Kurumsal Hayatı Bıraktı Fenomen Oldu | Mustafa Seven’in Hikayesi
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=fEwYbD82DQ4.
Instagram’da popüler olmak isteyen arkadaşların ilk yapması gereken şey özgün bir içerik. Bir derdin olacak, bir deneyimin olacak. İkincisi, o içeriği nasıl sunacaksın? Hem teknik anlamda hem görsel anlamda çok iyi bir biçimin olacak. Üçüncüsü de kullandığın mecranın dilini çok iyi bilecek.
Bu matematiği iyi bileceksin, takip edeceksin, aktif olacaksın. Sokak fotoğrafçısı olarak tanımlamamdan ziyade kendimi zaten ben sokağa ait bir insan olarak hissediyorum. Yani ömrüm sokakta var oldum. Hep bir şekilde sokakta ayakta durmayı öğrendim. Sokağın ritmiyle, duygusuyla, sesiyle, argosuyla, underground hayatıyla hepsiyle sokakta var olmayı öğrendim.
İkincisi yan yana gelince fotoğraf ve sokak, sokak fotoğrafçısı olarak da kendimi var etmeyi daha doğru buldum. Sokağa tanıklık eden insan. Şimdi 1.7 milyon takipçi var. Yani işte 10 yıllık bir serüven bu. 10 yıllığın sonunda geldiğim nokta bu. Instagram’ı ilk kullanmaya başladığımda içerideki profesyonel tek Türk fotoğrafçı bendim. Bütün foto mabiri arkadaşlarım anlatıyordum bunu.
Kimse açıkçası çok sallamadı. Yani biraz küçümsediler o dönem. Şimdi geldiğimiz noktada ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. İçerideki profesyonel tek ben olduğum için ve diğerleri amatör kullanıcılar olduğu için fotoğrafla ilgili sorularda evet hep bana geliyorlardı insanlar. Ben de açıkçası hiç kimseye geri çevirmedim. Herkese kapama çıktı. Yardımcı olmaya çalışırdım falan filan. Şimdi bu durum hiç değişmedi aslında benim açımdan. Hala da aynıyım. Yani DM’den soru sorduklarını cevap veriyorum. Abi hiç beklemiyordum. Ya niye bekliyorsun? Ne var bunda abi?
Atölye çalışmalar yapıyorum. Fotoğrafla nasıl iletişim kurmaları gerektiğini anlatıyorum. Tabii gücüm yettiği kadar bunu. Tabii herkese yetişiyorum desem şey olur. Instagram’ı ilk kullanmaya başladım. İşte bir 5-6 ay günlük hayatta arkadaşımı çekiyorum. Ürettiğim profesyonel işleri post etmeye başladım. İlk orada sıçramam oldu. 30 bin takipçisi olan sokak fotoğrafçıları vardı. Hayranlıkla izliyordum böyle. Ulan nasıl 30 bin takipçisi olmuş vay anasını. Sonra işte o profesyonel işleri post etmeye başladıkça her gün çok hızlı artmaya başladı. Yani biz de çok hızlı büyüdük. Dolayısıyla ilk sıçrama herhalde 2013’lerin sonlarına doğru artış oldu. Daha sonra zaten Instagram satıldı işte Facebook’a. Artık o zaman işler komple değişti.
Instagram nasıl bir şey? İnsan derdini anlatmaya ihtiyacı var abi. Varlığını, bu dünyada var olduğunu bir şekilde söylemek istiyor. Ben de varım demek istiyor. Yazarak kendini ifade edebilen bir adam olmadım hiçbir zaman. Dolayısıyla Twitter gitti. Şimdi benim gibi kendini fotoğrafe ifade eden insanlar için de ben varım demeye ihtiyacı yok.
Instagram bunu sağlayan, insanlara bunu söyletmesini sağlayan önemli araçlardan bir tanesi. İyi ki varlar. Geneliksel medya bitti artık. Yok. Kimse bir gazete açıp okumuyor, kimse bir dergi açıp okumuyor. Yeni nesil zaten külliyen gazete nedir bilmiyor. Bunları var eden en önemli unsur bu tür araçlar. Instagram, YouTube. Markalar şunu istiyor. Orada var olmak istiyorlar. Görünür olmak istiyorlar. Markalar da bir fikri yoktu. Hep beraber yavaş yavaş markalı içeriğin nasıl olması gerektiğini beraber öğrendik. Şu an geldiğimiz noktada evet herkes orada olmak istiyor ama herkes böyle bağırmak istemiyorlar. Gerçek bir deneyimle görmelerini istiyor. İşte bu markayı kullan, bu marka en iyisi demek hiçbir şey ifade etmiyor. O değil. Onun yerine ben makinayı kullanırken, deneyimlerken, hikaye paylaşırken bunu artık görmek istiyor insanlar. Gerçek bir deneyim. Bağaran bir içerik, demeyen bir şey. Kara Hoca’da bir gönderme yapalım. Bu arada benim için önemli olan şey makinalar bir araç. Nasıl ki iyi bir fırına sahip olmakla iyi bir yemek yapamazsın, iyi bir kameraya sahip olmakla da iyi bir fotoğraf çekemezsin. Canon ve Nikon bambaşka şeyler vaat eden pazarlama stratejileri üzerinden tasarlanmış iki tane ayrı marka. Canon kullandım. Şimdi Canon da kullanıyorum. Sony da kullanıyorum. iPhone da kullanıyorum. İlk makineyi 1900’e 93’e 94 yılında. Öyle aldım kurcaladım. Bilmiyorum. Merakım da yok fotoğrafı. Karakolik turist olmak istiyorum aslında ben. Makine elime geçince ertesi gün gittim böyle bir film aldım. Fotoğraf çektim falan filan. Oha dedim ulan ne güzelmiş bu. Acayip bir şey böyle. Amatör bir gazetede de çizerlik yapıyorum. Orada da vinyetler çiziyorum. Fotoğraflar çekiyordum onlara ama tabii hiçbir şey bilmedim. O gazete aynı zamanda o zaman da Günaydın Gazetesi’nde o dönem bir de sayfa hazırlıyorlardı. Sonra bir yandan aaa dediler sen fotoğraf da mı çekiyorsun? Ne dedim? Çekiyorum. E dediler bize fotoğraf da çek. İşte orada böyle abilerle tanıştık. Gazeteci, foto muhabiri abilerle falan filan tanıştık. Sonra o ekipten birileri Sabah Gazetesi’ne transfer oldular. Bize bir foto muhabiri lazım. Çalışır mısın bizimle? Vallahi dedim çalışırım. Sabah dergi grubunda başladım. Sonra hürriyete geçtim. Oradan gazete pazara. Oradan Milliyet 2000. Sonra Milliyet. En son da akşamda fotoğraf editörlüğü yaptım bir 6 yıl kadar.
Ondan sonra da istifa edip, filan çalışmaya devam ettim.
Fotoğraf aslında hiçbir zaman ölecek bir şey değil. İnsan var olduğu sürece hikaye anlatmak bitmeyecek. Dolayısıyla bunun ölmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Dijitalleşmeden sonra artık tırnak içinde bir demokratikleşme yaşandı. Fotoğraf dijitalleşene kadar belli bir zümrenin kontrolü altında olan bir iletişim aracı. Yani sadece çünkü pahalı bir iş yani. Orta sınıfın ve alt gelir grubunun bununla ilgilenebilme şansı yok.
Dijitalleşme bunu ortadan kaldırdı. Dolayısıyla artık hikayenin zenginleşmesine tanık olduk aslında. Yani kendini ifade etmeye dönük bir araç olarak kullanmaya başladıkça fotoğraf yeniden güç kazandı. Dijitalleşme bu açıdan bir devrim yarattı. Bir arkadaşımızla mı gördük?
İşte anlatmaya çalışıyor bize. İşte dijital kamera işte çekiyorsun, anında görüyorsun. Filmi nereye koyuyorsun? Yok. Böyle soru sormaya çalışıyoruz ama bir tür anlayamıyoruz meseleyi. Yani Reuters galiba bir fotoğraf geçmiş bizim muhabirden önce. Dijital kamera kullanıyormuş çekmiş hemen birkaç saat içinde fotoğrafı geçmiş. Öbürleri daha filmi yıkayacak. Artık meseleyi anladık kurcaladık anlamaya çıkmış. Hiç film yok. Photoshop denen bir şey girdi hayatımıza. Laptoplar girdik. Yalçın abi onu kutsal bir hazine gibi saklıyor böyle.
Kimseye vermiyor falan. Tabii bir de makina 2-3 kilo ağırlığında falan. Ve ürettiği görüntüde 1.2 megapiksel yani. Hani dijitalleşiyor artık biz yavaş yavaş buralara kaymalıyız falan. Öyle bir öngörü bile olmadı tabii bu. Öyle enteresan bir süreçti. İşte o dönem akşam gazetesinde çalışıyordum. Gazeteden ayrılmak istiyorum ama ayrılınca ne yapacağım konusunda bir fikrim yok. Nereden para kazanacağız, nasıl olacak bu işler bir fikrim yok yani.
Bir de küçük bir stüdyom var ama tek başına beni mutlu edecek bir iş değil o. Dolayısıyla kendini ifade edecek bir araç bulmam lazım. 15 yıllık 20 yıllık bir foto muhabiriyim. Yapıyorsun bir şeyler ve gazetede bir sürü mecrada kendi işlerini gösterebilmez şeyim vardı. Öyle düşünürken bir gün bir arkadaşımla oturup muhabbet ediyordu. O da eski gazeteci bir arkadaşımız. Ya dedi Instagram diye bir şey var oğlum. Baksana bir bak şuna nedir ne değildir. Aa neymiş falan der ki. İkimizi aynı anda indirdik. Anlamaya çalıştık tabii o nedir ne değildir nasıl kullanıyor. O güne kadar tabii de sosyal medyayla ilişkim de yok. Kendiliğinden mecburiyetten doğmuş bir serüven aslında. Günlük hayattan şeyler paylaşırdım. Sonra foto muhabirli dönemde ürettiğim işleri paylaşmaya başladım. Sonra bütün fotoğrafları sildim o yolda gördüklerimi falan. Profesyonel hani gazete için ürettiğim işleri paylaşmaya başladım. Sonra etkileşim gittikçe artmaya başladı. Daha fazla insanlar ilgi göstermeye başladı. Sonra baktım evet ben bunu o zaman işim haline getireyim. İşlerimi paylaşabilecek bir mecra sıkıntım ortadan kalktı.
Böyle olunca artık gücüm de arttı gazeteye karşı. Gazeteyle yollarımızı ayırdık. İşte o andan itibaren iş mecrası olarak bir portfolyalarını kullanmaya başladım. Daha da disiplinli bir yönetim biçimi geliştirdim. O zaman için şöyleydi. Bir algoritmalar yani bu veriler şu ankinden inanılmaz derecede farklıydı. İnsanlar seni bir şey için takip ediyor. Biraz önce söylediğim gibi hikaye anlatıcısı. Birinci yaptığım şey buydu. İkin günde 4-5 tane post yapmalıydım.
Çünkü dünya 24 saatlik bir zaman dilimiz var. Biz uyuduğumuzda birileri uyanıyor. Bu sefer onlar kullanmaya başlıyor. Demek ki o zaman onlara da erişmek lazım. O zaman gece de başladı. Bu global bir sosyal medya aracı olduğu için onlara da erişmiş oldum. Aslında hikaye orada patladı. Bütün dünyadaki insanlara bir şekilde erişebilme olanağı sağladı bana bu. Benim en çok takipçim aslında Amerika’da. Ortadoğu’da da çok takipçim var. Ve bizim coğur hakkında takılıyor Avrupa bölgesi. İstanbul’u mesela Mart’lardan soyutlayamazsın. Kediden soyutlayamazsın. Sokak köpeklerinden soyutlayamazsın. Vapuru İstanbul’dan çıkarabilir misin? Çıkaramazsın. Dolayısıyla İstanbul’un ikonları var, sembolleri var. İstanbul her zaman için bütün dünyada ilgi odağı olan bir şehir. Hem Avrupa’da hem Doğu’da kültürel olarak da çok zengin bir şehir. Dolayısıyla burada hikaye biter mi?
Mobil’de editleme yapabileceğin en iyi üç program benim için. Birincisi Snapshit. Üçüncü de Lightroom bence fena değil, başarılı. Siyah beyazlar içinde BlackCam diye bir app var. Onu da çok severim. Ara Hoca bu ülkenin yetiştirdiği tartışması. En kıymetli üstad.
Bir sürü laf ediliyor ya arkasından artık. Akıllı adamdı da şunları yaptı da o yüzden çok… Öyle bir şey değil abi. Onları yapan bir sürü insan vardı yani. Bu adam bir efsaneydi. Gerçek bir efsaneydi. İster kabul edin, ister etmeyin. Yaşarken de efsaneydi.
Rahmetli oldu artık o bir efsaneydi.
İlk Yorumu Siz Yapın