"Enter"a basıp içeriğe geçin

İlk Mağazayı Ailesinden Gizli Açtı | Abdullah Kiğılı’nın 55 Yıllık İş Hayatı

İlk Mağazayı Ailesinden Gizli Açtı | Abdullah Kiğılı’nın 55 Yıllık İş Hayatı

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=bJ55o3i7azk.

Hayatta bir tek şey öğrendim. Benim hayatımın bir tane önemli işi vardır. Buna hep bildiğim işi yaptım. Bütün kazandığımı buraya yatırdım çünkü başka işe girmedim. Yokluktan bu günlere geldim. Varlıktan gelseydim bu günlere gelemezdim. Ekiplerimi aşıladığım birinci şey asla havaya girmeyin. Çünkü ben demeyi bırakın. Benliğin içine girdiğin vakit bir müddet sonra acı tecrübeyle karşı karşıya kalırsın.
Yalnız kalırsın hayatım. Bu yaşa geldim. 55 yılımı bitirdim sektörde. Hala yeni bir şey öğreniyorum. Hele bundan sonra o kadar çok öğrenecek yeni düzende, bu X, Y, Z kuşağında o kadar öğreneceğimiz şey var ki çoğuna da adapte olmak mümkün değil. Bunun sonu yok bu işlerin. Dünyanın her gün değişiyor. Ve o değişime ayak uyduramazsan
hem markan gidiyor hem kendin gidiyorsun, hem şirketin gidiyor. İstanbul Erkeksesi’nde okuyorum. İstanbul’un en büyük ticaret merkezi Kapalı Çarşı Mahmutbaşı Sultanamam. En büyük tüccarlar da Sultanamam’da olurdu. Babam da kumaş işiyle uğraşıyor. Babam dedi ki oğlum bu 3 aylık yaz tatilinde sen mahallelerde top oynayacağına benim dedi çok yakın bir arkadaşım var Kapalı Çarşı’da. Onla da konuştum. O da razı oldu.
Sen gideceksin dedi Kapalı Çarşı’da. Benim arkadaşımın dükkanda çalışacaksın. Peki baba dedim. Yaş 12, yaz tatili. İstanbul Erkeksesi’nde ortaokulun 1. senesini geçtik. Babamın arkadaşı İsmail Drahor. Hiç unutmuyorum Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun inşallah. Kapalı Çarşı da müthiş bir yer. Yani 500’lük yıllık bir tarihi eser. Dünyanın ilk AVM’si orası. 500’e yıla büvvet yapılmış inşa edilmiş.
Gittim elini öptüm ustamızın. Ne yapacağız dedi. Dedi ki oğlum sen bu hanınk, sorguşlu hanınk kapısın. Kalpakçılar caddesinin bulunduğu yerde. Çığırtkanlık yapacaksın dedi. Çığırtkanlık ne demek? Yani kapıda bağıracaksın bayan bayan, mantoya bak bayan deyip kolunla da işaret edeceksin. Hanın kapısından içeride dükkanı işaret edeceksin. Kadın mantoları burada diyeceksin. Mantolar burada. Bir iki sesimiz müsait oldu olmadı bağırdık, çığırdık.
Hakikaten de başladım bu işi iyi yapmaya yani. Böyle bir ay geçtikten sonra, sesim tonu da güzeldi. Ondan sonra sevdim. Bu çığırtkanlık güzel iş. Ve faydalı olduk. Ufak ufak da bana üç beş kuruş da para veriyordu. O da hoşuma gidiyordu. Çığırtkanlık yaptım ben. Ortaokulun sonuna kadar. Okul hayatımızın sonunda babam bir rahatsızlık geçirdi. Ciddi bir rahatsızlık o günün şartlarında. Babamı tedaviye aldılar. Baktık olmuyor sıkıntılı bir dönem. Ben de lise bitmiş ve mağazada çalışmaya başladık. Ben bir müddet sonra baktım ki bu kendimizi yağımızla kavrulmakla bu iş olmuyor. Normal sıradan bir kumaş mağazasıyız. Çalışmak lazım. Etraftaki kumaş mağazalarına bakıyorum. İnanılmaz derecede güzel kumaşlar var. O kumaşlar bizde yok. İşi öğrenmek için. Hiç unutmuyorum tam karşımızda Suraski mağazası vardı. Suraski, Museviler yönetiyor.
Zaten tek sil hep Musevilerin elindeydi. Benim ustalarım hep Musevi oldu. Bütün işi onlardan öğrendi. Hepsinden Allah razı olsun. Suraski de en güzel, en büyük mağaza. Hem kadın kumaş satıyor hem erkek kumaş satıyor. Vitrilerine bakıyorsun, içeriye giriyorsun bakıyorsun. İnanılmaz güzel kumaşlar var. Reytan Suraski çıkıyor piyasada bir yerlere gidiyor. Nereye gidiyorsa kumaş mağazalarına, kumaş fabrikalarına. Hepsini not ettim. Daha sonra ben gitmeye başladım. Kendimi takdim ediyorum. Ediyoruz da daha çoluk çocuğuz 22 yaşında, 23 yaşındaki bir insanın. Evladım sen nereden geldin diyorlar. Neresi diyorlar. Bağaz da şurası bilmem ne. Yavaş yavaş işte bu iyi yerlerden kumaş almaya başladık. 6 ay sonra bir baktık ki bizim kumaş mağazası. En iyi kalite kumaş satan bir yer haline geldik. Ben de çok hırslıyım. Bir an evvel işi öğrenmek mecburiyetindeyim. Birkaç sene sürdü. En iyi kumaş mağazaları Beyoğlu’nda.
O zaman Sevil mağazası var, Olimpiyat mağazası var, Gülenk mağazaları var. İnanılmaz derecede büyük mağazalar. Ve en güzel çeşitler orada. İstiklal Caddesi’de dükkan açmanın yanlış olduğu. Böyle bir şeyi asla düşünmemen gerektiğini bana devamlı söylendiler. Ama ben yerimde duramıyorum. İşte zaten tamamen benim üzerimde artık. Ben sabah açıyorum, ben kapatıyorum. Babam ciddi bir hastalık artık iyice ilerlemiş. Kanserdi. Bir gün emrakçı telefon açtı dedi ki
İstiklal Caddesi’nde, Mis Sokağı’nın köşesi de harika bir yer var. Adam bıkmış artık, yaşlanmış. Bir an evvel devredip çıkmak istiyor. Beş dakikada oturup konuştuk. Ben şu kadar hava parası isterim dedi. Peki dedik. Onu razı ettik. Ve 24 Ekim 1969 günü İstiklal Caddesi’ndeki yıllım ağzısını açtım. Açtığım gün babamı aldım, getirdim dükkana. Doktora götüreceğim diye babamı aldım. Evden çıkarttım.
İstiklal Caddesi’nde getirdim arabayla. O zaman İstiklal Caddesi’nde trafik var. Hem gidiş var hem geliş var. Mağazanın önünde yedik. Babam kafasını kaldırdı. Bir baktı orada kıyılı diye bir şey görüyor. Bu ne? Baba bu bizim mağazamız. Bir Bismillah de içeriye git, bir dua et. Ondan sonra bir rahat et, bir çay iç. Babamı aldık götürdük oraya da. Ama babam rahatsız oldu işte. Ailede kimse bilmiyor. O gün aile öğrendi, kıyılı mağazası açıldı. Hayat güzel bir şey. Mutluluk güzel bir şey.
Aile çok güzel bir şey. Ama her şeyin başında iş. İşinden mutlu olursan o mutluluğun verdiği has aile hayatına yansıyor. Arkadaşların, dostlarınla beraberliğine yansıyor. Mutluluk güzel şey. Mutlu olman için de çalışacaksın. Ve doğru işi yaparak çalışacaksın. Nerede mutlu olmak istiyorsan, nereyi becerebiliyorsan o işi yap.
Akşam aile meclisi toplandı. Biz dedi, bu oğlan yanlış işler yapıyor. Yakında muhtaç oluruz. Birçok yere yanlış işler yapılıyor. Ve sıkıntılı bir döneme gireceğiz. Her aleme muhtaç olacak. Oğlanı da kaybedeceğiz. Hay Allah dedim. Yani ne iş yaptık? Yani gizli yaptık, şunu yaptık. Aile kabul etmiyor. Biz kalkıyoruz, dükkan açıyoruz. Neyse ertesi günü başladık. Dükkan çalışmaya başladı. Hem kumaş koydum hem de hazır giyimiş.
Nedir hazır giyim? İlk olarak gömlek yapmaya başladım. Hiç bilmediğim işe girdim. Marka koymaya geldi. Ne koyalım? O günün şartlarında baktık ki, umumiyetle moda mecmualarını takip ediyordum yurt dışında. Bu modacıların hepsinin, bakıyorum, ya adını koyuyor, ya soyadını koyuyor, ya adını soyadını koyuyor. Şimdi adımızı koysak Abdullah diye bir marka mı olur yani?
Kiğılıyı koysak insanların okumakta zorluk çektiği alfabede, yani iyi yumuşak, yığının yan yana geldiği ve telaffuz etmekte çekindiği bir marka. Hala bile kiğılıyı tam olarak net bir şekilde söyleyen kişi sayısı azdır. Hala. Neyse biz Allah’a sığındık koyun dedik kiğılıyı. Kiğıl markasını gömleklere başladık. İşlemeye, koymaya başladık. Gömlek satmaya başladık. Bir baktık ki bu gömlek iyi iş.
Gömleği pantolon, pantolonu efendimle söyleyeyim, triko, trikolar. Hepsi başladık hızdan hareket ediyoruz. Altı ay geçti aradan baktım aile memnun olmaya başladı. Zarar yok, karlılık var. İşler iyi gidiyor. Herkes mutlu. Ağzını açıp ailele konuşan kimse kalmadı. Ben mutlu. İşleri hızlı bir şekilde çalışıyorum. Bu işin sırrı, işi büyütürken kendi işine. Çünkü bu iş bir öz sermaye ile dönüyor.
Öz sermaye ne kadar az olursa, piyasada kredi biliten az oluyor. Ve dolayısıyla bankalarla dost oluyorsun. Bu işin bankalarla dost olduğun vakit geleceği yok. Piyasayla dost olduğun vakit. Piyasa kredi biliten, bankalardaki kredi biliten den de on kat, yirmi kat fazla olduğunda senin krediye ihtiyacın yok. Ticari kredin banka kredisinden daha üstün oluyor. Ticari kredi çok önemli.
Piyasada bu adam düzgün, bu adam mal verdiğin vakit ben geleceğimi, alacağımı garanti altında görüyorum. Düzgün adam, namuslu adam, ahlaklı adam. Bu kadar basit bir şey. Ticareti yapman için saygınlığın olacak. Güvenirlerin olacak. Bir gün, sene 1971 bir telefon aldım. Telefon eden bir hanımefendi dedi ki,
sizi Altın Yıldız’ın sahibi, Altın Yıldız kumaş fabrikasının sahibi Osman Boyner yarın sabah saat 10’da fabrikada bekliyor. Peki dedi, teşekkür ettim kapattım ama şimdi Osman Boyner beni, ben Osman Boyner’i tanıyorum. Türkiye’nin en büyük kumaş fabrikasının sahibi. Ertesi günü tıpış tıpış, sene 1971 28 yaşındayız. Gittik, ezilebile odasına aldılar bir çay ikram etti. Nasılsın oğlum dedi, ne yapıyorsun, ne var ne yok. Ben bir mağazam varmış, hem kumaş satıyormuşsun, hem hazır giyim satıyormuşsun. Baya da muvaffak olmuşsun. Çalışkan bir kimse olduğunu söyleniyor. Teşekkür ettik. Dedi ki, evlat ben Beymen konfeksiyon fabrikasını kurdum dedi. Hazır giyim, takım elbise fabrikası. Adı Beymen. Bu elbiseleri çıkartmaya başladık. Fabrikasını kurdum, İtalya’dan dizaynırlar getirdim. Ve dedi, elbiseler çıkmaya başladı. Peki ben ne yapacağım efendim?
Sen git ilk önce, şu elbiseleri bir gör dedi. Arabasını, şoförünü verdi, top kapıya gittik. Hayatımda ilk defa konfeksiyon fabrikasını gördüm. Takım elbise, bant sistemi. Yüzlerce kişi çalışıyor. Türkiye’de ısmarlama üzerinde kurulu bir düzen. Hazır giyim diye bir şey yok. Türkiye’nin ilk hazır giyim konfeksiyon markası Beymen. Fabrikayı gördük, gel dedi. Nasıl buldun dedi, harika efendim. Peki dedi, bunu satmak ister misin?
Nasıl dedi, evlat dedi, sana Beyoğlu’ndaki mağazana bahiyelik vereceğim dedi. Bu elbiseleri satmak mı için dedi. Satar mısın dedim, satmaz olur muyuz efendim? İşimiz bu. Elbiseyi başladık satmaya. Reklamlar başladı, Beymen. Beymen’le fark edilirsiniz. Müthiş bir reklam, inanılmaz bir Beymen’e karşı talep başladı. Mal yetiştiremiyorduk. Hem bir taraftan benim mağazada kirli mamulleri satılıyor, üst katında da Beymen satılıyor. Bir yılın üzerinde gitti bu iş. Bir gün yine Osman abi işte, her an ara ara konuşuyoruz, gidiyorum, vaziyeti anlatıyorum. Bir de başlarında bu işin başında moda desinatörü, Kerim Kerim o, hala yaşıyor. Benim en büyük hocam, o var. Osman abi bir gün beni tekrar çağırdı. Dedi ki, evlat en iyi çalışan bahi sensin. Ama bu böyle devam etmeyecek. Yani mağaz açmamız lazım, Beymen mağazaları. Olur efendim dedi, nasıl yapacağız? Beyoğlu’nda dedi, yer bak, senden ortak olacağız dedi. Bir şirket kuracağız.
Yüzde kırkı senin, yüzde altmışı bizim. Peki de bunu. Hiç unutmuyorum, ihaliye girdim. Aylık 35 bin lira kirayla orayı tuttuk Beymen’in yerini tuttuk. Üç ayda dükkanın dekorasyonunu bitirdik. 1973 senesinin tahmin ediyorum, Nisan ayıydı. Beymen mağazasını, ilk Beymen mağazasını açtık. Karşımızda da Vakko vardı. Vakko bir karşımızda, Beymen bir karşımızda, Kildi de öbür köşedeydi. İşi öğrendikten sonra hızla büyüyoruz. Gittikçe büyümeye başladık. Beymen’de mal yetiştiremiyoruz. Bir tek gitmeyen, iyi olmayan taraf var. Türkiye, o yıllarda enflasyon aylık yüzde onların üzerindeydi. Yıllık enflasyon yüzde 120’ler civarında. Osman ağabey iş kar dağıtmıyor. Ben bir maaşa çalışıyorum devamlı. Çalışıyoruz, edilen kar, sene sonunda ettiğimiz kar, hep içeride kalıyor. Yani benim param içeride kalıyor. Dolayısıyla benim param da bu enflasyondan dolayı.
Ne kadar çalışırsam çalışayım. Erimeye başladı. Kar dağıtmayınca. Bir gün Osman ağabey’e dedim ki artık Osman ağabey, Yani bu karı dağıtın bir miktar biz de ettiğimiz kar da nasibimizi alalım. Osman ağabey dedi ki ya ben bu işi yapamam. Biz kar dağıtmıyoruz dedi. Yani o zaman dedim ağabey bana müsaade edersen ben ayrılayım. Nasıl istersen dedi. Hissemi aldım. Yüzde kırk hissem kaç liraysa defter tutarı aldım. Aldıktan sonra birkaç ay sonra.
2 yılı konfeksiyon fabrikasını kurdum. 1979’da toptan satış ağanı kurmuştuk. Türkiye’de bayilerimiz vardı. Onlara toptan gömlek, pantolon, ceket, triko bunları satıyordu. Her vilayette çeşitli herkesin kendine göre bir mağazası var. 85’de ihracata başladık. Hızlandı, iş büyüdü. İmalatımız arttı. Adet imalatımız artmaya başladı.
Günde aşağı yukarı 50 ile başladık. 50 ile başladığımız iş günlük 500’e çıktı. Yıl 94’lerde 95’lerde günlük 500 takım elbise yapıyordu. Düşünebiliyor musunuz? 1994 yılında hiç unutmuyorum. O kadar çok şeyler oldu ki o tarihlerde. Dolar bir gün 14 liraydı 42 liraya fırladı. 21 liraya fırladı. Bu repo dönemi başladı. Ticarette ahlak bozuldu. Baktık ki bu iş olmayacak. Yani bayilik sistemini kaldırdım.
Çok az bir bayiye mal vermeye başladım. Ve bir adım attım. Hep yeni bir adım. Mağazacılık. Galerya’da başladık. Derken arkasından AK Merkezi. İstanbul’da Kapitoly, Karosel, Ankara, Migros, Antalya, AVM’de hepsine girdik. Hiç unutmuyorum. 19 Şubat 2001 günü Türkiye’nin kara bir günü.
1’den 1’e dolar 680 lira. Finans sektörü batma noktasına girmiş. Müthiş. Sıkıntı var. Dükkan kiraları dolarla. Bu parayı nasıl ödeyeceğiz? İş kesildi. İşler stop. Türkiye inanılmaz bir krize girdi. Resmen kriz. Ekiplerimi aşıladığım birinci şey asla havaya girmeyin. Çünkü ben demeyi bırakın. Bakın bu hayatta. Ben demeye başlarsan sıkıntı baş. Ben yapıyorum, ben ediyorum. Ben şöyle biliyorum. Ben yok.
Herkes biliyor. Herkes yapıyor. Benliğin içine girdiğin vakit bir müddet sonra acı tecrübeyle karşı karşıya kalırsın. Yalnız kalırsın hayatta. Benim en büyük özelliklerimden bir tanesi sektörün hepsini, bütün arkadaşlarımı, rakibim dahi olsun. Elimden geldiği kadar doğrular neyse doğruları söylemek ve yardımcı olmak. Kurduğumuz derneklerde hep etik kurulu başkanlığına banı getirirler. İki kişi arasında anlaşmazlık olursa ben gider çözerim. Ne yaptım? O krizden nasıl çıktım?
Aradan işte arkadaşlarım var hiç unutmuyorum. Bir araya geliyoruz, toplanıyoruz. Ne yapacağız, ne edeceğiz, nasıl çıkacağız? Mağazadan içeriye adam girmiyor. Üç arkadaş bir araya geldik. Dedik ki biz bu sektörü bir toplayalım. Bu kadar kişi var, bu kadar arkadaşımız var. Bir araya gelelim, bir konuşma yapalım. Bir kere birinci sıkıntı dolar. Dolar artıyor, dükkan kiraları. Nasıl çıkacağız? Dediler ki bir heyet kuralım. Bu kurduğumuz heyet hepimizin adına. AVM’leri dolaşsın.
Bu kira işinin nasıl o hale olacağını çöz. Açtık AVM’lerden randevu istedik. Dedik ki ya vaziyet böyle mi? Biz bu işin içerisinde kaldıramayız. Şartları belli bir noktaya getirin. Bu işten bir çıkış olmamız lazım. Yani biz iş yapamazsak, kirayı ödeyemezsek, sonucunda senin AVM’nde kapanacak. 2001 krizide beğendik ki mağaza 17. Çalışan sayımız 209. 17 mağaza 209 çalışan. Hiç fire vermedik. Ama böyle devam etseydi batacaktık yani.
Sektör kararını kendi verdi. Fiyatları aşağı çektik. Sadece ve sadece genel gideri üstüne koyarak da maliyetimizden, genel gider masraflarını koyarak da mağazalarımızla bir reklam kampanyasıyla başladık. İş tekrar eski hızına almaya başladı. Biz de şimdi anda 200 mağaza var. 70 vilayette servis yapıyoruz. Her açtığımız mağazadaki çalışan kişi sayısı, kendi içimizden yetiştirdiğimiz elemanlar, dışarıdan yeni bir eleman almıyoruz.
2 yıl akademiyi kurduk, sistemi kurduk ve altyapımızı kurduktan sonra bugünlere geldik. Hayatta bir tek şey öğrendim. Benim hayatımın bir tane önemli işi vardı. Ben hayatımda hep bildiğim işi yaptım. Benim en iyi bildiğim iş erkekiyim. Benim arkadaşlarımın birçoğu kazandığı parayı hiç anlamadığı işe girdiler. Benim yanılma payımda ya yüzde 2 ya yüzde 3. Yüzde 5 olmaz yani. Bildiğim işi yapıyorum kardeşim yani.
En iyi bildiğim iş bu. 1,5 yıllık pandemi döneminde her gün işe geldim. Kaymakamdan izin aldım, işime geldim. Bir kere patron moralini bozmayacak kardeşim. Eğer ben moralimi buraya, moralsiz gelirse, yüzüm gülmeden gelirse, benim yanımda çalışan bunu görürse, o da aynı şekilde bir ediyor. Demek ki işler kötü gidiyor, patron moralsiz. Dolayısıyla sıkıntı başlıyor. Patron her zaman güçlü olacak, morallı olacak ki.
Etrafındaki kişilere o gücü ve morali dağıtabilsin. Onun için ben işe hep morallı gelirim. En önemli özelliğin de bugünün işini yarına bırakmak. Hiç sevmediğim şey hayatta. Fenerbahçe ve hayatımın en önemli parçalarından bir tanesi. 30 yılımı verdim yani. Çok görev de yaptım. Sayın Aziz Yıldırım döneminde çok yaptık görevi. En büyük mutluluğum Feneryum’dur.
Ben Fenerbahçe, yani benim hayatımın en önemli yeri.
Yıllarımı da verdim, iyi ki de vermişim, ne mutlu varım.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir