuyor? Afrika da şey yapıyor, yine aynı şekilde Afrika’da da koyun var ama onların koyunları ırk olarak farklı.
Bir keçi var, dolayısıyla… Bir sorun yok. Oralarda da var. Şimdi burada belirleyici coğrafyadır. Ben de önce biz yiyelim de yani. Yani ormanı çok olan, suyu yağmuru çok olan ülkeler sığır coğrafyası. Onlar da sığır daha ucuz. Bir şey daha söyleyeyim, burada da yine vatandaşlar, izleyicilerimizin bilmesi açısından o da çok önemli.
Avrupa Birliği’nde tüketilen kırmızı etin %60 ile %70 oranı askeri kırmızı etin domuzdur. Şimdi biz rakamları bizim alıyoruz. O zaman öyle. O zaman kırmızı et denmez. Neyse işte, rakamı alıyoruz.
Bak diyor Avrupa’da, Fahvi Statistiklerinde diyor ki Avrupa’da kişi başında diyor insanlar diyor 50 kg et yiyor diyor, Türkiye’de diyor 10 kg et yiyor diyor. Peki o etin şeyine bak. Yani o kuzu ve koyun eti midir? Keçi eti midir? Dana eti midir? Hayır. Onun %70’i yani o diyelim 50 kiloyu yiyorsa 35 kg’ı…
35 kg’ı onun domuzdur. Evet öyle. Bizde bu yok. İyi ki de yok. Sağlıklı değil. Bir şey değil her şeyden önce. Şey kadar yani nitelikli bir et değil. O manada söylüyorum. Dolayısıyla geriye biz bizim tükettiğimiz sadece koyun, keçi, dana yani kırmızı et diye yediğimiz bunlar. Şimdi göç vesaire işiyle ilgili de izin verirseniz bir şey söyleyeyim. Yani kusura bakmayın biraz… Estağfurullah ben çok memnunum. Çok sevdiği kodular evet. Buradaki konu şu. Şimdi dünyanın her yerinde tarımda çalışanlar ile hizmet sektöründe veya sanayi sektöründe çalışanlar arasında gelir farklılığı var. Her yerde böyle. Yani fertbaşına gelir 50.000 dolar olan ülkede de tarımda çalışanın gelir 50.000 dolar değil. Elbette tabi. Orada da işte 15.000’dir, 20.000’dir. Şimdi bu farklılığın bazı temel sebepleri var. Bunlardan bir tanesi şudur. Tarımsal ürünler bozulabilir ürünlerdir. Risk yüksek.
Bozulabilir ürünlerdir. Yani fena olabilen, perishable dedikleri ürünlerdir. İki, tarım ürünlerine yani gıda maddelerine olan talep esnek değil. Bu iktisat açısından siz onu çok bilirsiniz. Esnek değil. Yani paranız çok olduğuna siz daha fazla pirinç tüketmiyorsunuz. Daha fazla domates almıyorsunuz. Daha fazla yumurta yemiyorsunuz.
Daha fazla et yemiyorsunuz. Geri ile ilişkili olarak talebi artan bir şey değil. Dolayısıyla talep elastik değil, inelastik. Bu da tarımın riskli alanlarından, temel alanlarından bir tanesidir. Üçüncü konu şu, tarımla uğraşmak çok zordur. Emek ve sabır isteyen bir iş. Çok zahmetlidir.
Siz başka canlılarla, sizin gibi olmayan canlılarla simbiyotik bir yaşam sürdürmek zorundasınız. Yani uyumlu, onların kalktığı zaman kalkacaksınız. Onların cumartesi, pazarı, sabah, mesai, saati falan yok. Yani ihtiyaçlarını ona göre siz belirleyeceksiniz. Siz yaşamınızı onlara uyduracaksınız.
Bu bitki için de böyledir, bahçedeki sebze için de böyledir, hayvan için de böyledir. Saksı da için öyle yandı. Her şey için. Dolayısıyla bu zordur. Yaz tatili, kış tatili, kar tatili, sömessiz tatil falan. Yok öyle bir şey. Dolayısıyla bu ziyretli bir yaşam biçimi. Eğer alternatif bir yaşam modeli varsa, oradan oraya gidiyor.
Onun için tarımda çalışanları, çiftçileri desteklemek gerekiyor. Ki orada kalsınlar. Evet, o çiftçiler toprağı bekler. O toprağın hakikatini, o toprağın hikmetini kavrar, bilir. Ve tabiatın sürdürülmesini, yaşam döngüsünün doğal bir şekilde sürdürülmesine katkı sağlar. Her şey o nereden? Başka türlü? Başka türlü mümkün değil. Şimdi Avrupa sanayi devrimin etkisiyle tarım nüfusu %2-3’e kadar düşürdü. Bizde? Bizde şu anda, işte çalışanlarla, İstihdam’da bizde de düştü. İstihdam’da bizde şu anda %19.5. Tarımda İstihdam? Tarımda İstihdam. Yani yüz tane insan çalışıyorsa, on dokuz tanesi tarımda.
Yani işte o yarı yarı. Yani 5’te 1. Kırsal nüfus ise bizde biraz daha yüksektir. İşte o sizin ne min dediğiniz köylü çiftçi meselesi. Orada 4’te 1’dir. Yani yaklaşık %25’tir. Yani %25’i. Kırsal’da yaşıyor Türkiye’nin, %75’i bizim şehir dediğimiz, Fırakış’ın da şehir dediğimiz alanlarda. Yani köylü çiftçi eşitlemeyeceğiz bir defa. İkisi farklı şeylerdir.
Köyde yaşayan kişiye biz köylü diyoruz. Köyde yaşıyor. Ne yaptığından bağımsız. Çiftçilik sanattır. Meslektir. Bilgi ister, teknoloji ister, sermaye ister, emek ister, riski vardır. Esnaftır ya. İnnovasyondur, pazardır, maliyettir, risktir, hastalıktır. Anlatabildim mi? Bütün bunların hepsini bilmek zorundadır.
Çiftçilik bu nedenle bir meslektir, bir sanattır ve tabiatın dilini öğrenmektir. Yani tabiatın dilini öğrenmeden, tabiatın size ne söylediğinden habersiz olarak siz çiftçilik yapamazsınız. Bunun içerisine tabi modern zamanlarda teknoloji giriyor. Yani işte makina giriyor, mekanizasyon giriyor.
Tabii bunlar da dünyada bizi bekleyen tehlikelerden bir tanesi şudur. Bütün bu alanlar, tarımsal girdiler dünyada belirli ellerde toplanıyor. Büyük bir sektör aslında. Bir sanayi sektör. Büyük bir sektör kartelleşiyor.
Mesela dünyada diyelim ki bütün bitki koruma ilaçları da 8 firma dünya pazarının %85’ini kapatıyor. Diyeyim ki diğer ilaçlar kaza böyle, tohum yine böyle.
Bu giderek bir sorun. Buna insanlığın kendisinin kendi geleceği açısından bir çare oruçturması gerekiyor. Yani bu firma kötü emelleri olan insanlar tahtında da olabilecek bir şey. Tarım 8’den büyüktür. Tarım 8’den büyüktür. Peki dünyanın geleceğini bekleyen, özellikle bizim açımızdan da biraz da bakarak, tarım konusunda en önemli sorun alanımız ne olur sizin yakışın? Şimdi bizim hala üç temel sorunumuz, bizim çözmemiz gereken çözüm bekleyen üç temel sorun. Bir, tarım arazilerinin bölünmesinin ortak surette önlenmesi ki biz kanunu çıkardık şu anda kanun uygulamaları var. Bunun nihayete erdirilmesi lazım. Devamla lazım. İki, bu bölünmüş yapı sonuçta bir sorunun sürdürülmesini engellemektir. Onu engelledik.
Peki mevcut yapı işte 55 hektar 8’den 10 parça, 60 milyon parsel var. Biz bunları tevhid etmemiz lazım. Biz bunu da başlattık. 6 milyon hektar tarım arazisinin toplulaştırılmasını sağladık. Bunun şu an isimleriyle hayır. Tabi çok büyük bir… Bizden önceki süreçte 450 bin hektar yapılmış. Burada yazıyor. Çok sevindim kitapları. Biz bunu 6 milyona çıkardık. Bunun 4 milyonu tamamen tapusu, mapusu her şeyi bitti. 2 milyon 2.2 milyon kadarın tapu işlemleri devam ettiği için görünmüyor sistemde.
Ama Türkiye’de toplam topulaştırılacak alan 14 milyon hektar. Yani hala 8 milyon hektar alanın tamamlanması lazım. İkinci temel sorun. Yani parçalanma ön verecek. Üçüncü sorunumuz. Topulaştırılacak parçalanma. Üçüncüsü de suyun mutlak surette modern tekniklerle sadece bitkinin ekolojik isteklerine cevap verecek tarzda
su sistemlerinin, sulama sistemlerinin kurulması ve su ekonomisi. Damla biz yaptık. Onlara bir sürü şey getirdik. Onları da Türkiye’ye biz getirdik. Türkiye’de bunlar yoktu. Hayır damla sulamada yağmurlama sulama sistemleri de bunu da desteklemeler getirmek suretiyle. Yüzde 50 hibe getirdim ben onlara. Yüzde 50 hibe.
Bu üçü çok temel yani tarifsal işletmecilik açısından çok temel meseleler. Burada Anadolu’nun gen kaynaklarının muhafazası ile ilgili adım atıldı. Mesela dünyanın 3. büyük tohum gen bankasını Ankara’da kurdum. 2010 yılında açıldı.
117 bin çeşit örnek çeşit örnek. İkisi farklı şeylerdir çeşit teknik tabir. Tohum şu anda Ankara’da ki bizim özel iklimlendirilmiş özel ambalajlar içerisinde vakumlanmış. İki yılda bir çimlenme testleri yapılan yapılacak şekilde bunlar muhafaza ediliyor.
Anadolu’da ne kadar tohum varsa. Hepsi bizim gen bankamızda var. Hepsi tohum gen bankasında mevcut. Araştırmacılar, çiftçiler, bilim insanları bunlar istedikleri zaman buradan alıyor. Ve biz bunu 2010 yılında açtık. Tohumla ilgili falan söylenen bazen dışarıdan duyuyorum falan üzülüyorum. Tohumcular hiç konuşmuyor, genetikçiler hiç konuşmuyor.
Tamamen mesleklerin, işlerin dışındaki insanlar ezber ve yanlış bilgilerle konuşuyorlar. O doğru değil. Yani çiftçilerin Anadolu’da varlığını sürdürmeleri için mutlak surette özel mekanizmalarla desteklenmeye devam edilmesi gerekiyor. Bu işin bir de biyolojik silah kısmı var. Yani gıda ve tarımın gerçekten tükenmesinin de ötesi adaletsiz dağılım, meselesi var. İşte güvenliği, şeyle ilgili tabii temel sorunlar özür diliyorum. Temel sorunlardan bir tanesi tabii şimdi dünyada yeteri kadar gıda üretiliyor hali hazırda. Projeksiyonlara göre 2028 yılında da büyük ölçüde ihtiyaç karşılanır.
Fakat sorun şu, 800 milyon insan mutlak açlık çekiyor. 1.3 milyar insan şu andaki rakamlar 3 aşağı 5 yukarı doğrudur bu. Bunlar da şişman ya da obes. 1.3 milyar ton gıda her sene israf ediliyor.
Bunun yarısıyla Afrika’daki bütün açlar gidiyorlar. Ülkelerin bir kısmı, bu da çok önemli, 230 milyon hektar arazi kendi insanlar başka ülkelerin topraklarında kiralamış veya satın almış.
Biz Sudan’la bir protokol imzaladık. Afrika’da 800 bin hektar arazinin orada Türk çiftçileri tarafından işletilmesiyle ilgili bir protokol imzaladık. Peki bizim enekette alanlar mı Türkiye’de? Yok. Yani bizde zaten öyle… Arada bir çıkar İsrail toprak alıyor falan gibi söylentiler. Doğru değil. Onlar hepsi… Bizde zaten şey yok. Bizde büyük parçalar yok. Büyük parçaların tamamı bizde devletin elinde. Devlet üretme çiftlikleri Osmanlı’dan mütebakı. Osmanlı’dan mütebakı. Mesela Karaca Bey’de 100 bin yıllık arazili Nilüfer Hatun’un Drahoma’sı yani Çeyzi. Karaca Bey’deki Tigem.
Bunlar çiftikat-ü fümayun diye geçiyor. Bir kısmında at yetiştiriliyor, bir kısmında diğer sebze vesaire, hulubat yetiştiriliyor. Bunun toplam alanı da 270 bin hektar yani Tigem’in elindeki arazinin. Peki en çok toprak satın alan dünyada ülke hangisi?
Şimdi Çin, ABD, İngiltere, İsrail, Hindistan, Malezya… Hindistan da alıyor. Ama Malezya’nın kendi toprak orta var. Çin’e de bak yani gözünü toprak doyursun derler adama. Daha ne toprağı olacak? Alıyor veya kiralıyor. Neyse yani. Alıyor veya kiralıyor. Şimdi şunu işini yapıyorlar. Gelecekte üç tane alan stratejik olarak çok önemli. Tarımgıda, su ve enerji. Dolayısıyla insanlar bu üç konu hakkında pozisyonlarını tahkim etmek ve güçlendirmek istiyorlar. Niye bir başka ülkede? Afrika’da?
Afrika’da toprak var. O havuza bakıyor elverişli. Etrafta da talep var, nüfus var. Fakat orada herhangi bir gıda sanayi bir şey yok. Diyor ki ben orada üretirim, sanayide kurarım. Oradaki insanlara, o civarda insanlara… Ticaret yani sonuçta gene iştirdiğin… Kendi ihtiyacım olursa kendi ülkeme götürürüm, kendi ülkeme giderse. Ama en temel de bölgeye ticaret yapmak. Buradaki esprili şu, o 200 küsur milyon hektar kiralanan veya satılan tarım arazilerinin büyük bir kesimi de… Afrika’nın en çok fakirlik ve yoksulluk çekilen yerleri. Çok çok teşekkür ediyoruz. Çok faydalandık. Gerçekten böyle bir… Gerçekten çok çok… Bilmiştikçe bilmediğimiz bir alandı. Çok çok teşekkür ediyorum. Bir de bilir nasihatimiz var mı hocam buradan? Tarım konusunu en az kültür kadar gündeme taşımak zorundayız. Kultürle konuşuyoruz kültür, türizm vs. ama… Tarım konusu gündeme… Taşınmalı. Gelmeli ve şu bugün öğrendiğimizi mürekkep yollamış hepimiz bilsek iyi olacak. Bilerek konuşsak iyi olacak.
Efendim bir programın daha sonuna geldik. Haftaya bir başka konuda görüşmek üzere. Hoşçakalın diyorum.
İlk Yorumu Siz Yapın