"Enter"a basıp içeriğe geçin

Rahat Etmenin Tek Bir Yolu Var – Hayati İnanç | Derdini Söyle

Rahat Etmenin Tek Bir Yolu Var – Hayati İnanç | Derdini Söyle

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=ihKmyPy2Qdo.

Zehra grubun katkılarıyla hazırlanan derdini söyle başlıyor. Evinle ilgilenmeni istiyorlar. Bunların ikisini birlikte götürmeni istiyorlar. Ve onların sözlerini kuva kasmadan yaşamak gerçekten çok yorucu oluyor. Çok kolay değil ama mümkün. Toplumun yarısını kadınlar oluşturur.
Diğer yarısını da kadınlar yetiştirir. Selamın aleyküm günlüğü dostları hepiniz. May Mecran’ın bu haftaki bölümüne hoş geldiniz. Hoş geldiniz hocam. Hoş bulduk efendim. Eksik olmayın.
Nasılsınız? Elhamdülillah. Siz de iyi misiniz? Çok şükür hocam halimize. Rümeysa’ydı değil mi? Evet Rümeysa, Karaca. Karaca biraz sesini yükselt evet. Nereden? Erzurumluyum ama İstanbul’da oturuyoruz şu anda hocam. Üniversite mezunuyum fakat mezun olduğum mesleği yapmıyorum. Nereden mezunsun? Yıldız Teknik Üniversitesi’nin temelçisiyle mezunum. Ne yapıyorsun? Şu anda aktif olarak ücretli öğretmenlik yapıyorum hocam. Mühendislik yapmıyorum. Hocam derdimiz işsizlik. Yani buna bir çözüm nasıl bulunabilir bilmiyorum. Herkes okuduğu mesleği yapmak istiyor. Okuduğu bölümde ilerlemek istiyor. Fakat o kadar tabi ki imkan yok ülkemizde. O kadar gelişmedik yani.
Okuyanların da bir çoğu zaten yani bir çoğu maalesef gerçekten okuyor mu diye sormak yerinde olur. Laf olsun diye üniversitelere gidip efendim birkaç yılı geçirip yetişmeden, yetişemeden ortamda ona el vermiyor. Ama tabi siz Yıldız Teknik mezunu olmak biraz tabi ciddi bir avantaj. Her zaman saygı görmüş bir üniversite. Bulunur iş. Bir gün bulunur da acaba tabi bekarsın. Evet. Çocuğun olduğunda şöyle bir düşünce olacak mı? Çocukla kim ilgilenecek? Bu çocuğu yalnız mı bırakıyoruz yoksa? Kresa çocuk yuvasına, anaokuluna verip acaba iyi mi yapıyoruz diye bir düşünce olur mu? Ne dersin? Hocam bu soruyu özel olarak cevaplamak gerekirse yani evlilik ve evlilik sonrasında çalışma gibi bir düşüncem yoktu. Anladım. O yüzden. Evlenmeden önce çalışırım zaten. Evet ya da dışarıdaki çalışma hayatında bu kadar aktif rol oynayamam diye düşündüm. Evet. Bekerken tabi ki herkes yani şirketler bile alırken bekar tercih ediyorlar. Daha fazla zamanla işe yersin diye. Ben hep böyle şefkatten yoksun kalan çocuklar görüyorum da etrafımda. Ve bunun çok ciddi sakıncalarını ne yazık ki hep beraber idrak ediyoruz. Eğitimci arkadaşlar da buna katılıyorlar. Toplumda zaten görüyoruz. Ben işte o tarafından bakıyorum ama tabi çalışmak bir ihtiyaçsa. Bir de bu var tabi gerçekten ihtiyaç mı yani onu da bilmiyorum sosyal durumunu.
Hocam şöyle bir sorun var aslında tam da getirmek istediğim konuya geldiniz. Yani biz muhafazakar kadınları özellikle böyle çalışmaya zorluyorlar gibi bir his oluyor. Böyle mi hissediyorsun? Yani evet sanki böyle okuduk bir yere kadar ve onun maddi olarak bir karşılığını almamız gerekiyormuş gibi hissettiriliyor bize. Yani alttan alta böyle direk söylenmesede işte o kadar okudun sonra ne olacak diye.
Yani evet maddi bir karşılık beklenebilir ama ihtiyaç yokken de böyle diretmeden anlamı yok. İlla çalışmamız gerekiyormuş gibi düşündürtülüyor bize ve bütün gençlere düşündürtülüyor. Bu dahil olmak üzere düşünmeden kabul e zorlayan bütün yargıları tehlikeli bulurum. Orada bir duralım diye isim gelir yani böyle son zamanlarda pek çok klişe anlayış veya ifade var.
Düşünmeden mutlak doğruymuş gibi herkes kabul e zorlanıyor. Aslında sizin nesilden birinin bunu böyle sizin ağzınızdan ifade etmesi memnun etti biraz. Çünkü gizleniyor da bir de yani böyle bir zorlamaya maruz kalıyor ama bunu da söylemiyor. Kendisi istiyormuş gibi sahip çıkıyor.
Halbuki şunu görmüşlüğüm var kızım yani bu yaşa gelene kadar biriktirdiğim mütevazı tecrübenin bir hasılı var bir meyvesi var görüyorum ayan beyan. Bu bir dünya görüşü enpoz etmek falan değil.
Ne görüyorum annelik ve annenin evde gördüğü hizmet iş, yüklendiği misyon, ev hanımlığı gözden düşürülüyor gibi geliyor bana. Önemsizleştiriliyor, önemsiz algılanıyor gibi geliyor ki çok ciddi bir haksızlık. Daha ağır bir iş bilmiyorum ben. Daha önemli bir iş bilmiyorum. Toplumun yarısını kadınlar oluşturur, diğer yarısını da kadınlar yetiştirir. Eğer onlar bu misyonlarını ifade ifade edemezlerse, başka bir gaileyle başka bir meşguliyetle zorlanırlarsa sanki herkes kaybedecek gibi geliyor bana ki durumda bunu gösteriyor zaten.
Anaokulunda ana yok, huzur evinde huzur yok ama biz kariyer peşinde koşuyoruz. Dikkatle baktığınız zaman ne derler motivasyonuyla, ne derler? Hocam çağın getirisi de böyle bu yönde değil mi zaten?
Elbette zorluyor, bir ahşubiyetimiz var doğru ama işte onu konuşuyoruz. Yani çağ bunu getirdi anladık da biz ne yapalım yani? Biz de mi hemen düşünmeden akıntıya kendimizi bırakalım? Bir düşünsek fename olur diyorum yani. Hocam zaman berekezsizleşiyor ama böyle. Yani evdeyken de dışardayken de bir şekilde geçiyor ve yakalayamıyoruz ki. Yani hangisine yetişmemiz gerektiğini algılayamıyoruz tam olarak.
Buna eskiler ehemmi mühimmet tercih diye bir kaide koymuşlar. Böyle formalize etmişler. Önemli, önemli, önemli anladık ama bazıları daha önemlidir. Bazıları en önemlidir. Tercih buna göre yapılmalı.
Akıllı insan eldeki sınırlı kaynağı. Nedir sınırlı kaynak? Zaman. Yani paradan bahsetmiyorum. İktisat hani sınırlı kaynak, sınırsız ihtiyaç falan gibi böyle bir yine düşünmeden kabul e zorlayan bir şey vardır ya.
Onu kastetmiyorum. Sınırlı kaynak zaman. Biriktiremediğimiz, durduramadığımız, hiçbir şey yapmadan elimizden kayıp giden zaman en kıymetli sermayemiz ve bunu nasıl değerlendireceğimizi düşünürken önemli, önemli anladık ama en önemlisi ne diyerek bir dikkatle bakmakta fayda var.
Çünkü yıkılan, sarsılan, ciddi bir sarsıntı geçiren ailemiz, aile mefhumumuz bana sorarsanız artık alarm veriyor. Yani bu iş çok ciddi bir hale geldi.
Bunu mesleki tecrübem itibariyle de biliyorum. Avukatım da biliyorsun kızım. O kadar çok sayıda ve o kadar sudan sebeplere dayalı, çoğuna şımarıklık diyebileceğimiz sebeplere dayalı yıkılan aileler görmekteyim ki işin doğrusu endişeliyim. Sanki neye önem vereceğimizi unutmaya başladık gibi. Bu tehlikeli. Bizim etrafın ne diyeceğine fazla bakmadan kendi durumumuz ne diyerek sözlerinden anladığım bir zaruret altında değilsin. Yanılıyor muyum? Ekmek parasına muhtaçım ve ben çalışmazsam olmaz gibi bir durumda olmadığın anlaşılıyor.
Öyle bir durum yok ama… Sadece desinler için de yol tutulmaz bana sorarsın. Desinler için değil hocam. Ama böyle kendi ayakları üstünde durmak denen bir deyim var ya. Bizim hanım kafayı üstü durmuyor. Ev hanımıdır kendisi. Kafa üstü mü duruyor diye soruyorum ben böyle diye hanım kızlarımız. Hocam şöyle bir durum var. Şimdi çalışmazsak eğer birinden istemek zorundayız değil mi? Ne yapmak zorundayız? İstemek yani talep etmek zorundayız. Neyi talep etmek zorundayız? Ekonomik olarak birine bağımlı oluyoruz. Yani hep bunu gösteriyorlar bize böyle örnek olarak.
Karşımda ben varım ben. Ben öyle görmüyorum. Bak ben karşımdayım. Tam 40. yılını doldurmuş bir evliliğin içinden sesleniyorum. Ve diyorum ki eşler arasındaki ilişkinin tanımı o değil. Birinin isteyip öbürünün de vermesi falan değil yani. Öyle değil yani. Hocam sizin döneminiz çok farklı. Bizim yaşadığımız dönem çok farklı düşünüyor.
Beş yüz yıl öncesi değil kızım. Dönem farkını kabul ediyor. İnkar edecek değilim ama 21 yıl 30 yıl hepsi bu yani. Fazla mı gözümüzde büyütüyoruz acaba? Hayır. Rahata düşkünlük çok fazla oldu bizim dönemimizde. O yüzden de ekonomiye bağlanıyor olayla.
Peki ekonomik bakımından rahata kavuşup zenginliğe kavuşup mutlu olan henüz görmedim desem beni yadırgar mısın? Parayla saadet olmaz mı?
O klişeyi de hemen kabul eterek reddederim de yine düşünmeden kabul e zorluyor diye. Parayla saadet olmaz falan. Cevabı var. Parasız da saadet olmaz der diyebilir birisi de. Ama tecrübemi aktarmam gerekirse. Diğer hususlar göz ardı. Diğer hususlar sadet haleci. Servet kazanarak mutlu olmayı başarmış birini tanıyor musun?
Nasip olmadı henüz. Görmedim. Mutluluğun sebebinin o olmadığını artık biliyorum. Yaşayarak biliyorum.
İstersen basit bir misali şöyle sunayım. Tam 20 yıl önceydi ilk televizyon denemelerim sunuculuk falan. Kopya çekme için not malıyorsun. Öyle bir dikkatim varsa beni dinleyemezsin. Yok hocam. Şöyze girdim de onu yapmayacağım.
Çok yirme. Rahat. Sohbet ediyoruz. Fert et ki senin evinde sohbet ediyoruz. Sen ne çay getirdin? Konuşuyoruz yani. Bir kabristanda, Karacaahmet kabristanında Necip Fazıl Kısa Kürek merhumun muazzam o Karacaahmet şiiri üzerine bir klip hazırlıyorduk. Henüz genç sayılırım. 40 yaşındayım. İlk defa televizyon. Heyecan. Senin şimdi yaşadığından daha şiddetli bir heyecanın içindeyim falan.
O şiir de oldukça etkilidir. Bilirsin değil mi? Evet. Bey oğlu tepinirken ağlar Karacaahmet. Evet. Dergada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet. Al sana derya gibi sonsuz Karacaahmet. Taş ihtiyarlar serviç olur, ölüm yıpranmaz.
Harika bir şiir yani. Bunun üzerine klip de ona uygun biçimde. İşte boş kabire uzanıp yatmaklar gibi birtakım mizansenler falan harika bir şekilde bize göre çok beğendik yani. Klibi tamamlarken gözüme ilişen bir kabir üzerine yönetmenden rica ettim. Şu mevzuyu senaryoya dahil edelim dedim. Şurada bir iki kelam edeyim anlatayım müsaadenizle. Dedim. Yönetmen de uygun gördü.
Yeni bir kabir. Belli ki zengin bir aileye mensup müteveffa. Hayli süslü gösterişli yapılmış. Yaklaştık gördük ki iki ay kadar önce basından öğrenmiştik intihar eden bir hanım kızımızın, maalesef intiharla hayatına son vermişti. Kanım kızımızın kabri. Kız on sekiz yaşındaydı belki on dokuz. Güzellik yarışmasında derece sahibiydi. İkinciydi. Ve dahi oturduğu ev bir bedel biçilmek gerekse milyon dolarlardan söz etmek gerekir yani. Öyle bir ev boğazda yalı sıfır filan filan. Bunları şunun için söylüyorum. Servetse servet. Şöhretse şöhret. Güzellikse güzellik. Yani o yaştaki kızların sahip olmayı isteyeceği her şey. Ya sahip ve intihar ediyor mutsuzluktan.
Oysa ben şu maçiz ömrümde bunların üçüne de sahip olmadığı halde mutlu olan çok kişi tanıyorum. Ve o mutluluklar göstermelik falan değil sahici. Gösteliksiz, tanıyanı yok. Üç beş komşudan başka kimsesi yok.
Servet sahibi değil. Efendim evde bir çorba kaynıyor. Bakanın böyle vah edildiği ne bileyim podium açıksa dediği bir güzellik değil söz konusu olan. Veya delikanlı için manken gibi böyle filan. Değil yani sıradan her şey. Ama mutlu insanlar. Çok gördüm.
Yani burada teorik bir şey söylemiyorum. Bir yaşanmışlıktır bu yani. Ben 30 yıla yakındır avukatlık yapıyorum. Görmediğimiz çok az şey kaldı yahu. Ha demek ki böyle olmuyor mutluluk. Onu da klibe ekledim orada ifade ettim işte. Yani dedim ki herkesin peşinde olduğu her şeye sahip olan bu hanım kızımız mutsuz olabiliyor. Acaba biz mutluluğu yanlış bir yerde mi arıyoruz?
Mutluluk dengedir demişti. Merhum Ayhan Songar. Çok hürmet ettiğim, sevip saydığım bir psikiyatr. Dünya çapında kabul görmüş bir ilim adamıydı. Canlı bir radyo programında 1981’de kendisine soruldu mutluluk nedir hocam diye de gayet latif güzel ve ciz bir anlatımda bulundu. Dengedir dedi. Her anlamda madde mana dengesi. Acıkırsın, bir şey yersin, doyarsın, mutlu olursun, susadın su içtin mutlu olursun gibi yani ruh ve beden dengesi.
İnsanlara faydalı olup manevi haz duymak, doğru yolda olup huzur içinde olma gibi birçok uzatılabilecek şekilde ve anlaşıldı yani çok sözde hacet yok.
Yani servete bağlı değil. Ben aksine bir örnek görmedim. Şu servetim olmayaydı da keşke ağzımın tadı olaydı, bir huzurum olaydı, sevip sevileydim düzgün bir ailem olaydı diyen çok insan tanıdım.
Servet ile sanırdık ki rahat artar, rahat ile umardık ki taat artar. Bulduk bir hakim, sorduk işin aslını dedi servet ile gaflet rahat ile illet artar.
Ne her servetle rahat değil, meşguliyet artıyor, ga ile artıyor, rahat ile de hastalık artıyor. Adam bir rahat erdim diyor, ayaklarımı uzatıp yatacağım diyor, adını duymadığı hastalıklar artık onun dostu haline geliyor. Yani belki de biz iyi insan olmayı, huzurlu, güzel, doğru yol izle yaşayan, insanlara faydalı olan insan olmayı öncellemeliyiz. Bunun kariyer ile ilgisi yok. Ve hiçbir kariyeri, ben bu güne kadar annelik kariyeri kadar saygı duymaya layık görmedim. Gördüğüm örnekler böyle yani. Her insan her evlat annenin eseri.
Kızım, hocam toplumun kadınlara toplumun kadınlara birçok rol çok farklı. Hem okumuşsun çalışmanı istiyorlar hem evlenmişsin çocuklarınla işte eşinle ya da evinle ilgilenmeni istiyorlar. Hem bunların ikisini birlikte götürmeni istiyorlar. Yani ve onların sözlerini kuvak asmadan yaşamak gerçekten çok yorucu oluyor.
Çok kolay değil ama mümkün. Çok kolay değil ama mümkün. Mümkün ama böyle çok… Ben sana bir hayat prensimi tavsiye edeyim. Rahat etmenin bir tek yolu var. Bak çoğunluk nereye doğru gidiyor, tersine gidiyor. Kalabalığın beğendiği, tasvip ettiği, öne çıkardığı ne varsa risklidir. Yani popüler kültür mü? Popüler kültürden mi var?
Kalabalıklar nerede kızım? Topta ve popta. Değil mi? Genellikle. E iyi de bu mu yani? Bu mu yani? Ben insanların ne dediğine baksam, onlara göre vaziyet alsam, şekil alsam ne olur benim halim Allah aşkına ya? Ne yapacakları belli olmaz yani. İnsanlar bir de kötü niyetli falan değiller ha. İyi niyetle.
Över, çıkarır, sonra bir düşürür darmadağın olursun ve burada o temel formülü Hz. Peygamber’den ictibasla, müsaadenle zikredeyim. Müsaade etsin. Sordular Hz. Ayşe’ye bize Efendimiz Aleyhisselam’dan işittiğin bir şey söyle. Müsaade etsin.
Kendi, ki gayet viciz bir şekilde buyurdular ki insanların beğenmeyecekleri kızacakları bir hususta yol ayrımına geldiğinde insanların rızasını göz ardı edip Allah rızasını gözetirsen, yolculuğun boyunca ve son tahlilde sana insanlardan gelecek her türlü sıkıntıya karşı korunursun.
Allah seni bir zırha bürür. Tersi, Allah’ın razı olmayacağı, kızacağı bir işte insanların rızasını takip edersen işin insanların eline kalır. Ne yaparlar belli olmaz. Genellikle de zulmederler.
O yüzden bu iş dahil olmak üzere okuma, evlenme işi dahil olmak üzere her hususta elbette insanlar ne diyor bundan etkilenmemek mümkün değil ama duy dinle anla ama ona göre de vaziyet alma sakın. Tavsiye etmem bu insanı çok yorar. Seni çünkü hakkıyla tanımazlar, tanıyamazlar.
Onlar kendi gözlükleriyle efendim, iyi de benim o mütevazi tarzımı kabul eden benimle hayatını birleştirecek benim kıymetimi bilecek kaç kişi var az ama yok değil. Evet çok şekilciler hocam. Az ama yok değil. Neticede var. Ben talebe ve cehde ve cede isteyen gayret eden sonunda kavuşur. Burada sabırlı ol. Bu bir imtihan vesilesi zaten. Sınav, sınav diye hani koşturuyoruz biz de çocukları bir de. Sınav bu işte ben nereye koyacağım yani hangi raya oturtacağım lokomotifi ya. Bu sınav bu. Neticede çünkü toplum senin kabir hayatını dikkate almaz tavsiyelerde bulunurken. Senin sadece kabire gitmeden önce geçecek şu üç beş günlük serüvenine dair bazı tavsiyelerde bulunur. Sağ ol abi eksik olma. Mesela bana tavsiyede bulunuyor modernite. Neymiş o?
İhtiyaçlar sınırsızmış, kaynaklar sınırlıymış. Bunu disipline etmenin adı iktisatmış. Hadi oradan. İnsanların ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu kim söyledi? 60 yaşına geldim gördüm ki ihtiyaçlar sınırsız değil. İstekler sınırsız. İhtiyaçlar sınırlı. Açlıkla tokluğun arası yarım yufka. Sen bana doğrudan haber ver, güzelden iyiden haber ver, helalden haber ver.
Yani huzurlu olduktan sonra ne yapayım ben o kadar mülkü? Bunun hesabı kitabı var, taşıması var, koruması var. Büyük dert aslında biliyor musun? Büyük dert yani. Dünya dediğinin helal ise hesabı var, haram ise azabı var. Hocam her zaman uyanık halde bulunuyor ki kalbimiz. Yani birçok yerde gaflete kaplıyoruz. O da imtihan. Elbette. Burası dünya. Her an, her an yeniden yeniden günde niye 5 defa davet edilir olmuyoruz? İnsan gafildi onun için. Allahü alem. Bir daha hatırlamaya ihtiyaç var, bir daha silkinmeye, bir dakika demeye ihtiyaç var. Çünkü kaptırmak mümkün. Yunus Emre ne güzeldi. Aldan kaç demiş ya. Aldan kaç. Dünyayı tarif ediyor. Aldan kaç diyor. Tuzak.
İşte kendine gelmek akıllı olmak da tam da bu noktada kendini gösteriyor zaten. İyileri örnek almalı yerin üstünde veya altında. İyileri örnek almalı. Onların sözlerine kulak vermeli. Gel sana bir de beyt okuyayım şimdi. Şairin abi de. Düşvarcadır eğer çırahi tengi kanaat, yoktur hatarubi mi? Selamet var içinde. Kanaatin yolu dardır ve zordur ama diyor. Biraz sıkıntılı bir yolculuktur ama tehlike yoktur, korku yoktur, selamet vardır diyor. Yani girişi kolay olan yolların sonu felakettir. İnsanlığı iterler, gazlarlar. Yani argo söylememe müsaade et. İteklerler gidersin bir bakarsın sonu felaket. O yüzden ne derler? Toplum nasıl değerlendiriyor falan gibi bir bakış açısıyla iş tutulmaz. O insanı fena halde yanıltır. O tesirin altında kalmamak için uyanıklık. İşte dediğin ya gaflet her zaman başımızda.
Bilmeliyiz ki en büyük düşmanımız içimizde. Adı Nefis. Bana hiç nefsi emmarem gibi suikarin olmaz. Bu düzdü haneginin kimse şerrinden emin olmaz. Biri demiştim ama iki beyt oldu. Tehir-i Mevlevi’den. Dediğiniz kadar mı söyleyin hocam? Bizi hep dinlemiş. O da diyor ki, Nefis gibi bir hırsız varken içimde, böyle bir düşman varken içimde benim düşmana ihtiyacım yok ki diyor.
Dışarıdaki hırsıza alarm kurarsın, polise telefon açarsın, duvar örersin. Bir tedbir mümkün. İçerideki hırsıza kilit dekar etmiyor. O Nefistir. Yani senin düşmanın, bizatihi sensin. Dikkat et diyor şairimiz. İşte bu imtihan böyle gösteriyor kendini. İş seçerken, eş seçerken, meşguliyet seçerken,
ne kazanacağım, neyin peşinde olacağım tercihini yapar. Dünyada en zor şey tercih yapmaktır. Seçim yapmaktır. Zaten orada kızım işte şeyimiz bu bizim yani imtihanımız bu. Her an tekrar tekrar burada güzel bir yol gösterici vardır. Kalbine bir bakacaksın. Tereddüt varsa biraz yavaşla. Bir frene bas bekleyiver. Şerli iş beklemekle hayra döner. Hayırlı işte de acele et. Beklersen şerre döner. Kalp burada kolay kolay yanılmaz. Kolay kolay. Yani az ya da çok bir işaret verir. Böyle biçimsiz iş kalbe sıkıntı verir. Ya hayırlısı ama bu iş bana biraz böyle ters geldi filan. İçeriden bir vaiz yani. Sana herkesin, her müminin kalbinde bir vaiz var.
Ona dikkat etmek lazım. Kalbin müsterih olması önemli. Alev Alatlı’nın dediği çok doğru. Legal olması yetmez. Helal de olmalı. Sen o vakit notlardan bir şeyler soracaksın ama ben bir türlü susmadım ki. Ama estağfurullah hocam sizi dinlemek çok keyifli gerçekten. Ama keyfin de bir sonu var. Sor bakalım.
Yani şöyle. İnsanlığa faydalı olup hak yemeden ve hakkımızı yedirmeden çalışmak ne kadar zor. Bir daha tekrar söyle. Şimdi insanlığa faydalı olup yani amacımız Allah rızasını kazanmak her türlü. Yani aslında maddi olarak istiyoruz ama onun da Allah rızasını kazanmak.
Çünkü şimdi maddiyat olmadan da hocam gerçekten ibadet de hani düzgün olup yani yeterli kadar kanatkar olacağız ama hiç olmadan da olmuyor. Tamam. Yani hem insanlığa faydalı olup hem hakkımızı yedirmeden hem de hak yemeden çalışmak ne kadar zor. Zor tabii kızım kolay olur ama güzel iş zordu. Yani ne kadar zor olabilir diyecektim. Ve pek zor olabilir. Zor zaten tabi.
Şeytanın işi hızlı gider. Şimşek hızlı ile gider. Hayırlı iş zor gider. Sonra bir işin hayırlı olup olmadığına iyi bir göstergidir o da yani. Zorluklarla karşılaşıyorsan belli ki Allah-u Alem hayırlı iştir yani. Hayırlı iş de zorluk çok olur. Şeytanın işi hızlı gider. İmtihan kızım an be an imtihan. Hem öğrenerek neyin doğru neyin yanlış neyin helal olduğunu hem öğrenerek
hem de her adımda her safhada kalbini yoklayarak müsterih olmaya hırs karışmasına dikkat etmek lazım. Bu anlık imtihandır. Her an be an devam eder. Arif Nihat Asya merhum edebiyat öğretmeni olarak sınıfa giriyor. Yaşı 22 var yok.
Lise son sınıf öğrencilerin de yarıdan fazlası kız ve onların da yaşları 17-18. 22 yaşında bir delikanlının 18 yaşındaki bir kızla saatlerce ve günlerce aylarca bir arada olmasının getireceği riski görmek için çok şey bilmeye hacet yok. Bir dostu nasıl yapabiliyorsun bu durumda deyince yani pusula titremiyor mu? Cevap şu ben sınıfa girdiğimde kızlar görmüyorum. Müstakbel anneler görüyorum. Öğretmen onlar anne. Anne ne? Asıl öğretmen baş öğretmen. Yani insan kendini konumlandırdığı zaman vazifesini idrak ettiği zaman o konuda yani dik durabildiği zaman birçok şey de çözüm yoluna girer kolaylaşır.
Çocuğuna ne diyor anne veya baba? Öğretmenlik nasıl bir şey onu söyleyeyim yani. Herkes öğretmen deyince hemen işte Milliyetim Bakanlığı’na bağlı bir okulda bir çatı altında emekliliğini bekleyen insanları anlıyor. Hayır efendim öğretmenlik bir hayat tarzıdır. Hepimiz öğretmeniz hepimiz talebeyiz yani neticede. Çocuklarımız bize bakıyor işte alsana öğretmen. Torunlarımız bize bakıyor öğretmen. Hele benden önce anneye bakıyor. Öğretmen işte. En etkili öğretmen annedir.
Nasıl bir ders veriyor? İki yol söyleyeyim böyle. İki uç nokta. Bir. İngilizce okuyor amcası. Diyor. İsa çocuğun ne alacağını hesap et. Çocuk şunu alır. Sen bu kadar dedin İngilizce okuyor amcası dedin ama sol sütunda bunun izahı şu. Değerli olmak, güzel olmak, aferin almak, iyi insan olmak İngilizce okumaya bağlı demek ki. Haa der çocuk. Gayet normal. Bunu böyle alması normal. Mahzursuz gibi görünüyor. Ama bu şu demek. Ahlaki durum ne olursa olsun. İngilizce okuyorsa.
Kelimeler bazı kelimeler katildir. İki. Diğer ucu söylüyorum. Amcası, teyzesi. Bugün sabah namaza bu kaldırdı bizi. O kaldırıyor bizi biliyor musun? Çocuk sol sütun. Haa anladım. İnsanlık neredeymiş?
Bu erken kalkmaya çok vurgu yapasım var son zamanlarda. En ciddi hastalığımızı oradan sanki görüyorum. Gözümüzü açıyor saat on. Toplum aşağı yukarı böyle yani. Bu ne ya? Günün yarısıdır saat o. Yani altıda bir kalkarsın da onda bir istirahat için çekilirsin bir kenara yarım saat filan yani. Fecri kaçırdık fecri. Demin dedin ya bereket neden gidiyor? O vakti kaçıran hiç çaresi yok. O dediğini kaçırır. Yaradan böyle yaratmış. Evet o vakitte uyumak da hocam gafleti sebep oluyor zaten.
Hastalık sebebidir, huzursuzluk sebebidir. Yani eşekten düşmüş gibi kalkarsınız kendinizi toparlayana kadar ikinde olur. Yani kayıptır yani. İş yapıyorsan da kayıp, ticaret yapıyorsan da kayıptır yani. O surattan kim ne alır ya? Altıda kalkarsın en geç fişek gibi. Talebeysen de, ticaretle meşgulsen de, anneysen de, öğretmensen de her neyse yani.
Tabii bu ne demek? En geç on buçuk on bir de yatarsın. O ne demek? Modern hayatın sana dayattığı ne kadar hastalık sebebi varsa o saatlerde enjekte ediliyor. Dizi adı altında, dizi içine giren reklamlar kılığında. Farkında değilsin yani. Ne oluyor? Haftada üç dizi takip ediyorsun beş aradan on beş saat.
Beş saat dizi seyrettiğini farkına da varmıyor. İki buçuk saati film, iki buçuk da reklam arada. Ve bu her gün. Haftada on beş saati. Neye ayırsan o sahanın uzmanı olursun. Profesör olursun. Neye ayırsan? Diyelim ben işte mecellede uzman olacağım. Hukukçu için söylüyorum. Haftada on beş saat. Altı ay sonra baksan.
Yani bilgi olur bilge. Tıp da bir yere geleceğim. Bir sene sonra bak, iki sene sonra bak neler oluyor. Mühendislikte bir şey yazacağım veya neyse. Yani aslında hadi bir de beylik sözle kapatalım mı? Zamanın sonuna geldik mi? Nasıl durum?
Evet. Zaman da, para da. Yanlış kullanılmadıkça daima yeter. Daima yeter. Teşekkürler hocam. Çok teşekkür ederim. Hiç endişeye mahalli yok. Gün yirmi dört saat. Kullanmasını bilmiyorsun demektir. Dikkatli kullan, kontrol et.
Ve daima düzelme devrin kendinden başlar. Dünyaya çekidüzen vereceğim. Toplumda şu hastalık var halledeceğim falan diye laf ediyorsan evvela sabah o yarım kilo ağırlığındaki yorganı üzerinden bir at. Dünyadaki zulüm perdesini kaldıracak yorgan atamıyor. Ben sizi tanıdığıma stresinize rağmen çok memnun oldum.
Duanızı eksik etmeyin kızım. Allah razı olsun hocam. Ağzınıza sağlık. Çok teşekkür ederim. Siz de duanızı eksik etmeyin. Doyamadık aslında ama. Estağfurullah. Aile ifrardan da selamlarımızı iletin. Dualarını esirgemesinler. Evet. Onlarım da. Hocam, küçük kardeşim sizi çok seviyor. Ne kadar küçük? On sekiz, on dokuz yaşında falan. Allah bağışlasın. Selamlarımızı söyleyin. Eksik olmayın. Allah’ım da selamlarını iletmek istiyorum. Ve aleyküm selam. Eksik olmayın.
Evet. Bu haftaki programın sonuna geldik. Teşekkür ederiz siz izlediğiniz için. Allah’a emanet olun. Hayırlı kalın.
Bu videoda hazırlanan derdini söyle, sona erdi.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir