"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | Yeni Yıl | 43. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | Yeni Yıl | 43. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=I3w4rVMDuXA.

Merhabalar efendim, yeni yılın ilk ihmal edilebilir nasihatler programında sizlerle birlikteyiz. Geçen hafta yeni yılın son ihmal edilebilir nasihatler programında yine sizle birlikteydik. Yıl başından çok az vakit kalıyor. O son 18 filan diye saydığımız zamanlarda bizim programımız yayında. Öyleymiş bana şey geldi Ankara’dan resim çekip gönderen oldu. Yıl başına sizle giriyoruz diye efendim yok bir başka işini izledim. Yıl başının ilk haftasında da yine birlikteyiz. Yeni mutlu yeni yıllar mı diyeyim efendim iyi yıllar mı olsun diyeyim efendim artık ne diyeyim güzel dileklerimi alırım. Ben diyeyim mi? Siz deyin. Ben deyim. 2020 bizim yılımız olsun. Güzel bir dilekle başlayalım. Bizim yılımız olsun. İçine karıştığımız, bulaştığımız her şey iyi dönsün. İnşallah. İyi yaşayalım. Güzel yaşayalım inşallah. Evet dualarımız bu böyle olsun. Ne olursun. Efendim niye yeni yılı konuşacağız? Yani bir defa yeni yılı kutlayanlar, kutlamayanlar, işte kutlayanları kafir ilan edenler, işin
böyle bir işte bu bir hristiyanlık meselesi mi yoksa başka bir kültürel aidiyet veya sembolik bir şey mi? Biz de bu adet bu geur adeti nereden girmiştir? Kutlamak zorunda mıyız? Kutlamasak ne olur? Falan gibi böyle bir sürü kafa karışıklığının içinde bu programın masasına bu konuyu getirelim istedim ben bugün. Bir defa yeni yıl nedir meselesine bir adet kutlayalım.
Yani bizce bir açıklık getirelim. Sizin bir yazınız var. Aklı başında hiçbir tanrı yeni yılı soğuk karanlık ocak ayında başlatmaz diye. Evet var. Çar Nikola’ya direnen deli Petro’ya pardon direnen ortodoks şeylerinin ne diyelim ulema ağzının büyüklerinin bir sözü üzerine yazdığınız bir yazı var.
Aklı başında hiçbir tanrı yeni yılı soğuk ve karanlık ocak ayında başlatmaz diye niye söylüyor bu Ruslar? Biz geçen programda da Ruslardan kalmıştık. Aslında bu yeni yıl meselesi Ruslarla da çok alakalı her manada. Oradan devam edelim isterseniz. Hayır Ruslar tabi çok çok debelendiler bu yeni yıl hikayesi. Belki bizden bile fazla debelendiler. Neden? Çünkü işte 900’lü yıllara kadar bayağı sağlam bir pagan vus. Sağlam derken işte muhtelif ilahlar, bu ilahların şeyleri, hikayeleri efendim fallar birlikte yaşıyorlardı bu ilahlarla. Şimdi böyle bir dönem ve ilahlar ve tarım. Doğaya dönük bir toplum. Tarım derken ille de ekmekten bahsetmiyorum ekip içmekten ama ormandı işte avlanmaktı
falan hiç hala bugün öyledirler büyük ölçüde. Doğaya dönük. Şimdi doğaya dönük olunca Ayşe Hanım tabi yıl kavramı farklı oluyor. Yani o şekilde yaşayan kırsal kesimlerde bugün bile yeni yıl doğanın yenilenmesiyle eş tutulur. İşte bizdeki Nevruz’dur şeydir değil mi? Bahar bayramıdır falan filan yani.
Ağır bir kıştan geçiyorsunuz hele Rus kışı hele Rus kışı. O zaman işte ortalık çiçeklenmeye filan başlayınca uyanıyor. Yani yeni yıl işte o zaman hakikaten yıl geri geliyor. Hatta İsa geri geldi filan derler yani yaşamın tazelendiği, yenilendiği yıl. Şimdi bu böyle güzel güzel giderken işte Nevruz filan Mart’tan itibaren. İşte bu öyle bir şey karışıyor işte hırslanlık karışıyor. O da bir şey değil. Bizans karışıyor. Efendim Allah takdünden karma karışık. Deli Petro zaten deli. Yani şimdi bu Deli Petro’nun pek az konuşulur ama bir dört ay şeyde kalmışlığı vardır bunun Hollanda’da. 1699. Hollanda’ya gider. Nereye gider bilir misiniz? Bir şeye gider. Gemi yapılan bir yere tershaneye gider. Tershanede işçi gibi çalışır. Gemi yapmasını öğrenir. Nitekim döner. Moskova yakınlarında bir göle de işte ilk Rus filosunun gemilerini filan yapmaya kalkar. Böyle bir adam var. Kütüphaneyi de yine orada görüp getirdiğine dair. Büyük ihtimalle öyle. Bayağı matrak bir adam. Fakat bakmış ki orada Allah Allah.
Şey onlar orada o zaman kutlamıyor. E peki ne olacak şimdi geliyor onlar ne yapar Batı’da onu Rusya’da empoze ediyor. Aha bir de hoş hikaye. Şimdi o zamana kadar elmalarla süslerlermiş başka bir cinse ağacı. Üvez ağacı. Üvez ağacı şey der Rus köylüler. O bir bakıyor ki olmaz ki çam ağacı süsliyorlar bunlar. Hemen üvezleri kaldırıyor yerine. Ve tabi bütün bu kavgalanışma arasında da sonra söylenen laftır o. İnanamıyorlar böyle bir saçmalığa. Gene Rus kışını düşünün. Ya diyor hangi aklı başında bir tanrı? Yani deniyılı. Zemheri’den başlatır yani. Ocak ayında karakışta. Karakışta. Bu olacak iş midir? Çok güllerim arasında.
Ama emir demiri kesiyor. Bu yıllarca böyle kutlanıyoruz. Canım o gün bugün. Yani o gün bugün bu böyle kutlanır. Ya kutlansan olur Allah aşkınıza. Bu kadar münasebetsiz keyfi bir şeydir ki yeni yıl dediğiniz şey. İstediğiniz yerde kesin. Mesela hocam ne dersiniz biz milli ve yerli yeni yıl yapalım. Yapalım evet. Bizimki ne olur milli ve yerli yeni yıl bizde.
Mesela Ağustos da başlayabiliriz. Tabi bizde hocam da bu yeni yılla ilgili bir yazı yazmış. Yeni Şafak’ta 10, 9, 8 yani bu son 10 saniyeyi niye sayıyoruz? Üzerinden aslında zaman telakihimiz üzerine gidiyor. Fakat ben bu Ruslardan biraz daha konuyu Türk modernleşmesini de biraz azıcık değindirmek istiyorum. İzniniz olursa. Refik Halit Karay’ın çok güzel bir yılbaşı kutlamaları tasviri var.
Tabi o vakte kadar Osmanlı’da uzun süre kutlanmıyor yılbaşı. 1839’larda ilk bir İngiliz elçisinin gemisinde kutlamak. 1839’u şeyler sonra mı? Tanzimat’tan sonra ilk kutlama. İlk batı yani geri kalan da zaten Nemistiyanlar kutluyor ama o herkes kendi havasında. O zaten yeni yıl kutlamaz o. Noel kutluyordur. Noel kutluyor falan. Herkes kendi dini bayramını kutluyor. Yani bir yeni yıl kutlaması yok.
Fakat yılbaşı kutlama adeti Müslüman halk arasında mütareke devrinde girmiştir diyor Refik Halit Karay ve de Ruslar yüzünden. 1918 yani. Bilhassa çok kullandıkları o sözden dolayı kadınlarına haroşalar dediğimiz beyaz Rus akını başladıktan sonra beyaz akın yerli ekaliyet hafif meşreplerini bir ara itibardan düşürmüştü diye devam ediyor. Bu haroşa? Haroşa denirmiş onlara. Natasa’nın ilk adı. Natasa’nın ilk aldığı ilk Rusları ben de bu yazıda öğrendim. Haroşa örgü biçimidir yahu. Ama işte haroşalar denir. Refik Halit Karay’ın yalancısıyız efendim. Mütareke yılbaşlarına kadar bizler saat Alafrang’ı 12’yi çalarken ışıkların söndürülmesi düzenbazlığını bilmezdik. Limandaki vapurların bu merasime düdük çatılarak katılmaları yine o işgal senelerinde öğrenmiştik. Yani o yıllara kadar hiç böyle bir şey olmuyor.
Hatta işte bu yılbaşı kutlama faslı bize yine bu Ruslardan geliyor efendim. Onun öncesinde Osmanlı toplumunda toplumun içine yargın bir yılbaşı kutlama adeti görülmüyor. Ona dair bir en azından şey yok bir ne diyeyim işaret yok. İşte arkasından diyor Refik Halit Karay. Yani Atatürk’e bu işte bir günahı yok yani. Yok. Tabii resmi kutlamalar falan başlıyor ama daha sonra 1939’larda balolar, modernleşme hareketleri, yılbaşı paroları. İlk milli piyango 1930’larda yapılıyor yılbaşı. Tiyare piyangosu. Para lazımdır çünkü tabii. Nereden bulursan buluyorsun. Böyle bir şey devam ediyor. Ağustos olmalı bizde çünkü bütün zafallar Ağustos’dadır. Ağustos bizim ayımız değil midir hocam?
Savaş ayımızdır. Yani fi tarihinden itibaren biz şeyleri temel savaşları şeyde kazanırız Ağustos’ta. Şimdi mesela uzun yüzyıllar boyuna bu mesele dinle tabiatın içinde halloduruyor. Evet şimdi ben de tam burada. Bu teolojik bir olay mıdır yoksa başka bir şey mi? Yani teolojik bir boyutu var.
Ve bu büyük ölçüde de biraz paganlıkla daha uyumlu. Çünkü toprağa ekmek, biçmek tabiatın belli zorunlulukları ve bütün bunları adeta bir şemsiye gibi kapatan. Tabii canım. Bir döngüyü görüyorsunuz. Anlatırlar. Ve bir döngüsellik çok doğru değil. Mesim değişiyor tabiat değişiyor.
Şimdi modern dünyaya geldiği zaman iş böyle olmaktan çıkıyor. Bir kere dinsel semboller alıyor modern dünya. Fakat içeriklerini boşaltıyor. Tamamen farklı bir noktaya taşıyor. Burada hem semboller hem de o sembolleri var eden muhteviyat bir arada. Yani tabiatın çevrimleri var ve o çevrimleri insanlar bağımlı yaşıyorlar.
Bunu ne yapıyorlar? Sembolik olarak yeniden üretiyorlar. Dinselleştiriyorlar. Ritüelleştiriyorlar. Yani bir ayine bir takım ayinlere karşılık getiriyorlar vesaire. Şimdi bunun paganlıktan semaviyata taşınması da çok önemli olmaktan çıkıyor. Çünkü eklemleniyor bütün bunlar birbirine. Problemli hale getiren ne bu ilişkileri? Moderneşmenin kendisi.
Çünkü bir kere dinin muhteviyatını çözüyor. Sembollerini kendine göre yeniden tanımlıyor. Ama muhteviyatsız semboller bir süre sonra kendilerini sembolize etmeye başlıyorlar. Bir şeyi sembolize etmiyor da. Arkasındaki mana kayboluyor. Ve üretim toplumu çok başka bir şey. Sanayi toplumu, makine toplumu çok başka bir şey. Orada tabiata bağımlılık diye bir şey yok.
Zaman telakisi tamamen değişmiş, çevrimsel olmaktan çıkmış. Düz çizgisel hale gelmiş. Şimdi böyle baktığınız zaman üretim disiplinin içinde karşılığını bulan muhtevası artık bu olan başka bir zaman telakisi var. Bu işte pankturalizm denilen şey, dakiklik, randevular, mesai vesaire gibi şeyler.
Zamanı yönetmek, planlamak, kontrol etmek. Zamanı ne kadar böyle mesele haline getiriyorsanız o kadar zamanın esiri oluyorsunuz. Ve zaman sizi hükmediyor. Bunun getirdiği ağır bunalımlar var. Şimdi buradan çıkış hissini veren belli aralıklarda belli rahatlama şeyleri var, takvimleri var.
Hafta sonu tatili gibi. Bayramlar gibi. Dini bayramlar, özü belki öyle fakat modern toplumda o dini bayramlar tatil manasına geliyor. Veya turizm manasına geliyor. Başka başka yerlere gidiyor o işler. Dolayısıyla mesela yılbaşı ile ilgili olarak bu meseli sanki bir teolojik dini mesele gibi algılaman da çok fazla bir anlam.
Zaten yok yani. Bu batıda da yok. Kimse kiliselere gitmiyor değil mi yani? Yok öyle. Noel’dir işte Noel’de gittikleri kadar güzel. Giderler zaten kaç kişi gidiyor ama yılbaşında büyük kütleler eğlenirler. O ayrı bir şey. Türklerin hiç yılbaşı geliniği adeti falan Fagan dönemlerinden, Şaman dönemlerinden diyelim falan. Hiç bilmiyorum ben. Benim bildiğimden bilmiyorum. Ağacın olduğunu biliyorum yani ağaç.
Hatta bazen o kadar elleri götürür ki ben okuduğumu bilirim. Kayın ağacıdır aslında. Kayın bizim ağacımızdır. Ve işte ucu hayali olarak Şaman’ın vurup yukarıya çıkarttığı arşa gönderdiği ucu ölümsüzlüktür filan filan gibi laflar vardır. Ki gayet makul öyle olmalı.
Gayet biz toprağa dönük yaşayan bir ulusuzca nasıl olacak da ki başka türlü. Çünkü her şey için lazım. Hocama katılıyorum tabii ki. Katılıyorum demek de acayip çünkü hakikat böyle. Öyle tabii gerçek öyle. Eğer toprağa dönük yaşıyorsanız toprakla birlikte yaşıyorsanız bunun bir zaman kahramanı geliştirmek zorundasınız. Sürküler veya değil dönüşünü veya değil neden? Ekeceksiniz birader toprağı ekine koyacaksınız ki. Sulayacaksınız. Tabii yani sulayacaksınız çoğulacak hasat zamanı var ne var. Geç kalamazsınız kış geliyor odun toplanacak. Efendim işte ağaçlar budanacak filandır filandır. Bu bir zamanlama işi. Bu bir zamanlama işi. Yerleşik tarıma geçtiğiniz zaman başlı başına bir sorun tabii ki bu. Sorun derken bir adaptasyon süreci. Haa ta ki ne zaman sanayi devrim. Ondan sonra her şey karışıyor çünkü toprağa da o kadar bağlı yaşamaz oluyorsunuz. Şimdi sanayi devrimi gelip de yaşamak için toprağa bağımlılık korkudan kalkınca işler karışıyor. En azından döngünün şeklinde değişiyor. Şu kalıyor birim ihtiyacı kalıyor ne olursa olsun. Çünkü sanayi toplumu da olsanız nihayet bir üyete bir şeyin üretilmesi bir zaman alır. Planlama yapabilmeniz için üretim planlaması. Yapabilmeniz için birime ihtiyacınız var. Ne zaman hangi mal şey gelecek?
Hangi girdi? Hamma ne zaman gelecek? Ete kadar gelecek. Gene bir zamanlama ihtiyacınız var. Öyle olunca bu birim kavramı hiç değişmiyor. Zamanın birimi. Ama onun algısı değişiyor değil mi? Ağır tabii. Şöyle de bir şey var. Ben antriparantez girmek isterim eğer izin verirseniz. Konuşuyoruz öyle.
Mesela ben hatırlıyorum, böyle çocuklar için özellikle erkek çocuklar için sünnet hediyeleri çok mühimdi. Ve bunun iki kalemi vardı. Bir bildiğimiz kalem, dolma kalem çok kıymetli bir şeydi. İki saat, kol saat. Ve sünnet çocukları iki üç gün işte o ameliyatlı oldukları dönemde o saati takarlardı. Ve sonra anneleri onu alır. Askerden sonra veya liseyi bitirince takabilirsiniz.
Şimdi şunu gösteriyor. Niye böyle bir ayrıcalıktır saat? Yani zamanı. Çünkü bunun getirdiği prestij şu. Eğer benim kolumda bir saat varsa ben zamanın her an farkında olabilirim. İkinci bir şey aklıma gelen, şehir merkezlerine kurulan o meydan saatleri. Onlar mesela çok önemli bir anlamda hayatın merkezine yerleşiyor. Zamanı bilin. Değilse saat siz geçen hayatlarda kulağınız ezanında olur en fazla. Öğlen ezanı kaçta okunuyor? Bunu da insanlar bilmez. Demek istediğim şey şu. Modern dünya Alev Allatlı’nın söylediği gibi zamanı birimleri konusunda en küçük parçalara böyle ayırarak işte saniyeler, saliseler.
Mesela 100 metre yarışında salise belirli. Bu kadar hassas hale getirmek suretiyle büyük bir kütleği insanlık kütlesini bir şekilde disipline ediyor zaman üzerinden. Yönetiyor da bir an. Çünkü zaman aslında bir manada bir yerden sonra da bizi yönetmeye başlıyor. Zaman zaten doğal olarak yönetiyor bizi de. Evet zaten yönetiyor.
Ama aralıklar… Evet yani geleneksel dünyalarda aralıklar o kadar geniş ki yani farkında değilsiniz zamanı. Ben hatta bu yazıda en son onu anlatayım okuduğum bir şey aklıma gelmişti. Seneler evvel hatırlarsınız Fikret Otyamlar, İyilik Cevdetler filan böyle Anadolu röportajları yayınlardı gazetelerde filan. Çünkü yeni farkına varıyorduk Anadolu nasıl bir yer. Mesela Kapadokya bölgesini yeni tanıdık. Çukurova’yı Yaşar Kemal yazdı filan tanıdık veya güneydoğu aşiretleri Fikret Otyam yazdı tanıdık filan. Şimdi oradan hiç unutmuyorum okurduk çünkü o tefrikaları Melih Cevdet anlatıyordu bunu.
Kapadokya bölgesinde bir köye geliyorlar, bakıyor işte köylülere bir kadıncağız evinin eşiğinde böyle oturuyor. Sonra gidiyor işlerini hallediyor Melih Cevdet, geliyor bakıyor kadın yine orada duruyor. Yanına gidiyor teyzeciğim işte filan konuşmaya başlıyorlar. Bir ara soruyor teyze diyor kaç yaşındasın? Kadın diyor ki bilmiyorum. Bilmiyor mu diyor o bilmiyorum.
Peki ne zaman geldin buraya? Zaten hep burada yedik diyor. Yani şimdi bu zaman konusundaki rahatlık düşünebiliyor musunuz? Ama köylerde de böyle yaşlı hanımlara sorduğunuzda güzün doğdum der mesela. Öyle der. Çok meyirsizdir. Yel sonbahar der filan ya sonbahar demez de onunla da başka bir şeydi. Yani mevsime göre en şey mevsime göre söyler.
Benim kayınvalidem rahmetli. Ne bileyim kızım doğduğumdan beri yaşarım derdi. Aynı laf bu. Kübrıs. Kübrıs ne bileyim kızım dedim. Doğduğumdan beri yaşarım. Onda o dahi yoktu yani doğdum şurada oldu bu yoktu hayır. Doğduğumdan beri yaşarım.
Bu aynı zamanda şunu getiriyor zamanın bize nasıl hakim olduğu modernleşmeyle birlikte. Sizin rahmetli kayınvalideniz o kadar geniş ve ferah bakıyor ki zamana. Yaşlanma diye bir tanım da yok tabii öyle olunca yani. Daha önemlisi bence ölüm korkusu olmaz bu insanların. Değil ki değil. Çünkü ölüm korkusu şeyden başlıyor. O hesaplamalardan başlıyor. Ortalama ömür 60 yıl. Ben gelmişim 10 sene önce benim neydi falan böyle toplama çıkarma hesaplarıyla müthiş bir korku yayılıyor. Ve bütün o bugünkü işte beslenme programları fitness bilmem neleri falan seni uzun yaşatacağım. Yani seni 10 sene daha fazla yani 20 sene daha fazla yaşatacağım şeyi üzerine kuruluyor. Korkunun üzerine kuruluyor yani.
Şey var ilginç kayınvalidemde bunu gördüm. Sonra ben bunu çok kontrol ettim. Siz de bakın eğer şahit olmadıysanız. Eee. Müslümandı. Ama ne kadar ne bilirdi falan onlar ayrı hikayeler.
Fakat bunu sonra şeyde de gördüm Amerikan Hıristiyanlarında da gördüm. Şimdi bir yıla bir başlangıç koyuyorsanız şahit içinde olduğunuz yıla bir başlangıç bir milat koyuyorsanız. İşte insanın doğumu olabilir. Hacı olabilir falan filan yani bir şey bir. Eee. Başlangıç koyuyorsanız dini bir başlangıç ise rengi noktası yani noktası koyuyorsan işaret çok tuhaf bir şey oluyor. Ondan geri bir hayatın veya zamanın olamayacağı duygusu yerleşiyor. Liner olmak yani düz çizgisel. Çok enderde aslan bu. O kadar acayip ki Hıristiyanlar için aynı şey geçerlidir. Bu şey var doktor Carlton var Carlson var bu Trump ile beraber varım. Şimdi bu adam örneğin dünyanın yani arzın gezegenin oluşumunun İsa’dan önce topu topu bu 6 bin yıl önce olduğunu iddia eder.
Ve bu adam bir doktor yetmiyor gibi profesör yetmiyor gibi Amerikan en iyi beyin cerrahı çocuk beyin cerrahı. Ödülleri bilmem neler filan filan ve fakat öyle bir tuhaf olmuş ki kafasında. Bu iş her şey İsa ile başlıyor. Evveliyatı yok. Peki bu paganlar paganlar nereden geldi? İşte. Boş. Dünya tarihini boşaltıyorsun artık.
Bu şey ile ilgili bakın bu mesela tarih felsefesi derslerinde bu zaten anlatılıyor. Şöyle anlatılıyor bu paganlığın hüküm sürdüğü binlerce sene içerisinde her şey çevrimsel ve başı sonu belirsiz. Mesela Roma dinin dilini alalım. Mesela pagan çok tanrılı. Eksik ne orada eksik şu başlangıç belli değil. 2 sonuç belli değil. Mesela en büyük sıkıntıyı Roma şurada yaşıyor. Askerleri ölüyor. Bir süre sonra arkadaşlarının ölümüne tanık olan askerler sormaya başlıyor. Yani bunlar nereye gitti? Biz de ölürsek ne olacağız? Çünkü ölüm en yakın onlar. Şimdi mesela bu soruya paganlık cevap vermiyor. Bu soruya gerçekten cevap veren şey Semavi dinlerde bu cevap var. Çünkü yaratılış ve kıyamet arasına. Dolayısıyla linear fikir orada başlıyor esasında. Diner koyuyor. Fakat böyle amalgam bir dünya var geleneğin içerisinde. Evet yaratılış ve kıyamet arası bir ama düz çizgiyi gene de çekmiyorlar. Orada başlatıyor ve gene çevrimleri onun içerisine yerleştiriyor. Bir yolunu buluyorsun. Ama modern dünya bu fikri alıyor. Bu başlangıç ve son fikrini alıyor. Tamamen dünyevi ölçekte düz bir hat çekiyor. Evet tarihin sonunu getirdi yani. Ciddi ciddi yazdı ve bu kadar da alkış kıyamet bestseller oldu adam. Hayır tarihin sonu geldi. Artı bir de kapitalizm büyük bir refah toplumu oluşturdu. Sosyalizm ortadan kalktı filan. Tek kutuplu dünyayla filan bunları söyledi. Fuku’yu ama kopya çekti. Hey gel.
Mesela dialektik düşünce de bence burada hiç bu konuda çok fazla bir şey görmedim ama hep aklımı kurcalar. Tez, antitez ve sentez meselesi. Sonra ne olacak? Evet dialektiğin linear yorumudur. Orijinali değildir. Çünkü orijinalinde herakleitoste falan her şey karşılığına dönüyor hepsi budur yani. Sen teze koyduğunuz an gene tıkandınız. Sentez diye bir şey yok yani.
Tekrar o linear hale getiriyorsunuz. Bir de bu işin siz de söylüyorsunuz yazınızda yeni yıl kutlaması illa da siyasi hatta sadece ya da öykünülen kültürel aidiyetin önde gelen göstergelerinden birisi.
İşin belki bizim açımızdan da bu kadar tartışılan konu olmasının sebebi o kültürel aidiyete ait birisinin bu verimleri. Aynen biz haberimiz olmayan bir şeyden burun buruna geldiniz. Bu şeye benziyor. Vardır ya Konya sanırım 29 Ekim. 10. yıl balosu. Konya’da bir okul. Şimdi bakın balo olacak. 10. yıl kutlayacağız. Ben bunu şeyde bile gördüm. Bazı siyasi toplantılarda bile gördüm ilçe seviyesi filan karılar getirmez. Çok siyasetçiler oluyor. CHP toplantılarında öyle çok gördüm karılar gelmez. Sonra konuşuruz. Kim gelir kampanyada çalışan hanımlar gelir.
Öğretmenler gelir filan kariyer gibi. Böyle bir toplantıda düşünün. Öğretmenler gelmiş kadıncağızlar. Hocalar da oturuyor. Eğleneceğiz. Okul müdürüm bu sadece bir olaydır. Mikrofonu eline alıp arkadaşlar bundan böyle.
10. yıl dönemini kutluyoruz. Çok hoştur. Keşke daha doğru dürüst nakledebilsem size. Şimdi Gayzi Paşa’nın emrini dans buyuracağı için ne yapsın insanla. Kalkıyor. Öğretmen hanımlarla öğretmenler karşılıklı dans buyuruyor.
O kadar eğreti ki. Bu yılbaşta bunun gibi şey. Eğreti. O yüzden bir şekle sokup benim sevek durumundasınız. Ona da bir yollar buluyorsunuz. Ben tabi ağaca bayılıyorum çamağacın. Yani o ağaç kışın ortasında. O karanlık, aralık günü. Bana bir iyi gelir. Hep oldum anası. Işıklar üstünde. Sevmiyorum. Tabi taklitleri çıktı plastikleri de var şimdi. Ben şey demiyorum tabi yani. Çok fazla süslendiği zaman falan bir abuk subuk oluyor. Ama şey fikri. Niye koyarlarmış onu da. Tek solmayan şey. Çam olduğu için bir umut. Çünkü şunu unutmayın. Güneş gittiği zaman bir daha geri dönecek mi? Dedirgini yaşadığı dönemler var insanoğlunun.
Yıllar yıllar asırlar asırlar. Ya gelme size geri diyor. Çocuksu korkuluyor. Tabi gece gitti. Hava karardı. Ya bu buzlar erimezse ne olacak? Bakıyor ya tedirginliğe bakar mısın? Bakıyor eridi mi erimedi mi ne oldu? Ne zaman eridi? Ve hakikaten ilk fidanın ilk tolucu gördüğünüz zaman o bir neşe. Yani çocuk doğurmuşsunuz, bebek doğurmuşsunuz gibi bir neşe. E şimdi kutlamaz mısınız yani? Kutlamaz. Biz çok ciddiye alıyoruz hocam. Yine şey diyor bilimsel paradigmalar değil, toplumsal mutabakatler olarak bakmak lazım. Tabi canım. Biz bu mevzuyu fazlasıyla ciddiye alıyoruz diye düşünüyorum. Fakat bu bence eğlenceyle ilgili. Yani teolojik falan bir tarafı yok. Şimdi şöyle bir şey geliyor benim aklıma. Mesela bu Batı sanayileşmeyi hakkıyla. Yani yaptı ve makine başladı. Yani bunu yaşadı. Hakikaten. Tiyatörü bile ödedi yani. Allah için tiyatörü bedelini ödedi. Allah’ım. Şimdi biz bunu biraz dışında kaldık. Biraz da bir hayli dışında kaldık. Fakat biz bunun rolünü benimsedik. Yani biz böyle bir şeye zihnen ve ruhen kendimizi hazır hale getirmek. Önce bu davamız buydu. Yöneticilerimiz için de buydu.
Belki daha aşağıya doğru algılamada böyle bir şeydi. Hazır olalım ve bir süre sonra bu üretim toplumuna dahil olalım. E üretim toplumu disiplin toplumudur. Yani şimdi bunu yaşayanlar gerçekten idrak eden Batılılar 365 günlük bir takvimin içinde belli boşluk alanları da oluşturmayı bildiler. Ve pagan geçmişleri onların çok daha kudretli ve kuvvetli olduğu için o şenlik kültürünü oralara yerleştirdiler. Yani eğlenmeyi öğrendiler şimdi. Mesela hafta boyunca asık suratla çalışan insanlar hafta sonu Dr. Jekyll, Mr. Hyde gibi değiştirdi. Paplarda falan böyle dehşetle eğleniyorlardı. Biz rolün içinde olduğumuz için rolü abarttık. Bu sefer serapa ciddiyet kesildik. Yani böyle katı ve eğlenceye nahuş bir şey olarak bakan bir kültür. Bunu ise üretim toplumunun çözülmesi bozdu. Orada bir yeni zaman telakisi var. Alev abla ne diyeceksiniz bilmiyorum ama. Şimdi linear şey zaman noktaların toplamı düz bir çizgi oluşturuyor. Oysa bugün üretim toplumu çözülürken, disjunctive moments dedikleri bir şey geliyor. Yani fasılasız anlar. Bir noktanın başka bir nokta ile bağı yok. Carpe diem. Anı yaşa. Baloncuklar küçük küçük küçük küçük. Evet yani dolayısıyla birden tabii üzerimizdeki o rolün ağırlığı da kalktı bizde. Birden kalktı.
Fırsatlar diye gibi başka bir şey yani çok böyle üretim ekonomisi ile bağdaşmayan. Çünkü üretim ekonomisi böyle kubir kurgu. Fırsatlar belki üretim ekonomisinin ta başlarında olan bir şeylerde aşıldı. Halbuki şimdi bizzat fırsat her şeyi başlatacak olan bir şey. Fırsat sihirli bir dokunuş ve sihirli bir an. Anları sihirli hale getirmek, anları büyüle hale getirmek.
Doğru mu çevirdin o kelimeyi bilmiyorum. Yani evet ama şeyi düşündüm. Konu üzerinde söylediklerinizde tekrar düşünmem lazım. Şu anda çok yeni bana. Bir kestim şey yapmam. Tartmam lazım. Ama ilk çıkışı bana bir iki bir şey at sanki. Anımsatıyor. Yani özellikle Carpe diem hikayesi. Ya Carpe diem.
Dön dolaş. Dön dolaş tasavvuftan çıkar Carpe diem. An. Dem. Filipe Ali’nin söylediği dem bu demdir. Dem bu demdir. Dem bu demdir. Şimdi bak dem bu demdir. Tut buradan. Bak dem bu demdir. Al şuraya koy. Carpe diem buraya koy. Big Bang’i buraya koy.
Ne görüyorsun? Çok bütünleşik bir şey görüyorum. Tabii. Ama bugünkü o değil. Hayır değil. Ama bak. Dem ve anı ayıralım mı o zaman? Ayırmayalım. Çünkü ayırmayalım. Ekleyelim de nasıl. Eklemeyelim de nasıl. Çünkü bugün Carpe diem yorumu şu. Şu an içinde bulunduğum bir an var. Tabii acayip bir cümle oldu. Öyle ama. Onu başka anlarla alakalandırma yükümlülüğüm yok. Bağımsız. Onun için de kendimi en dışa vurumcu şekilde ve en hazlı şekilde tasarruf etmeliyim. Halbuki sizin bu… Dem bu dem daha farklı. O… Bir daha bir idrak belki. Ama o çok tuhaf bir şey. Hakikaten çok müthiş bir laf o.
Dem bu demdir lafı. O demin içinde bütün bir hayatı görmek… Evet. İdrak. İdrak yani bütün her şeyi görmek, her şeyin içinde bir şeyi görmek. Öbüründe haz ve geçirmek. Yani geçişken ve… Tabii tabii aynı şey değil yani çok doğru. Soap opera gibi yani. Çok tuhaf bir iş. Oradan gelip gelip bir kana çırpışı……şeye götürür adamı. Big Bang’e götürür. Andır. Hidayetlendir o. O bir andır. Oradan kainat oluşur. Şimdi ne yapacaksın? Ve kainat oluştuğu zaman da böyle işte… Demler arası, anlar arası, münasebet ilişki böyle bir şey yok. Patlıyor. O zaman o basbayağı junktiv. Evet. Junktiv değil mi yani o den… Junktiv tabii şimdi niye adamlar bakın……haksızlık etmeyelim bazı insanlara.
Ateistler, matestler falan diye. Halkin böyle bir şeyi görüyor adam. Şimdi bu gördüğü şeyin… Bir toz değerinden yayılmayı, yani kvarktan, kvantumdan falan bakarak… Katoliklerin vaz ettiği… God diplomasına uyumasına imkan yok. Yani bu başka bir şey tabii. Ne gadi yahu diyor o zaman adı. Ama ne gadi dediği zaman o… God, Allah’ın adı. Ne gadi yahu diyor o zaman adı. Ama ne gadi dediği zaman o…
God diyor ama. Katoliklerin tanımladığı… Kilisenin tanımladığı… Bir God var. Ama onu kilise tanımlıyor. Kilisenin tanımladığı… God’ın sahici God olduğunu kim söylüyor? Yani öyle bir şey değil. Söz konusu değil. Dolayısıyla… Her şeyin birbirine girdiği bir bir bir bir… Doğum sancısı şu yaşananlar. Şu bugün, bugün yaşadığımız… Bugün yaşananlar. Tabii tabii bu kaotik olmak zorunda daha bir sürede olacaktır.
Evet. Yani burada dem bu demdir lafı… Veya işte… Karpe diem belki bu manaya geliyor. Bütün bir hayatın bütünleşik, birleşik ve her biri birbiriyle çok alakalı bütünlüğünü görmek. Bir nokta ile evreni birleştiren bir şeydir. Tam bir nokta düşüncesi aslında tam bunu gösteriyor. Evren o nokta ama. Evren, yani ikisini aynı görmekle bu demdir aslında ama… Karpe diem tabii çok… Mesela Kuran’ı Kerim… Sonuçta şöyle düşünüyoruz… Çekersiniz… Fatiha suresi her şeyi anlatıyordur. Evet. Özünü veriyordur. Ama onun üstündeki Bismillahirrahmanirrahim onun özünü veriyordur. Ama beyninin altındaki nokta da onun özünü veriyordur. Evet.
Bütün bir Kuran’ı o noktada görmek, bütün bir inancı o noktada görmek ve hepsini birleştirerek yani ilişkili olduğu zaman mesuliyet fikri doğuyor burada. Öbüründe doğmuyor. Kopartıyor parçalığı. Moment da ben bu anı yaşarım diyor işte yani. Parçalığı. Efendim bir bir gül koyalım bu konuya.
Bu temeliyette ve muhafazakâr kesimde bu yılbaşı tepkilerini bu ikinci programda konuşmak istiyorum. Bundan sonraki bölümde konuşmak istiyorum çünkü onu da önemli bir başlık olarak koyuyorum. Yani bizim bu tepkilerimizin fazla olması, tepkiselliğimizin sebepleri neler biraz buna da arka plana olarak bakalım diyorum. Ama bu programa son noktayı koyarken ne diyoruz? Bu bir teolojik mesele değildir. Diyoruz. Nasihat etmiş ne olsun?
Açın ayağı. Hiçbir aklı başında Tanrı burada söylüyor zaten. Yeni yılı soğuk ve karanlık bir gün. Günde başlatmaz. Yani öyle bir gün yokken öyle bir aklı başında Tanrı yok. Bu işte yani. Nasihat bu. Olmaz. Olması gereken bir şeydir. Gelip geçsin. Bu da diyorsunuz. Bu da günlerden bir gündür. Ama tabii bunun arkasında yüklediğimiz sembolik şeyler çok fazla. Bizim kendi tarihimizle belki modernleşme tarihimiz içinde de belki o etkiler de yansıyor diye düşünüyorum. İkinci bölümde bu konudaki fikirlerinizi alacağım. Bundan sonraki bölümde. Efendim bugünkü programımız da burada sona eriyor. Haftaya yeni bir başlıkla bu konu devam ettiren yeni bir başlıkla görüşmek üzere.
Hoşçakalın diyorum.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir