Mücevherle İmtihan – Ayaz | Mesnevi’den Hikayeler 15. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=QS3RJikb4XA.
… Evet sevgili dostlar. Mevlam’a şükürler olsun. Bizi yine sağlık ve afiyet içerisinde bir araya getirdi.
Evelallah adını yad edelim, sonra dönüp söze bünyat edelim. Efendim, bir gün uzun yıllar ayrı düştüğüm……çeşitli meşgalelerle uzun süre arayıp soramadığım bir dostuma doğru……yola çıkmıştım. Yalnızdım. Güneş yüzünü saklayıp gökyüzü karanınca ansızın yolumu kaybediverdim. Ne bir ses, ne bir nefes. Yalnızca gece ve ben. Bir zaman sonra bulutlar aralanıp ay yüzünü gösterdiğinde……Allah’a şükürler olsun rahat bir nefes aldım. Ardından etraftaki bulutlar dağılıp yıldızlar bir bir meydana çıkınca……nefesim içime sığmaz oldu. Acaba çocukluğumda öğrendiğim gibi yıldızlarla yolumu bulabilir miydim? Denemekte ne mahsur vardı, hiçbir şey kaybetmezdim. Arabamı bir kenara çektim ve gökyüzünü seyre daldım. Muhteşemdi. Hangi yıldızla tutunmalıydım? Öyle güzeldi ki gece. Gecenin güzelliğine kapılıp yıldızlardan gözlerim kamaşınca……bir an yoldan ayrı düşmekten korktum. Hiç vakit kaybetmeden yıldızlardan biriyle bir rota çizdim kendime. Nereye gidiyorum diye sordum kendime. Geceye çöken bulutlar gibi dünya telaşlarım perde olmuş……ve ben can dostumdan yıllar boyu ayrı kalmıştım. Nihayet perdeleri aralama zamanı gelmişti. Yol yalnız yürünür mü? Bu tenha yollar yalnız aşılır mı diye düşünürken……bir türkü çalındı kulağıma inceden. Derviş Ali aldı saza eline.
Gönül gel seninle muhabbet edelim. Araya kimseyi alma sevdiğim. Ya benim kimim var kime yalvarayım? Kaldır kalbindeki karayik gönül. Dedim bak, söyleşiyor insan yalnız değiliz. İçimizde onca ses. Peki hangi ses içimizdeki asıl sesi can sözünü perdiliyor?
Şimdi zaman denen muammanın tozunu kaldıralım ey gönül. Gelip geçenlerden bir haber soralım. Derler ya aşıkların dili birdir.
Bende söyler sen de dinler.
Efendim lafı fazla uzattık.
Hazreti Mevlana’nın mesnevisinden köle Ayaz’ın mücevherle imtihanını duymuşsunuzdur. E duymayan yok gibidir. Zira çok güzel bir hikaye. İçinde derin manalar gizli. Ayaz, Gazneli Sultan Mahmud’un en gözde kölesi. Bendesi. Namı yıllar aşmış. Dilden dile dolaşmış. Birini andın mı diğerinin adı ardından gelmiş. Sultan Gazneli Mahmud anlı şanlı bir padişah. Ayaz ise akıllı, ferasetli bir köle. Ama nasıl bir köle? Bir gün Sultan divana varır. Görür ki devlet erkânı hazır.
Sultan cebinden bir inci çıkarıp vezirin avucuna bırakıverir. Bu cevherin bahası nedir? Neye değer? Vezir şöyle bir bakar. Ardından gözleri kamaşır. Öyle ışıldar ki elindeki inci. Efendim der. Bu bir hazinedir. Hem de öyle böyle bir hazine değil.
Yüz eşek yükü altından daha kıymetlidir. Sultan. Kır der o halde. Vezir şaşkın. Nasıl kırılır bu hazine? Nasıl olur Sultan’ım? Senin hazinenin iyiliğini isterim. Ben nasıl kırarım? Reva mıdır böylesi baha biçilmez? Cevheri kırıp parçalamak heba olur gider. Sultan Gazneli Mahmud, cevheri alır tekrar cebine koyar. Vezirine de aferin deyip, tartif eder ve türlü ihsanlarda bulunur. Bir müddet divandakileri sözle meşgul edip, eskiden yeniden söz açtıktan sonra,
o kıymetli cevheri cebinden çıkarıp bu kez, Perdedar’ın kapı muhafızının eline verir. Bir talibin elinde bu cevher neye değer diye sorar. Perdedar bu memleketin yarısına değer. Hüda onu tehlikelerden saklasın der.
Ona da kır der Sultan Mahmud. Aman Allah’ım, ey Muzaffer Şah! Bu cevheri kırmak çok yazıktır. Kıymeti bir yana, parıltısı gönüller yakmakta. Sanki güneş, ay, nurunu, aydınlığını ondan almaktan. Elim onu kırmaya nasıl varır? Nasıl olur da Şah’ın hazinesine düşman olurum?
Sultan, Perdedar’ın da yevmiyesini artırır, aklını anlayışını övgülerde bulunur.
Bir zaman sonra, o hükümet erkanını imtihan eden Padişah,
o cevheri Adliye Nazırı’nın eline tutuşturuverir. O da diğerleri gibi inciyi över durur. Ardından Şah, birkaç beyede aynı soruyu sorar. Veziri taklit cihetiyle, yere göğe sırdıramadıkları inciyi, kırmaya hiçbiri yanaşmaz. Sultan her birine türlü türlü lütuflar da bulunur. Elden ele dolaşan cevher, nihayet köle Ayaz’ın eline düşüverir. Hani dedik ya, sohbetin başında, Sultan Gazneli Mahmud denildi mi, kölesi Ayaz da onunla birlikte anılırmış diye,
işte o köle Ayaz.
Sultan Gazneli Mahmud, kıymetli cevheri en sonunda kölesi Ayaz’a uzatır. Sultan, ey Ayaz, sen söyle bakalım, bu cevher, bu parlaklık neye değer? Ayaz der, onun değeri benim söyleyebileceğimden ziyadedir. Sultan o halde çabuk onu kır, parça parça ediver diye emir verir. Ayaz yeniden çıkardığı taşla, oracıkta inciyi parçalar. Zira ona göre doğrusu budur. Ne vakit ki Ayaz o has cevheri kırar, beylerden, vezirlerden feryadı figan yükselir.
Bu ne pervasızlık, her kim bu nurlar saçan inciyi kırdıysa densizdir derler. Ayaz, ey namlı büyükler, Şah’ın emri mi daha kıymetli, yoksa bu cevher mi? Allah için söyleyin, sizce değerli olan Sultan’ın buyruğu mudur, yoksa bu ince midir? Dünyanın göz kamaştıran suretlerine meyledip de taklide girişmeyen Ayaz, sizin nazarınız cevherdir, Şah’a değil, ben nazarımı Şah’tan bir an olsun ayırmam, müşrikler gibi taşa teveccüh etmem der. Cevhersiz bir candır ki renkli taşı seçer de benim Şah’ımın buyruğunun altında saklı incisini göremez. Deyince beylerin gönlünden yüzlerce ah ah diye feryadı figan göğe yükseldi. Şah ihtiyar cellada seslenir,
sadrımdan, meclisimden bu alçakların tamamını temizle, ki onlar bir taş uğruna benim emzimi kırdılar, buyruğumu çiğnediler. Bunun üzerine merhametli Ayaz sıçrayıp o ulu Sultan’ın tahtı önüne varır.
Ey cömertlik deryası, ey kerem sahibi, ey merhamet membaı. Kulların nakıs merhameti, senin merhametini övmekten başka nedir ki? Kerem et ey Gani, sana bildiğinden söz açan Ayaz kulunu da, incinin parlaklığı gözüne perde olup emrini göremeyen beyleri de bağışla.
Senin emrine muhalefet eden kimsenin dahi senin affından başka dayanacak bir yeri mi vardır diye niyas eder.
Efendim günümüzde de aynı değil mi? Esas cevheri görme yerine surette kaybolmuyor mu insanlar? Dünya denen eşyanın ardında koşar gider ama, esas cana, esas cevhere bir türlü vasıl olamaz. Ne beyhude, ne acı bir hal. Hülasa kimin muhabbeti neye ise onu görür. Kimi taştaki cevheri görür, kimi candaki cevheri. Derler ki Sultan Gazneli Mahmud Hak Teâlâ’dan kinayedir.
Ayaz ise kâmil insandan, zira sadık âşık odur ki, onun muradı maşû olup gönlü gayrısını görmeye. Bak, bak da eğer er kişi kulluğu, bendeliyi Ayaz’dan öğren.
Dünyanın cevher görünümündeki altınına, gümüşüne, malına, mülküne, gönlünü kaptırıp da, Hakk’ın dileğinden bir an olsun asla yüz çevirme. Dünya cevherini kır da, Hak cevherini kırma.
Nefsini terk etmeden, Rabbini arzularsın.
Hayvanı sen geçmeden, insanı arzularsın. Men arefe nefsehu fakat arefe Rabben. Kendini sen bilmedin, Subhanı arzularsın. Sen bu evin kapısın, henüz bulup açmadın. Maşûka kavuşacak zamanı arzularsın. Dışarı üflemekle yakılır mı bu ocak? Gönlün Hakk’a vermeden, ihsanı arzularsın. Dağlar gibi kuşatmış tembellik seni, günahın bilmeden, bufranı arzularsın. Konuk için evin yok, hiç hazırlığın da yok. Issız dağın başında, mihmanı arzularsın. Bostanı bağı gezdim, meyvesin bulamadım. Sen öğüt ağacından, rummanı arzularsın. Gece sayıklar gibi anlaşılmaz söz ile,
sen de mi ey Niyazi, irfanı arzularsın. Camı temizlemeden, aynayı arzularsın. Zünnârı kesmeden, imanı arzularsın. Karıncalar gibi sen, ufak ufak yürürsün. Meleklerden ileri, safranı arzularsın. Topuğuna çıkmadan, suyu deniz sanırsın.
Sen dereyi geçmeden, ummanı arzularsın. Haydi Niyazi yürü, atma okun ileri.
Derdiyle kul olmadan, sultanı arzularsın.
Efendim Mesnevi’deki hikaye bu şekilde. Ama malumunuz Mesnevi’deki anlam başka başka. Yani gül goncası gibi katman katman. Bakalım anlattığımız hikayede işin ehli bize neler söyleyecek.
Ayaz Gazetelerinde Sultan Mahmud’un mücevheri kır emrini hiç düşünmeden ve niçin ve neden sorularını sormadan. Yani kendi nefsinin esiri olmadan, yani niçin ve neden sorularının esiri olmadan, özgür iradesiyle mücevheri kırmıştır.
Bu bize Kur’an-ı Kerim’deki Nisa Suresinde 59. ayeti hatırlatmakta. Orada da Allah’a, peygamberlerine ve sizden olan Ulu’l-Emr yöneticilere itaat ediniz buyrulmakta. Ayaz da Gazetelerin Sultan Mahmud’a bu şekilde uymuştur.
Aslında Ayaz verilen emir yerine getirerekten, yani o andaki emir yerine getirerekten bizim Allah’a galü bela dediğimiz, yani ruhlar alemde verdiğimiz cevabı da bir şekilde hatırlatıyor. Biz orada nasıl Allah’a neden ve niçin sorularını sormadan evet demişsek,
bugünkü kulluğumuzda da neden ve niçin sorularını sormadan Allah’a kul olarak hayatımızı sürdürmemiz gerektiği vurgulanmaktadır aslında hikayede. Esas konu burasıdır bence. İkinci bir rüsus ise meyveli ağacın taşlanması meselesidir. Gazetelerin Mahmud’u Ayaz’ı köyünden sarayına getirdiğinde aslında fazla yetenekli birisi değildi.
Fakat zekiydi. Ayaz’ın zeki olduğu anlaşılıyor. Ayaz’ı çekemeyen yahut da kıskanan saray erkânı diğer vezirleri, sarayda Ayaz’ın ciddi şekilde yükselmesini ve Gazetelerin Mahmud tarafından söylenmesini kıskanmışlar.
Ve bunda dolayısıyla zaman zaman Ayaz’ı Gazetelerin Sultanı Mahmud’a şikayet konusu yapmışlar. Ve böylece meyveli ağacı taşlamışlardı.
Ne demiş Yunus? Erenler bir denizdir, âşık gerek dalası. Bahri gerek denizden girip gevher alası. Yine de bir denizdir, bir denizden girip gevher alası.
Erenler bir denizdir, âşık gerek dalası. Bahri gerek denizden girip gevher alası. Yine biz bahri olduk, denizden gevher aldık. Sarraf gerek gevherin kıymetini bilesi. Evet değerli dostlar, gönle ruha şifa Mesnevi’den bugünlük de bu kadar.
Aman ha, sağlıkla ve muhabbetle kalın. Bahar çok yakın.
Bu dizinin betimlemesi TRT tarafından Sesli Betimleme Derneğine yaptırılmıştır.
Erişim www.seslibetimlemedernegi.com
İlk Yorumu Siz Yapın