Mahya Işıkları 22.Gün | Boğaz Şarkıcısı
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=E8kgp1ndg6Q.
Ramazan gecelerinin bir güzel yanı da Kanto’lardı. İftardan sonra mutlaka bir orta oyunu Tülhatt seyretmeye gidilir.
Ama sahneye ilk çıkan Kanto’culardı. Önce şarkılar söylenir, sonra oyun başlardı. Ece Ayhan bir şirinde sorar ya, Kanto’cu Perus sahiden yaşadı mı patron? İşte bu dizedeki Perus Hanım İstanbul’un en ünlü Kanto’cusuydu. Kendi şarkılarını, bestellerini çıkar o güzel sesiyle. Herkese söyler, bütün İstanbul’u kendine hayran ederdi Perus Hanım. Çok ünlü bir Kanto’cuydu Perus Hanım. Ve Temaşeyi Osmanlı Topluluğu’nda sahneye çıkıyordu Perus Hanım. Bu topluluk Küçük İsmail ve Kavuklu Hamdi’nin kurmuş olduğu bir topluluktu. İlk sahneye çıkan Perus Hanım, sonra Kavuklu Hamdi Bey, Küçük İsmail. Perus Hanım o kadar çok ünlenir ki. Yani bir yerde herkes Perus Hanım’ı dinlemeye gelirdi. Perus Hanım’ın şöhreti İstanbul’da artınca, biraz haklı olarak bir yerde kapistir olmaya başlamıştı. Bir gün demiştik ki Kavuklu Hamdi Bey’e, ”Ben öyle evimden çıkıp sahneye yürüyerek gelmek istemiyorum, yoruluyorum. Bana bir tahtaravan yaptırın. Tahtaravan yaptırmazsanız gelmem.” Yani yürümeden tahtaravanla taşınacak.
Çaresiz herkes Perus Hanım’ı dinlemeye geliyor. Küçük İsmail ve Kavuklu Hamdi Bey’i bir tahtaravan yaptırır. Perus Hanım her gün evinden, o tahtaravanla el üstünde taşınarak sahneye getirilir. Şarkıların söyledikten sonra yine tahtaravanla evine geri götürülürdü. Bir gün Perus Hanım, Kavuklu Hamdi Bey’in kapısını çalıyor. Kavuklu Hamdi Bey oturmuş, fesi dizinde. Bu ayrıntı önemli. Fesi dizinde.
Kavuklu Hamdi Bey’in fesi başındaysa neşeli demektir. Ama fesi dizindeyse sıkıntılı. Memnun değil. Perus Hanım görüyor vaziyeti. ”Hayrola? Hamdi Bey, işler kötü mü gidiyor yoksa?” ”Perus Hanım, ayağıma ayakkabı alacak param yok.” ”E Hamdi Bey, siz de demek ki çok ayakkabı eskitiyorsunuz.” ”Perus Hanım, biz sizin gibi öyle ayaklarımız havada dolaşmıyoruz, yere basıyoruz.” Kavuklu Hamdi Bey ve Perus Hanım arasında anlatılan işte böyle güzel bir öykü vardır Ramazan gecelerinden bugüne kalan. Sonra zaman içinde Kanto’lar devrini tamamlıyor. Nurhan Damcıoğlu, elbette ki bu Kanto geleneğinin bizim çağımızdaki dönemimizdeki en önemli temsilcisidir ama
Kanto’lar zaman içinde yerini tangolara bırakıyor. Ve tangolar denilince ”Gelin, 1940’li yıllara gidelim, Kaldıköprüsü’nden bir vapura binelim, bir şehir atlar vapuruna ve boğaza doğru yola koyulalım. İstinyaya geliyoruz, İstinyaya Vapur İskelesi’ndeyiz. O yıllarda İstinyaya Vapur İskelesi bir yalıydı. Bir yalı düşünün Boğaz kıyısında, vapur yalıya yanaşıyor. Yalıdan yolcular iniyor İstinyaya’ya dağılıyordu. Bir yalı vardı orada.
Bu yalı Mehmet Celal Bey’in yalısıydı. Mehmet Celal Bey çok ünlü bir hukukçu, hukuk fakültesinde ders veriyor ve İstinyaya’da oturuyor. İşte o vapur İstinyaya’ya yanaşınca yolcular iniyor, yalanın birinci katındaki balkona bakıyorlardı. Öyle hemen evlerine dağılmıyorlardı. Çünkü o balkona Necip Celal Bey çıkıyordu. Tanga’nın bizim kültürümüzdeki kurucusu o güzel şarkılarıyla Necip Celal Bey balkona çıkıyor ve kemanı elinde bütün o yolculara şarkılarını çalıyordu. Necip Celal Bey görme engelli olduğu için vapurun düdüğünü duyduğunda kemanı nakurt etmeye başlıyordu. Görme engelliydi Necip Celal Bey.
Ve Boğaz’ın kıyısında vapurun yanaştığı yalanın balkonunda o güzel tangolarını söylüyordu. Sevdim bir genç kadını, ansam onun adını. Her şey beni ona bağlar, kalbim durmadan ağlar. Sonra kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer, bütün bu şarkılar ilk bestelendiğinde Boğaz’da bir yalanın balkonundan icra edilmiştir.
Ve günümüzde şu salgın günlerinde insanlar birbirine moral vermek için balkonlarda şarkılar söylüyor, enstrümanlar çalıyorlar. Peki, kaçımız bestellerini bir balkondan ilk kez icra eden Necip Celal Bey’i hatırlıyor? Geldik bir Mahya Işıkları’nın daha sonuna. Yarın yeniden birlikte olalım.
Sürçülisanekliğize affola.
İlk Yorumu Siz Yapın