Mahya Işıkları 19.Gün | Yeni Dünya
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=H7tSIc0N1S8.
Geleneksel Halk Tiyatrosu denilince, akla hiç şüphesiz ki orta oyunu gelir. Orta oyunu. Adı üstünde oyuncular ortadadır, seyirciler onun çevdeler.
Zamanla 1800’li yılların sonuna doğru, modern tiyatra ortaya çıkınca ülkemizde, orta oyunu tülata dönüşür. Tülat denilen orta oyununun sahneye çıkmış halidir. Aradaki fark, orta oyunun da oyuncular ortada, köy meydanında, ya da bir meydanda, düzlükte. Ama tülatta bu kez sahne vardır. Fakat çok birbirine benzer. Orta oyunun da iki karakter vardır. Kavuklu ve pişekâr. İkisi, sahneye çıkınca tülat olunca, uşak ve efendiye dönüşür. Kavuklu, uşak, pişekâr, efendi. Orta oyunu ve tülatta da yazılı miting yoktur. Öyle bir piyes, bir tiyatrı oyun mitingi, hayır hayır, böyle şeyler yok. Ezbere oynanır, doğaçlama ve âna göre, zamana göre değişir.
Bir de oynayanın yeteneğine göre. Orta oyunu tülata dönüşünce, pek çok değerli sanatçı ortaya çıkar. Ve bizim modern kartımızı besleyen ilk öne çıkanlar, işte bu orta oyunu tülat geleninden yararlanan, o hazineye sahip olan insanlardır. Onlardan biri, Mınakyan Efendi. Mınakyan Efendi, sahnede modern tempo zamanı 100 küsür yıl önce, fakat tülattan yararlanırdı. Örneğin, Mınakyan Efendi, patronla kızmış bir gün. Avans para istemiş, paraya sıkışmış, patron vermemiş. O da demiş ki, bu akşam ben oynamıyorum. Oynamayacağım, sahneye çıkmayacağım.
Patron da hiç oralı olmamış, pek efendim demiş. Mınakyan Efendi’nin rolünü bir başkasına vermiş. Fakat oyun saat yaklaştıkça, Mınakyan Efendi’nin içi rahat değil. Böyle olmamalı. Yani bir sanatçı ne olursa olsun sahneye çıkmalı, diyor ve karar veriyor, sahneye çıkacak. Geliyor kulise, rolü de küçük bir rolü aslında, sahnede bir yüzbaşı oturmakta, tepsinin içinde ona mektup getirecek. Efendim, size mektup var diyecek.
Fakat tepsi yok. Bir başka tepsi alıyor, içine bir mektup koyuyor, kulağı sahnede, sırası geldi, sahneye çıkıyor Mınakyan Efendi. Tam o an, patronun onun yerine rolünü verdiği oyuncu da, sahnenin karşısından sahneye girmiş. İkisi aynı anda görüyorlar ve ortada sandalye de yüzbaşı. Yüzbaşı rolüne oynayan aktör, şaşkın. Benim kaç tane emirlerim var yahu? Bunun üzerine Mınakyan Efendi yaklaşıyor. Bir emir eliniz var efendim, o da benim. Siz geceden kaldınız galiba, çift görüyorsunuz. İşte bu tüluat geleneğidir. Tüluat orta oyunun sahneye çıkmış hâledir dedik ya, dekor yok. Fakat bir tek şey olurdu sahnede tüluat oyunlarında. Boş bir çerçeve, içe boş bir çerçeve. Ve onun adı da Yeni Dünya idi. Yeni Dünya.
İşte bu tüluat geleneğini teatro sanatına taşıyan, bunu başlarıyla günümüzde yapanlardan biri Zihni Göktay ustamızdır. Zihni Göktay, büyük bir oyuncu. Şehit tertolarında, pek çok oyunda tüluat geleneğinden yararlanmıştır o büyük usta. Bir oyunda Zihni Göktay telefon edecek rol icabı. Dekorda sehpa, orada bir telefon gidiyor telefona, çeviriyor, aziyi tam eline alıyor, o an salonda ön kotuklarda oturan bir kadının cep telefonu çalıyor. Zihni Göktay dönüyor salona. Çok özür dilerim hanımefendi, yanlışlıkla sizi aradım. İşte bu tüluat geleneğidir. Yine Zihni Göktay bir oyunda sahnede birdenbire bir kedi çıkıyor sahneye. Bir kediye nereden girmişse girmiş. Seyirciler gülüyor. Sahnede Zihni Göktay ve kedi. E büyük usta,
gidiyor kedinin yanına diyor ki ooo hoş geldiniz ama yanlış geldiniz. Cat müzikali Beyoğlu’nda oynuyor. Bunlar hep işte tüluat geleneğidir. Eski tarihlerde saraylarda sünnet düğünleri olurdu ve yüzlerce çocuk aynı anda sarayda sünnet olurdu. Aramızda kalsın, sarayda sünnet olan, o gelenekten faydalanan çocuklardan biri de Orhan Beli’dir.
Orhan Beli, sarayda sünnet olan bir çocuktur. Yüzlerce arkadaşıyla beraber. Ve yine bir sarayda sünnet düğünündeyiz. Sünnetten sonra ünlü tüluat oyuncusu Kel Hasan çıkıyor. Kel Hasan. Ve bir çocuk ona hayranlıkla bakıyor. O kadar çok seviyor ki onu. Hep onu taklit ediyor. Sonra o çocuk Kel Hasan’ın yanında çıraklık yapıyor. İsmail Dümgüllü. Evet.
Geleksiyel Fiyatromuzun o en son temsilcilerinden biri olan İsmail Dümgüllü, hocamız Kel Hasan’ın çırağıdır. Fakat ne yazık ki tüluat orta oyunu Hacımut Nakarigöz sinemaya yenik düşüyorlar ya, ne yazık ki İsmail Dümgüllü Türk sinemasında filmlerde oynamaya başlıyor. Fakat oyunlarında bile bir tüluat ustası, bir meddahtır.
İncil-i Çavuş da oynuyor, Nasrettin Hoca’yı oynuyor, pek çok filmde oynuyor İsmail Dümgüllü. Ve Geleksiyel Fiyatromuzun bu büyük ustası 5 Kasım 1973 günü vefat ediyor. İstanbul Boğazı’na ilk Asmaköprü yapılmış. O Asmaköprü’den geçen ilk cemeze arabasının İsmail Dümgüllü’yu taşıdığını söylerler.
İlk Asmaköprü 1973, Cumhuriyetimizin 50. yılına yetiştirilmiştir. Ve ondan geçen ilk cemeze arabasının içinde Geleksiyel Fiyatromuzun büyük ustası İsmail Dümgüllü yatmaktadır. Karaca Ahmet’e defnedilmiştir. İsmail Dümgüllü, Karaca Ahmet’te duvar dibine defnedilirken duyarlı öğretmenler, semtin duyarlı okullarından öğrencileriyle gelmişlerdir onun mezarına.
Öğrencileriyle beraber katılmışlardır cemeze törenine. O çocuklardan biri de ben. Öğretmenim tarafından okuldan alınmış ve oraya götürmüştüm. Ve yine o yıl 1973 yılında, Ramazan ayında son resimli mahya örneklerinden biri görülür İstanbul’da. Bir caminin iki minaryalar arasına asılan resim
1973 yılında İstanbul Boğazı’nda yapılan o ilk asma köprünün resmidir. Mahya ışıklarından bu seferlik de bu kadar. Yarın yeniden birlikte olalım.
Sürçülisan ettiysem, hoppola.
İlk Yorumu Siz Yapın