İngilizler mumyalarda ne aradı?
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=Dpd8DvWAR_A.
Firavun’un mezarına her kim dokunursa ölümün kanatları onu saracaktı. Tutankavun’un mezarındaki bu lanetli yazıyı keşke 1800’lerde Viktoriyenler de görseydi. Belki o zaman mumya soymak partisi düzenlemekten korkarlardı. Mumyalar antik doğu uygarlıklarının en çok dikkat çeken unsurlarının başında geliyordu. Cesetleri binlerce yıl boyunca bozulmadan saklayan mumyalama yöntemi Avrupa’nın da ilgisini çekti.
Napolyonun 1800’lardaki Mısır seferleri ve tam da bu dönemde iyiden iyi etkisini gösteren oryantazın sonucunda antik Mısır kültürü batı için esrarangiz bir alan haline geldi. Peki neydi bu mumyalama? Antik Mısırlılar bir kişi öldüğünde onun manevi öznün hayatta kaldığına inanıyordu. Çok sayıda ilahi ve şeytani varlıkla karşılaştığı bir yolculuğun ardından ölülerin Tanrısı Osiris tarafından kişinin nihay-i kaderi belirleniyordu.
Ölen kişi suçsuz bulunursa cennette Tanrılarla ölümsüz olarak yaşamasına izin veriliyordu. Bu manevi yolculuğu yapabilmesi içinse bedenin sağlam kalması gerekiyordu. İşte mumyalama bunu sağlayan en önemli uygulama olarak görülüyordu. Zaman içinde Mısırlılar bu uygulamayı değiştirdi ve geliştirdi. Ama ana pratikler hep aynı kaldı. Rahipler iç organları çıkardıktan sonra soldüyüm karbonat kullanarak cesedi kuruması için 70 gün boyunca bekletirdi. Kalpse asla çıkarılmazdı. Çünkü Mısırlılar kalbin aklı da içeride için kişinin en önemli özelliği olduğunu inanıyordu. 70 günün sonunda vücudu yıkanıp ketembez işine sarılıyordu. Bandajların vücuda yapıştığından emin olmak için yapışkan içine bir reçine sürülüyordu. Herodot bu işlemi Tarih adlı eserinde şöyle anlatıyordu. Ceset bu amaç için özen olarak yapılan ve insana benzeyen içi boş bir ahşap tabuta yerleştirilir. Tabut kapatıldıktan sonra mezar odasında saklanırdı. Roma’nın Mısır’ı yönettiği 4. yüzyıla gelindiğinde bu kadim gelenekte yavaş yavaş kalboldu. Tarihçiler Hristiyanlığın ortaya çıkmasıyla mumyalama işlemi sona erdi diyordu. Ama Batı’nın antik Mısır kültürüne olan bitmek bilmez ilgisi Roma döneminden itibaren görülüyordu. O dönemde Mısır piramitlerini temsil eden süs eşyaları yapılırdı. Mısır’dan bizzat getirilen eserler Roma’da büyük ilgi görürdü. Orta Çağ Avrupa’sındaysa kilisenin pratikleri ve baskıları sonucunda Mısır kültürünün izleri bir süreliğine ortadan kalktı.
Ta ki Rönesans’a kadar. Rönesans döneminde sanatçıların ve bilim insanlarının klasik çağları yeniden araştırmaya başlaması antik Mısır’ın gizemli bir uygarlık olarak yeniden merak uyandırmasını sağladı. 15. yüzyılda etkisini göstermeye başlayan İciptyomanya 18. ve 19. yıllarda arkeolojik çalışmalarında ilerlemesiyle zirveye ulaşacaktı. 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalı bilim insanları mumyalama işleminin tıbbın vazgeçilmezlerinden biri olduğunu düşünmeye başladı. Mumyalama sırasında kullanılan katranın iyileştirici bir etkisi olduğunu inanıyorlardı. Ama orijinal mumyaları elde etmek kolay değildi. Bu oldukça pahalıya mal oluyordu. İşte bu yüzden Avrupalılar kendi mumyalarını kendileri yapmaya başladı. Yeni ölmüş insanların cesetleri mumyalanıyordu. Yalnızca tıklada sınırlı kalmadılar. Mumya kahvesi adında yeni bir renk ortaya çıkararak bu antik uygulamayı sanatla birleştirmeye çalıştılar. Bu renk mumyalanmış cesetlerin kalıntılarından elde ediliyordu.
Sanatçılar mumya kahvesinin kalıcı bir renk olduğuna ve resimlerde kullanılması gerektiğine kendilerini ikna etmişlerdi bile. Şimdi bakınca pek de işe çeşici görünmüyor değil mi? Ceset kalıntılarıyla boyanmış bir tabloyu kim almak ister ki? Ama İciptyo-Manya dediğimiz şey tam da buydu. İnsanlar bu antik ve gizemli uygarlığa karşı çılgınca bir merakla saldırıyordu. Mumya kahvesi bazı kayıtlara göre 19. yüzyıla dek ressamların kullandığı renklerden biri oldu. Sonrasında ise nasıl vazgeçildiği hakkında pek bir kayıt yok. Mumyalar hakkında hurafeleri de göz ardı etmemek gerek tabi. Renesanslıdan itibaren Avrupalılar mumyaları güçlü ruhani objeler olarak görmeye başladı. Kimilerine göre antik Mısır’ın bu gizemli objeleri sahibine uğursuzluk getiriyordu. Kimilerine göre ise güç. Bu inançları örnek olarak Çocuk Firavun Tutankamon’un mezarını gösterebiliriz. Tutankamon’un 1922’de keşfedilen mezarında ona dokunanları ölümün bulacağına dair bir hieroglif vardı. İlginç bir şey ki araştırmaların 5. yılında kızıyı finanse eden kont aniden hastalandı ve öldü. Amerikalı bir milyarder merakına yenik düşük mezarı ziyaret etti ve aniden ateşlenerek öldü. Tutankamon’un mezar kalıntıları 1972 yılında Londra’da ve daha sonra Amerika’da sergilendi. Bu süre zarfında da gizemli ölümler yaşandı. Böylece Mumyanın lanetine dair dedikodular yayılmaya başladı. Günümüze daha yakın tarihlerde yayımlanan makalelerde ise elbette lanetli bir durum olmadığı savunuluyor. Uzmanlar mezara giren kimsenin olağan dışı genç yaşlarda öldüğünü gösteren kanıtların bulunmadığını yazıyor. Çalışmalara göre mezara inceleyenlerin yaş ortalaması 70 civarındaydı ve olağan dışı genç ölümler gözlemlenmedi. Buna rağmen Mumyalarımı özellikle tutankamonun lanetine inananların sayısı epey fazla. Bu tip inançlar, hele de antik uygarlıklar söz konusu ise dünyanın pek çok bölgelerinde görülebilir. Ama bundan çok daha ilginci vardı.
Mumyalar, Viktorya devrinden itibaren olabilecek en ilginç etkinliklerin baş kahramanı haline geldi. Partilerin. Evet, yanlış duymadınız. Avrupalılar, antik Mısır çılgınlığını öyle bir boyuta taşıdılar ki, bir mumya satın almak toplumda saygınlık ve zenginlik ösergesi haline geldi. Zenginler, satın aldıkları mumyayı düzenledikleri partilerde ve eğlencelerde bir masanın üzerine çıkararak sargı bezlerini açıyor. Misafirler de bu aktiviteyi alkışlarla izliyordu.
Viktoryenler için o dönemde bir mumya sahibi olmak, çevresindekilere itibarlarını göstermek ve onların saygılarını kazanmak için önemli bir araçtı. Bu ürkütücü etkinlik o kadar popüler hale geldi ki, mumyalara olan talep inanılmaz derecede yükseldi. Böylece sahte mumyalarda, tıpkı 15. yüzyıllarda olduğu gibi yeniden ortaya çıkmaya başladı. İdam suçlularının, yaşlıların, fakirlerin ve çeşitli hastalıklardan ölmüş olanların cesetleri çöle gömülüyor, zırtle sıvanıyor ve güneşin altında bir süre bekletildikten sonra sahte mumyalara dönüştürülerek pazarlanmaya hazır hale getiriliyordu. O dönemde mumyaların tamamını satın alma gücü olmayan fakat üst sınıf gibi itibar göstermek isteyenlerin de alternatifleri vardı tabi. Sokak satıcıları sağ olsunlar her şeyi düşünmüşlerdi. Mumyayı bütün olarak alamıyorsanız sadece kolunu, kafasını, ayağını ya da bacağını satın alabilirdiniz. Antik Mısır mumyaları ilaç endüstrisinde de hamayde olarak kullanılmaya başlandı.
Sanayi devrimiyle birlikte pek çok insan ve hayvan mumyası Britanya’dan Almanya’ya gemilerle taşındı ve mumyalardan elde edilen tozlarla ilaçlar üretildi. Öte yandan Amerika’ya ihraç edilen mumyaların sargabezleri kağıt yapımında kullanıldı. Yani anlayacağınız stiketin çılgınlığı binlerce yıl önce ölen Mısırlıların mezarlarında dahi rahat bırakılmamasına neden oldu. Antik medeniyetlerin lanetli hikayeleri dahi insanlara bu tuhaf alışkanlıklardan vazgeçirmedi.
Peki siz Victoria Devri’nde yaşasaydınız bir mumya partisine katılır mıydınız?
İlk Yorumu Siz Yapın