"Enter"a basıp içeriğe geçin

Platon’un Mağarası – Olmaz Öyle Saçma Felsefe B07

Platon’un Mağarası – Olmaz Öyle Saçma Felsefe B07

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=4FE6jlJ2xPw.

Merhaba Ömer. Merhaba İlker. Bugünkü konumuz mağara. Öyle. Defalarca anlatıldı ama bir kere de sen hızlıca anlatır mısın? Platon’un devlet isimli diyaloğunda Sokrates bunu anlatıyor. Anlatmaya çalıştığı şey esasında eğitim meselesi. Şöyle bir şey hayal etmemizi istiyor. Bir mağaran içerisinde birtakım insanlar var. Çocuklarından beri boyunları, bacakları, kafaları zapt edilmiş, bağlanmış ve bir mağara duvarına doğru bakıyorlar. Arkalarında bir yükselti var esasında.
Bir şeyler var ve o duvarın arkasından birtakım insanlar ben kukla diyorum bunlara. Bir takım kuklalar taşıyorlar ve o kuklaların arkasında da bir ateş olduğu için kuklaların gölgeleri bu tutsakların önündeki mağara duvarına yansıyor. Tutsaklar gölgelere bakarak konuşuyorlar kendi aralarında ve benim özellikle vurgulamayı sevdiğim bir ayrıntı şu ki bu gölgelere bakarak hangi gölgenin önce hangi gölgenin sonra çıkacağına ilişkin küçük yarışmalar yapıyorlar ve bütün hayatları bununla geçiyor. Bir turna gölgesi gördüklerini farz edelim. Turna’dan sonra hangi
gölge çıkacağına ilişkin tahminlerde bulunuyorlar ve kendi aralarında bir takım ödüller, payeler veriyorlar birbirlerine bilenlere. Bu adamın hafızası iyi, bu adam çok iyi tahmin etti ve benzer bir şekilde şunu da tahmin etmeye çalışıyorlar. Bu gördüğümüz gölgeden sonra hangi gölge çıkacak birinci yarışma. Geçmişte hangi gölgeler, hangi sırayla geçmişlerdi bir hafıza yarışması. Üçüncü bir yarışmada bu gördüğümüz gölge ne gölgesi? Bu gördüğümüz gölge Laurel mı Yanlimiye kadar geri döndürecek tabii ki siz tahmin edebileceğin gibi. Çünkü gördüğüm
gölge turna mı, leylek mi diye tartışabiliriz. Bunun tartışmanın bir sürü formu var. Hiç böyle anlatılmamıştı bana. Kurmaca olarak mı anlatıyor bunu? Bu bir analoji ya, bir benzetme ya. Bunu nasıl anlatıyor? Eğitim meselesini şöyle bir betimlemeyle düşün. O resimden hareketle sonra yorumluyor. Diyor ki bu resmin bu ösü buna denk geliyor. Bu açıdan bir alegori olarak tabir edilebiliyor. Ben hikaye deyip geçiyorum. Çok da üzerinde durmuyorum. Yani anlatırken Platon bunu… Platon Sokrates’e anlattırıyor. Platon bunu Sokrates’e anlattırırken bunu ne bağlamda anlattırıyor? Eğitim bağlamında değil. Bilgi bağlamında. Yani biz bu dünyada aslında bizim bölümlerde de sıklıkla karşılaştığımız anlaşabilir miyiz? Anlaşamaz gibi görünüyoruz. Nasıl oluyor da anlaşıyoruz. Hayırdır inşallah. Bunu mümkün kılan şeyler ne? Ve tabii aynı zamanda da etik meseleler var. Politik meseleler var. Çocuklarımızı nasıl yetiştireceğiz? Okul meselesi. Oraya götürüyor. Oralara doğru geliyor yani. Soneki gölgeyi tahmin etme yarışması, geçteki gölgelerin sıralarını hatırlamaya çalışma. Bir tanesi de şu anda geçmekte olan gölgeyi teşhis etme. Tabii burada bir dipnot var. Bunlara biz gölge diyoruz. Gölge sözcüğünün anlamı gölgeden bağımsız başka bir şeyi gerektiriyor. Oysa onların bilmediği bir kavram bu. O yüzden onlar bunlara gölge diyemezler bizim söylediğimiz zaman. Bu insanlar hipotetik olarak çocukluktan beri ordalar hatırlamıyorlar yani öncesini. Dolayısıyla onlar için gölgeler değil karaltılar.
Bunlar için hatta turna karaltısı bile değil, turnunun ta kendisi o gördüğü şey her neyse. Turna bir örnek olarak veriyorum. Birazdan bunları harflerle simgeleyeceğim yani turna karaltısına T diyeceğim. T’den sonra neyin geleceğini falan. Bir pislik yapayım mı hocam? Hemen yap bakayım. Onlar ama konuşamazlardı eğer böyle bir şey olsaydı. Güzel bunları sor. Yapabileceğin kadar pislik elinden geleni ardına koyma. Gerçekten bu insanlar aslında konuşamazlardı. Pislik yapıyorum şu anda mı? Konuşabilirlerdi. Neden konuşamasınlar? Orada doğmuşlar.
Çok küçük yaştan itibaren bağlanmış durumdalar ama etraftan hep bir konuşma duyuyorlar. Nasılsa beslenmeleri sağlanıyor. Yavaş yavaş konuşmayı öğrenirler hatta bir yani gördükleriyle işittikleri arasında ilişkiler kura kura ilerledikleri için bal gibi bizim dili öğreniş biçimimize benzer bir şekilde dili öğrenmemeleri için bir sebep görebilir. Daha düzelteyim. Farklı bir dil konuşurlardı çünkü turnayı görmeyeceği için. Güzel çok güzel. Yani biz mağara dışındakilerin onların turnu dediği şeye onların turnu deyip dememesi meselesinden söz ediyorsunuz. Doğru onlar kendi dillerini yaratırlar ve onu tipik olarak bize bu hikaye dışarıdan mağaraya bakan ve her şeyi zaten bilen kişi açısından anlatılıyor. Benim yaptığım şey tutsak açısından bakmak. Bir kişiyi eğitmek ne demek? Daha önce bu da pek çok videoda geçmiş bir fikir. Bir insana bir şey öğretilemiyor ama bir şeyleri öğrenmek de mümkün. Esasında bu paradoks üzerinden yürüyecek olsak bu hikaye çok mana kazanabilir. Nasıl oluyor peki? Bence şu Ömer’in ilk kere, ilk kere ilkere çelişkiye uğratması lazım ve senin o çelişkiyi dürüst bir şekilde utanma ve korku duygularına teslim olmadan kabul etmen ve yutkunup yola devam etmeye cesaretini bulman lazım. Dolayısıyla benim seni hem çelişkiye düşürmem lazım hem de yola devam etmek için seni gazlamam lazım. Hocam terapiden bahsediyorsun. Tabii tabii tabii tabii yani ama düşündüğün zaman yürüyen bir çocuğun
hepsini sağlamak bundan çok farklı değildir. Senin çocuğun olsa çocuğun sofraya ayağını koysa ne yaparsın? Sopayla. Koyma oğlum veya koyma kızım derim. Koymaya devam et. Ki genelde öyle oluyor. 2 yaş civarında bir deniyorlar yani bu söylediğin bu çıkarttığın yasayı kim sallar sayın ilker diye. Şu an bir şey improvisasyon yapayım ben de ayağımı masaya koyarım. Çünkü çelişkiye götürmeye çalışıyorsun çocuğu yani böyle hepimiz yaparsak ne olur? Dolayısıyla aynı
şey kullanıyorsun. O çelişkiyi görmeden çocuk hareket etmiyor. Öğrenmenin yolu dolayısıyla büyük ölçüde olmayana ergi yani reduktio adı absurdum Osmanlıcasıyla söylersek çok zevkli. Abese irca. Çok iyiymiş. Abese irca manalı olan bir şeyi manasız bir noktaya kadar götürmekte. Uca götürmek. Uca götürmek olmayana erdirmek olmayana ergi o yüzden. Alatincesi ne güzel. Rediccio et absurdum. Evet evet hepsi güzel. O birine bir şey öğretmiyorsun ama çıkmaz sokaklara doğru onu güvenli bir ortam içerisinde o çıkmazları masasını sağlıyorsun ve o zaman artık tepeden inme ya da sopayla dayatma ya da manipülasyon dışında bir yol elde etmiş oluyorsun. Samimi olarak kişi çelişkiyi yaşıyor. Bu böyle olmaz diyor ve bu çelişki yani ayaklarımı masaya koymak istiyorum ayaklarımı masaya koymak istemiyorum çelişkisi çocuğu bir mancınık gibi ileriye fırladı. Temel bence yapı bu en azından Sokrates’in kendi muhataplarıyla yaptığı şey biraz bu ve bana kadırsa benim
okumam pek çok okumaya göre Platon çok baskıcı bir filozof tepeden inmeci bir filozoftur. Siyaseten de öyledir epistemolojisi de öyledir her şeyi bu adamın. Onların postmodern dönemde aşağılanması ondan geliyor. Aynen öyle yapmaya çalıştığım şey böyle olmayan bir Platon getirmeye çalışıyorum. Yani baskıcı olmayan bir Platon neye benzerdi bize ne öğretirdi. Öğretebileceği en önemli şeylerden bir tanesi öğrenciyle ilişki. Öğrenci tabii ki buradaki terapist alan danışan da olabilir. Çocuk da olabilir. Belli değişikliklerle halkla
bu olabilir. Hikayemize geri dönersek eğitimi gerçekleştirebilmek için Tutsa’nın öğrencinin öğreninin pozisyonundan başlamamız lazım. Bunu anlayabilmek için de ilk sahneyi anlamak lazım. Yani gölgelere bakıyorlar ve aralarında bir takım ilişkiler kuruyorlar. Çünkü bu kişiler birbirleriyle konuşuyorlar ve bu yarışmalarda paya kazanmak istiyorlar. Biz Platon’u şöyle düşünürüz tipik olarak. Biraz Matrix filmine de bir tür jest yapmış olacağım. Tek başına bir beyin var. O yavaş yavaş zincirlerini kırıyor kendi kendine ve özgürlüğüne kavuşuyor. Biz biraz şey Shawshank Redemption ile Matrix’i karıştırıyoruz galiba. Olay böyle gerçekleşmiyor mağara hikayesinde ve hatta benim mağara hikayesini Matrix’e birazcık tercih ettiğim noktalardan bir tanesi de bu. Mağara’da olan şey toplumsal hayatla başlanıyor. Birey başlıyor ve topluma katılıyor değil. En başından biri toplumsal. Başlangıç noktasında iç içeler birbirlerine girmiş durumdalar. Toplumsal değerler baskın durumda ve zaten default olan yani fabrika ayarları zaten toplumsal insanın. Biz bunu
diyoruz. Biz de Aristoteles’in insanın sosyal politik bir hayvan olduğu fikrinden hareketle de düşünebiliriz. Bugün psikanalizin ya da psikolojinin de temelde durduğu yer biraz bunu andırıyor zaten. Biz doğduğumuz sırada bilinçli bir birey olarak yavaş yavaş toplumun içine girmiyoruz. Biz doğduğumuz sırada birincisi orada değiliz. Çünkü bilinçli değiliz. Başlamış bir cümle var. Biz cümlenin ortasından başlıyoruz ve bu cümleyi tek başına biz ifade ediyor değiliz. Tam tersinde annenin gözünden, ailenin gözünden, abilerin, ablaların gözünden
kendimize geri dönme şansımız var. O da çok çalışırsa. İşte bu eğitim de bu anlamda toplumsal bulanık umman içerisindeki bir damla gibi belirsiz bir varlıktan yavaş yavaş kendini yeniden tanımlama mücadelesi olarak da okunabilir. Bunları Sokrates mi söylüyor yoksa senin okumaları mı? Epey ben okuyorum ama bunların hepsini de gerekçelendirebilecek şeylerim var. Yani Metin’de bunlar yok. Birey yok. Hayır. Metin nasıl bitiyor peki?
Çok uzun bir diyalog Platon’un devlet diyalogu. Bu onun yedinci bölümünün en başındaki bir hikaye. Sonrasında yorumluyorlar bu hikayeyi. Idealardan söz etmeye başlıyorlar ve sonra da şey diyorlar matematik eğitimi lazım bize. Matematik eğitiminin ne kadar önemli olduğu gibi çok alakasız görülebilecek bir şeyden söz ediyorlar o yedinci kitabın devamında. Önce aritmetik, sonra geometri, sonra hacim geometrisi, arkasından hacimli cisimlerin hareketini hesaba katan
matronomi ve en sonunda da armoni ile bitecek şekilde düzenliyorlar. Müziğe de geliyor yani. Tabii en son da artık zaman içerisinde seslerin birbirleriyle ilişkileri, psagora dayanan ilişkileri sayısal olarak incelemeye başlıyorsun ve böylece bu dünyada gördüğün şeylerin ötesinde bir kapı açılmış oluyor. Bütün mesele de bu zaten. Bu akıl. İsmail Tunalı’dan sanat felsefesi almış sanat yeterlikte. Bir yıl boyunca bunu anlatmıştı
böyle derdi. Platon ideyalar alemi bu masa mıdır? Her ders bu örnekle başlardı. Yavrum bu masa mıdır? Hayır hocam masa değil. Masa mıydı? Bu masa değil. Masa ideyalar aleminde. Niye bu hikaye felsefenin temelinde bu kadar önemli? Muazzam önemli çünkü birtakım nesneler içerisinde yaşıyoruz ve vücudumuz açısından baktığımızda biz de bir nesneyiz. Bu bizim zaten fabrika ayarlarında adeta yaşadığımız gerçekliğin kendisi. Burada söylenen şey bu
gerçekliği belirleyen bazı yapıların olması gerek. Platonculuğun özünü damıta damıta geldiğim yer şu. Eyvah korkuyorum. Hayır korkma. Doksan saniyede Platon. Nesneler var. Burada bir kamera var arkasında koltuk var. Üzerinde sen oturuyorsun. Şortum var, tişörtüm var ve bütün dünyada birazcık böyle. Var olan her şeyin bundan ibaret ise Platon yanılıyordur. Eğer ibaret değilse Platon haklıdır diye düşünelim. Yani bende bir ben var benden içeri sözü doğru.
Yani o içeriliği anlamaya çalışıyoruz tabi ama nasıl bunu kanıtlayacağız? Ben şöyle kanıtlıyorum. Kameranın işte koltuğun ve senin yan yana var olduğunuzu söyledik ve bunların dışında da hiçbir şeyin olmadığı söyledik. Bunu çürütmek için bu da bir ABS icabı var göreceğin gibi. Eğer kameranın arkasında koltuk koltuğun üzerinde ilker varsa bir şey daha var olmalı ve bu var olacak olan şey ne ilker ne koltuk ne de kamera. O kameranın sınırları.
Koltuğun sınırları, ilkerin sınırları. Eğer bu sınırlar olmuş olmasaydı kameradan bağımsız olarak koltuk, koltuktan bağımsız olarak ilkerden söz edemezdim. Dolayısıyla benim kamera koltuk ve ilkerden söz etmemi sağlayan ama onların hiçbirisine indirgenemeyen bir düzleme ihtiyacım var. Form deniyor. Bu aslında materializm ile idealizm arasındaki temel yarık. Öyle ama idealizmi böyle hayali bir takım gençler var işte ellerinde taşlarla camları kırıyorlar gibi bir şey çıkartmaya çalışıyor. Ideal yani düşüncesel düşünsel değil mi? Evet ama sınır yalnızca düşüncede olan bir şey değil. Düşünce dünyada var olan bir şeyi seslendirmeye çalışıyor ve fark ediyor. Diyor ki eğer ben ilkerle koltuğu birbirinden ayırt edebiliyorsam bunları ayırt etmemiz sağlayan bir şeyler olmalı ve bunları ayırt etmek sizin benim ilkerden söz etmem mümkün değil. Dolayısıyla burada bir yapı daha var. İşte ben idealizmi sulandıra sulandıra aslında ya da benim için inandırıcı hale getirir getirir buraya getiriyorum ve diyorum ki eğer koltuğu kamera ve ilker varsa ve ben bunların var olduğunu söylüyorsam başka bir şeyin daha var olduğunu söylüyor olmam lazım. O da bunların arasındaki ayrım falan filan üzülerek şunu söylemek zorundayım. Söyle söyle. Bu aynı zamanda göklerden gelen bir karar var. Fikrinin de arkasındaki düşünce değil mi? Olabilir. Platonu ne için kullanacağınıza ben karar veremem. Gerçekten de idealizmi de platonu da her şey için kullanabilirsiniz ama her şeyi her şey için
kullanabilirsiniz. Bana istediğiniz teoriyi verin. Ben ondan dünyanın en insancılık felsefesini de çıkartabilirim. Evet sayın seyirler yine bir filozofun eline düştük bu sabah ve hiçbir şey demeden hocam peki ne yapalım ya. İsmail Tunalı’ya haykırmak istiyordum derslerde. Tamam bu masa değil anladık da günün sonunda o masa işte yani. O da doğru değil ise aslında. O bir masa peki benim kızım masayla karşılaştığı zaman yahu bu bir masa demenin ötesinde şunu
bana haklı olarak. Masa deyince yani ağzından çıkan seslerin bir manasının olabilmesi için o masanın sınırlarını belirleyen mantık ne diye soruyor. Yani bir masayı masa yapan nedir diye. Tabii ki işlevini istiyor. Yani sen masa bu diye bağırılacak bir durum yok orada. Yalnızca bir işlev var o işlevin yerine getirilmesi zorunluluğu var ve o zorunluluk dahilinde yani masaya yakından bakıldığında da masayı bir nesne değil de bir işlevle bağlar antılanmış bir nesne düşünürsünüz anda masa manalı hale geliyor. Biz o manaya alışkın olduğumuz için o gölgeye sürekli baktığımız için yahu bu bir masa bundan başka ne var diyebiliyoruz gibime geliyor. O yüzden o sınırlar meselesi ile işlev meselesi yani tanımlayan şeyin ne olduğu meselesi tanımlanan şeyden farklı olarak çok önemli ve bu bir katapult yani bir mancınık etkisi esasına yaratabilir. Ve matematiğin burada çok büyük bir rolü var ve çocuk büyütmede de esasında çok rolü var. Saat 9’da mı yatılacak? Eğer 9 10’a eşitse o zaman 9’da yatılmayacak. 10 da yatılacak.
10 olabilmesi için 9’un da 9 olması lazım yani. 9 10’sa o zaman 10’da 11 olabilir çünkü. Bu çocuk yetiştirirken çok önemli gerçekten çünkü çocuk matematiği bilmiyor. Çocuk ne biliyor? Dili biliyor. Dil ne demek? Eğer ben yeterince ağlayabilirsem laf dökebilirsem, kelimeleri yontabilirsem çocuk dili biliyor. Anne, babamı ya da her kimse zorla ya da rızayla ikna ederek saat 9’un esasında 9 olmadığını ikna edebilirim diye düşünüyor ve çocuk o belirsizlik içerisinde duruyor. Hikaye geri dönülecek olursak burada benim ilk aklıma gelen soru şu bu gölgelere bakan ve doğru gölgeyi tahmin etmeye çalışan tutsaklar nasıl akıl yürütürler acaba? Yani V gölgesi, G gölgesi, B gölgesi, T gölgesi, bir daha T gölgesi, bir daha V, A gölgesi şu anda izleyicilerimizde bir dizi harf göreceklerdir. Bu harflerin her biri bu umaradek tuzakların gördüğü gölgelere düşecek olursa şu anda görmekte oldukları T gölgesinden sonra hangi harfin geleceğine ilişkin izleyicilerimizde bir tahmin yürütebilir. Ben sana şunu sorayım istersen böyle bir harf dizisi karşısında sonraki harfin ne olacağını ilişkinin senin tahmin etmen gerekse akıl yürütmeni bana kabaca söyleyebilir misin? Yani neye dayanarak sen tahmin yaparsın ya da hiçbir yere dayanmıyor. Hocam ben rulet çok oynadığım için biliyorum öyle tahminler geçersizdir. Rulet masalarının
kafasında birtakım insanlar olur bu insanlar daha önce çıkan sayıları not ederler. Biliyorsun rulette top dönüyor işte 36 sayı var bir de 0 var oradan birine oturuyor. Sürekli bunları yazarlar ve geleceği tahmin etmeye çalışırlar önceki sonuçlardan. Oysa biliyoruz ki her bir olay birbiriyle tamamen ilişkisizdir aslında. Dolayısıyla işte harika bu. O mağara hikayesinin ilk sahnesinin bütün zihniyeti bu söylediğin zihniyet. İyi ya da kötü olarak söylemiyorum.
Zorunlu olarak böyle diye düşünüyor bence Platon. Yani şu oluyor birtakım şeyler arasında bağlantılar kuruyoruz. Daha önce bir sürü kere T çıktı diye şimdi de T çıkacağına ilişkin bir çıkarım yapıyoruz ama aslında o çıkarım geçerli değil. Bu bizi işte Gazali’nin Ertan hocanın da videoda sözünü ettiği önce ve sonra olan olaylar arasında neden sonuç ilişkileri kurma iznimizin olmadığı meselesine getiriyor. Yani bir şey bir şeyden önce sonra oluyor diye aralarında zorunlu
olarak bir neden sonuç ilişkisi olmak zorunda değil. Yani daha önce yüzlerce defa T çıkmış olması yarın da T çıkacağı anlamına gelmez. Ama Gazali orada yanılmıyor mu? Niye yanılıyor diye düşünüyorsun? Çünkü evet 36 sayıdan herhangi birine oturmak tesadüfidir ama 36 sayıdan birine oturmak gerçektir. Şu anda Platon’a doğru çıktın işte. Yani nesnenin kendisi değil, nesnenin anlamlılığını belirleyen kurallar üzerine çıktın. Bence şu anda idealizme doğru
yani havalanmış durup. Hocam ben şeyimi yaptım felsefe mi okusam acaba? Hayır okumam. Şu anda şunu görmüş olduk. Yani sırf 1 mi 2 mi 3 mi 4 mü diye soran bir şımırık insan olsa karşımızda bu insana cevap veremiyoruz. Ama bu hiçbir şey bilmediğimiz anlamına gelmiyor. Çünkü sıfırla o tisiki arasında bir yerde olabileceğini düşünüyoruz. Orada bir topun düşmesi lazım. O topun bir biçimde var olması lazım vesaire ve buradan da geriye gidile. Bu da bundan da şüphe edilebilir. Görüyorsun esasında bir tarafta bir şüphecilik, bir kuculuk var. Bu mağara hikayesinin bir gösterdiği şey şu olacak kuşkulanan kişiyi dışarıdan çürütemez. Yani kuşkulanmak isteyen kişi hiçbir şey yoktur her şey gölgedir diyen kişi kulaklarını kapatıp la la la la diyen kişi. Yani gazali. Onu ikna edemezsin, onu döndüremezsin. Zaten Erkcan da öyle dedi ya ben buna bir şey diyeyim ama. Aynen öyle. Hatalı değil mi düşüncesi? Hatalı ama hatalı ısrar mümkün değil. Peki gazali sonuç olarak
hatalı diyebilir miyiz? Hatalı olsa bile hatasında ısrar etme opsiyonu var insanın. Çünkü insan özgür bir var. Bu yüzden de bir insanı eğitmek başka bir şeyi eğitmeye ya da yerini değiştirmeye benzemiyor. Bir insanın yerini değiştirmek ya da bir insanı bir yere kapatmak, bir kitabı, bir taşı bir yere kapatmak ya da yerini değiştirmeye bu yüzden benzemiyor. Ben seni alıp buradan buraya kaydırabilirim ya da buraya hapsedebilirim ama senin burada kalmanla senin burada hapsedilmiş
zaman arasındaki anlam farkını ortadan kaldırmaz bu. Bu yüzden de bu eğitim sürecinde ve mağaradan çıkış sürecinde bu saksıların bu özgürlüklerinin esasında özgürlüklerine saygı göstermek gerekiyor. Halkımız cahil ya bunlara ne olsa coğrafya kaderdir ya da her ülke işte kendi hak ettiği gibi yönetilir. Sinisizmini bırakmamız lazım. Ben çok severim o üç lafı da. Biliyorum o yüzden sanırım sana söylüyorum. İlker sana söylüyorum. İlker sen anla. Neden bırakmam
onu anlamadım. Sebebi şu. Öncelikle tutsak cahil olduğunu bilgisiz olduğunu kandırıldığını vesaire duymaktan birincisi hoşlanmayacak. İkincisi bu bilmezlik halinden çıkmanın yolu bu değil esasında. Bu bilmezlik halinden çıkmanın yolu demin dediğimiz gibi çelişkiye varmasın. Ama çelişkileri göstermek için sert olmak zorunda değil miyiz? Çelişkileri göstermeyeceksin. Dışarıdan göstermek diye bir şey yok. Mağaradaki tutsaklara biz kuklayı göstersek ve desek ki eşek sen buna gerçek diyordun bunun aslı bu desek. Tutsak ne der? Ne diyorsun sen? Büyük ihtimali bu. Zaten hikayenin ikinci bölümü şu olacak. Aslında oraya doğru geçelim. Çok da fazla uzatmayalım. Bu tahmin yarışmalarından biraz süzetmiş olduk. Hiçbir tahmin yani bu kişiler bu tahminleri yapıyorlar ama ne geleceğe yönelik tahminleri ne geçmişteki anıları ne şu anda gördükleri şey konusunda bile kesin bir bilgi sahibi olamıyorlar ama kesin bir bilgi sahibi olmak için bir yarışmaya dahil oluyorlar. O yarışmada kimin kazandığına kendi aralarına karar veriyorlar. Kendi aramızda
geçmişte neler olup bittiğine kendi kafamıza göre karar verebiliriz. Şu anda karşımızda olan harfin T mi F mi I mi yoksa iki ayrı çizgi mi olduğuna da biz kendimiz karar verebiliriz. Çünkü dışarıdan bir hakem yok bu hikayede. Stalin bunu yapmıştı. Tabii tabii. Bütün bu manipülasyon esasında Kuleshov efektiyle de çok bağlantılı ve editingle de alakalı. Yani benim söylediklerimi harflere kadar indirirseniz, anes dediğinizi tabi ki söyletebilirsiniz ve buraya geldiğimizi
söylüyoruz. Yani video teknolojisinde şunun da bunda. İkinci bölümde peki ne oluyor? İkinci bölümde bu tutsaklardan bir tanesini zincirlerinden çıkartıyoruz ve çok büyük acılar çekerek bu kişiyi ayağa kaldırıyoruz, yürütüyoruz. Hiç kullanmadı bacaklarını nasılsa kullandırıyoruz. Ateşe ve kuklaya baktırıyoruz ve diyoruz ki bu neyin nesi? Ne oluyor burada? Bu kula biraz sizin şeylere benziyor mu? Verdiği cevap şu oluyor. Evet benziyor olabilir bu kuklayla gölge. Ama muhtemelen şu cevabı verecek. Bu bunun kopyası. O orijinal nedir biliyor. Orijinal nedir biliyor
ki? Ters yönde işletiyor. Neden ters yönde işletmesin ki? Çünkü alışmış gölgeye ve düşündüğün zaman gölgeler kocaman, nesneler küçük. Gölgeler ışık üzerine karaltı halinde, nesnelerin kendileri zaten rezalet, rengarenk, üç boyutlu, göremiyorsun, edemiyorsun ve gözlerini acıtıyor zaten ateşe yakın olduğu için ve daha parlak oldukları için. Başka bir de işte tutsakların gerçeği inkar etmeleri için her şey ellerinde. Bu şunu gösteriyor, bu kişiyi gizlilere doğru gerçekten götürmemiz gerekecek. Mağaradan çıkmış değiliz. Yalnızca sırtını döndüm. Mağaran içerisindeyiz hala. Burada da bir elçisizlik var. İnsanlar zannediyor ki bunlar hemen mağaranın dışını çıkartıyoruz. Yanlış. Şu anda hala mağaranın içindeyiz. Duvarın oradayız ve kuklacıların ellerinde taşıdığı kuklaları görüyor ve ona şimdi soruyoruz. Yani senin gördüğün şeylerin aslı buydu dediğimizde tabi tutsağın kuklaları gördüğü zaman
aaa deme ihtimali kaç ilkelcim? Baya sıfır. Bu neyi gösteriyor bize eğitimci olarak bize neyi gösteriyor? Önemli bir şeye işaret ediyor yani. Sen ne kadar anlatırsan anlat olmuyor. Dışarıdan sopayla, kaşıkla, altın kaşıkla, gümüş kaşıkla yapılacak bir iş değil. Mağara hikayesinin en sonunda birazcık bu ilk bölümü tamamlamak için bir vesile olabilir. Mağara hikayesinin en sonunda Sokrates’in çıkarttığı sonuçlardan bir tanesi şu. Demek ki eğitim bu işi profesyonel olarak işlerin ileri sürdüğü gibi görme gücü olmayan göze dışarıdan bir görme gücü zerk etmek değildir. Olamaz. Zaten görme gücü potansiyeli olan bir gözden söz etmemiz lazım ve gözden itibaren eğitimimizi dizayn etmemiz lazım. Hatta buradan bir sonuç daha çıkacak esasında. O da şu olacak. Benim gördüğüm kadarıyla bu hikaye bir eğitim hikayesi ise bu bir kamu eğitim hikayesi
değil. Yani eğitim birebir olan bir şey aslında. Bire 10, bire 100, bire 1000, bire 10.000 olan bir şey değil. O yüzden de video ile kitapla yapılabilen bir şey değil aslında. Birebir yapılabilir. Hocam Flu TV’yi batırdınız şu an ya. Kendi varlığını, akademideki varlığını onaylamak için yaptığın numaralar inanılmaz ya. E ama akademide de aynı şey. Kitapla işte yüzlerce kişi önünde. Biz felsefe anlatıyoruz kendimizi. Daha ziyade yapılması gereken şey öğrencinin varsayımların ortaya çıkarılıp onların arasındaki çelişkilerin ona yaşatılması. Zaten yapılması gereken esas şey o. O da şeyle olmuyor. Ders kitabıyla olmuyor. Burada olan şey felsefe yapmıyoruz burada. Felsefe yapmayı da öğretmiyoruz. Biz burada eğleniyoruz. Şu anda ya bu bir eğlence programı olduğu gerçeğinde bu. Ben çok eğleniyorum. Ben de eğleniyorum. Hem de bu arada çok güzel bilgiler
alıyorum. Hocam bana bilgi verin biraz. Aynen ama yani bu yani o anahtarla öbür kilit açılmaz. Ama bu arada bir şey söylemek istiyorum. Ben Flu TV’yi kendi eğlencem ve eğitimim için kurmuştum. Çok iyi oldu. İyi oldu evet. Fekir söfesinden emikliyorum. Bize de izletiyorsun Allah’ı hatta yani. Aslında İlker Canekli Girin Eğitimi adlı program hoş geldin. Bir ilker yetişiyor. Allah hak saklasın. Bu biraz ayrıntılı bir konu. Dilerseniz bunu haftaya devam ettirelim. Mağaradan çıkmak
düşünme bu tür konularda. Haftaya konuşalım mı hocam? Tamam mı? Haftaya mağaradan çıkıyoruz.
Başka videoya juste girdigin için abone ol.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir