Kürk Mantolu Madonna ve Erdoğan – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B19
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=AyGla7Zz_QM.
Hocam merhaba. Merhaba. Nasılsınız? Teşekkürler. Sizler nasılsınız? Bomba gibiyiz her zamanki gibi. Bugünkü konumuz, Kürkmantolu Madonna. Hemen bir şey soracağım. Bu roman geçen yıllarda çok moda oldu ya. Moda derken, bunu okumuş olmak ve okumamış olmak, entelektüellik minimum gerekliliği gibi oldu. Önceden de meşhur muydu bu? Yoksa neden öyle bir şey birdenbire patlak verdi? Neden öyle bir şeyin birdenbire patlak verdiği huzursunda benim kendimce açıklamalarım var. Çünkü Kürkmantolu Madonna’nın asıl alt metni,
şimdiki zamanımıza, Zeitgeist’e çok uygun ülkemizde de onda. Çünkü Kürkmantolu Madonna, geçen yıllarda birisinin söylediği gibi, bizim şarkıcı Madonna’nın hayatı değil, gözlerime ve kulaklarıma inanamıştım. Süperdi. Kadıncağızın ismini unuttum. Onu da burada yad edelim. Tabii ki ilginç olurdu, Türk yazarının, şarkıcı Madonna’yı kodadan bir roman yazmak ama, Kürkmantolu Madonna şu açıdan, çok önemli Türk edebiyatında,
çaktırmadan Türkiye’nin en büyük krizini, batıllaşma diye bilinen ülkemizde, ama batıllaşmayla hiçbir surette alakası olmayan, çünkü aynı sorunu batıda yaşıyor, modernleşme krizinin en çarpıcı dışavurumu. Bana göre Kürkmantolu Madonna, cinsiyet rollerinin paradigmatik değişiminin romanıdır, Türkiye edebiyatında. Ve çok yoğun bir sembolizme sahiptir. O yüzden 80’li yıllarda, 90’lı yıllarda belki,
zaman o kadar bu roma uygun değildi. Ama şimdi, cinsiyet rollerinin böyle tartışıldığı, böyle o kanonik değişmez dogmaların, böyle sarsıldığı bir ortamda, tabii ki Kürkmantolu Madonna, çok yanlış anlaşılan bir klasiye dönüştü. Ne demek istiyorum bu yanlış anlaşılan klasikle? Herkes tutturmuş, ay ne kadar süper bir aşk hikayesi, ne kadar süper bir aşk hikayesi. Yani aşk romanları, aşk romanları olalı böyle bir aşkı,
görmediler hiçbir surette aşk hikayesi değil. Değil değil mi? Değil tabii ki. Bir kendini bulma, kendinle yüzleşme romanı Kürkmantolu Madonna. Raif Bey özelinde, bizim ülkemizde, bizim kültürümüzde erkeklik imgesinin nasıl değiştiğini ve nasıl bir kültür krizine sebebiyet verdiğinin romanı. Çünkü bizim ülkemiz, şu hep söylerim, Fransa gibi, Almanya gibi, İtalya gibi, İngiltere gibi, İşekü, Rönesanslarla, Hümanizmlerle, onlarla, bunlarla gelişmiş bir ülke değil. Birden beri, 2. Meşrutiyet oluyor, 1. Dünya Savaşı oluyor, Cumhuriyet oluyor ve bunlar çok kısa bir süreçte oluyorlar. Yani kültürel değişimler, tarihsel değişimleri o hızla ayak uyduramıyor, yetişemiyor. Dolayısıyla Kürkmantolu Madonna romanı hatıza atında, bütün modern Türk romanları içerisinde emblematik bir yere sahip. Modern Türk romanının en büyük derdi, erkekliğin Cumhuriyete geçişle birlikte eski gücüne sahip olmamasını ele alan, bu sorunsalı değişik unsurlarla dile getiren, yani bunu araba sevdasından alın, Oğuz Atay’a kadar bu geleneği getirebilirsin. Hocam, doğru anladıysam şunu mu diyorsunuz? Bir empotans romanı mı bu? Gayet tabii ki. Erkekliğin, erkeklerin kasrasyon romanıdır. Romanlarıdır hepsi. Korkuyu beklerken, Kürkmantolu Madonna,
Anayurt Oteli, Aylak Adam. Çok ilginç. Yeni Türk sinemasında da bu benim çok düşündüğüm bir şey. Nuri Bilgece’ye ilanında falan da var aslında. Neden böyle? Çünkü biz bu cinsiyet rolleri değişiminin dediğim gibi 600-700 sene boyunca pişe pişe yavaş yavaş hazırlanmadık. Hala yitirilmiş cennete ağıt yakılıyor. Erkekler ve erkeklik kendini bu topraklarda inanılmaz biçimde yabancılaştı. Filmlerde, edebiyatta en büyük sorunlarının başında bu geliyor.
Erkekliğin krizi. Türkiye’de modernizm krizi, bir erkeklik krizidir. Erkeklerin erkelerini yitirme krizidir. Ve buna uyum sağlayamama, buna yabancılaşma krizidir. Çok ilginç. Bunu da Kürkmantolu Madonna’da çok çarpıcı biçimde görüyor. Şöyle ki, Raif Bey, Ankara’da kimsenin takmadı, kimsenin takmadı. Zavallının teki. Parya neredeyse. Karısı takmıyor, kızları takmıyor, herkes tarafından istismar ediliyor, patronu takmıyor. Asıl hikayeyi anlatan kişi bile ilk başta Allah’ım diyor ya, böyle adamlar niye yaşar ya? Hani, oksijen israfı, mekan israfı yani, niye yaşar böyle adamlar, böyle tipler? Bunu bile görüyorsunuz. Ne kadar saldırgan çünkü, Raif Bey korkunç, sümsük, öyle zavallı ki, öyle düşmüş ki, agresyon uyandırıyor. Kendi evi, o karısıyla, o kızlarıyla, bütün iç güveysi gelmiş, onu sömürmek için, o evde her şeyi sömüren damatlarıyla, korkunç bir ana erki. Raif Bey kimse takmıyor. Ama, bu bir sonuç. Zaten Raif Bey’in biyografisine baktığımız zaman, mitik bir biçimde, bu kadar, bu bağlamda, örülüyor. Nasıl? Raif Bey’in babası, bir fabrikatör, İstanbul’da, çok ilginç, annesi ölmüş, annesi yok. Bu neyi gösteriyor? Raif Bey’in babası, daha paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nu temsil ediyor. Ve nerede başlıyor öykü? İstanbul’da başlıyor. İstanbul’un neresi? Çökmüş olan, Osmanlı İmparatorluğu’nun, bir zamanlılığının şaşalı başkenti. Bunu babası, gönderiyor Almanya’ya. Fabrikayı devralacak ya, sabun tozu imalatçısı bunlar, sabun tozu fabrikaları var. Bu da çok ilginç. Sabun tozu, hijyen, temizlik. Yani hiçbir surette, kadına dair, abyet, iğrenilmesi gereken nesne yok. Kloraklanmış, tertemiz, pislik yok. Peki bir yandan da, Cumhuriyet’in alegorisi mi? Batıya gidip,
şimdi Cumhuriyet’e geleceğiz. İlk önce gönderiliyor bu Berlin’e. Berlin’i, Berlin’in çılgın yirmili yılları. Weimar Cumhuriyeti. Berlin bu ara, klasik modernizmde, cinsiyet rollerinin en kaygan olduğu, dünya başkenti. Ne New York, ne Londra, ne Paris. Berlin. Bunu zaten o Weimar Cumhuriyeti’nin, Kabere kültüründen de biliyoruz. Malini Dietrichlerinden biliyoruz. Sara Leanderlerinden biliyoruz. Berlin neyin başkenti? Erkekliğin, yitirildiği,
inanılmaz, liberal bir, cinsellik ve cinsiyet anlayışının başkenti. Zaten Berlin bu, serbestlisinin faturasını çok ağır ödeyecek, Weimar Cumhuriyeti’nden sonra. Öyle bir Adolf adında baba konacak ki, bütün bu boşlukları doldurmak için, faşizm, Alman nazizmi, bütün bu yitirilmiş, erkekliği geri getirme çabasından başka bir şey değil. Bu Berlin’e gidiyor. Berlin’de çok ilginç bir şey, müzede dolanırken, ismini bilmiyorum ama, Madonna of the Harpies adlı, tabloya benzettiği, Kürt mantolu Madonna’yı görüyor. Tabloya benzetiyor bunu, Renesans resmi İtalya’dan. Oradaki şey, ifade çok önemli. Bakınız, babasının oğlu, babasının sanatını devam ettirmek için, made in Germany, o zaman bile, üstün Alman kalitesi misali, sanat öğrensin diye, geri dönüp babasından fabrikasını devralsın diye, gittiği yerde sanat öğrenmek yerine, annesizlikten, neye sarıyor? O, Madonna’ya sarıyor değil mi? Tabloya sarıyor. Burada çok önemli, Kürt inanılmaz ilksel bir şey. Avcılık-toplayıcılık dönemini hatırlatır. Ziegmund Freud’e göre, annenin cinsel organının, Öydüphal erkekteki ilk intivasını hatırlatır. Kürt mantolu Madonna. Ve, neyi hatırlatır? Tabii ki edebiyat tarihi açısından, Leopold von Sacher Mazoch’un, Mazoşizmin isim babasının, Kürt mantolu Venüs romanını, doğrudan zikreder. Şimdi bu neyin nesi? Nereden geldik Mazoşizmin? Şimdi erkeklik tarihi, aydınlanma tarihinin peşinde, doğaya hep şekil verir, kadına şekil verir, kadına sahip olur, kadına caiz eder. Nedir dolayısıyla? Erkekliğin, cinsel yönelimi, sadizmdir. Çünkü doğaya da şekil verir, ölçüp biçer, kadını da evlere kapatır, sadece resmi çocuk doğurtur. Resmi çocuk doğurmayan, seks işçisi muamelesi görür değil mi? Şimdi Leopold von Sacher Mazoch, 19. yüzyılın sonunda, bir roman yazıyor. Kürt mantolu Venüs.
Burada bir adam, bir kadınla, bir anlaşma imzalıyor. Ve diyor ki, sen benim dominam olacaksın, benim efendiçem olacaksın ve beni aşağılayacaksın. Bu 19. yüzyılın sonunda, Mazoşizm terimiyle, sadizmin tam tersi, psikopatiya seksualist fihristine, Richard von Krafft-Ebing’in, Mazoşizm kavramıyla giriyor. Bu inanılmaz derecede. Bizde hep deriz ya, batıllaşma, ahlaksızlık, erkekler erkekliklerini kaybediyor. Bunlar hep havacı var, bunlar safsata.
Çünkü batıda da aynı sorunlar mızarip herkes. Erkekler erkek gibi değil. Artık ne istiyorlar? 2500 sene boyunca, erkek olun, baba olun, babalarınıza itaat edin, duygusundan sığrılıyorlar. Nerede sığrılıyorlar? Çok ilgin. Schopenhauer ve Post-Niche döneminde değil mi? Artık meta-öyküler gitmiş, baba ölmüş, tanrı ölmüş. Dolayısıyla, bu oluşan vakum, annenin bastırılması, korkun şekilde erkeklerin Mazoşizmleriyle geriye dönüyor. Burada neyi görüyoruz? Raif Bey, Kürt mantolu, Madonna demekle, sadece o Renesans İtalya tablosuna bağlamıyor. Niye bağlıyor? Aynı zamanda edebiyat tarihi açısından, kahramanın yitirilişine bağlıyor. Erkeğin artık işe yaramazlığına bağlıyor değil mi? Neden, neden bağlıyor? Bu bir eleştiri mi yani? Bu işle sidekast. Neden Avrupa bağlıyor ki? Sebahattin Ali aynı şeyi hissedip, Roman’ın da edebiyileştiriyor. Şimdi 19. yüzyılın sonunda korkunç bir sonla karşı karşıya, Batı dünyası. Korkunç bir, dinamikle karşı karşıya. Şöyle ki, sırasıyla 1848’den sonra, bütün o restorasyon dönemlerinden sonra, ortam öyle geriliyor ki Avrupa’da, bütün büyük güçler birbirinin gözüne oymak istiyor. 2. Wilhelm Almanya’sı, İmparatorluk, Kaiser, Baba, Avusturya-Majeristan İmparatorluğu, Kaiser, Baba, Çar, Rusya’da Ona Keza, Fransa’da Napoleon, işte 3. Cumhuriyet vesaire, İngiltere’de,
Victoria döneminde, ne oluyor biliyor musunuz? Bütün bu, Çarlıklar, İmparatorluklar, ve Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere, korkunç bir dekadans yaşıyor. Bu dekadans, çöküş, anlam yitimi, modernleşme, birikiyor birikiyor, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra en geç ne oluyor? Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşüyor. 1917’de de Rusya Çarlığı, 1. Dünya Savaşı’ndan çekiliyor, çünkü Sovyetler Birliği’ne dönüşüyor. Almanya, 2. Wilhelm Kaiser Reich’inden, Weimar Cumhuriyeti’ne dönüşüyor. Avusturya, Maceristan İmparatorluğu, tuz, buz oluyor. Ne oluyor? Babalar ölüyor. Ve aynı zamanda endüstrileşmeyeyle beraber, kadınlar kendi hayatlarını idame ettirme kıvamına geliyorlar. Ne oluyor? Bütün bu imparatorluklar, bütün bu ata erkeği imparatorluklar, egaliter, kadınların da seçilme, seçme hakkı olan, demokrasilere, cumhuriyetlere dönüşüyor. Edebiyat, erkeklerin elinde,
erkekler için korkunç bir travma anlamına geliyor. Bunu Batı Edebiyatı’nda da görüyoruz. Kafka’nın Öyküleri, Thomas Mann’ın Budenbrook Ailesi, bir aile romanı, aile sonunda yok oluyor. Aynen bizim Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnun’una benziyor. Ne oluyor? Büyük organizma, aile, sülale, devlet, ne oluyor? Gitgide parçalanıyor. Neden parçalanıyor? Çünkü bu büyük organizmaya meydana getiren monatlar,
bağımsızlıklarını ilan ediyorlar. Bihter ona aşık oluyor. Bihter ile kırıştıramasın diye ne halle evlendiriyorlar. Ne oluyor? Büyük bütün çözülüyor. Dolayısıyla babadan sıyrılıp, anneye geçişte neyi görüyoruz? Hatta zaten de, babanın oğlu olma, babalığın devamını getirecek olan, kahraman neye dönüşüyor? Korkunç bir öydüpal regresyon yaşayıp, 2500 sene boyunca kültürel olarak baskıladığı, öydüpal arzularını ne yapıyorlar?
Tatmin ediyorlar değil mi? Bu kendisini nasıl gösteriyor? Dandizm olarak gösteriyor kendisini. Sırf zevki sefa için yaşamak için gösteriyor kendisini. Hedonizm ile gösteriyor kendisini. Mesela Dorengre kim? Sefa pezevengi ya. Hiçbir surette bir sorumluluk, yararlı bir şeye imza atma, hayatına yön verme, böyle bir şey yok. Neyi görüyoruz? Aslında Dorengre’in sonsuz gençliği, güzelliğine, ana rahminde, ebedi bir biçimde, polymorph, perverse bir biçimde,
ekmek elden su gölden, fantazma goriğine bir dönüş. Bunu biz aynısını Raif Bey ile de görüyoruz. Raif Bey ile Kürt Mantolu Madonna arasındaki ilk karşılaşma, edebiyat tarihinin en absürt karşılaşmalarından bir tanesi. Tanımıyor o kadını. Tanımıyor bir de yani kadın da ona karşı garip garip şeylerde bulundu. Diyor ki, müzede karşılaşıyorlar, evet dedim güzel bir resim, sonra neden bilmem bir yalan söylemek, bir nevi izahat vermek lüzumunu hissederek mırıldandım.
Anneme pek benziyor orada. Tablodaki kadın annesine pek benziyor, yani öylesini söylemişmişmiş. Ha diyor Maria Puderde, demek onun için böyle gelip saatlerce bakıyorsunuz. Evet, anneniz öldü mü? Hayır diyor, sözüne devam etmemi istiyormuş gibi bekledi, ben başım hep önümde ilave ettim. Çok uzakta bulanıyor. Çok uzaklı bu aslında coğrafi bir uzaklık değil. Bu, babası onu gönderdi, anne konularıyla ilgili, öydüpal regresyonlarla ilgili, hiçbir şeye aslında izin yok burada. Ya nerede? Türkiye’de. Türk müsünüz? Evet. Ne oldu biliyor musunuz Maria Puder için? Binbir gece masallarına dönüştü, Raif Bey’in annesi. Ecnebi olduğunuzu anlamıştım diyor. Sizde annenizin resmi yok mudur diyor. Yani romanın başında da Maria Puder ile Raif Bey arasında korkunç bir sıkıcı ve banal ve ah çok fazla tatlı, şurubu gibi barop denilecek bir sıkıntıya sevk edebilecek ve ne bileyim,
garip diye addedilebilecek bir sahneye maruz kalıyoruz. Neyi görüyor orada Raif Bey, Maria Puder de artık imparatorluğa elveda dediğini görüyor, babaya elveda dediğini görüyor ve Raif Bey olarak böyle bir erkek olmak istemeyi bir yana bırakıp, böyle bir erkek olamayacağını anlıyor. Maria Puder ve o tablo arketipik bir biçimde bunu yansıtıyor ona. Ve neye dönüşüyor? Raif Bey, ikinci lille dönüşüyor korkunç şekilde regresif bir biçimde ikinci lille. Kim birinci lilleye yükseliyor? Maria Puder, daha doğrusu birey olarak Maria Puder ama mitolojik, psikonalitik olarak ana tanrıça, elinde İsa bebeği tutan Madonna of the Harpies, ona dönüşüyor. Neye dönüşüyor? Cumhuriyet erkeğine dönüşüyor. Bunu soracaktım ayet. Burada da romanın psikonalitik açıdan korkunç eleştirisi saklı. Cumhuriyet bu bağlamda ne yapıyor?
Erkeklerin elinden erkekliklerini alıyor. Hepsi kadınların eşitlenmesinden, kadınlar birdenbire cumhuriyet sayesinde işlenince ne oluyor? Doğal olarak bununla baş edemedikleri için ikinci lilleye iniyorlar. Raif Bey’in evindeki, Ankara’daki evindeki o ana erkinin ve kimse tarafından takılmaması aleni bu hadım olayının en baş göstergesi. Peki bir önceki bölümde de konuştuğumuz bir şey bazı yorumcular tarafından tepki gördü.
Aynı yere geldiğimiz için burada sormak istiyorum. Cumhuriyet yüzünden diyorsunuz ya geçen bölümde de cumhuriyet olmasaydı Orhan Pamuk yazamazdı dediniz. Bu aslında Cumhuriyet ile değil, dönem ile ilgili değil mi? Yani şunu diyorlar, Osmanlı devam etseydi de o romanlar yazılırdı diyorlar. Siz Cumhuriyet sayesinde kelimesini kullandınız ya. Evet. O konuda emin miyiz? Eminiz tabii ki. Yani bunu yapan Cumhuriyet mi? Bunu yapan tabii ki Cumhuriyet ve bu iyi bir şey. Burada zaten Sebahattin Ali korkunç bir tutucu parorama şey yapıyor.
Bu yeni rolünden hoşlanmıyor Sebahattin Ali. Öyle mi? Anlatabildim mi? Gayet tabii ki. Çünkü Cumhuriyet de artık kadınlar da roman yazabilir. Kadınlar da hayatın bir parçası olabilir. Etkin bir biçimde olabilirler. Dolayısıyla çok çok galetik açıdan bakıldığında Kürtmantolu Madonan, Raif Bey perspektivinden ağır bir Cumhuriyet eleştirisi. Yani Raif Bey aslında nasıl bir ütopyada kalmak istiyor? Babasının oğlu olarak özet bir erkek kalmak istiyor.
Ama dünya değişiyor. Dünya değişiyor. Cumhuriyet demokratikleştiriyor ister istemez. En azından kadın ve erkeği. Tam bu noktada bir şey soracağım. Mesela İran, gerçi İran’da şah vasıtasıyla bir modernleşme yaşıyor ama aynı anda bizle olup yaşamayan, yani Arap ülkelerini düşünelim ya da Uzak Doğu, onlarda da aynı durum söz konusu değil mi? Değil tabii. Afganistan’da mesela erkekler daha mı erkek? Hayır, erkekler daha erkek değil. Cumhuriyetteki erkekler de daha az erkek değil.
Ama Afganistan’daki erkekler korkunç bir istiptada varan bir güce sahipler. Cumhuriyet öyle değil. Hala öyleler. Bir de Cumhuriyet derken, tabii ki hangi anlamda Cumhuriyeti kastediyoruz? Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Cumhuriyeti kastediyoruz. Anayasamızı kastediyoruz. Aslında modernizm. Gayet tabii ki modernizm. Hala yine bunu söyleyeceğim. Osmanlı İmparatorluğu olsaydı, olsa Orhan Pamuk’un romanlarını okumak istemezdim ben ya. Anlatabildim mi? Bunu da söylüyorum buradan. Ve en kısa sürede
kırmızı saçlı kadının filolojik tahliliğini yapacağız buradan İlker Hocam’la. Orada da görsünüz yani Orhan Pamuk’un anamanyan ile Zilvan’a mangananın farkını bilmediğini. Bu kritik bir konuydu. Peki yine buna ilişkim bir şey soracağım. Cumhuriyet’in kurucusunun Atatürk adını alması, yani Father of the Turks demesi. Tabii ki. Çok ilginç. Adam doğal olarak akıllı. Kesinlikle farkında. Doğal bir biçimde akıllı. Kesinlikle farkında.
Çünkü bu Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bu 13 milyon nüfuslu o anadolu parçası. Babamız yok. Ümmet olanca bileceğimiz bir şey yok diye kendilerini parçalayacaklarını bildiği için. Baştan demiş ne mutlu Türk’üm diye ne. Ve lütfen ben de Atatürk. Ben sizin babanızım. Anlatabildim mi? İnanılmaz akıllı bir adam. Şu an inanılmaz bir aydınlanma yaşıyorum. Mesela benim Mustafa Kemal ile ilgili en şüphe duyduğum şey buydu. Yani o isme almasının doğru olmadığını düşünüyordum.
Hayır hayır hayır o bayılmıyor. O mütevazibe adam. O hiç öyle bir işe bak. O Osmanlı İmparatorluğu 7. Vahdettin değil ki Türklerin babası olayı. Mesela ne mutlu Türk’üm diye ne de böyle bir şey yani. Kompleksli olmayan arkadaşlar kimse adımızı bilmiyor ama ve bakın ilk başta ben ilk Türk sizin babanız ben oluyorum. Çünkü biliyor modernleşmene anlamına geldiğini. Entelektüel olmak hakikaten farklı bir şey. Peki Sebahattin Ali niye eleştiriyor Cumhuriyeti? Solcu aslında.
Şimdi bakın Sebahattin Ali Cumhuriyeti böyle eleştirmiyor. Ya kurdular Cumhuriyeti de biz artık eski maç alalımımızı kaybettik. Hepimiz soğan erkeği olduk. Böyle eleştirmiyor. Bir aşk kâsi yazıyor. Sebahattin Ali Cumhuriyeti bu bağlamda eleştirdiğinin farkında bile değil ki. Hı. Farkında bile değil. Psikolojik edebiyat bilimi bunun içeriği. O yüzden ben insanlara kızıyorum. Orhan Pamuk romanları. Acaba Orhan Pamuk ben bir filoloğum yani izin verin. Farkında mı neler şıftırttığının?
Farkında mı acaba neler şıftırttığının? Bir şey söyleyeceğim. Kırmızı saçlı kadında Orhan Pamuk doğudan babanın oğlunu katletmesini şey yapıyor bu romanda. Batıdan da Öydipus’u. Yani oğul babayı katlediyor. Orhan Pamuk Sophocles’in yarısını yok sayıyor. Çünkü ilk başta Öydipus’un babası Öydipus’u öldürmek istiyor. O yüzden Öydipus babasını öldürüyor. Başlangıçta hep babanın oğlu öldürmesi var. Yani bu kadar güzel bunu söylemek zorundayım. Bu kadar eleştiriye.
İşte görüyorsunuz. Designer baby. Öydipus, Öydipus olalı böyle bir rezil romanda bu biçimde ele alınmamıştı. Kırmızı saçlı kadın. Onu o romana konuşacağımız zamanı bırakalım hocam. O romanı konuşacağım. Bir sonraki bölüm onu konuşalım o zaman. Kırmızı saçlı kadın. Herkes okusun ama lütfen Sophocles’i de okusun. Peki şimdi Kürkmarnet olumadonlu’ya dönersek bir anda ben bir aydınlanma yaşadığım için sonunda da spoiler vereceğiz ama sonundaki gelişmeleri nasıl yorumluyoruz
ya da roman ilerledikçe olan gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Devam edelim. Kadınla tanışıyorlar sonra. Kadınla tanışıyorlar. İnanılmaz garip hiçbir surette erotizmin olmadığı, cinselliğin ön planda olmadığı. Sadece birisi hastalanıyor. Diğer diğeri ona bakıyor. Bakınız git gide babasının oğlu olan ve sabun tozu fabrikatörü o olması için gönderilen git gide abriyek dişilik distopyalarına, atay erkeği açısından distopyalarına, demokrasi açısından ütopyalarına dalıyor. Rahif Bey hasta kadına bakıyor anlatabildim mi? Kadın hastalanıyor. Bunların cinsel ilişkilerini olup olmadığını bile tanıklık edemiyoruz. Ama romanın sonunda Ankara’da bir kız çocuğu ortaya çıkıyor. Bakınız bu da çok önemli. Rahif Bey’in zaten resmi Türk karasından Ankara’dan 3 kızı var. Türk mantolu Madonna’dan da bir kızı olmuş. Almanya edebiyatı geleneğinde ve genel olarak batı edebiyatları geleneğinde tam erkeklerin oğulları olur.
Burada da Rahif Bey’in ancak cennetlik olan kız babası olması Rahif Bey’in artık o eski, heroik erkeklik rollerine hiçbir surette uymadığını görüyor. Bir de şunu söylemek lazım. Sebahattin Ali neredeyse Alman filoloğu kadar Alman edebiyatını bilir. Almanca öğretmenidir zaten. Bu edebiyatın hepsini biliyor. Ben eminim Sebahattin Ali, Kafka’nın dönüşümünü, bu tarz şeyleri Leopold von Zahamazov bunları bildiğinden eminim. Bakın Frans Kafka’nın Gregor Samsas’ının odasında eşyaların arasında burası çok önemli. Amblematik bir öneme sahip burası. Bir kadının fotoğrafı var. O kadın da kürklü. Gregor Samsa’nın haline bakın bir böceğe dönüşüyor. Rahif Bey’e bakın Frans Kafka perspektifinden okuduğumuzda Rahif Bey de bu niye yaşıyor diyor ya arkadaşı. Böcek aslında. Bir böcek, yok edilmesi gereken böcek. Nereye de kadar bağlayabiliriz bunu? Bakınız bu kadar edebiyatın bilinç dışı o kadar. Mükemmel ki Yusuf Atılgan’ın Anayurt otelinde o zebercet denilen yaratık var ya. Bakınız böcek yaratık babasının oğlu düşün adını da zebercet koymuşlar. Çok nadide bir değerli taş anlatabildim mi? Onun çöküşü nasıl başlıyor biliyor musun? Ankara’dan gecikmeli gelen trendeki ona çekici gelen cumhuriyet kadını ile başlıyor. Onun da çöküşü.
Dolayısıyla baktığımız zaman Türk edebiyatına özellikle mesela Oğuz Atay tutunamayanlar. Tutunamayanlar kimler? Erkekler, bilim adamları, mühendisler. Aslında Cumhuriyet onlar için mükemmel bir şey ama psikoanalitik açıdan, saygıst açısından psikohistorik açıdan ne yapamıyorlar bir türlü? Kabullenemiyorlar. Cumhuriyete uyum sağlayamıyorlar. Kabullenemiyorlar ya da kabullenmiyorlar değil. Oğuz Atay şunu demiyor. Hadi be Cumhuriyet neti. Demiyor bunu.
Gayet mutlu Mesut ama bunlar böyle dediğim gibi Avrupa’da yok hümanizma, renesans, aydınlanma, şudu budu, Fransız ihtilal. Bizde bunlar çok komprime ve kısa bir zamanda oluyor. Dolayısıyla bu yeni role içilemediği için insanlar ne oluyor? Kendisine yabancılaşıyor. 80’li yılların Türk sinemasının ana konusu. Yani geçenlerde derslerde işliyorum. Müjdar’ın o filmleri hep bu konu olan ilintili.
Dolayısıyla neden şimdi Sebahattin Ali ve Kürkmantolu Madonna? Evet neden? Kürkmantolu Madonna’daki Raif Bey insanlara bu geçişin ilk zamanlarda ne kadar travmatik olduğunu artık travmatik olmadığını bütün dünyanın gidişatının bu yerine doğru olduğunu yeni cinsiyet rolleri new men, new women bağlamında adeta bu geçişi çok harç zamanlarda becermiş bir hiro olarak görülüyor.
Burası çok önemli yani daha iyi anlaşılması için şöyle söyleyeyim. Yani düşünün ki 1920’lerde yazılmış bir yasak aşk eşcinsel erkek romanı hayal ekiyor. O zamanlar yasak 80’li yıllara kadar yasak. Şimdi ne yapabiliyor bu roman çok daha rahat ve saklamaksızın saklanmaksızın çok çok daha rahat bir biçimde alımlanabilir hale geliyor. Popülerliği buradan kaynaklanıyor. Ama tekrar söylüyorum bu popülerliği şöyle bir şey değil.
Ya ben feministim maç olağa karşıyım Raif Bey ne kadar güzel böcek oluyor. Hayır hayır herkes kendinden bir parça keşferiyor Raif Bey’de neden mesela Almanya’da bu böyle bizdeki gibi olmaz. Biz çünkü hala geçiş sürecinin ortalarına dahi ulaşamadık. En korkunç göstergesi bu Raif Bey sorunsalının en korkunç göstergeleri. Ben bunu hep söylerim. İzmir’deki konferanslarımdan dinleyicilerim bilir.
Türkiye’de kadın cinayetlerinin bu denli yüksek oluşu bile bu erillik rollerinin bir türlü harmonik bir biçimde yeni düzele uyum sağlanamamasından kaynaklandığını iddia ediyor. Peki ama ne zaman sağlanacak hocam bu kadar vakit geçmiş 100 yıl geçecek neredeyse 100 yıl geçecek işte olmuyor olmuyor yani kültürel gelişimler böyle değil ki. Tamam okey bugün hepimiz artık metro seksüel erkekleriz. Rus sürün ojisürn böyle olmuyor ilerleme oluyor ilerlemeden kaynaklanan bir backlash oluyor geriye adım oluyor. Bu sefer daha bilenmiş oluyor taraflar birbirine atıyorum kavgalar oluyor dövüşler oluyor yine bir milim ilerleniyor. Aslında dialektikten bahsediyorsun. Tabii ki şimdi bu konular böyle çok tartışıldığı için repertuvara girdiği için konular artık birer nasır gibi acıtıyor anında. Peki bir şey soracağım benim aklım yine orada kaldı. Son 20 yıldır iktidarda olan bir alfa erkek halbuki hayır o da çok akıllı.
Daha önceki dönemde mesela Demirel’in Ecevit’in çocukları yoktu. Bu dediğiniz ikilikten mi kaynaklanıyor acaba? Bakın ben bir şey söyleyeceğim Atatürk’ten sonra ikinci bu bağlamda akıllı kişi Süleyman Demirel’dir ne diyorduk ona da ata değil baba diyorduk değil mi? Babaydı ama bütün hepsini Recep Tayyip Erdoğan geçti. Aleni’yi Ankara’da bakınız Cumhuriyet’in başkentine adeta bir Osmanlı sarayı kurdurup duvarlarına Osmanlı padişahlarının resmini astırmasıyla.
Bu da son derece akıllıca ve ne kadar sevildi. Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısını bizim işte bu cinsiyet roller erkeklik krizi modernlik krizine bağlayabilirsiniz de orada. Tabii ki onlar diyecek ki ay batıdan ahlaksızlığı aldık. Hayır onlar için ahlaksızlık bu. Kadınlar eşitlenince erkekler gücünü kaybedince bütün ahlaksızlığın anası bu. E bunu da ne sağlıyor? Cumhuriyet sağlıyor. Peki bir halk bunu talep ediyorsa maço istiyorsa başında ve kendisi de aslında maço olmak istiyorsa.
Tabii ki gelişmemiştir. Tabii ki gelişmemiştir. Çünkü bu ne demek biliyor musun? Ben geri zekalıyım sen beni yönet demek. Ben birey değilim demek. Sen baba kral ol. Karınca devletinde olduğu gibi biz senin istediklerini yapalım. Yani Kant’ın sape raode kendi zekanı kullanma cesaretine sahip olavakıf olamamışlar. Bakınız Kant öncesi Almanya’dayız hala. Hocam dünyada da böyle mesela Trump da ya gerçi değişik figür ama Trump da seçildi Amerika’da. Ama Trump da Trump’ı kim seçiyor? Amerika’nın AKP seçmenleri seçiyor. Ortabatı. Bible Belt bak. Beware. Bible Belt is electing Donald Trump. Oh baby. Make America Great Again. Hocam efsane bir bölüm oluyor yalnız şu anda. Bu bölümün adını Kürt Mantolu Madonna ve Recep Tayyip Erdoğan koyabilir miyim hocam? Ya sen koy da beni yarın ertesi günü alırlarsa sorumluluk sana ait. Ama öyle. Bizim ülkemizde çünkü şöyle bir şey vardı. Sosyologlar da şunu değerler hep. Kırdan çeyi kente göğüt. Başka ne bir bok bilmezler ki. Psikologlar anket yaparlar. Hımmm bu kadar, hımmm bu kadar. Felsefeciler hegel. Uygulamalı bir biçimde hiçbir tanesi applike edilmezse bütün bu sorunları açıklığa kavuşturmakta bana kalıyor. Toparlayalım 40 dakika oldu. Romanın sonuna gelirsek sonunu nasıl yorum? Ben bu romanı okuduğumda bu arada yine zayıf bulmuştum. Sıkılmıştım.
Bakınız çok kötü bir roman. Evet. Bana kimse. Ama şöyle bir şey. Şimdi roman kötü olabilir. Ben filoloğum. Yani bu şuna benziyor. Ben tıpçıyım. Yani bir hasta geliyor bana. Ay o hastayı sevmiyorum. Onu tedavi etmem. Öyle bir şey yok. Roman hiç böyle kendisini güzel okutmuyor bana göre. Hele içimizdeki şeytan dayanılacak gibi değil. Sebahattin Ali’nin dayanılacak gibi değil ve bitiremedi. Ama bu roman çok önemli. Kültür tarihsel bir belge. O açıdan çok önemli.
Peki mesela geçen bölümdeki Yaşar Kemal ile bunun arasında kalite farkı mı var? Sanatta kaliteden bahsedilmez. Kaliteden bahsedilmez. Buna kötü dediniz ya ona iyi demiştiniz o anlamda. Hayır üslüben. Mesela bunu birçok Türk romanında yaşıyorum. Ben diyaloglar o kadar suni ki sizde annenizin resmi yok mu? Var ama bu başka dedim. Ya demek bu başka. Evet hem nasıl isterdim. Ya anlıyor musun? Literer edebiyat. Çok çok akmıyor. Akmıyor. Börük pörçük.
Konuya şey olamıyorsunuz. Niye? Çünkü o da bunu dört haftada mı üç haftada mı. Askerdeyken yazmış. Bakınız çok ilginç. Askerdeyken yazmış. Askerlik nedir? Bütün er yapmışlara sorun. En büyük annesizliktir. Bunu ben kendimden de biliyorum. Annesizliktir tabii ki. Babaya tam devlet babaya tam teslimat demektir. Bakın kan vermeye çağırdılar bizi Kızılaya. Ben orada bir hemşire gördüm. Askerdeyken hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yani gözlerimden yaş geldi. Kadın gördüm. O kadın benim için acı çekti. O kadın benim için acı çekti.
O kadın benim için acı çekti. O kadın benim için acı çekti. O kadın benim için acı çekti. O kadın benim için acı çekti. O kadın benim için acı çekti. O kadın benim için acı çekti. O kadın benim için acı çekti. O kadın benim için acı çekti. O kadın benim için acı çekti.
İlk Yorumu Siz Yapın