"Enter"a basıp içeriğe geçin

Mevzular 40 – Adalar, Abdülhamid, Osmanlı Donanması, Mavi Vatan, Kıbrıs, İdlip ve Fazlası

Mevzular 40 – Adalar, Abdülhamid, Osmanlı Donanması, Mavi Vatan, Kıbrıs, İdlip ve Fazlası

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=p-V3e_8p_9o.

Sevgili Mevzular izleyicisini tabi ki burada ayırıyorum ama acayip bir şey var. Biz kaçıncı bölüm mevzuları çekiyoruz. Bu mevzularda anlattığımız birçok şey zaten oldu. Öncesinde anlattık. Sizin anlattığınız şeyler senesinde çıktı. Bizim seninle oturup konuştuğumuz şeyler insanlara bak görüyor musunuz? Bunu siz söylemiştiniz dediler. Bir şekilde olmasına hani keşke olmasa diyoruz biz bakın ileride böyle olur diyoruz oluyor. Biz buna tabi ki mutlu olmuyoruz da keşke olmasa tabi. Ama burada bilgiye dayalı ve tecrübeye dayalı konuşmalar yaptığımız için hepsi de tek tek tak tak çıkıyor.
Bazı arkadaşlar da bize şöyle yazıyorlar sağ olun görüşümüzü açtınız. Ama bu gerçek mevzular izleyicisi olmayan tayfa hani çok övüyorlar bizi diyorlar ki of be ne adamsınız helal olsun size bilmem ne. Sonra adamın biri çıkıyor bir meczup çıkıyor mesela mafya dinlemlesi. Diyor ki aslında diyor Hasan Atilo uğur diyor şunu yapmıştır diyor. Dikkat çekme şimdi. Sizinle ilgili biliyorsunuz öncesinde zaten söylenenleri çok fazla. İngiltere’den bir tane denizci albay kaçmış İngiltere’ye. Fetöc. Onun başlığı ben denizci albayım diyor. Altına da şöyle yorumlar geliyor siz çok onurlu bir Türk subayısınız falan filan biliyorsunuz konuları.
Bu adamlar İngiltere’den Londra’dan şuradan buradan yine sizlere aslında balyoz diye bir şey vardı. Aslında ergenekon diye bir şey vardı. Uyanın biz ata türkçüyüz gerçek ata türkçü biziz falan yazmaya başladılar. Biliyorsunuz bu adamlar. Şimdi benim burada kızgın olduğum taraf bu adamlar değil. Çünkü bunlar gerçekten söylediğim gibi adam değil zaten. Yani onlar her devrin adamı onlar her türlü şekle girebilirler ruhlarıyla kalıp değiştirebilirler. Onlara hiç sözüm yok ama lütfen rica ediyorum. Dediğim gibi bizim has mevzular izleyicisini tenezzü ederek söylüyorum.
Mevzuları izleyip de burada iki tarih meselesi anlatılınca vay be ne adamsınız aslansınız kaplansınız deyip sonra bu FETÖ’cü herifler iki ata türk fotoğrafı paylaşınca abi ya sizin hakkınızda generallerimiz hakkında amirallerimiz hakkında bak böyle diyorlar hayırdır ne diyorsun diyorlar bana mesela. Biz zaten konuşacağımızı konuştuk dediğimizi dedik. Şimdi sen zamanında bu FETÖ’ye inenen aptaldır bu tarikata inanan aptaldır diyen sen şu anda bir ata türk fotoğrafına inanıp ata türk fotoğrafına aldanıyorsun.
O zaman sen de aptalsın benim sana buradan verebilecek senin gibi düşen insanlara verebilecek cevabımda yok. Çünkü bu format başından sona kadar zaten cevaplardan oluşuyor. Biz burada tarih anlatıyoruz tecrübeleri anlatıyoruz ama şunu demiyoruz ki ben amiralimi dinledim tamam ben donanımlıyım bitti konu konu bitmiyor. Okuyun siz devam ettirin o bilgiyi bunlar yalnızca ne kadar uzun anlatılsa da başlıktır. Sizin bunları bilgi olarak görüp tamam ben bir mevzular izledim daha da kitap okumam her şeyi öğrendim demeniz en büyük ihaneti olacaktır hem bizlere hem de bu videolara.
Bunu söylemeden başlatamayacaktım programı gaza geldim neden maskeliyim diye soracaksınız yazacaksınız. Öyle bir tayfamız var bildiğiniz gibi çünkü burada şu anda ekip de herkes maske takıyor. Konuklarımızın sağlığı çok önemli çünkü bizim için hepimiz için. O yüzden ben de bu şekilde karşınızdayım. Ben söylediğine bir şey ekleyebilir miyim? Türk gençliğine benim en büyük tavsiyem gerçeği arayın. Mesela bugün Amerika’nın en güçlü iki üniversitesi nedir? Harvard ve Ordey Yale değil mi? İkisinin de motto su nedir biliyor musun? Deritas gerçek gerçeği aramamız lazım. Amerika gibi emperyal büyük bir devletin en prestijli iki üniversitesi kendine motto olarak bunu seçiyor. Dediğin gibi YouTube programıyla gerçeği bulamazsınız. Gerçeği bulmak için tek çare var okuyacaksınız. Ve de her duyduğunuza asla inanmayacaksınız. Çünkü bilgiye dayalı olmayan size empoze edilen bilgiler şu an emperyalizmin Türkiye’de oynadı. Bakın Türkiye’de Soros’tan para aldı ispat edilmiş. Adam faturasını koymuş yani diyor ki Soros olarak şu şu şu şu şu Türkiye’deki yerlere ben destek veriyorum diyor. E bakıyorsunuz bu istasyonlar çalışıyor ve utanmadan çıkıyorlar Türkiye’nin aleyhinde bana göre. Bütün kriptoları da doldurarak programlar yapıyorlar ama ismini veriyor. Soros’tan para aldı ispat edilmiş. O yüzden tuzaklara düşmeyin. Tuzaklara düşmeyin gerçeği arayın. Sadece mevzuları değiştirirler o tuzaklar. Yani o isim değişebilir. Tamam FETÖ ile mücadele edildi. FETÖ artık FETÖ oldu örgüt oldu. Kurtulduk öyle bir şey yok arkadaşlar. Çünkü emperyalizm vazgeçmez. Aynen. Bir şekilde isim değiştirecekler. Mevzularda yine iki muazzam konuğum var. Öyle ki biz bu iki muazzam konukla bundan 1.5 yıl evvel sanıyorum mavi vatanı işlemiştik. İnsanlar demişlerdi ki mavi vatan ne? Hatta çok fazla destek olan insanların yanında bir de o malum insanlar çıkıp dediler ki bak yeni bir saha açıyorlar. Yeni bir muhalefet alanı açıyorlar. Mavi vatan diye bir saçmalık var mıdır? Yok mudur? Değil midir? Falan yazdılar. İnanın bana kindar bir değilimdir ama çok iyi takip ederim gözlemlerim. O cümleleri kuranların tamamı şu anda Twitter’da veya sosyal mecralarda mavi vatan diyorlar. Başka da bir şey demiyorlar. Sevgili Cemgür Deniz amir elimiz size mavi vatanı burada anlatmıştı. Sevgili babam da şu anda bizlerle hoş geldiniz. Hoş bulduk oğlum. Bugün yine siz konuşacaksınız. Ben susacağım.
İzleyicimiz çok alışkın değil ama öyle de isterler takdir ederler. Hiç konuyu da uzatmayacağım. Umarım insanlar bu programdan 1.5-2 sene sonra aaa bakın böyle şeyler varmış demezler de bazı şeyleri daha erken öğrenirler daha çabuk karşılık bulur. Çünkü çok izlenmesi bir şeye yaramıyor. Biz de bunu görmüş olduk YouTube’da milyonlarca insan izliyor. Ama fikir edinemedikten sonra izlemek için izlediğinizde çok da bir faydası olmuyor galiba. Değil mi babacığım nasıl ciddi girdim görüyor musun? Evet. Baba öğrenmiş miyim doğru söyle. Bilmiyorum. Kalem de aldım elime hiç kullanmamama rağmen. Çok güzel. Evet.
Ben de iyi kötü deme şansımız da yok şu anda babaladayız çünkü. Tabii ben ne sorarsam sorayım siz zaten kendiliğinden her şeyi anlatacaksınız diye umuyorum. Çok kısaca çok kolayca hemen Cem Amir’imle başlayayım ben sevgili babacığım müsaade edersen. Akdeniz ve Ege’de son durum diyeceğim siz zaten aslında her şeyi anlatacaksınız. Evet esasında Akdeniz ve Ege’de son durum Türkiye’nin belki de gelecek 100 yılını şekillendirecek yaşadığımız son 3 ayın sonrasında ortaya çıkmış bir genel hazırlığı ortaya çıkarıyor. Son 3 ay takdi edersin ki bayağı yoğun geçti.
Özellikle oruç reisin sismik araştırmaları o meşhur nafteksin dondurulması tekrardan Onostos’ta yani Sevr’in tam 100. yıl dönümünde tekrardan aktive edilmesi. O dönemde madem Merkel’in araya girerek Türkiye’yi geri adım atmaya daha doğrusu nafteksin dondurmaya rıza göstermeye ikna etmesi ve bu fırsatı Türkiye bugün istikşafi görüşmeden İstanbul’da yapılacağı bu günlerde açıklandı. Halbuki o dönemde istikşafi görüşmeler yapılacaktı. Hatta ortak basın bildirisi bile hazırdı.
Ama ne gördük biz Yunan tarafı o arada arka planda Mısır’a gitti. Mısır’da meşhur 6 Ağustos Antlaşması’nı imzaladı yani baktığımız zaman baya fırtınalı bir dönem yaşadık. Burada hem Almanya küçük düşürüldü hem Türkiye küçük düşürüldü. Burada da baktığımız zaman Pompeyo’nun Yunan Dışişleri Bakanı’nı söylemesine göre son dakikada Pompeyo’nun Amerikan Dışişleri Bakanı, Mısır Dışişleri Bakanı’nı arayarak bu anlaşmanın hızlandırılmasını istemesi ve Mısır tarafında derhal kabul etmesi.
Esasına büyük bir stratejik baskın oldu Türkiye’ye karşı çünkü Türkiye 27 Kasım 2019 Libya Türkiye Deniz Sınırlandırma Antlaşması ile esas baskını Türkiye yapmıştı. Fakat gördük ki Yunanistan Türkiye’den zaman kazanarak böyle bir emrivaki yaptı. Niye emrivaki? Esasında onların da haberi yoktu onlar 4-5 konuyu konuşmaya gittik diye oraya gitmişler. Fakat son dakikada Amerikanın müdahalesiyle bunu atlattı. Şimdi baktığımız zaman Akdeniz’de sürekli dinamik oynanan bir satranç görüyoruz.
Temmuz ayının başından itibaren sürekli herkes bir hamle yapıyor bakıyorsun tatbikat Navtex’i bakıyorsun sismik Navtex’i bakıyorsun anlaşma yapıyor adam. Bakıyorsun AB Komisyonu, AB Parlimentası Türkiye’lerinde ABD’den 2 senatör çıkıyor Türkiye’lerinde atıyor tutuyor bağırıyor çağırıyor. Türkiye hamlelerini yapıyor hava tatbikatı yapıyor Navtex’i aslına adam karşı Navtex ilan ediyor ve tabi Türk kamuoyu haklı olarak çok büyük bir dinamik ve asınçlı bir alandan geçti. Şimdi sorduğun sorunun cevabını verir şu an durum sakin niye sakin?
Çünkü burada inisiyatif Türkiye’deydi alan hakimiyeti Türkiye’deydi arkasında koskoca 1700 km kıyısı olan Anadolu vardı büyük bir donanması vardı tecrübeli bir donanması vardı. Kıbrıs adasındaki Türk varlığı vardı hepsinden önemlisi dünyanın sayılı sismik ve denme filosuna sahip bir Türkiye vardı. Bunlar çok önemli devlet gemileri çünkü bu gemiler olmasa Türkiye bunu özel sektörden dış ülkelerden kiralasa zaten hiçbiri gelmez. O bakımdan hep ben onu söylüyorum efendim Türkiye geri adım mı attı bu en son oruç reisin Eylül’ün sanırım 11’inde artık bu grace periyoda başlıyor Eylül. Lütuf periyodu dedi geri çekildi gemi. Doğruydu netçede neredeyse 30-35 gündür sahadaydı sismik verileri toplamıştı ve Türkiye tabi ki gambot diplomasiyi sismik ve denme diplomasini çok uygulayan bir ülke oldu. Burada artık Türkiye’nin de biraz yeni bir sürece yine rehberlik etmesi gerekiyordu. Türkiye onu yaptı şu an esasında diplomasiye bir şans tanıdı.
Şimdi göreceğiz yalnız burada benim eleştirim şu oldu. İnsiyatif hala bizde yani yarın bu ilişkiler bu istikşafi görüşmelerde Türkiye istediğini elde edemezse yarın öbür gün Türkiye der ki kardeşim bu kadar provokasyona bu kadar sizin bizi kötülemenize rağmen biz iyi niyet gösterdik ama baktık sonuca gidemiyoruz. Oruç reisi 28. boylamın batısına gönderiyorum diyebilir. Bu şansa her zaman var Türkiye’nin. Niye 28. boylam diyorum biliyorsun Rodos’tan geçen boylama. Türkiye bugüne kadar Rodos’un batısına geçmedi. Bu dışlarının esasında bu konuda temkinli davrandığını gösteriyor. Bana göre yanlış. Fikrimi söyledim. Ben olsam başından itibaren 27 Kasım anlaşmasından sonra bile şimdiliklere dekleri ettiğimiz kıta sahında meşhur sağ var. O sağa giritin doğusundan geçiyor. Ben olsaydım NAVTEX’i bu 6 Ağustos anlaşmasından sonra değiştirirdim ve ona mütekabüliyette bulunmak için. Çünkü Türkiye’ye bir emrivaki yapıldı. Türkiye bunu karşılığını vermek durumundaydı.
Sadece o NAVTEX’e dönmek değil. Kardeşim ben de bu NAVTEX’in batı sınırını giritin yanından geçiriyorum. Yani sahamın en batısından geçiriyorum demesi gerekirdi. Şu an Türkiye eğer bu gidişattan memnun olmazsa bu seçeneği cebinde tutmalı. Kesinlikle tutmalı. Diğer taraftan Yunanlılar Doğu Akdeniz’de taraf değil. Bunu ben demiyorum. Dışları 6 Ağustos açıklamasından sonra bu Mısır Yunanistan anlaşmasından sonra kalktı dışlarına dedi. Yunanistan Akdeniz’de taraf değildir dedi. Bu önemli bir açıklamaydı.
Şimdi merak ediyorum. Yunanistan tekrar görüşme masasına geliyor. İstikşafiler normalde Ege Denizi içindir istikşafiler. Doğu Akdeniz gündeme getirilecek mi? Doğu Akdeniz’de bu Rodos-Girit hattındaki adalar hattı ki bunun uzunluğu 177 km’dedir. Kıyı uzunluğu. Bu adamlar deniz alanlarını da birleştirerek kendilerini ana kıtanın devamı gibi kabul edip orta yat çizmeye çalışıyorlar Türkiye’den de ona göre. Meis gibi küçücük bir ada için 40.000 km karar alıyorlar. Ben şu ana kadar 25’e yakın yabancı gazeteciyle söyleşi yaptım. Geldiler, konuştuk, röportaj yaptık. Hepsine gösteriyorum. Hepsi gülüyor. Ama kendi devletleri açık bir şekilde bunun yanlış olduğunu deklare etmiyor. Çünkü bize empoze edilen bir haritanın parçası bu. Burada dediğim gibi Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de taraf olmamasını sağlamak lazım. Bunu empoze etmek lazım. Ama çok ısrarca olurlarsa o tabii dışlarının bileceği bir şey. Ona ne denir bilemem. Ama şu an geçenlerde Türkiye’nin en üst düzeyde söyledi Cumhurbaşkanı bir konferansı, Doğu Akdeniz konferansı.
Doğu Akdeniz konferansında Yunanistan’ın yeri olmaması lazım. Eğer Yunanistan’ın Doğu Akdeniz konferansını aldığımız takdirde o zaman siz Doğu Akdeniz’de onun adalarının kıta sahanlığı ürettiğini kabul etmiş olursunuz. Ve yepyeni bir süreç var. Dertçimini açıyorsunuz yani. Evet. Ve Libya Antlaşması da ne olur? Risk altına girmiş olur. Bilemem. Tabii Türkiye’nin oyun planı nedir? Ama diplomatlarımıza buradan tavsiyemizi yapalım. Tartıştıkları konu bugünün konusu değil. Yüz yıl sonrasının konusu.
Bugün ne taviz verilirse geri almak çok zor. Bunu barış içerisinde ikna yöntemiyle halletmeleri lazım. Türkiye’nin bugüne kadar uyguladığı gambot diplomatisi esasla Dışişleri Bakanlığına çok büyük bir güç vermiş olmalı gerekir. Amir Ali Nersin zamanında şöyle derdi. İngiltere’nin en güçlü iki büyük elçisi, biri Akdeniz filosu, öbür Atlantik filosu derdi. Türkiye’nin de en büyük büyük elçileri esasla donanmasıdır. Zaten Cumhuriyet donanmasının neler yaptığını son 70 yılda gördük.
O bakımdan bir dışları Yunanistan’ı Akdeniz’de muhatap kabul edip etmeme konusu. İki, 26. boylama bir devlet uygulamasının mutlaka yapılması gerektiği. Bunlar iki önemli husus. Senin sorunun üzerine bu iki tavsiyeyi de yapalım. Zor bir süreç, bir maraton bu. Bu önümüzde iki ay biter, iki ay sonra biter. Bu bitmez. İstikşafi görüşmelerin 61. olucak. Öyle biliyorum. 2002’de başlamıştı. 2016’da bitmişti FETÖ darbe girişiminden sonra. Açıkça söyleyeyim. Hızlı bir sonuç beklemiyorum.
Ama en azından taraflar kendi pozisyonlarına açıklayacak. Bu arada şunu da unutmamak lazım ki yaşadığımız süreç sadece Türkiye, Yunanistan, Türkiye, Güney Kıbrıs, Rum yönetimi arasındaki bir deniz etki alanları paylaşım süreci değil. Şu an hegemonya elde etkilerken Çin ve ABD arasındaki bütün güç odakları Doğu Akdeniz gibi dünyanın en kritik deniz ticaretinin %20’sinin geçtiği Süveyş Türk Boğazları, Kuzey Afrika attı, Levant attı, Tun Havzası, Nil Havzası, Diclefrat Havzası.
Baktığın zaman İsrail’in güvenliği, kenar kuşağın geleceği, enerji coöpolitiği, Rus kazına bağımlılık aklına ne geliyorsa o kadar karmaşık bölge ki herkes şimdi burada pozisyon alıyor. Fransızlı’dan İtalya’sına, Rusya’dan ABD’ye, İngiltere’den İspanya’ya kadar herkes ve burada Türkiye sağlam durmalı. Bütün bu coöpolitik fayatlarını çok iyi görerek sağlam durmalı. Çünkü dediğim gibi bugün şekillenen ortam post hegemonyik yani hegemonya sonrasının şu an etki alanları, coğrafyası şu an şekilleniyor siyasi coğrafyası.
Şimdi insanlar tabii sular durulunca bir taraftan savaş çırtganlığı yapanların sesi kesiliyor. Bir taraftan da insanlar sadece şunu söyleyebiliyorlar. Haklılar da bence çünkü buna benzer olaylar da yaşadık. Sular duruldu ya işte zamanında bak rahibi bıraktılar bir sözle. Bir telefonla şurayı şöyle verdik bir telefonla bu başımıza geldi diyen insanlar doğal olarak şimdi şey demeye başladılar. Biz geri adım atıyoruz demeye başladılar. Halbuki aslında geri adım atmayacak.
Ve benim söyleyeceğim şu an geri adım atıp atmadığımız şöyle belli olacak dediğim gibi şu an Doğu Akdeniz ve Ege’de çok ciddi Türkiye’nin coöpolitik kaybı yok. Geç kaldığı alanlar var. Kardak enzeri, egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada adacık kayalıklar sonunda Türkiye geç kalmıştır. Niye? 96’daki momentumu kaybetmiştir. Tansu Çiller hükümeti Güven Erkaya’nın kuvvet komutanı olduğu dönemde Süleyman Demire’nin Cumhurbaşkanı olduğu dönemde aslında çok ciddi bir bu adalara sahiplenme gücüsü vardı. Gidelim devlet uygulaması yapalım fakat Atlantik sistem Türkiye’de o kadar güçlüdür ki yani o kadar rol feri olmuştur ki her yere dışlara bu konuda muazzam bir fren koydu. Ben o dönemde deniz kuvvetlerinde çalıştığımız için o bölgelere yakın tatbikat bile istemediler. Neden? Çünkü Atlantik sistem izin vermedi. Şu an zaten olan ne biliyor musun? Atlantik sistemin 15 Temmuz 2016 sonrası Türkiye üzerindeki o basınç etkisi kalktı. Türkiye artık kendi coöpolitiğiyle hareket etmesini öğrendi. Şu an İslami bir hükümetin önümünde oluyor.
Bunu tabi ki eleştirenler oluyor yani bunu iç politika malzemesi yaptığın zaman şöyle bir sonuç da çıkıyor. Ya Mağavata’nın İslami bir politik siyasi parti bunu yürütüyor gibi bana yurt dışından gelenlerin çoğunu söyledi o. Ben de onlara şu cevabı veriyorum. Bunun iç siyasetle ilgisi yok. Bu bir devlet dediğimiz annenin evladına sahip çıkması gibi. Yani buna sahip çıkmak zorunda. Bu aynen Kıbrıs’tan askerimizi çekmek gibi. Güneydoğumuzda denize çıkışı olan bir Kürdistan devletine izin vermek gibi. Montre Sözleşmesi’ni ortadan kaldırmak gibi.
Bunlar Türkiye’ye yaptığı anda yıkılır. Duramaz. O bakımda o parti bu parti diye değil. Türkiye oyunu çok yüksek gamda, çok yüksek planlama gayretleri içerisinde oynamak zorunda. Çünkü ben 62 yaşındayım ama senin çocuklarının benim torunlarımın geleceği var o sularda. Sadece ekonomik olarak değil, sadece hidrokarbon kaynağı olarak değil. Sen belki 60 yaşına geldiğinde benzin de kalmayacak doğal gazda yani kullanım alanı olarak. Her şey yeşil olacak. Ama senin coöpolitik savunma ihtiyacın devam edecek. Anadolu’nun savunulması, ileriden savunulması, okyanusları açılma ihtiyacı devam edecek.
Olaya böyle bakmak lazım. Son bir tane daha bununla ilgili bir magazinsel soru soracağım Ömer. Çok merak ediyorlar. O kadar güzel anlatıyorsunuz ki gayet de mantıklı açıklamalar yapıyorsunuz. Zaten işin tam o dağındaki isimsiniz. Ama halk doğal olarak bu sizin mantıklı açıklamalarınıza çok mantıklı cevaplar veremiyor dinlediği zaman. Yani mesela sizi dinleyen bir izleyici ”Aa demek öyleymiş. Tamam.” deyip geri çekilmiyor. İlla giriyor Twitter’a sosyal medya’ya iki kanattan da insanlar çok majör şeyler yazıyorlar. Bir taraf diyor ki ”Kardeşim biz Kıbrıs’ı tak diye almadık mı? Alıverelim, alıverelim bir gecede bütün bu adaları. Ne olacak ya? Nedir yani?” diyorlar. Bir kısım var ki diyorlar ki ”Kıbrıs’ı da geri verelim.” Ne ihtiyacımız olur? Biliyorsunuz hani bize mesela ”Savaş çırtkın” dediler. Biz Mavi Vatan’ı ilk burada duyurduğumuz zaman. Şimdi bu iki tür insanda hep öyle bir savaş ya tamamen geri çekilme, ya alalım, ya bırakalım. Herkes kardeş kardeş yaşasın durumu var. O insanlara mesela ne demek istersiniz buradan? Şöyle esasen devletleri yöneten ana itici güç joepolitiktir. Son şeyi coğrafya söyler her zaman. Şimdi baktığımız zaman joepolitik olarak Türkiye, Ege’de 214 bin kilometrekarelik bir Ege denizi alanı var.
Bunun şu an %49’u açık deniz alanı yani kabaca 106 bin, 107 bin kilometrekare. Bu ne demek? Servetsiz. Burada senin ticaret gemini kimse durduramaz, tatbikat yaparsın. Burası gelecekte kıta sahanının paylaşacağı alanı da kapsıyor. Karasu’dan dışındaki bir alan bu. Şimdi esas problem nereden çıkıyor? Eğer 6 mlden 12 mlden çıkarırsa Yunanistan, bu dediğimiz %49’luk alan bir gecede %20’ye düşüyor. Dolayısıyla Türkiye Çanakkale’den çıktıktan sonra Sakız’a kadar geliyor, oradan aşağı inemiyor. Tatbikat yapamıyor, balıkçılık yapamıyor, kıta sahanlığından faydalanamıyor. O yüzden de önce 1976’da İhsan Sabri Çağlayangil Nixon’a yazdığı bir mektupla bu bir savaş nedeni olur diye ikazını yaptı ki daha Ankulos yani Birleşim Ünitler Deniz Hukuk Sözleşmesi ortada yokken daha çıkmamıştı. Tartışmaları yürüyordu. 1995’te de 8 Haziran’da bir karar aldı meclis. Dedi ki eğer 6 mld üstüne çıkarsa sana her türlü yetkiyi veriyorum dedi.
Bunu gazeteciler ne dedi? Kasus belli, savaş ne dedi? Doğru bir kara. Bugün Yunan İstanbul’u da biliyor yani Türkiye’yi boğamazlar ama bugün meşhur Sevile Haritası’na bakarsan Sevile Haritası bu mantıkla yapılmıştır. Özellikle kıta sahanlığa açısından bütün adalara kıta sahanlığı vermiştir ve Türkiye’yi Ege’de Karasuları’na hapsetmiştir. Doğu Akdeniz’de de bu hem Meis hem de diğer adalar zinciri nedeni neredeyse Türkiye’den Kıbrıs’ın çaldıklarıyla 150.000 km² bir alanı çalarak. Yani kabaca şunu diyebiliriz. Ege Denizi’nde Sevile Haritası’na Türkiye evet derse o senin dediğin ikinci grupçular yani varış içinde yaşayalım ne olacak işte. Hani var ya geçen gün Aksaçlılar’dan sonra bir de Türk ve Yunan kadınları bir ortak bildiriye yediler. Şimdi o kadınlara ben sordum makalemde. Yani sizin çocuklarınızın, torunlarınızın denize çıkışı önleniyor. Onlar yılda 90.000 dolar milli gelirle yaşarken sizin çocuklar 10.000 buna razı gelecek misiniz diye sordum.
Ülkeler çöp politik çıkarları için her şeyi göze alıyorlar biliyorsun. Şimdi o nedenle Akdeniz’de bizden çalınmak istenen 150.000 km², Ege’de bizden çalınmak istenen kabaca 60.000 km² Türkiye’yi sıkıştıran haritadan bahsediyor. Şu an o haritada da bir geri adım yok. Her yerde karşımıza çıkıyor. Hani ne kadar Amerikan Büyük Elçili iki gün evvel bu haritayla ilgimiz yok desteklemiyoruz dese de AB Komisyonu dese de bugün girin AB’nin bütün resmi dökümanlarına bütün web sitelerine karşınıza bu harita çıkıyor.
O yüzden boş laflar. Şimdi neden Ege ile Doğu Akdeniz’i bir kere stratejik açıdan kıyaslamıyorum. İkisi farklı alan. Ege’de deniz arakası çok kolaydır. Niye? Çünkü binlerce ada var. Hem denizaltı arakası hem cümbot arakası için son derece müsaittir. Ama Ege’de Türkiye’nin kaybettiği alan dediğim gibi az emi 50.000 km² 60.000 km² bir alan yani o harita bize empoz edilirse.
153 tane de ne var? Kardak benziyor Ege’de. Ada adacık ve kayalık var. Bunların kıtasağınlığı hakkı zaten yok. Biz zaten karşıyız. O zaman bu adaları Türkiye yarın hepsini işgal etti diyelim. Ve uluslararası hukuku da arkasına aldı. Çünkü anlaşmayla verilmedi diye. Lozan’da her ne kadar 3.000’in dışındakiler Yunanistan’a bırakıldı dense de Türkiye’nin haklı tezi var. İsmen verilmeliydi diyor. İsmen verilmediği için bunlar ortadadır diyor. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye’ye mülkiyeti geçmiştir Ege’me. Bu gayet mantıklı bir şey.
Ama Türkiye 1923’ten bugüne kadar bu adalar üzerinde de bir devlet uygulaması yapmamıştı. Demin dediğim oydu. En büyük hatamız budur. O da Türkiye’nin karacı bir devlet olmasından, denici bir devlet olamayışından. Denici bir devlet olsaydı orada bir taşı bile bırakmazdı. Şimdi Türkiye işte mavi vatanla yeni yeni denizi keşfetti. Denize yeniden çıktı ve halkın bu tepkisini de ben çok güzel görüyorum. Bu 153 ada adacık ve kayalık hepsi bizim olsa elde edeceğimiz deniz yetki alanı yani kara suyu toplama 10.000 km²’yi bulmuyor.
Şimdi bunu diyelim ki askeri bir harekatla aldık biz. Çok da alırız. Alırız canım bir gecede ama önemli olan almak değil. Oraya yerleştireceksin. Karabirliği, çizgiliği, ayıracağın gayreti düşün. Bu arada sen oralarla uğraşırken şu an dünyanın gözü nerede? Doğu Akdeniz’de. Niye Doğu Akdeniz’de? Çünkü Doğu Akdeniz’de muazzam doğal gaz kaynağı var. Gaz hidrat kaynağı var ve bugün Rus gazına bağımlığını önlemek için ABD’nin en büyük hedefine bir an evvel burayı biz aktive edelim.
Buradan çıkan gazı biz Yunanistan üzerinden Avrupa’ya verelim ve bu Rusların Türk akımı gerekse mavi akım var ya bize gelenler gerekse de şu an Almanya üzerinde büyük baskı var biliyorsun Nord Stream 2 diye Kuzey Akım 2. Buna olan bağımlılığını kaldıralım ortadan. Bu çok önemli bir şey. O yüzden de istiyorlar ki Türkiye öyle bir şeyle oyalayalım ki bunlar Doğu Akdeniz’de yarın öbür gün Yunan Deniz Kuvvetleri’nin korumasında bir sismik gemi gelirse veya bir denme platformu gelirse Türkiye ne yapacak? Düşün Ege’de böyle bir krizin başladığını ve orada sen halkın bu duygularını tatmin için yani halk da haklı tabii yani netçe de burnunun dibindeki ada geliyor. Yunan Cumhurbaşkanı niye bile bile kışkırtmaya geliyor zannediyorsun şimdi. Covid’nin ortasında geliyor kışkırtıyor. Neyse bile bile getiriyorlar asker çıkarıyorlar. Niye yapıyor bunu? Türkiye’yi teşvik edip orada bir krizi alevlendirip Doğu Akdeniz’deki bu yayılmayı Türkiye’nin bu Kıbrıs’a Doğu Akdeniz olacak.
Yani çok geniş bir alandan bahsediyoruz Ege’nin adamı. Türkiye’nin şu an birinci bana göre coğrupolitik hedefi bu 200 bin kilometre karalık alanı kontrole emniyete almaktır. Yani şöyle bunları alsak bile Türk bayrağını diksek bu toplumun kamuoyunun vicdanı çok rahatladı Türk bayrağını görmek. Ama bunların deniz yetki alanında kara suların içinde sadece altı milinin içinde petrol arayabilirsin. Altı milin dışına çıkamazsın.
Bu duygusal olarak bizi tabii ki çok motivyeler ama asıl odaklanmamız gereken yerden de bizi uzaklaştırır. Yani yıllardır bizim çektiğimiz o sıkıntıyı aslında ön plana sürüyorlar. Şu an eğer hükümet halkın bu duygusunu tatmin etmek istiyorsa bence ilk yapacağı iş 153 ada adacık ve kayalın ismini birleşimletlere dekler eder ve yeni bir süreci başlatır. Yunanistan’da nota verir bunları biz size devretmedik diye böyle yeni bir aksiyonel bir süreci bence başlatabilir.
Şimdi neyle paralel silahlandırılmış statüdeki adaların silahsız statüye döndürülmesi için bugün mesela Alman gazetesi’nde çıkmış beni de aradılar. Dediler ki Almanlar Yunanistan’a Türkiye’nin silahsız gayri askeri statüde Türkiye’ye yakın adalardaki silahlanmayı durdurun geri çekin. Türkiye’ye de Ege ordusunu lavedin gibi bir haber çıkmış. Benim yorumumu sordular. Ben sadece şunu söyledim. Türkiye gibi Egemen bir ülkenin ana vatanındaki bir ordunu lavedilip edilmemesini sormak Almanya’nın haddine mi dedi?
Bu kadar. Aksine dedim bu ordunun adını Ege ve Akdeniz ordusu olarak değiştirelim dedim ve de büyütelim dedim. Bu kadar net söylüyorum. Onlara mı kalmış yani? Ana vatanında kuracağın askeri birliklere komuta yapsına kuvvet yapsına sadece sen karar verebilirsin. Ama şaşırmayacağımız şeyler bunlar hep bu algıyı da oturtmuşlar kafamızda. Şimdi işte o yüzden hep diyoruz ya Mustafa Kemal gibi düşünmek lazım. Mustafa Kemal’in ya düşünsene ya. Yedinci ordu lavedilmiş yeri çekilecek. Çekilme emrinden bir hafta evvel Sadrazam’a telgraf çekiyor. Ne diyor?
İngiliz’de Eskendorun’a asker çıkarırsa ateş açarım diyor. İşte Mustafa Kemal gibi düşünmek bu. Bir senede inanılmaz bir değişim oldu. Yıllardır o değişimi zaten görüyorduk gözümüzde ama şu son bir senede özellikle eminim ki bu planlı bir proje. Bazı gazeteci diyen kendine adamlar çıkıyorlar tarih anlatıyorlar. Sevgili Sayın Dışişleri Bakanı’nız bile bazı konulara vakıf değil enteresan bir şekilde. Atatürk söylemine artık refretle yaklaşan ve bunu rahat rahat söyleyebilen Adam o Elifet Partisi’nde Canan Kaftancıoğlu ama o zaten yıllardır bağıra bağıra.
Yani kurtuluşta kuruluşu reddeden maalesef şu an insanlar var. Ve bunu haklı çıkartmaya çalışıyorlar. Zaten belli bir kesim zamanında Atatürk’ün doğuda işte katliamlar yaptığını kendince düşünerek başlıklandırarak düşmanlık yapıyordu. Atatürk’le ilgili herhangi bir şey paylaştığınız anda bir bilgi paylaştığınız anda çat aşağı böyle sahte çakma bir sürü belge. İşte Atatürk şunu yapmıştır bunu yapmıştır biz adaları olmayı yüzden verdik böyle yaptık. Artık Atatürk dediğimiz zaman bile binlerce yorum tabi ki bunların yarısından çoğu sahte. Çok üzülüyorum burada anlattıklarınızın finalinde mesela Atatürk’e bağlayıp çok güzel bir örnek veriyorsunuz. Adam altına işte bu videonun bütün bu dolu dolu bilgileri bile geçiyor böyle elleriyle. Altına diyor ki Atatürk ve ooo Sayın Amir Ali’nin önce siz şunu öğrenin falan. Neler neler yazıyorlar. Bu konudan da bir üzüntü duyuyorum. Onu da belirteyim istedim. Yine son bir magazin. Özür dilerim babacım size biraz. Estağfurullah ya ben zevkle dinliyorum. Peki bu kadar anlatıyorsunuz ve ben eminim ki devlet bizim videolarımızı da izliyor. Yani hükümet yetkilileri sağ olsunlar. Haberimiz de var bunlardan.
Sizin söylediklerinizi buradan belki alıp bir şekilde kulaklarında devam ediyorlar yaptıkları işi ama devlet yetkililerimiz, hükümet yetkililerimiz sizi arayıp. Ya Amir Ali biz böyle bir şeye girdik ama sizin tecrübelerinizden de faydalanmak istiyoruz demez mi? Yok yani esasında ben öyle bir aranma bekleyen bile değilim. Netçe de devlete hizmet ben hapisteyken makale yazmaya başladım biliyorsun. Evet. Hatta yaş günümde ilk makalemi yazdım. Köşemin adı Mağavadandı. Netçe de gücümüz ne olursa olsun küçük de olsa büyük de olsa hepimiz devletimiz için geleceğimiz çocuklarımızın torunlarımızın geleceği için bir şeyler yapmalı. İster bir kişi ol, ister bin kişi ol. Eğer doğru bildiğine inanıyorsan, hakikati arıyorsan, tarih biliyorsan, strateji biliyorsan, joepolitik biliyorsan, geçmişi bugünle buluşturabiliyorsan o hizmeti sunmak zaten senin görevin. Ben onu nasıl sunuyorum? Yazlarımla, kitaplarımla. İşte şuraya üç kitabımı getirdim. Devlet esasında çok büyük bir cels yaptı. Devlet Mağavadan tatbikatına, o büyük tatbikata Mağavadan ismini verdi. Bana o zaman gazeteciler aradı. Amir Ali ne düşünüyorsun dedi. Dedim yani düşünün üç buçuk yıl hapisteyle yatıyorsunuz. Mağavadana koruduğunuz için ilk tutkulanan amir alıyorsunuz.
Arkadaşlarınız kanserden ölüyor. Büyük bir nesille berabersiniz. İçinde Özden Örnekler var, Soner Polatlar var, Cem Çakmaklar var, Berk Erdenler var, Murat Özden Alpler var. Çok kıymetli denizciler. İsmini sayamadım daha. Şu an hayatta olan çok kıymetli kremanın kreması çok iyi bir takım var. Bu insanlar devleti için, deniz kuvvetleri için, Mağavadan için fikir üretmiş, katma değer üretmiş, mühancıslar var. Neler var? Ve şimdi bakıyorsunuz yıllar sonra bu süreç bitiyor. 2010’da düşünmen hapise ilk girdiğimde bu bir Malta sürgünüdür diye bağırmıştım Beşiktaş adliyesinde. Siz Türkiye’nin geleceğini hapsediyorsunuz diye bağırmıştım. Ve ne oluyor? Bundan büyük manevi bir haz olabilir mi? Dediğiniz her şey çıkıyor ve 2020 yılında insanlar sizin savunduğunuz zehirleri bu sefer sizden daha öte savunuyor. Bu muazzam bir mutluluk. Burada hükümet ne olursa olsun beni mutlu eden hem muhalefetin hem iktidarın şu an Mağavadan konusunda, denizdeki hak ve çıkarlarımız konusunda hem fikir olması. Yani bugün Mağavadan aleyhinde konuşanları söyleyin. Bir FETÖ’cüler, o gayet doğal.
İki Yunanistan’daki basın. Üç Atlantikçiler Türkiye’de. Bir de Atlantik sistemden beslenenler var. Mesela görüyorsun adam böyle kelli felli akademisyen görünüyor. Adam var ya gözünün içine baka baka ne diyor biliyor musun? Bu Mağavadan’ı diyor, deniz kuvvetleri diyor, bütçe payından fazla diyor, savunma bütçesinden kendine pay almak için çıkardık diyor. Yani bu adam profesör. Kardeşim diyorsun 150.000 km² alanını çalıyor adam ya gözünün içine baka baka. Seni Anadolu’ya hapsediyor. Seni Akdeniz medeniyetinden koparıyor. Seni Akdeniz jeopolitinden koparıyor.
Adam kalkıyor diyor ki efendim deniz kuvvetleri. Bunlar beyni öyle güzel yıkanmış ki. Hala bunlar Amerika’da öğrendikleri Sivil Militär Relations diye bir ders vardı. Ben de aldım. Hala oradalar. Zannediyorlar ki dünya böyle bambaşka. Türkiye Atlantin bir modeli. Kardeşim 100 yıllık bir cumhuriyetten bahsediyoruz. Atatürk bize 100 yıllık bir zaman dilimi hediye etti. 100 yıl. Bitiyor. İkinci dönem denizde başlıyor. Görmüyor musun? Bu haritanın ikinci sevre olduğunu görmüyor musun? Bazıları var. Efendim buraya niye Mağavatan diyoruz? Vatan ana vatandır, ana topraktır. Peki kardeşim ben de ona buradan soruyorum. İnşallah cevap verirler. Senin kıta sağlığına gelse Yunanlı veya İngiliz veya Amerikan. Derme platformunu getirse senin bütün petrolini oradan sifon yapsa çekse. Ha buyurun efendim. Buralar açık deniz alanı. Size çiçeklerle karşılıyoruz mu diyeceksiniz? Yoksa kardeşim dur bakalım. Burası benim kıta sağlığım. Buranın dibine senin egemenlik hakkın yoktur. Gerekirse ateş gücü kullanırım mı diyeceksin? Dünya tarihine bakın ya. Sevgili babacığım denizci bir devlet miyiz tarih ne diyor?
Oğlum öncelikle şunu söyleyeyim. Biraz önce sen söyledin ya. Yorumlara bakıyorum. Şu şekilde bunu görenler var. Bir taraf diyor ki hadi gidelim adaları alalım. Bir taraf diyor ki hadi bırakalım barış olsun. Ben yorumların tamamını okuyorum, altlarını çiziyorum. Oralardan alabileceğim şeyleri de alıyorum. Yani bu bir. İkincisi biraz önce sen söyledin. Cem arkadaşım da aynısını söylüyor. Biz mevzular izleyicilerime bir şey anlatırken ya da bunu söylerken asla kendi inanmadığımız bir şeyi Atlantin etkisiyle, Rus’un etkisiyle, bilmem ne etkisiyle anlatmıyoruz. Yani birileri bize bir şey empoze ediyor da biz burada senin izleyici kitlen çok iyi. Onlara da bunu söyleyelim. Gençlere şu şekilde yönlendirelim. Şey ne diyeceğiz? Biz kendi inandığımız şeyleri. Biz inanmasak söylemeyiz. Ve derslerimize de iyi çalışıyoruz. Mesela biraz önce seni sorduğun soru çok önemli. Sevgili emekli genel arkadaşımız Osman Ayduhan’ın çok güzel bir kararileri var. Ben çok yararlanıyorum ondan. Kendisine de buradan selamlarımı iletmek istiyorum. Şimdi Türkiye denizci bir millet mi? Türkiye biraz önce sevgili amiralim, sevgili arkadaşım, can dostum ne dedi?
Biz dedi artık ikinci yüzyıla denizci bir devlet olmak için mi dedi başlıyoruz dedi. Şimdi bu çok önemli. Sıra başladı. Tabii başladı. Bir. İkincisi bunun reklamı filan yok. Hepinizin okuması gereken Cemgür Deniz’in Mavi Uygarlık. Her tarafa göstermek istiyorum bunu büyük bir heyecanla. İşte Türkiye nasıl denizci devlet olacak? Geçmişte neler yaşanmış? Sevgili arkadaşım büyük emekler vererek bu kitapları Türk kütüphanesine, milli kütüphanesi diyorum ben ona. Bir ölümsüz eser olarak yazmış. Çok teşekkür ediyorum. Hemen lafını bölüp gösterelim arkadaşlarımız çünkü kızıyorlar ondan sonra.
Kırmızı Kedi yayın evinden Mavi Uygarlık kitabı arkadaşlar. Burada mesela Mavi Vatan yazıları yine Kırmızı Kediden. Hedefteki donanma yine amiralimizin. Buyurun babacım. Şimdi Türk milleti denizci bir millet mi? Türk devleti denizci bir devlet mi? Ben şunu söylüyorum hayır. Neden hayır? Öncelikle Kariye’ye şöyle bir gidelim ve Çaka Bey’i ben size bir anlatayım. Çaka Bey Sultan Alparslan’ın 1071’de gelip Roman Diyojen’i yendiği savaşta sol kanadındaki komutan. Sağ kanadında da tutak ve hamur beyler var.
Bugün o Malazgir Savaşı’nın yaptığı yerden ağıya doğru giderseniz birinci ilçe hamur ikincisi tutaktır ya da tam tersidir. Onların isimlerini almıştır. Çaka Bey ondan sonra Danişment Beyliği ile birlikte Bizans akınlarına katılıyor. 1071’de burayı aldıktan sonra çok kahraman, müthiş bir adam, iyi bir komutan. Ve Çaka Bey daha sonra Bizanslara esir düşüyor. Esir düştükten sonra Bizans İmparatoru Çaka Bey’i çok seviyor ve orada eğitim almasını sağlıyor. Latinci öğreniyor, Rumcu öğreniyor vesaire öğreniyor. Fakat bunun dışında da denize karşı çok büyük bir ilgisi olduğu için Bizans’ın tershanelerine geziyor. Nasıl gemi yapılıyor, nasıl oluyor, neye bitiyor, nedir? Bu havayı kokluyor. Ki bizim Türkler de bu hepsinde olmadı. Hep kara savaşlarıyla gelmişiz, denizlere sonradan ulaşmışız vesaire. Bunu da anlatmak istiyorum. Daha sonra Çaka Bey İmparator değiştikten sonra o imparatorun hışmına uğruyor. Öyle olunca İzmir’e kaçıyor. İzmir’de kendisine bağlı insanlarla birlikte bir Türk beyliği kuruyor Çaka Beyliği. Ve ondan sonra ne yapıyor? Aklında hep onun bir hedef var.
Adam denizci, denizden gelmiyor ama denizi çok sevmiş gidiyor çeşmede bir donanma kuruyor. Tabii çeşmede kimler var? Rumlar var. Gemi yapabilen, sandal yapabilen onları da kullanarak bir donanma kuruyor. Daha sonra açılıyor, bazı yerleri fethediyor. Gayet güzel devam ediyor. Bu arada Çaka Bey kızını da Sultan I. Kılıç Aslan’a veriyor. Yani Selçuklu İmparatorluğu’ndan geliyor zaten. Selçuklu Alparslan’dan birlikte geliyor. Kendisi orada bir Türk beyliği kuruyor. Gayet güzel gidiyor ve Bizans buraya akınlar yapıyor falan hepsine karşı koyuyor. Rodos’u alıyor, Sakız’ı alıyor, Kuzey Ege adalarını alıyor tabi ki. Sonra ne oluyor?
Bizans İmparatorluğu diyor ki ben bundan başa çıkamayacağım. Onun için ben Kılıç Aslan’la ikisini birbirine kırdırayım. İkisi de Türk, ikisi de Müslüman ve bir tanesi bir tanesinin damadı. Fazla uzatmadan anlatıyorum. Kılıç Aslan Çaka Bey diyor ki buyurun ziyafetimi verelim, görüşelim. Ziyafet sırasında bizzat Kılıç Aslan tarafından Kılıç’la katlediliyor. Çaka Bey tarihteki ilk Türk amiralidir. İlk Türk denizcisidir. Bir ekleme yapmak isterim lütfen. Mesela aslında Bizans’ı denizden kuşatmayı planlıyor. Peçenek Türklerini kullanarak. Ve bunun için Nara’da bir ordugah bile kuruyor. İşte o dönemde oluyor bu komutans. Türkleri dışarıdan yıkamazsın. Birbirine kırdırarak. Zaten şu anda yapılan uğraşılıyor. O bakımdan bir de tabi şunu eklemek isterim. Kullandığımız öz Türkçe kelimeler var mesela gemi. Gemi de oradan geliyor. Bir dolu var böyle Türkçe kelime. Şimdi tabi her programda söylüyorum hiçbir ulus denizci doğmaz. Uluslar denizce yapılır. Çaka Bey en güzel örneği de Türkler kadar hızlı denizci olan başka bir ulus olduğunu sanmıyorum. Bu kadar net söylüyorum. Sosyogenetik kod olarak Türk devlet geleninde denizcilişmek. Koca İmparatorluğu kaybettik ya denizci olmadığımız için. Bugün Çeşme’de Çaka Bey’in bir heykeli var mesela. Bu çok önemli bir ayrıntıdır. Ne oluyor? Bizim Kılıç Ağası’tan Çaka Bey’i hallederek oradaki bizim deniz varlığımızı da bitirmiş oluyor. Türk’ü halletmiş oluyor yani. Şimdi bana izleyicilerden bazıları şunu söyleyebilirler. İşte Barbaros Hayrettin var ya nasıl sen denizci. İlyas var, Oruç Reis var, Utreis var onlar var diyecekler ama ben şunu söylüyorum. Onlar hiçbirisi Osmanlı’nın yetiştirdiği denizciler değildir. Bakın Oruç Reis dediğimiz Barbaros Hayrettin’in abisi. Rodos şövalyelerinin Senjyon şövalyelerinin eline esir düşüyor. Kanun Sultan Süleyman’ın orayı kuşatması, oradan kurtuluyor, kin duyuyor vesaire. Bunların hepsi aslında Midilli’den geliyorlar. Yani kökenle konusunda bir şey tartışmak istemiyorum şu anda ama Oruç Reis, arkasından Barbaros Hayrettin ve bunun kardeşleri İlyas ve İsak. Bunların hiçbirisi Osmanlı’nın yetiştirdiği denizciler değil. Ama Osmanlı Devleti ile anlaşarak Osmanlı denizcisi gibi hareket etmesini biliyorlar. Mesela bizim en büyük deniz zaferimiz Preveze Deniz Zaferi. Bu pazar günü, yıl dönümü. Tabii pazar günde yıl dönümü. 1538. Bu zaferi elde eden denizciler ne diyorlar biliyor musun? Deniz üstünde gezeriz, düşmanı arar buluruz, öcümüzü alırız. Bize Hayrettinli derler diyorlar. Hangi Hayrettinli? Barbaros Hayrettinli. Yani şunu anlatmaya çalışıyorum. Osmanlı elbette ki Akdeniz’de çok büyük işler yapmış. Elbette ki bunların hepsi daha iyi denizciler. Bunlar büyük denizciler. Barbaros Hayrettin, abisi, Oruç. Bunlar dört kardeşler zaten. Tabii ki Turgut Reis. Mesela bak şöyle bir rivayet vardır. Turgut Reis Yavuz Sultan Selim’in Ridani’ye Mercidabık seferlerine çıktığını duyuyor. Konya Ovası’nda ordugah kurduğunu biliyor dinlenmek için. Ve oraya koşarak geliyor diyor ki, Sultanım vazgeçim, bu Benediktiler, Cenevizliler, bunlar diyor. Çok büyük gemiler yaptılar. Bizim gemilerimiz bunlarla baş edecek durumda değil. Ama diyor ben talibim bana imkan verin. Ben tersanelerde o büyük gemilerden onları. Çünkü neden onlar ümit burnunu geçiyorlar, keşiflere gidiyorlar. Biz normal Kadirga’y vesaire. Ben diyor bunları yapayım, bütün Akdeniz’i size hediye edeyim diyor. Ve Turgut Reis’in o zaman ağlayarak hatta söylediği bu şey Osmanlı zamanında çok fazla dikkate alınmıyor. Alınmadığı için bak ondan sonra ne oluyor. 1571’de İnebaht.
Haçlılara karşı bir yenilgi alıyoruz. Bence çok daha kötüsü çeşme baskını Rusların. Tabii şimdi Osmanlı İmparatorluğu’nun deniz, jöyopolitik perspektifi yoktu. Niye yoktu? Çünkü çok güzel bir coğrafyadaydı. Ve İpek ve Baharat yollarının tam ortasındaydı. İhtiyacı yoktu. Şimdi Portekiz, İspanya bunlar tabi ki açılmak durumundaydılar okyanuslara. Bugün nasıl petrol çok kıymetli? O dönemde de Baharat çok kıymetli. Yani Baharat dolu bir gemide geldiğin zaman diyelim ki 10 gemi yaptıysan, 9’unu kaybetsen bile bir gemi dolu geldiğinde hepsine yettiği gibi muazzam bir servet yapıyorsun. Çünkü o dönemde Baharat etin stoklanmasından tut ilaç yapımına. Aklına ne geliyorsa? Altından değerli. Altından daha değerli. Netçe de Osmanlı İmparatorluğu coğrafyitibariyle bu yollara hakim olduğu için ihtiyaç duymadı. Ve bütün dünya okyanusların %1.7’si olan Akdeniz, onun Doğu Akdeniz kısmı da %0.8 bana yeter dedi. Ve o dönemde belki size tuhaf gelecek ama 1775’e kadar Bahri’ye sadece bahar ve yaz aylarında denizdeydi. Çünkü Kadirga donanmasından Yelkenli donanmaya biz 100 yıl geç geçtik. Sorun oydu. Çeşme baskını tabi 1770’teki o tarihe gelene kadar bir kırılma noktası daha var. Karpocaklar donanması yani Oruç Reis, Barbaros, Kemal Reis’e kadar gidiyor. Bu donanma esas Batı’yla iş birliği içinde olan. Mesela Osmanlı donanması hala Kadirga’da kürek gücünde bir türlü Yelken’e geçmiyor. Çünkü Yelken zordur. Yelken’de yani rüzgar altına düşmemen lazım. Dolayısıyla çok boyutlu düşünmen lazım.
Yelken kullanmak hele o dönemde bugünkü amirallikten kabaca bin kat daha zor. O bakımdan o dönemde Karpocakları dediğimiz yani önce Cezaer biliyorsun Cezaer vilayetini hediye ediyor zaten kanuniye. Ve ne alıyor? Karaman’a eyaletinden medava, insan gücü, ağaç, keresli ve cephane. Bu tip malzemeyi Cezaer beyliğine daha sonra sırasıyla önce Libya daha sonra Tunuslu, Libya yalanda Turgut Reis’tir biliyorsun. Oraya ne diyoruz biz? Karpocakları. Türk barisi Akdeniz’e babanın dediği gibi bizi Hayrettinli derler denen dönemde bir İspanyol yazarın dediği gibi o dönemde diyor Akdeniz’in kıyı şeridinde diyor Barbaros kardeşlerin onayı olmadan kral değişmezdi diyor. Evet, evet. O kadar baskın yapıyorlar ki bugün İtalya’ya git bütün kıyı boyunca işaret kuleleri sistemi vardır. Çünkü Türkler geliyor, kasabayı basıyor, oradaki bütün hazineyi alıyor, satıyorlar. Bir tek bunu yapan Türkler değil, deniz ayrı tuttuğu değil. Bunlar devlet adına korsanlık yapıyor. Aynen şey gibi, 1. Elizabeth dönemindeki Sir Francis Drake gibi. İngiliz denizciliği nasıl başladı? Arjantin’den, Meksika’dan, oradan gelen zengin İspanyol konvoylarına yaklaşırlarken bunlar Iber yarımadasına İngiliz korsanları gidiyordu devlet adına. Bunları bir güzel soyuyordu. O paralar da nereye geliyordu? Altınlar, gümüşler. Kraliçe’ye Sir Francis Drake basit bir korsanken First Sea Lord yapıldı. En üst seviyeye getirildi. O yüzden demin söylediğim oydu.
Devletin denizci yapması çok önemli. Garp Ocaklarını biz 1700lerin sonuna kadar da koruyabildik. 280’e yakın. Bunların sadece ve sadece %25’i denizci. Yani devlet Osmanlı babanın dediği gibi asla ve asla bir kere denizci olmamışlar. Bir de Sokollu gibi tabi ki gerçekten politik, rehatsız kişiler de var. Onların da tabi gayretlerini burada teslim etmeliyiz. Ama daha sonra İnebahtı, onlar evvel Malta. Malta’nın başarısız olan Malta seferi. Arkasından İnebahtı, arkasından Çeşme, Navarin, Sinop böyle gelmiş.
Yani şimdi Çeşme’deki esas konu Osmanlı devleti denizci bir devlet olmadı. Neden ihtiyaç duymadı filan. Ama Osmanlı devleti hep o yükseliş dönemindeki gibi gitmedik. Zayıflama dönemine girdiği zaman duraklama dönemine girdiği zaman işte o denizci olmamanın da bedellerini çok ödedi. İşte Atatürk niye ölmeye emretti? Tabi. Şimdi Çeşme’de Ruslar Baltık’tan çıkıyorlar, Cebel tarihi geçiyorlar. Geliyorlar Çeşme’ye ve bizim donanmamızı imha ediyorlar. En kaliteli denizcilerimizi imha ediyorlar.
Ve bakın ondan sonra Abdülhamid döneminde Abdülhamid 1876’dan 1909’a kadar iktidarda kaldı. 33 yıl. Bu 33 yıldan sonra görevden alındıktan sonra önce Selâniye sonra da geldi Beylerbey. Sarayına yanlış hatırlamıyorsam anılarını yazmış. İkinci Abdülhamid Han. O da çok tartışılıyor fakat Abdülhamid Han’ın denizcilikle ilgili kendi anılarında yazdığı bir şey var. Onu okumak istiyorum izleyicilerimizin bunu. Bilmesini rica ediyorum. Bakınız ne diyor 2. Abdülhamid.
Donanmanın sayı üstünlüğünün olması hiçbir işe yaramıyor. Çünkü bütün gemilerin hemen hepsinde İngiliz çarkçı başıları vardı. Bunların yerini değiştirmek istediğim zaman İngiliz elçileri saraya koşup bu teşebbüsünüz İngiltere’ye itimadınız olmadığı şekilde yorumlanır diye tehditte bulunuyorlardı. Öyleyse bu donanma yok demekti. Bu donanma hem İngilizleri hem de Fransızları bize düşman ediyordu. Faydası olmayan ama zararlı olan bir şeyi muhafaza etmek akıl dışıydı. Donanmayı hal içe çektirdim. Böylece Fransa ve İngiltere’ye Akdeniz’de kendileriyle boy ölçüşmeye niyetimiz olmadığını anlatmış oldum. Gerçekten de bu tedbir uzun süre Fransız ve İngilizleri bizimle uğraşmaktan alıkoymuştur diyor. Bizzat 2. Abdülhamid’in sultanın yazdığı şey bu. Tabii bu donanmamızın bu şekle gelmesi ondan sonra nelere mal oldu. Şimdi 2. Abdülhamid’in tabii ki tezlerinden biri bu. Çoğu kişi Abdülaziz’i donanma devirdi. Onun intikamını almış. Hayır esas neden bu. Yüzde 100 haklı.
Biliyorsunuz haklı. Esas da baktığın zaman Abdülaziz dünyanın 3. büyük donanmasını yaptı. Ama Çakçılar İngiliz, Silah Subayı İtalya nasıldı. Şimdi eğer siz sanayi devrimli sahibi değilseniz çay şahsıma baskını olduğunda sanayi devrimli oluyordu. Ben şöyle bir örnek vereyim. Çay şahsıma baskını olduğunda Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Deniz Harbokulu yoktu. 1770’i halbuki ülke ne zaman kurulmuş 1299 değil mi? 1770’te daha bir bahriye mektebi yok. Peki Rusya’nın donanması ne zaman kuruldu? 1600’lerin sonu. 1770’e neredeyse bir 80 yıl değil mi?
80 yıl. Geldiklerinde St. Petersburg dediğimiz eski Leningrad Deniz Harbokulu var. Deniz Hastanesi var. Deniz Büzesi var. Tershaneler var. Denizcilikle ilgili bütün kurumlar var. Oturmuş arşivi bile var. Osmanlı İmparatorluğu 1770’te Rus donanması Baltık’tan çıkıp geldiğinde ki İngiliz ve İskoç amirallerin denetiminde geldi. Çünkü onlar da haklı. Açık deniz tecrübeleri yok. O zaman kiralıyorlar. Kont Orlov diye bir adam var. Bu adam bunları ayarlıyor.
Ve geldiklerinde gemilerinde bando var bando. Rus gemilerinde bando var moral versin diye. Osmanlı gemilerinde yemek çıkmıyor. Ve donanmayı o zaman ki komutan maalesef denizci değil çeşmede birbirlerine zincirle bağlayarak kabul ediyor. Halbuki normalde deniz savaşları daima açık denizde kabul edilmelidir ki manevra gücünü kullanabilesin diye. Adamlar geliyor bekliyorlar rüzgarın dönmesine, ateş kayıklarını. Salıyorlar içeriye. Gemileri yakıyorlar.
Allah’a hamd etsin. Cezali Gazi Hasan Paşa bir yer almadan kurtuluyor ve ilk yaptığı iş 1770’te Bahriye Mekkebi’ni kuruyor. Diyor bu iş böyle olmayacak. 1770’te bu tartışmalar yaşanırken İngiliz Bahriyesi geminin yalpasından etkilenmeyen saati bulma, kronometreyi bulma peşinde koşuyor. Bak çok önemlidir. Çünkü insanoğlu 1200’lerden 1300’lerden itibaren okyanusunun neresinde olursa olsun güneşin en tepeye geldiği anda yüksekliğini ölçerek bulunduğu yerin en nem bilgisini ortaya çıkarmayı öğrendi. Ama bir türlü boylan bilgisini elde edemiyordu. Bu yarışmayı kaybetmemizin sonuçlarını biz imparatorluğu kaybederek ödedik. Şu an Türkiye ne yapıyor? Zamanı geri sayarak yetişmeye çalışıyor. Yaptığımız o. Halkımızın bunu çok iyi görmesi lazım. Neden Mustafa Kemal çok önemli diye. İşte bu aydınlanmayı bu yolu açan o. Eğer Atatürk devrimleri olmasaydı bugün biz ne milgemi yapabiliyorduk, ne atmaca füzesini yapabiliyorduk, ne de efendim o ihalar uçuyordu. Yani bu ancak ve ancak toplumsal bir bilgi devrimiyle, bir anlayış devrimiyle olur. İşte Mustafa Kemal bize bunu verdi. Tabi şey var oğlum, Ertuğrul Fırkateyni’nin faciası var. Denizci şehitlerimiz var. 609 denizciden 69 tanesi yanlış hatırlamıyorsam kurtuluyor. Bunun bir hikayesi var. 1889’da Japon İmparatorluğu’na bizim Ertuğrul Fırkateyni’yle bir deniz ziyareti yapılacak. Onları davet ediyorlar. Bizimkiler de hazırlık yapıyorlar. Gidecekler. Fakat daha önce demiştim ya Abdülhamid kendi anılarında yazmıştı.
Çarkçıbaşıları benim gemilerimin İngiliz demiş idi. 1889’da Ertuğrul Fırkateyni hazırlık yapıyor. Japonya’ya gidecek. Fakat gitmeden önce Çarkçıbaşı, İngiliz Binbaşı Harte. Bir rapor yazıyor. Diyor ki bu geminin bu sefere çıkma ihtimali yok. Çünkü bakımları yapılmadı. Şudur budur. Bir rapor veriyor. Aslında bu onun da görevi. Gitmeyeceğim ben demeye getiriyor aslında. Kaçarım demeye getiriyor. Arkasından Bahriye rezaletindeki o şuradaki bir paşa buna benzer bir rapor veriyor. Fakat bu raporların hiçbirisini o zamanki Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa Padişah’a bildirmiyor. Padişah’a söylemiyor. İlla bu sefer olacak diye hazırlıklar tamamlanıyor. İngiliz Binbaşı da kaçıp gidiyor. Onun yerine de başka birisi konuluyor ve 609 zürettebatla İstanbul’dan hareket ediyor. Ertuğrul Fırkateyni. Daha sonra kanalda kuma oturuyor. Kanal idaresi zorla onu kurtarıyor. Tabii öyle bir gemi ki açıktan da gidemiyor. Hep böyle kıyıdan kıyıdan gitmesi gereken bir şekilde ilerliyor. 6 aylık planlanan Japonya’ya ulaşması 10 ay 3 hafta sürüyor. 10 ay 3 haftada ancak Yokohama Limanı’na varıyorlar. Orada bir müddet kaldıktan sonra tekrar dönecekler. Japonlar diyorlar ki bakın Nuson vuzgaları başlıyor. Kritik durumlar geliyor. Bir de kolere salgını var. Kolere salgını diyorlar. Alıkçılar şikayet ediyor. Tabii. Daha sonra Ertuğrul Fırkateyni oradan çıkıyor. Oşuma denilen bir burun var ki orada kayalıklara çarparak batıyor. Böyle bir facia da yaşıyoruz. Onun için Osmanlı zamanındaki hatta Selçuklu zamanlarında kalma yani biz denizci bir devlet olmamışız oğlum. Ne zaman denizci bir devlet olmaya başlamışız? 100 sene önce Mustafa Kemal Atatürk donanmaya inanılmaz önem veriyor. Çünkü o görüyor. Çünkü 1911’deki Trablus Harbi’nde İtalyan niye bir sömürge elde edeyim diye Libya, Bingazi ve Trablus’a saldırıyor. Bizim bir donanmamız yok ki onu durdurabilecek. Çok özür dilerim. Ralf Orbay geliyor. Ralfa diyor ki sen diyor Hamidiye kahramanısın. Denizcisin sen diyor. Daha o zaman Alkan Arbi Başlam’a götürürüm. Tabii. Başarılı bir denizcisin.
Abdülhamid’in huzuruna çıkabilen Nadir Deniz Suvalyeri’nden biriydi diyorsun. Bize diyor gemi bulsana bizi Bingazi’ye, Tobru’ya götürsün. Mustafa Kemal’deki düşünceye bak. Üsteven. O da diyor ki o zaman tabi orduda en büyük moda ideolojine kahraman olmak. Vatan için bir şeyler yapmak. Evet. Yepyeni bir hakkım. Nasıl bugün mağavattan yapyeni bir. O zaman da öyle vatan için bir şey. Çünkü çok büyük imparatorluk hepsi görüyor. Ve Ralf Orbay hatır altında beş çiftlik Cemal Kutay diyor ki ne diyebilirdim diyor Mustafa’ya diyor.
Donanmanın oraya gidecek gemisi olmadığını nasıl söyleyebilirdim diyor. Yoktu diyor. Ki bunu söylüyen de Ralf Orbay gibi. Ve kara üstünden Ralf Orbay büyük bir denizci adam Bahriye Nazırı yani. Evet. Karadan geliyorlar. Suriye üstünden Mısır üstünden. O şekilde geçiyor ve geçen gün yine Atatürk’ün çok güzel gün gün tutulmuş bir kitapta. Atatürk gün ve gün Atatürk’te enfes bir kitap. Binlerce sayfa orada buldum. Bu işte Tobru’a geliyor. Orada Salih Ozo’a mektup yazıyor.
Salih diyor Bingazi, Tobruk ve Trablus önünde Türk bayraklı savaş gemisi görene kadar buradayım diyor. Ya nasıl bir laf bu ya. Ama bu mektubu yazdıktan 6 ay sonra geri dönmek zorunda kalıyor. Çünkü gelmiyor. Gemi yok. Hani diyorlar ya efendim o adaları nasıl verdiniz? Ben soruyorum İtalyanlar Trablus Karpı, Bingazi, Tobru, Libya’yı aldıktan sonra Türkler’e dönüyorlar. Diyorlar ki kardeşim bizim işimiz bitti. Çekiliyorum 12 adadan diyor. Demin söylediğim nedenle donanması oraya lazım adam.
Diyor ki gelin alın adaları geri vereceğim seni diyor. Uşya anlaşmasıyla. Orada gelin adaları alın diyorlar. Hayır diyor Osmanlı. Eğer diyor ben alırsam donanmam yok savunamam. Yunan gelir alır diyor. O da neden? Abdülhamid dönemindeyiz. Dene 1897’de Osmanlı-Yunan savaşı başlamış. Karada süper başarılar. Donanmaya Abdülhamid en sonunda Çıkın Çanakkale’ye diyor. Hasan Rami Paşa diye o dönemin bir donanma komutanı var. Hasan Hüsnü Paşa Bahriye Nazırı. Hasan Rami Paşa, H. Rami, H. Rami Paşa lakabı. Çünkü adamın aldığı rüşvetin haddi hesabı yok. Rami Paşa bir de utanmadan hatırat yazıyor. Hatıratlı gün var piyasada. Alın okuyun. Çok ilginç diyor ki donanmaya çık emri verildi ama diyor donanmanın diyor Haliç’ten çıkacak gücü yoktu. Çıkıyorlar. Normalde kürekle yani Kadırga döneminde atıyorum 48 saatte veya bilemedin 72 saatte gidilecek Çanakkale’ye Haliç’ten 96 saatte gidemiyorlar. Yemiler kayboluyor. Karaya oturanlar oluyor. Rezil bir durum. Donanmanın haline bak. Ve gemi komutanları topluca.
Çanakkale’den çıkıyorlar bir atış yapacaklar Saros’ta. Yapamıyorlar. Geri dönüyorlar ve tarihinde ilk defa gemi komutanları toplu istifa dilekçesi veriyor. Bizi rezil ettiniz diye donanmaya. Süven altı yapılıyor. Devam diyorlar ama donanla geri çekiliyor. Ege’ye çıkamıyor. Şimdi 1897’de bu olmuş. 1911’de savaş başlıyor 13 yıl sonra. Neredeyse herkes biliyor donanmanın halini. En kötüsü. Terlian Savaşı bitiyor. Halkan Savaşı bittiği gün başlıyor. Ve biz 1912’nin Ocak, Şubat, Mart’ında neredeyse kuzeyden güneyye bütün Ege adalarını kaybediyoruz. Yalvarıyor. Çeşme mutasarifının çektiği. Çeşme adı demiyorum. Adaları koruyacak hiçbir gücün yok. Zaten Sakız’da katliam var. Hepsinde katliam var. Donanma istiyoruz diye yazıyorlar. Donanmanın geldiği falan yok. Kıtır kıtır doğruyorlar Türkler. Çeşme’ye anavatan, bak ada falan değil. Ne diyor biliyor musun? O beni en çok etkileyen telgrafadır. O da genelkurmayın çok güzel bir atasiyete başkanlığının Balkan Harbi Telgrafları kitabı var. Müthiş bir kitap. Orada tek tek anlatıyor. Bütün adalarda neler yaşandı, hangi telgraflar çekildi. Çeşme telgrafı aynen şöyle diyor ki bugün diyor, Yunanlı diyor bir tek istimbotla geldi buraya. İstimbot dediği işte küçük motor yani. Şu bizim Beşiktaş Üskü’de. Yüzen her şeyi yaktılar diyor. Çeşme’nin denizle bütün ilişkisini kestiler diyor. Nerede donanmamızı diyor. Yoksa diyor donanmayı şahaneyi, hümayunu bilmem ne diyor. Sadece diyor gösteri yapmak için mi vardı? Nerede donan?
İşte demin söylediğim oydu. Eğer bir yere alıyorsa denizde güçlü donanman olacak. Bir kere dış periferiyi kontrol edeceksin, oraya gelecek nakil yollarını keseceksin. Ondan sonra yaklaşma sularını kontrol edeceksin. Sonunda Abdülhamid’in yarattığı bu gerekçesi doğru olabilir. Ama senin öz savunmanı etkilememeliydi bu. Adalarını etkilememeliydi. Senin anavatan savunman denizden başlar. Bunu etkilememeliydi. Ki bunu düşünemediği için zaten Selanik düştüğünde ne diyor? Oradan onu alıyorlar.
Alman büyük elçisinin motoruyla getiriliyor biliyorsun. Yollar bitti bu iş. Selanik düştü inanamıyor. Ne? Selanik mi düştü diyor? İnanamıyor. Tabi bu sürecin en büyük ürünün milgem olduğunda söyleyelim. Niye milgem? Niye tekrar tekrar mehrum özön örneğin adını hep getiriyorum ilk programda da söylemiştim. Çünkü bakın dünyada 190 küsür ülke var. Kendi savaş gemisini hem dizayn edip hem o dizaynı inşa edebilen ülke sayısı 20’yi bulmuyor.
Bu büyük bir şey. Türkiye kurulduğunda 1923’te toplu iğneyi bile ithal eden bir ülke. Toplam ülkedeki elektrik motoru sayısı 300’ü geçmiyor yani. Hiçbir şey yok. Ve siz bu ülkede kalkıyorsunuz her türlü engeler rağmen. Atlantik sistemin her türlü baskısına rağmen. Alman sanayi devlerinin her türlü kumpasına rağmen. Çünkü biliyorsunuz biz yıllarca Alman gemilerini, Alman savunma sanayinin gemilerini Türkiye’de inşa ettik.
Adam ister mi güzel yağlı müşteri var bir fırka teyini neredeyse normal fiyatının çok daha üstüne Türkiye’ye veriyorlar. Türkiye bir anda milgemi yaparak bütün bunları durduruyor. Bakın son yıllarda Türkiye hiçbir gemiyi ithal etmiyor. Yunanistan’a acıyorum. Ne oldu Macron? Geçen gün geldi 10 milyar euro’luk. Adam 18 tane raf al 4 tane de fırka teyini vereceğim dedi. 10 milyar euro. Zaten adam 2060’a kadar borçlarını ödeyemiyor.
Sen kalkıyorsun sürünen bir halka o faturaya 10 milyar euro daha koyuyorsun. Bu ne utanmazlık ve neyi sömürüyorlar? Türkiye öyle olan krizi. İşte Yunanistan o yüzden biz ne diyoruz sürekli akıllı olun diye. Yani Mustafa Kemal’in işte o yaptığı devrim olmasa bugün bana bir tane İslam ülkesi örnek ver. Türkiye’nin şartlarında olsun. Ne doğal kaynağı var? Mesela İran’ın petrolü var doğal gazı var büyük bir zenginliği vardı. Bugün İran da yapıyor ama Türkiye’nin hiç böyle doğadan gelen büyük bir kaynağı yok. Ona rağmen bu ülke tüm bunları başardı. Esasına düşüncek olursan Türkiye eğer Atatürk’e sadık kalsa idi onun fikirlerine, onun devrimciliğine, onun prensiplerine bugün biz İtalya’yı falan sollamıştık. Sen sorularına devam etmeden önce şunu söyleyeyim. Tabi Abdülhamid dönemindeki o zorunluluktan dolayı olduğunu söyledik. Ama tabi ki Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra. Lozan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu senededir. Şu anda Lozan’a bilerek ya da bilmeyerek laf söyleyenler Osmanlı’nın son döneminde hiçbir bilimsel gelişmesinin olmadığını,
dini, siyaseti alet edenler tarafından ki isminet, tarikat da diyoruz onlar yüzünden 200-300 sene ne perişanlıklar çektiğini ve daha sonra Sevr Antlaşması ile birlikte Türk’ün yok edilmek istendiğini fakat bu Sevr Antlaşması’nı da tamam oldu bitti Sevr Antlaşması uygulanacak denirken Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvae Milliye Ruhunun arkadaşlarının o anlaşmayı karan parça ederek Lozan’da kendimizi tanıtma imkanını bulduklarını,
MİSİ AKI Birliği kısmen olmasa bile büyük bir kısmını hallettiklerini, kapitülasyonları ortadan kaldırabildiklerini, Osmanlı borçlarını bededi bir düzene soktuklarını ve Türk’ü gerçekten mezardan çıkardıklarını bilmiyorlar mı? Şimdi Lozan’a sövenler 12 adanın bu şey anlaşmasında diyor ki Rodos’un çevresindedir bu 12 ada. Onların hepsini alıyor şey İtalya neden? Bizi orada anlaşmaya zorlamak için. Anlaşmada da diyor ki burada aldığım adaları diyor anlaşmaya uyarsanız geri vereceğim diyor. Ama ne oluyor ondan sonra zaten 1912-13 Balkan Savaşları 14’te İtalya bizim karşımızda bir birinci dünya harbi.
Otomatikman zaten orada duruyor. Daha sonra 1947 Paris Barış Anlaşması ile İtalyanlar bunu Yunanlılara veriyor. Onun için 12 adaları Lozan yüzünden kaybettik efendim. Şurayı böyle kaybettik. Şimdi bak oğlum bir de şu var. Şunu ben özellikle söylemek istiyorum izleyicilerimize. Tarihçilerin büyük bir çoğunluğu tarihi lokma lokma bölerler. O şekilde insanlara sunmaya çalışırlar ya da yazarlar. Bu kesinlikle doğru değildir. Bu tarih anlayışı doğru değildir.
Bir adım geri çekileceksin. Herhangi bir olaya girdiğin zaman şimdi UŞİ Anlaşması. Tarihçi dediğimiz adam o UŞİ Anlaşmasının içine giriyor fakat çevresinde neler oluyor yani hiçbir tarihi olayı birbirinden bağımsız ya da birbirine entegre olmamış değildir. Bunu anlatırken diğer seçenekleri de anlatmak lazım. Şimdi biraz önce 2. Abdülhamid Han’dan bahsettim. Oğlum Türkiye’de şöyle bir durum var. Abdülhamid Han ya Kızıl Sultan ya da Han çok büyük bir Hakan. Yani bir adam ya Ak ya Kara. Böyle bir şey olabilir mi?
33 sene bu memlekete hizmet etmiş ya da başında padişahlığı yapmış bir insanın elbette ki hataları da olacak elbette ki doğruları da olacak elbette ki yanlışları da olacak. Bunu incelerken ağlayarak sızlarak değil de bunu tahlin ederek neler yaptığına bakmak lazım. Peki Abdülhamid Han’ın yaptığı şeyler yok mu? Kız Mekteplerinin açılması, askeri liselerinin açılması birçok buna benzer şeylerin açılması Abdülhamid zamanında olmuştur. Ama Türkiye’ye en büyük toprak kaybını da Abdülhamid zamanında yaşamıştır.
Abdülhamid vesveseli midir? Evet. Kendi şeyleri endişe ettiği için bir takım teşkilatlar kurup bunları kendi karşısında olanları halledebilmek için şeyler yapmış mıdır? Elbette ki evet. Ama bunun sebebi ne? Ona bakmak lazım. Bak Abdülhamid’in amcası Abdülaziz zamanında biliyorsun Sultan Abdülaziz Avrupa’yı ziyaret eden tek Osmanlı padişahıdır. Paris’ten bir teklif geliyor Fransa’dan diyorlar ki 3. Napolyon biz Paris’te bir sergi açıyoruz. Bu sergiye sultanınızı davet ediyoruz. Gitmek taraftarı değil fakat o zaman Ali Paşa var, Sohat Paşa var. Bunlar çok güçlüler saltanatta. Bunlar padişahı ikna ediyorlar. Padişah 56 kişilik bir ekiple böyle bir geziye çıkıyor ve 47 gün sürüyor. Cemal Kutay’ın da bu konuda bir kitabı var. Çok detaylı. Evet çok güzel bir kitap. Yani 47 gün Avrupa’da kalıyorlar. Peki Sultan Abdülaziz giderken yanına kimleri alıyor biliyor musun? 2 tane yeğenini alıyor şehzadeyi. Biri Murat, biri Abdülhamid. Çok önemli. Abdülhamid bütün o Avrupa’yı geziyor.
Avrupa’da neler olduğunu görüyor. Paris’i görüyor. İngiltere’yi görüyor. Hatta şöyle bir anlata da vardır rivayet de vardır. Paris’e gidiyorlar ama Paris’e geldiğini duyan bütün Avrupa davet etmeye başlıyor. Osmanlı padişahı ilk defa çünkü Avrupa’ya çıkıyor. İngiltere davet ediyor. Belçika davet ediyor. Avusturya davet ediyor. Almanya davet ediyor. Esas kritik olan Londra’ya gidiyorlar. Londra’da da o zaman Kraliçe Victoria var. Kraliçe Victoria’nın onları kabul ettiği yerden sonra bu şehzade Murat çok dikkat çekiyor.
Neden? Çünkü ana dili gibi Fransızca biliyor. Dans biliyor. Tam o sıralarda Avrupa’nın istediği bir tip ve Kraliçe Victoria’nın bizim oradaki Muzuruz Paşa’ya. Muzuruz Paşa kim? İngiltere’deki büyükelçimiz. Bir haber gönderdiğini diyor ki eğer Osmanlı sarayı da kabul ederse şehzade Murat’a kendi torunlarımdan bir prensesi vereyim diyor. Şimdi böyle bir şey eğer gerçekleşseydi acaba tarihin akışı değişir miydi? Düşünebiliyor musun? Osmanlı sarayıyla İngiliz kraliyet ailesi akraba olmuş oluyorlardı. Acaba I.D.S savaşı nasıl olurdu? Başka şeyler nasıl olurdu? Yani tarihe biraz da böyle bakmak lazım. O geziyle ilgili bir şey ilave etmek istedim. Portsmouth o zaman donanmanın ana üstü. Portsmouth’a gidiyorlar. Ben de oraya Gaziantep Fırkatenik komutanıyken gitmiştim 98 yılında. O sular da 100 gün seyir yapmıştık. Kov Adası var. Orada bir resmi geçit yapıyorlar Sultan Abduraziz Onur’una. Bunu ben birkaç yerde ayrı ayrı okudum. Fırtınalı bir hava. Gray zaten oranın havası ve savaş gemileri büyük bir izam oluşturuyorlar.
Provan izamı deriz böyle gemiler önünden geçiyor. O sahne şeyi çok etkiliyor Abdülhamid’e. İngiliz deniz gücü düşünün Pax Britannica tepe noktasında dünyanın kaderine İngiliz donanması karar veriyor. Çok güçlü bir enstrüman dış politikasının küçücük bir ada ama adanın bin kat genişliğinde sömürgeleri var ve güneş batmıyor. İşte mesela bir yoruma göre de bu gezi de en çok etkilendiği sahnelerden biri o donanmanın gücü. Bir de atış yapıyorlar tatbikatta falan çok gen. Şimdi Abdülhamid’in tabi katılıyorum. Yani şimdi ilk yaptığımız programdan sonra benim Abdülhamid donanma ile ilgili yazdıklarıma çok yorumlar geldi. Yani tabi ki eleştiren beni ama ben yani onlara her ortamda şu cevabı veriyorum. Abdülhamid’in devlet adamlığına benim bir sorunum yok. Bir kere Osmanlı İmparatorluğu’nun en zor döneminde, İmparatorluğu’nun en sıkıntılı döneminde 33 yıl iktidarda kalabilmek ve imparatorluğun ömrünü o şekilde uzatabilmek kolay bir iş değil. Osmanlı İmparatorluğu’na esaslığa bana sorarsanız 19. yüzyılın başında işini bitirebilirlerdi.
Niye bitirebilirlerdi? Çünkü çok geri kalmış her alanda yani. Tarımda geri kalmış, sanayide geri kalmış, askeri güçte yenilik üstüne yeniden isyanlar çıkmış. Her yerde isyanlar var ama Rusya’nın Akdeniz’e inmesi için bir tampona ihtiyaç vardı. Reval görüşmesi 1907’ye kadar esasına bakacak olursan Osmanlı’nın devam etmesi isteniyor. Yani NATO’nun bize 70 yıl. Tabii ki 70 yıl. Nasıl biz Güney kuşağı kalesi gibi tuttular bizi.
Yani NATO Türk’ten uzaklaştırdılar, dini pompaladılar siyasette, Türk siyasetini kalitesizleştirdiler. Baktığın zaman Türkiye’nin bana göre denizcileşmesini istemediler. Bugün AB’nin tonla fonu var, yok demokrasi fonu yok bilmem ne. Bir tane Türk halkının denizcileşmesi, Türk çocuklarının denizci olmasının örnek programı var mı? Bulamazsın. Ama Türkiye’yi parçalayacak, bölecek her türlü program var. O dönemdedir Osmanlı İmparatorluğu tampon bir devlet olarak tutuldu. Ne zaman ki Victoria’nın akrabası işte biliyorsun, çağır, Alexander ondan sonra Nikolaus.
Bunlar hepsi o aynı sülalete karar verdiler, paylaşmaya tamam dediler. Senin işin Osmanlı bitti. Yani 1907 Reval görüşmesi oluyor. Abdülhamid’e görüşmenin tutanaklarını getirmeye cesaret edemiyorlar. O zaman yüksek devlet şurası var. Rauf Orbay’ın babası da Koramiralı şurada. Adam hatıratında yazıyor, babama yalvardım ya bunu anlatsanıza diye. Düşünsene ülkenin paylaşılmasına karar veriliyor 1907’de. 7 yıl sonra da savaş. Hani var ya bazıları diyor efendim birinci yüzyıl savaşına diyor iddia terakki yüzünden. Kardeşim birinci yüzyıl savaşı zaten seni parçalamak için çıkarılacaktı. İster iddia terakki olsun, ister başkası olsun. Sen eğer sanayi devrimlerini kaçırmışsan, aydınlanmayı kaçırmışsan seni yerler. Hele bu topraklarda böylesine kısrak başı gibi Avrasya’dan gelecek Avrupa’ya oğazları kontrol edeceksin. O dönemde Süveyş kanala açılmış, Süveyş Hint yolu açılmış. Seni burada yedirirler mi? Zaten adam ne yapıyor 93 Harbin’de Rus ordulara, Erstefenos, Süyeşiköy’e gelince İngiliz donanması durduruyor. İngiliz donanması geldiği için de fatura geliyor.
Nereler gitti? Mısır gitti, Kıbrıs gitti. Bir fatura var. Her zaman böyledir yani devlet işlerinde bir iyilik yaptın mı karşınını isterler. O yüzden Abdülhamid eğer son zamanlarda en azından Abdülaziz’de eleştirdiği konuya çarkçı yetiştirmeye, silah subayı yetiştirmeye, navigatörlüğe, bu konulara ağırlık verip mesela o döneme yönelik 5 tane hatırat okudum ben. İnanamazsın o dönemdeki felaketi. Bazıları da diyor ki efendim 1903’te alınan gemileri amiralimle diyeceksin. Onu da söyleyeyim yani Hamidi’ye, Mecidi’ye, İtalya’dan alınanlar var. O dönemde Ermeni olayları oluyor biliyorsun. Osmanlı Bankası, bombalama falan ve çok büyük baskı geliyor. Hem Adana’daki ayaklanma sonunda, oradaki yıkımdan hem İstanbul’daki bazı yerlerdeki olaylardan büyük bir tazminat istiyorlar. Abdülhamid de esasında çok muazzam, devleti koruyan, onurlu bir adam. Ben diyor öyle bir şeye tazminat vermem. O zaman diyorlar sizin donanma çok zayıfladı. 1903’ten bahsediyorum yani 1901-202. Diyorlar ki siz bu fikri veren de Amerikan büyükelçiliği çok enteresan. Siz İngiltere’den, Fransa’dan, İtalya’dan, Amerika’dan savaş gemisi yaptırın. Ve bu savaş gemilerin fiyatını biz yüksek tutacağız. Siz hem donanmayı yenilemiş olacaksınız hem bir tazminat ödememiş olacaksınız. Bu konuda yani belgeler var o yüzden bu kadar rahat konuşuyorum. Zafer Toprak hocanın yanılmıyorsan bu konuda çok güçlü bir makalesi de var. Ondan sonra ve bu şekilde bu gemiler geliyor. O dönemin hatıratından biri. Aklımda kalan not. Ben şimdi tabi sorular sürpriz oldu, bana hoşuma gitti. Yani böyle sürpriz cevap veriyorum. Hazırlıksız geldim ama aynen şöyle diyor. O gemilerde çalışmak için diyor yarış halindeydik diyor. Ben itekim diyor bir tanesine gittim ama gördüm ki diyor geminin kazanı çalışmasına bile izin verilmiyordu diyor. Yepyeni gemi. Ve biz gemide soba yakıyorduk diyor ısınmak için. Bak şimdi bunlar yaşandı. Yani evet o gemiler alındı. Peki soruyorum. O gemiler neredeydi? İtalya savaşında. Bak 8 yaşında gemiden bahsediyorum sana. 1903’te geldi Mecidiyye Hamidiye. Neredeydi o gemiler? Niye İtalya’ya gitmedi? Balkan Harbi’nde. Evet Karadeniz’de biraz faaliyet gösterdiler. Hamidiye’ye vuruldu orada. Gemin kış tarafı tamamen suya gömüldü. Zar zor çektiler.
Peki Balkan Harbi’nde niye çıkamadık? İki kere deneme yapıldı. İkisinde de başarısız olduk ve adaları verdik. Şimdi o yüzden burada Abdülhamid sevenlere tabi ki saygı duyuyorum. Hepsi bizim memleketimizin evlatları. Ama tarihi bu perspektiften de bakmak lazım. Eğer biz İtalyan Harbi, Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi’nde güçlü bir donanma olsaydı, coğrafya zaten farklı olurdu. Ben hep söylüyorum. Lozan görüşmesine gidilirken bugünkü donanma yeteneğinde Atatürk’ün bir donanması olsaydı ben size garanti ediyorum.
Yunanlara da buradan söylüyorum. 25. boylamın doğusunda hiçbir Yunan adası bırakmazdı. Çünkü coğrafya kabul etmiyorlar. Burada gidelim bunları alalım işgal edelim anlamında söylemiyorum. Yanlış anlaşılmasın mı? Neçede yenilmiş bir imparatorluk Lozan’a sonuna kadar tabi ki sadığız. Ama coğrafyaya aykırıdır o adaların bulunduğu yer. Ve o yüzden silahsız koşuluyla verilmiştir. Türkiye’nin güvenliği düşünülerek silahsız koşuluyla verilmiştir. Ama adamlar bunu dinlemiyorlar. Zaten şöyle bir durum var aslında. Dinlemeyen adamlar, karşı fikir getirmeyen adamların hepsi zaten söyleyeyim size bilgi fikir sıfır çünkü. Şimdi onlar o dönemki Osmanlıyı da yana kapılarına yürüyen Osmanlı zannettikleri için. Ya da ne bileyim efendim kanuni padişahı gözünün önüne getirip Vahdettin’i aynı şekilde gözünde canlandıran adamlar bunlar. Bir Almanın hatıratını okudum. Birinçüryan Savaşı’nda Çanakkale cephesinde. Ne diyor biliyor musun? Kum torbaları geliyor diyor. Kum torbaları sabah 100 tane geliyor diyor. Akşam diyor bakıyoruz 50 tane yok diyor. Yama yapıyorlar üniformalarını Osmanlı askerler. Kum torbasında şeyi vurgulamak istiyorlar. Tabii hepimiz imparatorluk görkemli bir kavga. Ama durum bu.
Ama bizde yani bizde burada ceddimizden sanki böyle bir şey yok. Hayır asla öyle bir şey yok. Çünkü ne zaman Osmanlı ile ilgili ya da o dönem yaşanan sıkıntılarla ilgili bir şey konuşsak. Efendim siz Osmanlı karşısınız falan filan diyorlar. Hayır değil bizde ceddimizle iletişimlerimiz diken diken olur her hikayesinde her tarihin de her anında ama. Konu öyle değildi arkadaşlar. Bunu zaten hani bilemeyecek kadar okunmayan adamlar bunlar. Çocuğun bir tanesi çıkıyor işte 20 yaşında bir çocuk. Gidiyor efendim işte o fesli falan filan adamların söylediği iki tane videoya alıyor. Diyor ki efendim bu gerçekte böyle olmuştur. Değil tarih ve olaylar bu kadar basit değil en azından.
Bazı insanlar her zaman dün de bugün de sizin adınıza zaten çalıştılar. Sizin adınıza zaten savaştılar. Bir şekilde anlatmaya ve savaşmaya da devam edecekler. En azından parazit yapmayın derim ben. Çok da belge bilgi biraz önce amir elimizin mesela önerdiği arada önerdiği sadece iki kitap oldu. Onları da açıklamalara yazacağız bence insanlar ulaştılar o kitaplara da. Bu kitapları okuyup tarihe birazcık daha detaylı bakarsanız zaten siz de konunun farkına varacaksınız. Varmıyorsanız da parazit yapmayın. Düşünür derim sözümü kesiyorum ama tarihi incelerken bu ak bu kara diye bir şey yok. Cem de söyledi yani ikinci Abdülhamid’i incelerken o 33. İncelerken bütün dünyadaki durumu incelenmek lazım. Coğrafyamız öyle bir coğrafyaki ve öyle bir duruma gelmişiz ki bilimden teknolojiden her şeyden uzak kalmışız. Ve Abdülhamid orada devam ediyor. Şeyi de hatırlarsın sen. Japon imparatoru bir mektup yazıyor Abdülhamid’e. Bu Vahdettin Engin’in kitabında var. Abdülhamid’in hayatıyla ilgili profesör doktor Vahdettin Engin. Japon imparatoru diyor ki bize diyor bir Müslüman heyet gönderin. Müslüman bilim adamlarını gönderin. Bizim burada anlatsınlar Müslümanlık İslam nedir? Abdülhamid düşünüyor diyor ki ya burada diyor öyle adam olsa ben diyor kendi halkımın hizmetinde kullanırım. Bizim medreselerimiz diyor bizzat kendi yazısı var. Medreselerimiz ilim irfan yuvası değil diyor. Bugün medrese medrese diye bağlıyorum. Ben size şunu söyleyeyim. Osmanlı da benim atam, Selçuklu da benim atam, Hunlar da benim atam, Göktürkler de benim atam. Niye bunları söylemiyorlar? Sadece Osmanlı benim atam böyle bir şey yok. Hatalarıyla sevaplarla hepsini buraya koyacağız ki. Önümüzdeki sürece artık dünya şekil değiştiriyor. Senden arada da konuştuk. Söyledik.
Dünya takım kararlar alıyor. Birileri ellerini bir yerlere attı. Doğru atanların hepsi kazanacaklar. Sizler devam edeceksiniz. Biz size bunları anlatmak ve yön göstermek jenerasyon olarak zorundayız yaşadıklarımızdan dolayı. İkinci Abdülhamid’e devam edelim. İkinci Abdülhamid dönüyorlar. Abdülaziz Abdülhamid’in amcası bir saray darbesiyle görevden alınıyor. Hapsediyorlar. Üçüncü gün, dördüncü gün, dört Haziran günü bilekleri kesip sözle intihar etti. Bence öldürüldü. Çok şüpheli bir yönüm. Abdülhamid bunu da görmüş. Onun için mi besmesiydi? Tabii. Ama bu da gelmeden önce biraz önce söylemiş olduğumu, o Victoria’nın damat yapmak istediği Şehzade Murat, 5. Murat olarak tahta çıkarılıyor. 93 gün kalabiliyor. 93 gün sonra diyorlar ki bunun aklı melekeleri yerinde değil. Onu da alıyorlar. Abdülhamid padişahı oluyor. İşte Türkiye’nin veya Osmanlının kaderi o zaman değişmeye başlıyor. Ve o Abdülhamid şimdi bu tanzimat kızanlar, meşrutiyete kızanlar, bağıranlar, çağıranlar dini yok etti. İşte iddia terakki de oralardan geldi diyenler. İkinci Abdülhamid’in ilk meclisi Mebüsuha’nı açarken yaptığı konuşmayı biliyorlar mı? Bu konuşmada bir tanzimatçı gibi konuşuyor.
Bunu biliyorlar mı? Ve Abdülhamid’in mesela görevlendirdiği kişilerin, bunlar çok uzun hikaye. Abdülhamid’le ilgili ayrı bir program yapmak isterim. Biz burada ne Abdülhamid’i övüyoruz, ne Abdülhamid’i de sövüyoruz. O da bizim atamız. O da bizim Osmanlı’dan gelme bir padişahımız. Ama yaptıkları bu, yapmadıkları bu. Mesela Kıbrıs 1878’de bir tek mermi atılmadan İngilizlere teslim ediliyor ya. Sudan ve Mısır Osmanlı borçlarına karşılık teslim ediyor. Mısır’ı parçal parçal satsak Osmanlı borçlarının 10 milyon katı paramız olurdu Osmanlı olarak.
Ama veriyor. Sırbistan gidiyor, Romanya gidiyor. Yani Abdülhamid zamanında kaybettiğimiz toprakları da düşünmek lazım. Tun havzası gidiyor, Nil havzası gidiyor. Çok kıymetli yerler. Olaylara biraz bu şekilde bakmak lazım. Amir elimize bir sorun var. Sahiracının istifası Libya ve sonrasında da Kıbrıs’ta çok yakında seçim var. Önemi nedir? Libya ve Kıbrıs tabii ki Türkiye’nin Mağavata mücadele içinde yetki alanlarımızın gelecek nesiller için koruması da çok kritik iki yer. Ben hep şu lafı kullanıyorum. Mağavatanın batı kapısı Libya’dır diyorum. Yani Karpocakları donanması dönemindeki görevi neyse o zaman da bizim ileri karakolumuzdu. Şu anda Türkiye 21. yüzyıla hazırlık yapan 21. yüzyılın dolu dolu yaşaması gereken 83 milyonluk G20 üyesi büyüyen bir ekonomi şu an belki krizi olabilir ama bu toplumu tutamıyorsun. Yani 1974’te Kıbrıs Barışı Hareketi olduğunda bizim dış ticaretimiz neredeyse 5 milyar dolar falan da şimdi geldi 400 milyar dolar. Yani şimdi bakacak olursan büyüyen bir ülke var. Büyük bir doğal kaynağı olmadan büyüyen bir ülke var. Bu bakımdan Türkiye mağavattan bir atlama tahtası olacak. Yani Süveyş havzası, Kızıldeniz havzası, Basrak örfezi, Arap denizi, Umman denizi, Kuzey Afrika, Afrika’daki Türk varlığı bunlar bir tek bizim açımızdan dediği bütün Türk dünyası açısından da çok önemli. Çünkü temsil ettiğimiz kabaca 300-400 milyonluk Türk dünyasının tek denize çıkışı olan, kıyısı olan ileri kalesiyiz. Yani biz burada geriyeceği şekillendirirken Türkiye Kazakları da düşünecek, Türkmenleri de düşünecek, Azerileri de düşünecek, Türk dünyasını da düşünecek. Gayet doğal. Çünkü Türk medeniyeti dünyanın sayılı medeniyetlerinden biri. Mustafa Kemal’in de biliyorsun en büyük arzusu esasında Türk dünyasıyla onlara rehberlik etmek ve büyümekti. Onu belki de başaracak olan nesiller sizsiniz yani. Şimdi baktığımız zaman Libya işte bu dünyanın batı kapısı. Bu bakımdan Sarac’ın ve Hafter’in aynı anda tabii ki Sarac gidiyorsa, Hafter de gidiyor zaten. Burada yeni bir taze kandan, yeni bir iktidarın başlaması. Yine Almanya’nın yönetçiye, bir konferans süreciyle yeni bir kaderin belirli şu an fasla devam ediyor biliyorsun bazı şeyler. Dolayısıyla burada en kritik şeyi söyleyeyim Türkiye ile Rusya’nın Libya’da bence anlaşması gerekir. Türkiye’nin orada bir üs olmasına Rusya bir şey dememeli. Rusya’nın da olmasına Türkiye dememeli. Çünkü bu tip büyük devletlerle ilişkiler karşılıklı, çıkar dengesine bağlıdır. Aynı şekilde Kıbrıs’ta da önümüzdeki dönem çok çok kıymetli. 11 Ekim’de seçimler var. Kıbrıs’ta mutlak surette Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı son açıklama paralelinde bir sürece girmesin. Kim seçilirse seçirsin. Tabii ki dileğimiz Türkiye Cumhuriyeti ile rakip olmayan üzülerek söylüyorum.
Düşman olmayan hatta bu kelimeyi kullanmak. Oturduğu koltuğun değerini bilen. Burada hiçbir isim de vermek istemiyorum çünkü kullanıyorlar. Bu bakımdan benim orada beklentim Türk dışlığının şu açıklamasından sonra dedi ya federal çözümü artık nokta koyduk dedi. Bu çok önemli tarihi bir açıklamaydı. Dilerim bunun içi doldurulur. Jack Straw’ın eski İngiliz Dışişleri Bakanı’nın 2017 Temmuzunda yazdığı makale var zaten. O makaleyi bugün okudum. Adam 2017’de söylemiş diyor ki Kıbrıs’ta tek çözüm iki bağımsız devlettir diyor.
O yüzden Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bence kurulmalı. Güney ne yaparsa yapsın. Şimdi yeni seçilen hükumette Türkiye’nin bu kararını desteklemeli hatta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi derhal bu konuda karar almalıdır. Biz seçimlerden sonra gelecek hükümet kim olursa olsun artık federal çözüm tartışılmayacaktır diye. Burada tabii bu iş bittikten sonra çözüm süreci 5 artı 1’i Türkiye teklif etti biliyorsun. Yani 5’i 3 karantina Kıbrıs, Rumları, Türkler bir de Birleşik Milletler. Buralım masaya neyi tartışacağımızı neye hedeflediğimizi bir önce konuşalım diye bir konferans modeli önerdiler. Burada da bence hedef boşanma olacak. Bu boşanmayı nasıl başaracağız? Bu olmalı. Bu boşanma olduktan sonra Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ortaya çıktıktan sonra Türkiye’nin yapacağı en önemli şey bunu tanıtma hatası olmalıdır. Kesinlikle. Bugün dünya üzerinde biliyorsun 25 tane de facto devlet var yani tanınmıyor ama daha sonra fiilen uygulamalarla kendini tanıtıyor. İşte Timor gibi Güney Sudan, Tayvan, Eritre baktığın zaman şu an Birleşik Milletler’de temsil edilmiyor pek çok.
Ama de facto faaliyetleri tanıyan ülkeler var tanımayanlar var. Böyle bir sürece girilebilir. Daha sonra tabii ki Türkiye ile stratejik ekonomik işbirliği anlaşmalarıyla bu ülkenin savunması Türkiye tarafından karantı edilmeli. Egemen üstler verilmeli. Türkiye’ye şu an bile kurması bence gecikmiş bir olay. Eğer böyle bir model olmuyorsa ben tabii ki bu ülkenin tam bağımsız olmasını savunan bir insanım. Yani Türkiye’ye ilhak edilmesi böyle bir şeyi ben şahsen düşünmüyorum. Niye? Birleşik Milletler’de bağımsız bir yeni bir Türk devletinin olması bizim de avantajımız.
Ama eğer böyle bir şey olmuyorsa da Monaka modeli gibi dış işleri ve savunmasında bize bağlı. Diğer Monaka biliyorsun Fransa ile şeyini yapmıştır. Böyle bir model de olabilir. Şu an Kuzey Kıbrıs’taki halkada tavsiyemiz şu. Bağımsızlık ve özgürlük her şeyin üstündedir. Bugün en büyük endişeleri tabii ki AB pasaportlarını kaybetmek olabilir. Ama şöyle düşünelim bizler şu an AB pasaportu mu taşıyoruz? Taşımıyoruz. Böyle bir kompleksimiz de yok. Asla. Değil mi? Asla. Onlar da eğer atalarımızın mirasını devam ettiriyorlarsa bence.
Çocukların istikbalini düşünüyorlarsa. Tabii. Böyle bir endişe olmaması lazım. Yoksa AB pasaportu uğruna köleleşmek, Rav Tanktaş’ın tabiyle OZMOS içinde eritilmek tercihleri ise ona ben bir şey diyemem. Ama 11 Ekim önemli. Dilerim en doğru seçimi yaparlar. Bizim de 11 Ekim’den sonra orada derhal bir deniz üstü, derhal bir hava üstü kurmamız şart. O geç bile kalmış. Çok geç kaldık. Ben buraya sen gelirken, o sana da söyledim. Aslında ben sana ne diye hitap etmek istiyorum biliyor musun? Sen bizim ilk denizcilik bakanımız olmalısın.
Niye denizcilik bakanımız yok kardeşim? Yani şöyle söyleyeyim. 2001 yılına seni geri götüreyim. O zaman DYP, DSP koalisyonu var. Ben o zaman Kuvvet Komutanı Özel Kalem bilir. Bir gün geldiler bana amirlerim siz dediler çok meraklısınız bu konulara. Bir kanun tasarısı var. Görüşlerinizi alabilir miyiz? Buyurun dedim. Denizcilik bakanlar. 2001. Tabii. Herkes imzayı atmış. Son aşamaya gelmişler. Benden fikrimi almak için. Baktım gayet güzel bir kuruluş şeyi. Tanrı bu harika bir şeydi. Gitti geldi. Kuvvet Komutanına da bilgi verdik o zaman. Bir imza eksik kaldı. Bütün bakanlar attı biliyor musun? Kimdir o imza? Sıkı durum Kemal Derviş. Şimdi bak bu ülkenin Atlantik sistem iki şeyini istemez. Bir Mustafa Kemal Atatürk’e yakınlaşmasını istemez. Bugün görüyoruz. Bugün Mustafa Kemal Atatürk’ün programını uygulayan kaç tane siyasi parti var? Tam bağımsız, devrimci. Yok. Ama albükları. Uygulayan diyorsun ama. Yok. Aksine kaçıyorlar. Şimdi bu kimin başarısı biliyor musun? Avrupa Atlantik Sistemi. Bunu başardılar. Bir.
İki. O sistem Türkiye’nin asla denizcileşmesini. Ya bana söyler misin? Bir gecede bir ülkenin 53 amiranın 15 tutuklanır mı? Bu Fransa devriminde bile yok ya. Stalin’ın 1937 tasfiyesinde yok. Bunu kim yapıyor? Bunu yapan belli. İşte Gülenistler. Gülenistler şu an nerede? Kendilerine en emniyetli, en güvenli yeri buluyor. Ben sayayım sana ABD, Almanya, Fransa, Yuniç’te. Yani o nedenle Türkiye’nin geleceğinde şu an 21. yüzyıl geleceğinde iki tane anahtar kelime var.
Atatürk’e yaklaşmak, denizci olmak. O yüzden şu anki mevcut iktidarla zaten ben görevimi, fikirlerimi yapıyorum. Şu an bu bakanlığa kurarlarsa tarihe geçerler. Çünkü şu anki rejim itibarıyla çok güçlü bir rejim bu. Tek içi. Tek başı. Tek başı. Dilerim. Çağrı yapıyorum. Bunu kuracaksa zaten bu rejimde kurabilirler. Çünkü eğer bu parlamenter sisteme geri dönülüp, yok parlamento, muhalefet, iktidar bu saykıla girerse Atlantik sistem o kadar etkili ki bir imzayla gitti.
O yüzden bu iktidara tavsiyem. Denizcilik bakanlığı niçin önemli onu da söyleyeyim. Bugün Türkiye’de denizcilik neticede yıllık 70-80 milyar dolarlık bir sektörün temsilcisi. Gayri safi milli hastalığı kabaca 700-800 kabul etsek demek ki %10’u kadar. Tabii ki güçlü bir sektör. Para kazanan bir sektör. Bir de mecbursun. Bu ülkenin tahlat ve iraciatının %89’u deniz yolu demek. Limana muhtaçsın. Gemiye muhtaçsın. Tersaneye muhtaçsın.
Savunma sanayide şu an çok şükür %65 deniz kuvvetlerinin, savunma sanayide kendi tersanelerimizi destekliyor. Bu da çok önemli. O zaman Türk denizciliğini tek elden yönetirmesi lazım. Şu an Türk denizciliğini yöneten Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nda bir denizcilik genel müdürü bu kadar. 83 milyon G20 üyesi Doğu Akdeniz kaderini belirleyecek, Ege kaderini belirleyecek, denizcilik kaderini belirleyecek ve bu ülkenin denizciliğini idare eden bir yer var. Peki soruyorum balıkçılığı kim kontrol ediyor? Tarım Bakanlığı. Turizmi kim kontrol ediyor? Yatçılık, marinacılık, kültür ve turizm bakanlığı. Tersaneleri kim kontrol ediyor? Sanayi Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı karışık. Yani şu an yüze yakın tüzük, efendim 14’e yakın değişik bakanlık veya kurum darmadağın. Halbuki Türkiye’nin şu an derhal bir tek elden denizciliği ele alacak. Çevresiyle, sanayisiyle, işletmesiyle, imancılığıyla aklına ne geliyorsa tek elden yönetilecek.
Çünkü sizin neslinin ihtiyaçları o kadar büyük olacak ki bu sistemle bu idame edilemeyecek. Biraz önce dedik ya biz Osmanlı zamanında Osmanlı denizci bir devlet olmadığı için şunlar yaşandı bunlar yaşandı filan ama bir de biz 1. Dünya Harbi’ne girdikten sonra Nusrat diye bir hadise var. Nusrat mayın gemisi döktüğü 26 mayınla 7-8 Mart gecesi gizli bir şekilde 11. Mayın hattı olarak Nazım Bey’in ve Cevat Çoban’la Allah’ın rahmet eylesin Müstakken mevkii komutanı onların öngörüsüyle 7-8 Mart gecesi bir hat doşuyor karanlık limana
ve İngiliz armadası 18 Mart sabahı neredeyse 20. denemelere artık top yükün girip Churchill’in verdiği karar paralelinde boğazları zorla geçecekler ve orada dönüş yaparken saat 1 sularında önce Fransız gemisi Buve bu mayınlardan birine çarpıyor ve 10 dakika içinde batıyor. Kabaca 600 kişi ölüyor çok az kurtulan 60-70 kişi arkasından ölden sonra önce HMS Resistible daha sonra akşam HMS Ocean batıyor. Şimdi dünya tarihine baktığımız zaman bende bir kitap var İngiliz bahriyesinin 100 yılı diye gün gün orada görüyorsun hangi olay olduğunu şöyle bir giriş yapmışlar 18 Mart 1915’e tarihinde ilk kez İngiltere 6 saat içinde iki savaş gemisini kaybetti diyor. Müthiş bir olay bu. Bu Nusret’in 26 mayının kaç tanesi çarptı tam bilinmiyor ama o mayınlar sayesinde dünyanın akışı değişiyor. Mesela savaş 2 yıl uzuyor burayı zorla geçemeyeceklerini görünce 25 Nisan’da bu ANZAK’larla birlikte ilk çıkarma rakatı başlıyor işte Atatürk’ün 57. halay ölmeye emretti ve savaş uzuyor. 1914 de başlayan savaş 1916’u bitmesi planlıyken 18’e uzuyor. İngiltere sistemi özellikle küresel onların ticaret ağları çöküyor işsizlik tavan yapıyor.
İrlanda’da iç savaş başlıyor. Mustafa Kemal geldikleri gibi giderler diyor ya. Onu esasında o kadar iyi analiz etmiş ki İngiltere’nin düştüğü durum. Aynen şu an Amerika’nın düştüğü durum gibi yani George Floyd isyanlarını yönetemediler. Covid’i yönetemiyorlar. Tıktıkları her yere gözyaşı ve kan götürüyorlar. Aynı o dönemde de İngiltere çöküyor Atatürk bunu görüyor. İşte Nusret o 26 mayın bir ancak siyah kuğu etkisiyle tarif edilecek bir etki yaratıyor. Bu mucizeden dövdü bir siyah kuğu. Çünkü gelen armada mesela Kuynezabeth diye bir gemileri var. Daha gemi 3-4 yaşında. Dünyanın en güçlü gemisi. Churchill özellikle onu istiyor. Diyor ki bu tek başına yeter diyor. Geçemiyorlar. Çünkü hem bataryalar hem mayınlar ikisini aynı anda halledemiyorlar. Ve gemiler akşam saat 18.00 sularında Amiral Dorobek diye bir adam var. Çok ilginçtir. Daha sonra İstanbul’u işgal edildiğindeki ilk komutan onu veriyorlar. İlk yaptığı işte Cevat Paşa’yı tutuklatmak oluyor. Şimdi o haberi vereyim. Ama bundan bir yıl evvel genç bir ekip geldi. Bu Ayla filmini yapan Can Ulkayla. Yine bir yapımcı. Sertuğ Alptekin diye genç bir çocuk. Sapro Films. Amiral’im dediler biz böyle bir şeye soyunuyoruz. Size destek olur musunuz? Ben dedim bu enfes bir proje. Niye bugüne kadar Türkiye, Nusret’in filmini yapmadı? Yani bu çünkü dünya tarihini değiştirdi. Ne oldu? Rusya’ya yardım gidemedi. İtilal başladı. Rusya çökünce bütün sistem allak bullak oldu. Amerika’yı bir an evvel savaşa soktular çünkü İngilizlere JP Morgan vermişti bütün parayı. Baktılar Almanlar kazanıyor. Hadi Diller Amerika gelsin. Bütün deyitler bozuldu yani. Ve Mustafa Kemal Atatürk çıktı. Esasında 18 Mart günü bombardıman başladığı anda Atatürk’le Cevat Paşa nerede biliyor musunuz? Settülbahir’de. Evet. Denetlemeye gitmişler. Bir bakıyorlar bombardıman başlıyor. Bu iş ciddi diyorlar ve dönüyorlar. Bir de Asya yakasına geçiyor Cevat Paşa. Atatürk, Cevat’taki tümenin karargahına gidiyor ve çok ilginçtir. Atatürk’ün çektiği telgraflar var. Onlara eriştik. Yani güzel bir film olacak inşallah. Ben bu gençlere güveniyorum. Çok heyecanlılar. Biz de ekibi sizin aracılığınızda söyleyelim. Film ekibini de bittiği gibi film yayın tarihinden hemen evvel bizim bütün programlarımıza davet edelim burada. Tabii tabii çok iyi olur. Hem yönetmen zaten aile filmi biliyorsun dünya çapında bir gün yaptı. O yüzden yönetmen de çok iyi. Yapımcı da çok heyecanlı.
Tabii ben bu arada İngiltere’de çok sıkı bağlar bulduk. Yani o döneme ait pek çok belge ve bilgiye eriştik. Bunlar çok önemli. Filmin gerçekçi asla tarihi saptırmadan gerçekleri ortaya koyan ama bu yaratılan mucizenin, Türk mucizesinin dünya tarihini nasıl şekillendirdiğini anlatan bir film olmasını da hedefliyoruz. Tabii İngilizleri de çok fazla küçük düşürmeden çünkü hakikaten çok büyük bir felaket. İngilizler açısından tam bir felaket. Fransızları saymıyorum bile. Fransızlar zaten hem Kurtuluş Savaşı’nda hem Birinci Halb Savaşı’nda Türklere en büyük morali veren ulus hep yenilmişler. O bakımdan da bunu da iyi değerlendirmeleri lazım. Yalnız bir de şu var tabi İngilizlere sadece Çanakkale meselesinde en büyük terbiyeyi vurmuş değiliz. Bir de Kutulamara zaftır. Tabii tabii. İlk defa İngiliz tarihinde 13.000 İngiliz askeri, generalleri, subayları falan hepsi esir almıyor. Paratek bir şey var değil mi? Öyle bir şey var. Paratek çine kadar.
Bir şey şu var. Anglosaksonları yenen tek Türk ırk. Zaten ne diyor Gandhi? Mustafa Kemal çıkana kadar. İngilizler tarih. Evet. Kıymetimizi bileceğiz. Hemen bitireyim. Sonrasında seni yine yalnız bırakacağım izleyiciliğe baba. Çok da ufak bir şey soruyorum. Çok ufak ama. Mevzular izleyiciliğine tabii ki ayırıyorum bu söyleyeceklerimi ama hala siz o kadar anlatıyorsunuz. Belgelerle yaşanmış olaylar, tarih. Ki sizin bence artık belge göstermenize de gerek yok. Çünkü geçen sene söylediğiniz şeyi insanlar bugün tartışmaya başladılar.
Siz bunu yıllar yıllar öncesinde söylüyordunuz. İnsanlar bugün farkına varıyorlar. Bir de farkına varmayan büyük bir kalabalık var. Konuyu yalnızca işte Atatürk bizim dinimize el uzattı diyenler var. Özellikle şeyi çok sormak istiyorum. İkinize birden sormak istiyorum. Bu bomba müthiş sürpriz soruyor. Çünkü akılları kurcalayan bir soru. O kadar İngiliz hiç savaşmadan İstanbul’u nasıl terk ediyor? İngilizler neden tek bir kurşun sıkmadan gittiler? Önce onu bir sorayım size. Söyleyeyim mi? Lütfen. Meşhur Çanak Efer diye bir olay var. Çanak olayı. Peki Kanada’nın bağımsızlığını nasıl elde ettiğini biliyor musun?
Mudanya müteahakesi oluyor. Atatürk işgal edilen bölgeler ağır ağır temizleniyor gidiyor. Ve sıra nereye geliyor? Çanakkale bölgesine ve Türk ordusunun Çanakkale bölgesine girmesini Atatürk emrediyor. O zamanki İngiliz işgal kuvvetleri kampanya kuvvetleri kontanı General Harrington ona geliyorlar. Diyorlar ki Türk birlikleri kuzeye yükselmeye başladı. Kabine diyor ki… Ateş edin diyor. Evet savaşın diyorlar. Onun üzerine adam da diyor ki şu an pozisyonları çok güçlü katliam olur diyor. Bizi diyor.
Mahveden niye? Çünkü Türkler kaç yıldır savaşıyor? Düşün 1919’da Atatürk çıkmış değil mi? Hemen hemen 1919’dan itibaren savaşmaya başlamış diyelim. Milli ordu, kuvay milliye milli ordu ve düşün at üstünde kaç saatte? Nurlu Pınar’dan İzmir’e geliyor. Dünya tarihinde yok öyle bir süre. Enerji yüksek. Şimdi Harrington akıllı bir adam. Çanakkale fare’e gelecek. Bu Türkiye’de bilinmez. Çoğu yerde de anlatılmaz detay olduğu için ama çok önemli bir detay. Commonwealth yani İngiliz milletler topluluğuna asker istiyor.
Lloyd George ve ilk cevap kimden geliyor biliyor musunuz? Kanada’dan. Size asker yok diyor. Ve Kanada parlamentosunun onayı olmadan İngiliz parlamentosu Kanada’ya emir verdiği için de sizi tanımıyoruz diyor. Ve Kanada bağımsızlığını ilan ediyor. İşte Çanakkale fare budur. Kanadalılar bağımsızlığını Türkleri ve Mustafa Kemal’in Çanakkale bölgesindeki kararına borçludurlar. Ve hakikaten birlikler geliyor. Harrington emir veriyor hayır diyor. Ve şeyden ters düşüyorlar. Lloyd George hürmetiyle adam küpürüyor. Şimdi Mustafa Kemal’e İngiliz ajanı demek, Mustafa Kemal’e İngilizlerle anlaşı demek. Ya da Mustafa Kemal’e Ankara’ya geldiği zaman Mustafa Kemal’e bir İngiliz mangası selamlayarak harçladı filan gibi abuk subuk şeyleri söyleyenlere söylüyorum bunu. Şimdi abi adamlar, insanlar bu adam inanılmaz bir kurtuluş savaşı mücadelesini iç isyanlara rağmen askerden kaçanlara rağmen saltanatın baskılarına rağmen İngiliz’in Yunan’ı kiyan olarak üzerimize sürmesine rağmen Fransız’ı Ermeni’nin çetelerinden bahsediyor. Bunlara rağmen bunu başarmış bir adam. Bunu başarmış olan adam İzmir 9 Eylül’ü ele geçtikten sonra 11 Eylül’de İzmir’e geliyor. Mustafa Kemal 11-12 Eylül’de İzmir’e geliyor diyorlar ki İngiliz konsolosuz sizinle görüşmek istiyor efendim diyorlar. İngiliz konsolosuz geliyor. Tabii o sırada Mustafa Kemal de biraz önce Hema Amireli’nde bahsettiği gibi Çanakkale üzerine doğru çünkü Çanakkale’yi oraları alacağız ki Doğu Trakya’yı da Yunan’ın işgalinden kurtaracağız. Zafer kazanmış bu ordu. İngiliz konsolosuz yok efendim tebrik ederiz. Ama ona sonra diyor ki ordularınız diyor yukarı doğru çıkıyorlar biraz önce bahsettiği General Harrington’da çok akıllı bir adam.
Havine kendisine emretmesine rağmen onları oyalıyor bir şeyler söylüyor. Şunu yapıyor bunu yapıyor ve Kanada’nın. Şuna biliyor musun nereden nereye bağlantı işte. Mustafa Kemal’e soruyor siz diyor bizimle savaş halinde misiniz bilmek istiyor diyor hükümetimiz. İngiliz konsolosuz diyor. Mustafa Kemal’in verdiği cevaptır çok kibar bir cevap veriyor. Sayın konsolosuz bakın diyor. Yunan’ı diyor üzerimize siz saldınız. Ta şuraları buralara kadar geldiler. Biz diyor gereğini yaptık aldık onları denizden aşağı attık diyor. Şimdi diyor bizimle savaş halinde misiniz değil misiniz ona siz karar vereceksiniz biz değil diyor. Sözlediği söze bak.
Hani İngiliz ajanıydı hani İngilizlerle anlaşmıştı hani şu olmuştu hani bu olmuştu. Onun için anlamayanlara ya da troll şeklinde hakaret edenleri çok fazla kahale almamanı baban olarak rica ediyorum. Ben kahale almıyorum. Sesleri fazla çünkü yani sayı olarak fazla değiller ama hayatımızın her anına aslında müdahale etmiş oluyorlar bu cümlelerle onu söylemek istiyorlar. Çok değerli konuklarım vardı. Çok teşekkür ederim. Çok teşekkür ediyorum. Sizin sözünüzü de aldım denizcilik üzerine. Tabii tabii kesin evet bir seri yapmam lazım. Bir seri yapalım bir program var yapalım. Gençlik denizciliği kökten öğrensin. Çok iyi olur çok mutlu ettiniz bizi çok teşekkür ederiz.
Biz de alkışlayalım. Atatürk peki nasıl İngiliz nasıl çıktı İstanbul’dan dediğimiz zaman ikiniz inanılmazdınız. Sen sen sen sen işte bilgi de böyle bir şey oluyor arkadaşlar. Çok teşekkür ederim. Çok sağ olun. Cem Gürdeniz amirlerimizi uğurladık. Şimdi babamla mevzuları finalini yapacağız. Aslında ben burada bir çok soru hazırlamıştık. Yani bir çok soru hazırlamıştık ama tek bir soruyla siz çok sorunla cevabını vermiş oluyorsunuz. Baba sana özellikle şunu sormak istiyorum şimdi Suriye’den neler oluyor? İdlib’te özellikle. O kadar çok dışarıda o akdenize yöneldi ki kafamız ya da işte başka konulara yöneldi. İç gündeme çok fazla yöneldi. ÖTV artışı insanların pandemi ya da bu salgın sonrasında girdiği krizlere çok fazla odaklandık. Odaklanmamız da lazım zaten ama İdlib’te mesela şu anda Suriye’de neler oluyor? Oğlum şunu söylemek lazım. Tabii aslında gündemimizi başkaları belirliyor. Akdeniz diyoruz, Ege diyoruz. Tabii içerideki bu pandemi sorunundan sonra yaşananlar işte ÖTV’si, insanların hayat pahalılığından çektikleri maske durumu, önlemler tekrar alınacak mı, ağır hasta miktarların artması ya da artmaması hep bunlar gündemde kalıyor. Ama bizim Suriye’de bir sürü de memetçimiz var, askerimiz var, komutanımız var. Şu anda Suriye’de neler oluyor dersem bence çok iç açı şeyler olmuyor. Mesela İdlib’te şöyle birazcık geriye gidelim. 2017 yılında biz ne yaptık? Aslana’da İran’la ve Rusya’yla bir görüşme yaptık. Aslana mutabakatı dedik. Daha sonra Sochi, çok meşhur. Hep insanlar bunu dile getirirler. Sochi mutabakatı imzalandı. Bu mutabakatlara göre biz orada 12 tane gözlem noktası kuracağız. Nerede biliyor musun? Bizim sınırımızdan 88 km aşağıda. Yani memetçimiz 88 km aşağıya gidecek. Gitti. Hava sahası kimin orada? Rusların. Yani düşün sen orada bir ihab ile uçuramıyorsun. O zaman da uçuramıyorduk, şimdi de uçuramıyorduk. Bize dedi ki Rusya, ki tabii ki Rusya dediğin zaman Suriye. Zaten Rusya’nın Suriye’yi desteklediği çok açık. Dedi ki buradaki İdlib’de toplanan radikal dinci, cihatçı ya da selefici teröristleri silahlarından arındır Türkiye. Bunları bizden uzak tut ve burada ılımlı muhaliflerin kalmasını sağladığı dedi. Biz de bunu tamam dedik. Bunun garantörlüğünü aldık. İşin özeti aslında bu. Biz buradaki 12 tane gözlem noktamızı kurduk. Fakat aradan 1,5-2 sene geçmesine rağmen bu verdiğimiz tahayütü yerine getiremedik. Getiremedik çünkü oradaki cihatçılar iyice toplanmaya başladılar. HTŞ dediğimiz terörist örgüt iyice İdlib’i ele geçirmeye başladı. Radikal dinci denilen cihatçı ya da selefici denilen örgüt orada iyice güçlenmeye başladı. Ve zaman zaman Suriye güçlerine ya da Ruslara saldırılar yapmaya başladı. Ondan sonra ne oldu biliyor musun? Şubat ayında. Sadece Şubat 2020’den bahsediyorum. Şubat 2020’yi çok zaman geçmedi. Bunu izleyicilerimiz hatırlayacaklardır. Önce geldiler bizi bir top ateşine vurdular. Ne oldu? 8 tane şehit verdik. Allah rahmet eylesin. Bu 8 şehitten sonra kim vurdu? Suriye, parantez içinde Rusya. Peki daha sonra ne oldu? 5 Mehmetçemizdaha hava saldırısıyla şehit oldu. En sonda ne oldu? 33 şehit daha verdik. Yani 1 ay içinde neredeyse Kıbrıs Barış Harekatı’na yakın şehit verdik orada. Peki bizim bu gözlem noktalarının orada bulunmasının amacı ne? Şu anda bazı gözlem noktalarımız tamamen Suriye’nin ablukası altında. Suriye ordusunun ablukası altında. Ve orada hava sahasında biz kontrol edemediğimiz için o çocuklar orada bence güvende değiller. En akılcı iş. Tarihte biraz sonra dış politikayı da herhalde soracaksın. Onların ilgisi şunu söyleyeyim. Yani dış politikada bir takım kararlar alınır. Bunu askerler uygular, siyasiler uygular, başka kurumlar uygular ama bunu çok akılcı ve rasyonel almak lazım. Gerçekçi ve rasyonel olması lazım. Bizim 88 km aşağıda ne işimiz var? Bizim kendi sınırımız değil mi önemli olan? Zaten biraz sonra onu da anlatacağım. Fırat’ın batısında bunlar oluyor. Doğusuna baktığın zaman Amerika zaten bir petrol şirketi geldi. Şeyle anlaşmasını yaptı PED ile PKK ile. Yani PKK’yı bir devlet gibi kabul edip orada zaten Amerika petrol sahasını işgal etmiş durumda. Nerede bizim kırmızı çizgilerimiz? Yani PKK PED hala devam ediyor. Kaldı ki şunu da unutma. Yurt içinden de hala şehit haberleri geliyor. Yani tehdit asla küçülmedi ve devam ediyor. Daha da kötüsü Suriye’nin kuzeyindeki PED PKK oluşumu artık devletleşmeye başladı. Kimin sayesinde?
Amerika sayesinde. Bu da çok açık ama batısına baktığın zaman da bir Rus faktörü var. Biz Suriye ile 2011 yılından itibaren papaz olmuş muyuz? Olmuşuz. Ondan beri bu cerebeleri çekiyoruz. Bizim için önemli olan kendi ülkemizin menfaatleridir oğlum. Kendi ülkemizin menfaatleri neye gerektirirse onu yaparız. Şimdi bize bazı izleyiciler, troller özellikle yazıyor hep Atatürk. Ama ben gene anlatmak zorundayım bunu. Biraz önce Cem Ahmeral de anlattı. Çanakkale Savaşı’nda Mustafa Kemal gibi bir dehağının çıkması, Nusrat mayın gemisinin bunları yaparak o koca donanmayı oradan geçmesini engellemesi,
birinci Dünya Savaşı’nın gidişatını uzattı. Ufacık bir Nusrat gemisi 26 tanemayın ve bir yarbay Mustafa Kemal Atatürk. Bunlar uzattılar ve Türk askerinin oradaki gücü. Ne oldu Rusya’ya yardım gidemeyince? Rusya’da ihtilal oldu. İhtilal olduktan sonra Rusya savaştan çekildi. Savaştan çekilince biz rahatladık mı? Rahatladık. Ve Mustafa Kemal Lenin’e mektup yazdı. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Ankara’da kurdu. Yanında 3-5 adam var. 26 Nisan’da mektubu kalem aldı ve Lenin’e dedi ki
senin milletinle bizim milletimizin kaderleri ortak, emperyalizme karşı dövüşüyoruz. Kafkasya’da bunları yap, şurada bunları yap. Ona aşağıdan da konuşmadı. Yazdı ve dedi ki bana yardım et. Ben emperyalistlerle dövüşüyorum, İngilizlerle, Bülent’lerle dövüşüyorum, Yunanlı’yla dövüşüyorum dedi. Ve Lenin o bildiğimiz yardımları gönderdi Ruslar. Altınlar gönderdi, silahlar gönderdi, lojistik malzemesi gönderdi. Erzurum’daki 15. Kolonya yönelik IHŞ malzemeleri gönderdi. Onların da çok büyük katkısı oldu. Ama aynı Mustafa Kemal Lenin’in şuraya da iki tümen gönderelim,
size destek olalım demesine hayır dedi. Rus askerini sokmadı oraya. İhtiyacımız var mıydı? Evet, yüzde yüz vardı. Ama dış politika dediğin böyle bir olay. Maharet ister. Dış politika demek kararı siyasi yetkililer alır, hükümetler alır, sonra diplomasi devreye girer. Diplomasi de müthiş bir satranç oyunu dur aslında. Ama dış politikaya göre belirlenir. Yani sana hükümet der ki bunu bu şekilde hallet ey büyük elçi ya da ey şu, ey bu. Buna göre halledilir. Bir örnek daha vermek istiyorum. 1939 yılında yani Almanlar, Çekostovaqya, Polonya’ya filan dalmışlar. İşte ikinci dünya harbi patladı. Tam o sırada İngiltere’de Bernard Lewis diye bir adam var. 2018’de vefat etti, 1916’da o olma adam. Ve adam İslam tarihi uzmanı ve Türkiye uzmanı. Bu adamın anılarında, bir kitabında yazmış. Diyor ki, biz diyor 1939’da ben İngiltere’de Türk masasında diyor, çalışırken Türkiye masasında, Türk büyükelçisi Tevfik Rüştü Aras’la bir görüşme olduğunu memurumuz, benim başkanım bana söyledi, sen de gel dedi, gittik diyor. Tevfik Rüştü Aras’ı neye ikna etmeye çalışıyorlar biliyor musunuz?
Türkiye’yi İngilizlerin yanında savaşa sokmaya, ikna etmeye çalışıyorlar. Ki biliyorsun Churchill bile İngiliz başbakanı o zaman Adana’da trenle geldi, İsmet İnönü’yle bir görüşme yaptı. Ama İsmet İnönü büyük bir stratejik deha ile bir savaşın ne olduğunu biliriz dedi. Ama Tevfik Rüştü Aras’ın 39’da Londra’da verdiği cevap çok daha enteresan. Diyor ki, biz Türkler tarih algısı müthiş olan bir milletiz diyor. Başkalarının yardımına muhtaç olacağımız yükümlülüklerin altına girmek bizim politikamız değildir diyor. Oğlum bu işte, bu diplomatik sanatı bu.
Ama bunların hepsi Cumhuriyet döneminin yetiştirdiği, Mustafa Kemal’in emek verdiği insanlar. Bu insanlar. Sonra gelelim mesela Demokrat Parti iktidarında Allah rahmet eylesin. Asılan 3 siyasetçiden Adnan Menderes’ten sonra Asılan 3 siyasetçiden bir tanesi de Fatih Rüştü Zorlu. Fatih Rüştü Zorlu derler ki şimdi sol kanattan olanlar evet onlar Demokrat Parti işte fascistler 60 devrimi oldu şöyle oldu böyle. Yok öyle bir şey. Öyle bir şey yok. Tarihi olaylara bakarken biraz önce de söyledim. Bir adım geri gideceksin ve iyi gözlemleyeceksin.
Direkt o tarihi olayın içine dalarsan çevresinde neler olduğunu ve onlarla birlikte analitik olarak düşünme yeteneği kaybedersin. Olay bu kadar basit. O Fatih Rüştü Zorlu bizim Kıbrıs barış harekatımızı sağlayan insan Allah rahmet eylesin. Asıldı 1959’da Londra’da yapılan anlaşmada büyük bir maharet göstererek Türkiye’nin de garanter olmasını sağladı. Biz garantör olduğumuz için Kıbrıs’a 74’te müdahale edebildik uluslararası yasalara göre. Daha sonra mesela 74’te Turan Güneş Dışişleri Bakanı Ayşe Tatile çıktı vesaire gibi.
Biz bu dışişleri bakanlarını gördük. Bu dışişleri camiasını kimisi monserler falan diye küçümsemeye çalışır ama hayır. Dışişleri camiyamızın %90’a iyi yetişmiş aslan gibi vatan ve millet menfaatlerini iyi gözetebilen çok deneyimli ve donanımlı insanlardır. Ama Atlantik sistemini biraz önce Cem de anlattı. Amerikan baskısının, batı sisteminin baskısını dışişlerimiz en fazla buna açık olan kurumdur maalesef. Onun için diyorum ki biz dışişlerimizi ayarlarken komşularla dostluk, diğer ülkelerle olan ilişkileri çok iyi ayarlamamız lazım.
Yakında sanırım Sayın Dışişleri Bakanını da konuk edeceksin. Bu açıdan da söylüyorum. Şu açıdan söylüyorum bunu. Bugün biz Suriye ile dövüşüyoruz. Kavgalıyız. Mısır ile kavgalıyız. İsrail ile kavgalıyız. Yunanistan ile kavgalıyız. Kimle dostuz? Katar ile dostuz. Katar’ın dostunun bize verdiği fayda nedir ki? Bu çok hediye ettiler. Geçin. Tamam. Geçin bunları. Biz devlet meselesi ve millet meselesini konuşuyoruz. Kişisel ilişkilerden bahsetmiyoruz. Şirket yönetildiği gibi devlet yönetilmesinden bahsetmiyoruz. Devlet işlerinden bahsediyorum ben.
Şimdi bizim Suriye’deki olaya baktığımız zaman 2011 yılına kadar Suriye ile çok iyi ilişkilerimiz vardı. Hatta bakanlar grulu toplantılarını bir ara da yapıyorduk. Benim bakanlarım, bizim bakanlarımız onların bakanlarına talimat verecek derecede Suriye bizim dostumuz olmuştu. 2011’de ne oldu? Bob eş başkanlığı gerekçesiyle ve Amerika’nın verdiği talimatla bir anda papaz oluverdik. Peki bakıyorsun şimdi. Bunları konuşacağız. Suriye’de Müslüman Kardeşler diye bir örgüt var. Esat’ı devirmeye çalışan. Mısır’da yine Müslüman Kardeşler hadisesi var. Biz bir türlü ihvan koruyucusu haline geldik.
Beni ihvan ilgilendirmez. Sokaktaki vatandaşı, bakkal Mehmet Ağa’yı ihvan falan ilgilendirmez. Beni burada huzurlu ve güvenli yaşamak ilgilendirir. Beni askerimin güvenliği ilgilendirir. Olaya bu şekilde bakmak lazım. Onun için dış politikayı tekrar söylüyorum. Hükümetler bedirler, diplomatlar buna göre uygular. Diplomatların uygulaması devam ederken eğer gerekiyorsa askerler de kendilerine verilen görevleri yaparlar. Yoksa onlar kendilerinden karar vermezler. Mesela Bernard Lewis’in kitabında, hepinize öneririm bunu sen de oku. Yüzyıl bir asrın anatomisi diye bir kitabı var. Yanlış hatırlamıyorsam ismini. Diyor ki ben Turgut Özal ile görüşmeye gittim. Turgut Özal bana dedi ki ne zaman biliyor musun? Bu Körfet Savaşı 1990-91 yılları. Rahmetlik Turgut Özal’ın yanına gidiyor. Turgut Özal diyor ki, Başkanınız diyor o zaman George W. Bush başkan. Başkanınız biraz tereddütlü gördüm ama bu sefer tereddütü yok. Irak’a girecek diyor. Savaş geliyor yakında diyor. Bernard Lewis şaşırıyor. Çünkü nereden biliyorsunuz biz diyor komşumuzdan diyor Irak’tan bize diyor her gün. Subaylar kaçıyor geliyor. Bir ordunu diyor subayları kaçıyorsa ordunun yenilmesi mukaddedir diyor.
Bernard Lewis hemen diyor ki peki diyor bizim yanımızda olacak mısınız diyor bu şeyde. Özal’ın verdiği cevap çok enteresan. Elbette diyor. Elbette ki yanınızda olacağız diyor. Çünkü diyor bu çok hızlı kolay ve ucuz bir savaş olacak diyor. Biz savaş bitip de kavga bittikten sonra görüşmeler başladığında masada meze değil misafir olmak isteriz diyor. Düşünebiliyor musun? Yani dış politikanın belirlenmesi ve bu dış politikanın kararlılıkla uygulanabilmesi çok çok önemlidir. Dünyada bunu iyi uygulayan devletler mutlaka başarıya ulaşmışlardır.
Bugün dediğim gibi biz Mısır’la bir anlaşma içerisinde olsak Münasır Ekonomik Bölge olayı var. Gidip Yunanistan’la Mısır Münasır Ekonomik Bölgeyi imzalıyor. Hiç alakası yok. Yunanistan’ın Akdeniz’in doğuşu denilen yerle hiç alakası yok. Sıfır. Neden alakası yok biliyor musun? 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Rukup Sözleşmesine göre anakaralardan ona göre hesaplanır. Münasır Ekonomik Bölge deniz sınırlarının Libya ile bizim yaptığımız gibi. Yunanistan diyor ki Girit’ten Meis’e kadar bir sanal hat çizmiş Yunanistan.
Girit tamamı Yunanistan’ın Meis’te. Oradan bir hat çizmiş diyor ki benim anakara devletim burasıdır diyor. Anakara devletin burası değil ki. Eğer adalar göz önüne alınsaydı Fas diye bir devlet kalmazdı. Fransa’nın bütün adaları Fas’ı zaten içine alıyordu. Ama uygulanmıyor. 1980’e ki anlaşması çok açık. Ha ada devleti var mı var. Japonya var. Endonezya var. Onlar uygulayabilirler. İzleyicilerimiz araştırmak isterler. Sadece Google’dan başka yerlerden de bulabilirler, girebilir. Ama bizim akıllı olmamız gereken bir dönemdeyiz. Herkesle papaz olarak kendimizi ayakta tutamayız oğlum. Anladın mı ne demek istediğimi?
Tabii. Sen diyorsun ya babacığım. Iş İşleri Bakanlarının daha da vasıflı olması gerekiyor. Daha öngörülü olması gerekiyor. Daha cesur olması gerekiyor diyorsun. Ama ülkenin son zamanlarında hepimizin kulağına gelen bilgiler ne var? Benim özellikle zaten biliyorsun çok fazla siyasetçi konumum olduğu için burada kulis konuşmalarında. Onlar sadece ben kameranın önünde dinliyormuşum gibi hayal ediyorlar ama ben her yerde onların her konuştuğu cümleyi tahlil ediyorum kafamda. Yani bakanların kendi içerisinde bir artık yapılanması var. Bir bakan, X bir bakan kendi ekibini kurup sadece işte Tayyip Bey’e iyi gözükme çabasına giriyor. Bir taraftan da ama kendini kontrol altında tutuyor. Yani mevkisini en azından yerini sağlam tutmaya çalışıyor. Başka bir bakan kendi takımını kuruyor. O diğer takımını kurmuş bakanla kavga ediyor. Ama bir şekilde bunu Tayyip Erdoğan’a yansıtmadan yapmaya çalışıyor ama illaki yansıyor. Yansıdığı zaman da ben daha çok Tayyip Erdoğan’ın yanındayım deyip diğerini aşağı çekmeye çalışıyor. Aslında dışa yönelik bir konu yok da hep içe yönelik konularla boğuşuyorlar aslında bakanlarımız şu anda. Özellikle Mahalleye Bakanımız Sayın Berat Albayrak damat kontenjanı var. Doğal olarak onunla düşman olmak kötü. Onunla düşman olup bir şekilde varlığını sürdürmeye çalışan bakanlarımızın da sözleri ve hareketleri kameralara da artık haberlerde yansıyor. Özellikle Süleyman Soylu’nun mesela söylendiğine göre ben eminim tabi yani söyleyen kaynakları ama söylendiğine göre mesela o istifa etme süreci oldu biliyorsun. Ama Twitter’dan yani telefonuna yazıp öyle büyük bir dilekçeye yazmıyor. Telefonuna yazıp Sayın Süleyman Soylu işte bir istifa metni hazırlıyor. O istifa metnini hazırlarken de aldığım duyuma göre kristlerde konuşulan bilgiyi söylüyorum.
Bütün o trollere kendi zaten çok güçlü Sayın Süleyman Soylu da sosyal medyada. Onun gücünü öncesinde fark edip oraya eğilen isimlerden biri hemen hazırlatıyor diyor. Kendi seni yalnız bırakmayız adına başlıklar hazırlatıyor ve yayınladığından 5 dakika sonra o başlıklar devreye giriyor. Binlerce tweet atılıyor yalnız değildir Sayın Süleyman Soylu diye falan filan. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanımız da görüyor bu durumu. Bu şekilde satranç oyunları işte dışarı yönelik değil içe yönelik oynanmaya devam ediyor. İleride belki bunlar şekillenecek belki herkes çok aniden hemen tepki vermesini istiyor devlet büyüklerimizin ama devlet büyükleri de belki hani ben bunu şimdi gördüm ileride değerlendireceğim dediği olabilirler. Kendi içlerindeki en azından çatışmadan bahsediyorum. Şimdi DGT’ler geneye muhalif partilerde çatışma yok mu? Tabii ki var hepsinde var ama sonuçta bizi yöneten hükümetin başında şu anda bu tartışmaları yaşayan insanlar var onları da tabii ki konuşacağız. Şunu mu diyordur adam yani ben dışişleri bakanıyım ama böyle bir hamle yaparsam koltuğum tehlikeye girer. Zaten etrafımdaki bakanlarla ya da işte insanlarla mücadele ediyorum bir taraftan. Nasıl benim yalın ve düşündüğüm gibi davranmamı beklersiniz dese mesela ne diyeceğiz?
Şimdi şöyle söyleyeyim ben sana bir kere sosyal medyada ya da diğer taraflarda senin de söylemiş olduğun sadece iktidar partisi ya da ülkeyi yönetenler açısından değil muhalefet partilerin içerisinde de hatta mecliste olmayan partilerin içerisinde de o ona bunu demiş o şunu demiş bu bunu yapmış şeklinde bir sürü dedikodu benim kulağıma geliyor. Ama bunların hiçbirisi beni ilgilendirmiyor neden ilgilendirmiyor? Çünkü eğer devleti yönetiyorsanız eğer bir bakanlık koltuğunda oturuyorsanız eğer kritik yerlerde oturuyorsanız bunun gereğini vatanınız ve milletiniz için yapabilecek kapasitede olmanız lazım.
Yoksa o koltuğu kaybetmeyin veya ben şu gruplara şu dini siyasete alet eden alanca ekibe şeyhe şığı bir şeyler yapmaya çalışayım ya da şu terör örgütüne PKK ya da bilmem ne ya HDP’nin yaptığı gibi ya da onlara destek verenlerin yaptığı gibi muhalefet açısından da söylüyorum. Bunu yapmaya kalkarsanız o makamlarda zaten oturmamanız gerekir. Zaten Türkiye’nin geleceği tehlikeye girinç bu ama esas bundan daha önemlisi sen onu sormadın bana tabi sen doğru bir portföy çizdin şimdi yukarıda bu kavgalar olurken aşağıda ne oluyor?
Millete baktığın zaman inanılmaz bir kutuplaşma var inanılmaz bir gerginlik var. İnsanlar birbirlerine düşman gibi bakmaya başladılar. İnsanlar açlığı sefareti bimlenmeyi unutmaya başladılar. İşsizliği unutmaya başladılar. Sen Atatürk’e bunu diyorsun sen bunu demiyorsun sen Abdülhamid’e bunu diyorsun diye artık insanlar iyice gerilmeye başladılar. Bu da çok önemli ve bu kutuplaşma maalesef dikey olarak bir kutuplaşma yani ne diyor? Dikey olarak ben Atatürkçüyüm. Bunları dikey olarak bir tasnif ederim.
Yanındaki diyor ki ben dinlerim. Öbürün yanındaki diyor ki ben sosyalistim. Öbür yanındaki diyor ki ben bilmem neciyim. En tehlikeli kırılma bu çünkü dikey sütunlar birbirlerine çarptığı zaman kırılır ortada hiçbir sütün kalmaz. Ben de insanların arasında kutuplaşma olmasından yanayım. Şimdi şaşıracak izleyicilerimiz ama nasıl kutuplaşma olmasını istiyorum biliyor musun? Yatay. Yatay’ın en üstünde ne olacak? Namuslu, şerefli, vatanını seven adamlar. Atatürkçülerin içinde şerefsiz yok mu? Hırsızlık yapan yok mu? Atatürkçülerin içinde namuslu vatanını seven yok mu?
İşte Atatürkçü olarak bakmayacaksın. Namuslu ve şerefli adam olarak bakacaksın. Düzgün adam, hırsız olmayan adam olarak bakacaksın. Dindar’ın içinde namuslu adam yok mu? Bir sürü. Onları yukarıya bir koyalım. Bak bunu Serdar Savaş Hoca kulakları çınlasın. Onunla konuştuk biz. Geçenlerde kendisiyle görüştüm. Sen de konuk olarak aldın. Buradan da Serdar Savaş Hoca’yla selamlarımı iletiyorum. Geçen onunla ayaküstü bir konuşma yaptık. Bu konuşmada bunları tartıştık. Konuştuk. Yatay kutuplaşma yapalım abi.
İyi adamlar, düzgün insanlar, hırsız olmayan insanlar, vatanını milletini seven insanlar, dindar da olsa, Atatürkçü de olsa, sosyalist de olsa o yukarıda olsun. Onların altında da diğer hırsızlar, şerefsizler, adiler, bimlenmeler. Evet kutuplaşmayı yapalım ama iyi insan seçerek, liyakatlı insan seçerek yapalım. Ben bu önerimi de buradan sunuyorum. O dikey kutuplaşma kimseye bir yarar getirmez. Alın teriyle kazanan adam, mesleği ne olursa olsun, kadın da olsa, erkek de olsa, Atatürkçü de olsa, sosyalist de olsa, dindar da olsa. Biz o yukarıya koyalım onu.
O zaman ancak bu kutuplaşmaya giderir ve kazanırız oğlum. Şimdi dış politika konusunda, özellikle savunma sanayi konusunda inanılmaz başarılar elde etmeye başladık. İhalar, sihalar, tihalar, bunları biz yapmıyoruz artık. Deniz kuvvetlerinde milgem diye anlattı. Müthiş bir projedir o. Hangi iktidar olursa olsun, İslamcıydı, oydu, buydu, hangi iktidar olursa olsun Türkiye’nin gerçekleri bunlar olduğu için bunları yapmak zorunda zaten. Bunun bir kaçışı yok. Yoksa Türkiye biter. Cem de söyledi aynısını. Türkiye biter, gider. Ama şöyle bir durum var. Bak, 2016 yılında Sedef Tersanesi’nde ilk saç kesimi yapıldı. Neyin? Türkiye Cumhuriyeti gemisi Anadolu. Geçenlerde Cumhurbaşkanı da açıkladı onu. Türkiye Cumhuriyeti gemisi Anadolu bitti dedi. 2021’de sanıyorum artık sahaya inecek. Peki, bu TCG Anadolu nedir? Çok maksatlı anfibi hücum gemisi. Çok pahalıya mal oldu bilmem ama tamamen Türk. Her şeyiyle Türk. İçinde uçakları barındırabilecek yer var. İçinde helikopterlerin kalkacağı yer var. İçinde bir muharip taburu taşıyabilecek. Tabii ilk defa Türkiye böyle bir şeye erişiyor. Deniz kuvvetlerinin başarısı savunma sanayinin başarısı ve Türk milletine cebinden vermiş olduğu vergilerin başarısı. Fakat bir ayrıntı var. Bunu da konuşalım. Bu bir uçak gemisi değil. Çünkü bunun alabildiği 6 tane savaş uçağı, 4 tane ATAK helikopter, 8 tane Skorsky helikopter nakliye için kullanılacak. 2 tane Sea Hawk dediğimiz arama kurtarma helikopteri, 2 tane de insansız hava aracı. Bunları barındırabiliyor. Ama uçaklar için halkış pisti yok. Çünkü o uçak gemilerinde oluyor sadece. Sadece nakliye de.
Nakliye ama muharip şeyleri götürüyor. Savaş uçakları da var 6 tane. Ama nasıl savaş uçakları var? Hatırlarsın burada Beyazıt Karataş’la yaptığımız programda bize F-35’leri anlatmıştı. Onu da kulaklar açındasın selam olsun buradan. F-35B var oğlum. F-35B pistten kalkmıyor uçak. Dikey kalkıyor. Bravo. Buna göre planlanmış. Neden? Çünkü 2016’da biz bu F-35’leri %100 alırız mantığıyla. Şimdi F-35’leri vermiyorlar. Ne yapacağız?
Yaparız ya aynısını. Şöyle tabii ki yapacağız. O şeyi başlatmıştın zaten sen Beyazıt Karataş’la. Tabii ki yapacağız. Hiç Türk gençliğinin, milletinin bundan bir şüphesi olmasın. Ama şu var. Başka yerde yok mu? Direkt kalkabilen Çin’de şurada burada var fakat onu alıp bu sistemeye entekeletmek mümkün değil. Şimdi ben düşünüyorum TCG Anadolu sefere çıktığı zaman başladığı zaman 6 tane savaş uçağını nereden bulacağız bu direk yer kalkar? Çünkü F-35’leri B’ye göre ayarlanmış bir şey.
Onun için söylüyorum dış politika meşakkatlidir. Dış politika zahmet ister. Enerji ister ve kendini adamak ister. Milletine feda etmek ister. Örnek arıyorlarsa Mustafa Kemal Atatürk’ün 23-38 arasındaki dış politikasına baksınlar birçok şeyi görebilirler. Çok teşekkür ederim babacığım. Bu arada zaten zamanında da dış politika yapanlar, dışarıya yollanan herkes işte Google’dan dua paylaşan adamlardı. Kim bilir ne kadar bizi gerilettiler, kim bilir ne anlaşmalarla elimizi kolumuzu nasıl ne şekilde bağladılar. Bugün zaten hepsi ortaya çıkıyor.
Ama yarın yine bunların aynısı olmasın diye sizlerin birazcık daha ayık olması lazım. Çünkü bu yalnızca bizlerin oturup anlatacağı bir şey değil. Babacığım çok teşekkür ederim. Ben teşekkür ederim. Bundan sonra da mevzular artık yeni sezona başladık. Bildiğiniz gibi sürekli program koyuyoruz Babala TV’ye. Mevzular da inşallah artık aynı sıklıkla gelsin size. Ben hazırlıklarımı yapıyorum. Çok seviyorum. Amiralimizle ilgili. Amiralimiz de bundan sonra dedi ben de birkaç bölüm konuk olmak istiyorum dedi. Bazı konularla ilgili denizcilik konularıyla ilgili özellikle. Tabi Beyazıt Karatas komutanımızdan özellikle havacılık konusunda onu da ekliyoruz ve davet ediyoruz. Eski sat komandoları var. Onları istiyorlar. Bazı isimler var. Mesela çok istedikleri. Ama bazı isimler popüler kültürün başlık yaptığı isimler biliyorsun babacığım. Efsane komutan falan deyip bazen andığımız adamların aslında Ergenekon’da ve Balyoz’da. Bunları almanız lazım asıl falan diyen adamlar olduğunu biliyoruz sonrasında öğrendiğimiz maalesef şeyler. Sizin tabi çok eskiden bildiğiniz bizim halk olarak hani dışarıdan izleyenler olarak sonradan öğrendiğimiz şeyler. Bunu öğrenemeyen de çok fazla var. Bazı subayları bazen ihanet edip kaçmış adamları birkaç eski FETÖ’cü hikayesinden çok kahramanlaştırmışlar. Onları istiyorlar. Onları buraya çağıramayız bazı isimleri özellikle. Çağırmayız derken çağırmayız yani. Öyle bir söz konusu değil. Ben yaptım. Ben kahramanım. Hep ben ben diyen adamdan her zaman uzak durmanı tavsiye ederim. Canlı yayında ağlayanlar falan. Burada da kimse şov yaptırmam. Yani biz diyorsa, biz hep birlikte bu işi yaptık diyorsa, kahramanlık bize mi kaldı, şehitlerimizden, gazilerimizden biz o kadar da değiliz diyorsa, o insanların her zaman burada yeri olmasını isterim ama bu programın sahibi sensin. Tamam. Ama biliyorsun babacığım televizyonlara çıkıp ağladılar. Ağlayarak anlatan komutanlar oldu falan filan. Kahraman komutan yazdılar onlarla ilgili. Tabii maalesef hayat o kadar da televizyonda gözüktü gibi olmuyor bazen. İnsanların anlattığı gibi de hiç olmuyor. Bu ergenekon davaları olduğu zaman da pışt deyip uzaklara kaçan, hatta yorum yapmayan maalesef suksiyonal kuvvetlerinden de çok fazla isim vardı. Tabii onların bazıları televizyonda kendini çok gösterdiği için birçok arkadaşımız onlar kahraman zannediyorlar. Onları da davet edin lütfen diyorlar. Çok iyi anlıyorum siz de ne yapacaksınız doğal olarak hani bilmediğiniz için böyle söylüyorsunuz.
Ama bir gün olur da bir gün öyle bir fırsat olursa bir gün onları da konuşuruz inşallah. İnşallah. Hepinize izlediğiniz için çok teşekkür ediyorum. Babacığım en yakın zamanda tekrar konuklarınla hatta bekliyoruz. Ben teşekkür ederim. Başarıların devamını dilerim. Sağ ol babacığım.
Adam gidiyor kalkıyor gidiyor. Çok iyi. Ben de öyle bitireceğim bundan sonra.
Anne yani kime bu artistlik? Aaaa baba yapmaaaa.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir