"Enter"a basıp içeriğe geçin

Mete Han – Bozkırın Efendisi

Mete Han – Bozkırın Efendisi

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=TqFHvHcccuc.

M.Ö. 210 yılına ait Çin kayıtları, ardı ardına yaşanan iç karartıcı felaketleri betimleyen satırlarla doludur. Salgın hastalıklar, doğal afetler, yangınlar, iç anarşi ve sivil itaatsizlik ülkenin dört bir yanını sarmış durumdadır.
Bu yıl içerisinde Çin hükümdarı büyük Xi Huang ölmüş, ortaya çıkan otorite boşluğu tam olarak doldurulamamıştı. Ülkenin yeni sağlanmış olan siyasi birliği tehlikeye girmişti. Ancak asıl fırtına kuzeyde bir iki ordu.
Çin kayıtlarında Xi Huanglu olarak adlandırılan Asya Bozkırları’nda yaşayan bir kavim, atları üzerinde sınırı yıldırım gibi açmış ve eskiden beri kuzeyli göçebelerle sorun teşkil eden bereketli otlakları kendi arazisine katmıştı. Ülkenin kuzeyi bir anda her şeyi yutan dev bir alev çemberine dönüşmüştü. Gökyüzünde alev saçan ejderhalar görüldüğüne dair söylentiler her yerde dolaşıyordu.
Dahası bu ejderhalar çok geçmeden güneye doğru yönelmeye başlamıştı. Asya Bozkırları’nın çetin koşullarında yoğrulan amansız savaşçılar, korku ve dehşeti şimdi Çin topraklarının dört bir yanına taşıyordu. Başlarında zeki, cesur ve acımasız bir şan yu olan Teoman vardı.
Çin’in içinde bulunduğu iç karışıklıklar ona tarihin en büyük fırsatlarından birini vermiş ve bugün Hunlar olarak adlandırdığımız Sisyonluğuların hükümdarı bu fırsatı iyi değerlendirmişti. Ancak talih değişkendi ve Teoman’la olan ilişkisi kısa süre içinde tersine döndü. Büyükoğlu Mete tarafından gizlice tertip edilen bir darbe Büyük Hun hükümdarının sonunu getirdi.
Her şey birdenbire değişivermişti. Fırtına durulmuş, Çin kayıtları normale dönmeye başlamıştı. Ancak bu süreç geçiciydi. Fırtına, beraberinde taşıdığı ateş ve kan tufanıyla yakın zaman içinde geri dönecekti.
Ve o gün geldiğinde daha önce yaşanan tüm felaketler Çinlilerin zihninde yer etmiş olan hoş anılara dönüşecekti.
Çin kayıtları Mete’nin M.Ö. 234 yılı civarında doğduğunu kaydetmiştir. Doğum yeri tam olarak bilinmese de M.Ö. 187 tarihinde Çin İmparatoriçesi’ne gönderdiği bir mektupta
ırmaklar ve göller arasında doğduğunu, geniş yaylalarda sığırlar ve atlar arasında büyüdüğünü, kendini sık sık sınır boylarında bulduğunu kaleme almıştır. Günümüz tarihçileri bahsi geçen ırmak ve göller ile kastedilen yerin Gök Türk Devleti’nin de merkezi olan Orhun Nehri civarındaki bölgeye karşılık geldiğini düşünmektedir.
Çin tarihçileri Modu ya da Modun Şanyo olarak kayıt altına aldıkları Mete’nin hayatı söz konusu olduğunda oldukça titiz çalışmışlardı. Ayrıca fazlasıyla meraklıydılar. Bir çoğu Hun ülkesine giderek burada kayda değer bilgiler toplamaya çalıştı. Yine de bu bilgiler zaman zaman Mete’nin gençlik yılları için puslu bir manzaranın oluşmasına sebep oldu.
Zira Mete, halkı tarafından bir kahraman olarak görülüyordu ve hakkında anlatılan hikayelerin büyük bir bölümü efsanelerle süslenmişti. Fakat ne olursa olsun kendi ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Mete’nin hayatının ilk yılları tabiatla iç içe geçmiş durumdaydı. Asya’nın sonsuz bozkırları ruhunda şekillenen özgürlüğe ilham vermişti. Günleri at sırtında ok atmakla ve tahtadan kılıçlarla talim yapmakla geçiyordu. Büyüdüğünde önemli biri olacaktı. Babası Teoman, onun yetenekli bir savaşçı ve mantığıyla hareket eden sezgileri yüksek bir lider olarak yetişmesini istiyordu. Bu nedenle savaş konusunda hünerli Hun beyleri Hun’un eğitimi için görevlendirildi. Böylece Mete henüz küçük yaşta ata binmenin, ok atmanın ve kılıç kullanmanın inceliklerini öğrendi. Ve bu konudaki hünerleri Çin sınırına yapılan akınlarda sık sık testerildi. Fakat çok geçmeden Teoman’ın ona karşı olan tutumu değişmeye başladı. Çin arşivlerinin aktardığı hikayeye göre Hun hükümdarının zihni Mete’nin üvey annesi olan Yensih tarafından zehirleniyordu. Mete, Teoman’ın ilk çocuğu olması ve birinci eşi Ulu Hatun’dan doğması sebebiyle tahtın asıl varisiydi. Bununla birlikte hırsları ve tutkuları tarafından kamçılanan Yensih’in kendi oğlunu tahta geçirme planının önündeki yegane engeldi. Böylece Teoman’ın da onayladığı bir plan tertip edildi. Ve Mete komşu Yuechi kavmine esir olarak gönderildi.
Ancak plan bununla sınırlı değildi. Teoman kısa süre sonra ordusuyla Yuechilere amansız bir saldırı başlattı. Kendi yapamadığı şeyi Yuechilere yaptırmak istiyordu. Teoman’ın ikinci eşi Yensih’in arzusu en başından beri Mete’yi ortadan kaldırmaktı. Fakat Teoman büyük oğlunu öldürmenin Hun beyleri arasında hoş karşılanmayacağını biliyordu. Bu nedenle Mete’yi önce dost bir kavme esir olarak göndermiş, ardından bu kavme saldırarak ellerinde esir bulunan oğlunu öldürmelerini beklemişti. Ancak hesap etmediği bir şey vardı. Mete’nin Hunlar arasında sahip olduğu nüfus Teoman’ın düşündüğünden çok daha fazlaydı. Babasının planı, onu destekleyen Hun beyleri tarafından Mete’ye bildirilmiş ve genç adam Yuechilerin elinden kaçarak geri dönmüştü.
Teoman bu beklenmedik gelişme karşısında her ne kadar şaşkına dönmüş olsa da oğlunun başarısını emrine 10.000 askerden oluşan bir tümen vermek suretiyle ödüllendirmek zorunda kaldı. Zira Mete bu efsanevi kaçış hikayesiyle gerçek bir kahramana dönüşmüştü. Hun beylerinden gördüğü saygı artmış, halk nezdindeki itibarı güçlenmişti.
Bu sırada babasına karşı duyduğu öfke yerini her geçen gün daha da belirgin hale gelen nefrete bırakıyordu. Ve babasının da kendisi için benzer duygular beslediğinden emindi. Bu yüzden geç kalmadan harekete geçme kararı alarak bir plan tertip etti. Etrafındaki adamların kendine sadık olduklarını biliyordu. Ancak sadakatlerini korkuyla güçlendirmenin zararı olmayacağını düşünüyordu. Rivayete göre daha sonraları çavuş oku olarak atlandırılacak olan hedefe giderken ıslık çalan bir ok icat etti. Mete’nin isteği bu oku nereye atarsa askerlerinin de oklarını oraya atmalarıydı. Bu konuda oldukça kata emirler vermiş, emre itaatsizlik edenlerin başlarını alacağını bildirmişti. Böylece Çin kaynaklarının aktardığı kadarıyla Mete, sırasıyla kendi atı, eşi ve babasının atı üzerinde askerlerinin sadakatini sınadıktan sonra babasıyla çıktığı bir av esnasında okunu Teoman’a doğrulttu. Sadakati sınanmış olan askerlerin hiçbirinin tereddüt etmeyeceğinden emindi. En sonunda Mete’nin işi bittiğinde Hun yaylarından boşanmış olan sivri oklar Teoman’ın cansız vücudunda toplanmış bulunuyordu.
Böylece Mete Çin kaynaklarının destansı niteliklerle süslediği bir darbeyle milattan önce 209 yılında Hun devletinin hükümdarı oldu. Birkaç yıl önce Asya boskarında at sürmeyi öğrenen Toy bir delikanlı iken şimdi sonsuzluğa uzanan geniş boskarların yegane efendisi olmuştu. Ancak rakipleri tarafından hala o Toy o genç delikanlı olarak görülüyordu.
Ve ona karşı ilk harekete geçenler Hun devletinin doğusunda yer alan bir Proto Moğol kabilesi olan Tung Hu’lar oldu. Tung Hu’lar Mete’yi tecrübesiz bir genç adam olarak görüyordu. Onlara göre Teoman’ın ölümü Hun topraklarını istilaya açık bir devlet haline getirmişti. Ancak Mete ile bir neden olmaksızın savaşa girmek de istemiyorlardı. Bu sebeple arka arkaya gönderdikleri elçiler aracılığıyla Hun hakanından çeşitli isteklerde bulunmaya karar verdiler. Buradaki asıl amaç ise Hun devletine saldırmak için geçerli bir bahane elde etmekti. Böylece Mete’den sırasıyla babasının atını ve eşini istediler. Talepleri Hun ülkesine ulaştığında adeta kıyamet koptu. Hun beyleri yapılan saygısızlığın hesabının kanla sorulması taraftarıydı. Ancak Mete, soğuk kanlı davranarak Tung Hu’ların taleplerinin, devletin kendinden daha önemli olmadığına kanaat getirdi. Böylece önce babasının atını, ardından ise çok sevdiği eşini Tung Hu elçilerine teslim etti. En nihayetinde Mete’yi baskılamış olmanın verdiği özgüvenle Tung Hu’lar cesaret bulmuş ve sınırda bulunan önemsiz bir toprak parçasının kendilerine bırakılmasını talep etmişlerdi. Hun beyleri her ne kadar bu önemsiz toprak parçasının verilmesini tavsiye ettilerse de, Mete, toprağı devletin temeli olarak görmüş ve Tung Hu’lara bu saygısızlığın bedelini ödetmek için savaş ilan etmişti. Aslında Mete, en başından beri yapılmak isteneni sezmiş ve zaman kazanmak için bir çeşit oyalama taktiği uygulamıştı. Hazır olana dek Tung Hu’lara babasının atını ve eşini vermişti. Hazır olduğunda ise Tung Hu ülkesine öyle bir saldırı başlatmıştı ki ellerindeki her şeyi almıştı. Mete, otağında mantığa dayalı kararlar alan akılcı bir lider, savaş alanındaysa düşman kanı akıtmaktan kaçınmayan acımasız bir komutandı. Onun emrindeki Hunlar, Tung Hu’ları ağır bir yenilgiye uğrattı. Moğol hazinesi Hunlar tarafından ele geçirildi ve yağma edildi.
Hayatta kalanlar Siyanpi ve Vubuan dağlarına kaçarak yüzyıllar boyunca buradaki karanlık ormanların derinliklerinde yaşamak zorunda kaldı. Böylece Mete, hükümdarlığının erken yıllarında önündeki Moğol tehlikesini ortadan kaldırmış oldu. Ancak bu yalnızca bir başlangıçtı. Hun adlılarının yarattığı fırtına bir süre sonra batı komşuları Yuechilere yöneldi.
Mete burada esir kaldığı dönemde Yuechi ülkesinin değerini anlamıştı. Verimli arazilere sahip olmasının yanı sıra ipek yolunun da bir bölümünü kontrol etmesi Yuechi topraklarını ekonomik olarak önemli bir hale getiriyordu. Ayrıca burada yaşayan Hun kabileleri Mete’nin ordusu için insan gücü sağlayabilirdi. Bu yüzden Mete bu ülke üzerine yaptığı akınlarda farklı bir yol izledi.
Düzenlediği saldırılar imha niteliği taşımıyor, genellikle yıldırmaya yönelik oluyordu. Bu şekilde Yuechiler kısa sürede baskı altına alındı ve bir çoğu batıya doğru göç etmek zorunda kaldı. Mete nihayet komşu ülkeleri itaat altına almış, onlardan gelebilecek tehlikeleri bertaraf etmişti. Şimdi nihayi hedefe olan Çin’e yönelebilirdi. Milattan önce 209 yılında Teoman ve Mete arasındaki taht mücadelesini fırsat bilen Çin, Ordos bölgesindeki verimli arazileri işgal etmişti. Böylece büyük Hun hükümdarı güneye yönelmek ve Çin ülkesini yerle bir etmek için geçerli bir bahane elde etmiş bulunuyordu. Çok geçmeden binlerce Hun adlısı Yin Şamlar üzerinden kuzey Çin’e girdi. Yıkım ve Alev’in ilk kurbanı Peyang Krallığı oldu. Burada hayat bulan ateş çok geçmeden Yin ve Tai ülkelerine sıçradı. Buradaki kale ve sınır tahkimatları rüzgardan daha hızlı hareket eden Hun adlıları tarafından teker teker düşürüldü. Çin’in bu saldırılara gösterdiği mukavemet oldukça zayıftı. Han hanedanına bağlılık yemin etmeyen bazı Çin beyleri de Mete’nin saflarına katılmıştı. Hun hakanı Çin içlerine doğru ilerlerken daha önce hesaba katmadığı bu sürpriz müttefiklerin desteğiyle daha da güçlenmişti. Böylece kısa süre içerisinde kuzey Çin tamamıyla Hun kontrolüne geçti. Mete’nin bu hızlı ilerleyişi Han sülalesinin kurucusu olan İmparator Cao’yu harekete geçirdi. Bu aşağılanma karşısında hırs ve nefretle dolmuştu. Kısa süre içerisinde Çin’in tüm savaş gücünü kendi sancağı altında topladı. Kuzeye, Hunlar üzerine yöneldiğinde emrindeki ordunun mevcudu 320.000’i bulmuş durumdaydı. Ancak çarpışmayı göze almadan önce bilgi edilmek istiyordu. Bu nedenle hızlı atlar üzerinde 10 elçisini Mete’nin karargahına gönderdi. Bundaki amacı Hun birliklerinin durumunu öğrenmek ve savaş stratejisini buna bağlı olarak belirlemekti.
Ancak Mete, sezgileri yüksek akıllı bir liderdi. Cao’nun heyetinin casuslardan oluştuğunu biliyordu. Bu nedenle asıl birliklerini civar ormanlarda gizleyerek karargahta daha çok yaşlı ve çocukların bulunmasını emretmişti. Öyle ki Mete karargahta kalacak olan atları bile çelimsiz olanlar arasından seçmişti. Çin kaynakları elçilerin getirdiği haberin Cao’nun başını döndürdüğünü yazar. Böylece imparator ilerleyişine hız vererek seçkin askerleriyle birlikte ordunun ana gövdesinden ayrıldı. Artık Mete için harekete geçme zamanı gelmişti. İmparator birlikleriyle Petenk kalesi civarına ulaştığında büyük Hun hükümdarı tüm güçleriyle birlikte imparatorun ordusunu kuşatma altına aldı. Cao karşılaştığı manzara karşısında dehşete düşmüştü.
Çelimsiz askerlerden oluşan güçsüz bir Hun ordusuyla karşılaşacağını düşünüyordu. Ancak yanıldığını anlaması uzun sürmemişti. Metenin birlikleri her zamankinden daha güçlü, her zamankinden daha düzenli ve her zamankinden daha dinçti. Bitmek tükenmek bilmeyen kuşatma yedi gün boyunca devam etti. Mete ve askerleri Çin ordusunun üzerine bir kara basan gibi çöktü.
İmparatorun birlikleri yiyecek bir parça ekmek dahi bulamaz hale geldi. Çin kaynakları tek bir ok atacak güçlerinin kalmadığını yazar. Dahası tüm Çin’i korkudan titreten Mete, uyguladığı taktikle imparatoru avucunun içine almıştı. Petenk de hem Cao’nun hem de Çin ordusunun işini bitirebilir, ardından tüm ülkeyi işgal etmek için harekete geçebilirdi.
İşte tam da bu ümitsizlik anında imparator, gönderdiği bir ulakla Mete’nin eşine ulaşmayı başarmış ve Hun ordusunun geri çekilmesi için ara buluculuk etmesi amacıyla ona yalvarmıştı. Mete’nin eşi, büyük Hun hakanı dahi olsa, Çin ülkesini yönetemeyeceğine onu ikna etmiş, akıllı ve gerçekçi bir hükümdar olan Mete,
en nihayetinde ordusunda küçük bir koridor açarak imparatorun kaçıp gitmesine göz yummuştu. Cao’nun bu büyük yenilginin utancını üzerinden atması yaklaşık 3 yıl sürdü. Mete’ye karşı nasıl bir siyaset izleyeceğine ancak milattan önce 197 tarihinde karar verebildi. En sonunda Çinli devlet adamlarıyla yaptığı görüşme sonucunda
Mete’ye kızlarından birini vermekle birlikte Hun devletine yıllık vergi ödemeyi içeren bir anlaşma yapmayı kabul etmek zorunda kaldı. Bu anlaşma ilerleyen yıllarda Mete’ye gönderilen başka prensesler aracılığıyla sık sık tazelendi. Bunun yanı sıra Hun hükümdarı, milattan önce 187 yılında tahta çıkan imparatori Çellu’ya bir mektup göndermiş ve kendisiyle evlenmeyi arzuladığını dile getirmişti.
Ancak bu kaba teklif, öfkeden deliye dönen imparatori Çe tarafından geri çevrilmiş, Çin’in önde gelen devlet adamları, Cao’rıyı Mete’ye güzel ve genç bir prenses göndererek anlaşma tazelemekte bulmuşlardı. Çin tarihçileri, milattan önce 197 ve 176 yılları arasında Mete’nin faaliyetleri hakkında oldukça sessizdir.
Bu yıllarda büyük Hun hakanı, kuzeye yönelerek Altay dağlarından Aral Gölü’ne dek uzanan geniş arazi üzerinde yaşayan halklara birer birer boyun eğdirmiş, her birini kendi sancağı altında toplamıştı. Buradaki işi sona erdiğinde ardında yerle bir edilmiş 26 devlet bırakmış, kendi deyimiyle ok ve yay gerebilen tüm kavimleri Hun yapmış, Hun siyasi birliğini sağlamıştı. Milattan önce 174 yılında öldüğünde, Türk milletine geleceği parlak, devasa bir devlet bırakmıştı. Ancak Mete’nin mirası bunun çok daha ötesindedir. Askeri alanda yaptığı yenilikler kendinden sonra gelen birçok devlet tarafından benimsenmiştir. Hakkında anlatılan hikayeler destanlara konu olmuş, Mete, Türk halkının kalbinde ve zihninde her daim hatırlanan bir kahramana dönüşmüştür.
Onun bıraktığı kültürel miras binlerce yıl boyunca canlılığını korumuştur
ve binlerce yıl sonra dahi Mete, Türk milletine nelerek hadir olduğunu hatırlatmaya devam edecektir.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir