Ramazan Sohbeti (14 Nisan 2022) – Osman Nuri Topbaş
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=jjguubJrsTk.
Fussüle Sûresi’nin 30 ve 36. âyetler arası okundu. Bu âyete bir cennet müjdesi Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eder inşâallah. Tebörüken üç ihlas, bir Fâtiha-hüküm Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem…
Efendimiz’in aziz, mübârek, pâk, rûh-i tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtının, cümle geçmişlerimizin şehitlerimizin rûh-i şerîflerine, bütün İslam dünyasının selâmetine, şerilerin şerilerinden muhafızsına, Ramazân-ı Şerîf’in ümmet-i Muhammed’sin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin, birbirlerinin,
rahmet, bereket, rûhâniyet, selâmet ve cennet müjdesi olması niyaz duâsıyla bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs, Allah’ımız’a selâle etsin. Ne olsun, ey yâsıl-i şerîfe? Bismillâhirrahmanirrahim. Elhamdülillâh, Rabbil-Ârâf, Velhâsıl-Âlîm ve Rahmânirrahim.
Muhterem kardeşlerimiz, okunan âyet-i kerîmeler ve cennet müjdesi. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, 30. âyet, Fusüle Sûresi, Şüphesi Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra istikâmet üzerine yürütülür.
Yani şerâyet ve sünnet seneyi üzerine yürüyenler üzerine, melekler iner, onlara korkmayın, üzülmeyin. Size vâd-ı bulunan cennetlerle sevinin.” derler. Tefsirlerde bu üç yerde olacak. Melekler, melekler, melekler, melekler, melekler, melekler, melekler, melekler, melekler, melekler, melekler, melekler, melekler…
Tefsirlerde bu üç yerde olacak. Melekler gelip müjde verecek. Bu, Allâh’ın sâlih ve sâdık kullarına. Bu, bir son nefeste olacak. İnsanın en zor ânı. O zaman melekler gelecek. Korkmayın, üzülmeyin, sevâd olunan Cennetlerle sevinin.” diyecekler. İkincisi, kabre giriş, bir gurbet hayatı, yalnız bir yolculuk.
Dünyayet her şeye terk edilmiş oluyor. Bir gariplik. Yine burada melekler gelecek. Korkmayın, üzülmeyin, Allâh’ın sevâd ettiği Cennetlerle sevinin.” diyecekler. Kıyamet, zor bir kalkış. لَا اُقْسُنْ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ Cenâb-ı Hakk’a veriyor. And olsun, kıyamete yemin olsun buyuruyor. Bir şiddet günü. O günde melekler gelecek. Korkmayın, üzülmeyin.
Allâh’ın vâd ettiği Cennetlerle sevinin.” diyecekler. Büyük bir müjde. Fakat bunun bedelini ödeyebilmek dünyada. Ondan sonra gelen âyette, burada da takvâ sahipleri ilâhî bir ikram Cenâb-ı Hak bildiriyor. Biz dünya hayatında âhirette sizin dostlarınız diyecekler melekler.
Gafur ve rahîm olan Allâh’ın ikramı olan orada sizin için, yani Cennet’te canlının çektiği her şey var, istediği her şey orada sizin için hazırlanmıştır. Bu da Cenâb-ı Hak dost olan kullarına bir ikramını bildiriyor. Fakat bu, lâyık olabilmek için Cenâb-ı Hak ondan sonra gelen âyette,
bir şahsiyet ve bir karakter istiyor. İslam karakteri, İslam şahsiyeti taşıyacak bir mü’min. İnsanları Kur’ân ile Allâh’a davet eden, Kur’ân’ı yaşayacak, Kur’ân ile de tebliğ edecek. اَمْرِ بِالْمَعْرُفُ نَهْيَاً لِمُنْكَرْةِ bulunacak. Amel-i sâlih, hayat amel-i sâlihlerle müzeyyen hâle gelecek.
Ben müslümanlardanım diyenlerden, kimin sözü daha güzeldir? Daima İslam karakterini, İslam şahsiyetini yaşayarak tebliğ edecek. Ondan sonra gelen âyet, bir kardeşlik ve yüksek ahlak. İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğünü en güzel bir şekilde önde, o da bir kardeşlik ve yüksek ahlak.
Sen kötülüğünü en güzel bir şekilde önde, o zaman seninle arada düşmanlık bulunan kimse, sanki ne? Candan bir dost olur. Tabi burada Kur’ân-ı Kerîm’de Yusuf aleyhisselâm’ın misali var. Kendini kuyuya atan zulmeden kardeşlerine devamlı ikram etti. Onlar da sonunda dediler ki, sen Yusuf’sun dediler. Allah seni hakîkaten bizden üstün yaratmış dediler. Ve Cenâb-ı Hak bu şekilde bir dostluk istiyor. Ondan sonra gelen âyette Cenâb-ı Hak, bu zor bu tabi. Bu Yusuf aleyhisselâm’ın hâline, Efendimiz’in o Mekke’min kıyametini affına, kitap 20 sene, küsur-i sene zulmedildi. Ona karşı bir af ilân edildi. Tabi zor bir iş bu. Sabredenler kavuşturulur bu güzel ahlâka.
Bu ancak hayırdan büyük nasip olan kimse kavuşturulur. Şimdi bu nasibe sahip olabilmek. Bilhassa Ramazân-ı Şerîf, elhamdülillah çok güzel bir mevsi. Ondan sonra daima şeytan, peşimizde, Vesfâsü’l-Han’nâz, devamlı bir vesvese verip gidiyor. Buna karşı Cenâb-ı Hak bir mukâvmet istiyor. Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni tahrik edecek olursa,
hemen, فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهَ اللّٰهَ سَنْ. Çünkü O, işitendir, bilendir.” buyruluyor. Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîm muhtevâsında yaşamayı, son nefesimizin en güzel ânı olmasını, Rabbimizin lûtfuyla, keremiyel, ihsan ve ikramı buyursun inşâallah. Sohbetimize Rasûlullah Efendimiz’in Rauna Vâdisi, Cuma namazının farz olduğu vâdi.
Oradaki hutbede verdiği tâlimatlardan üçünü zikredeceğim. Rasûlullah, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, «Ey insanlar! Ölmeden evvel, tövbe edin!» buyuruyor. Mezarda tövbe etmek yok. Ahirette tövbe yok. Son nefese kadar bir mühlet. Ölmeden evvel tövbe edin!» Ölmeden evvel tövbe edin! Tabi son nefes ne gün gelecek, o da belli değil. Demek ki kul, devamlı bir istiğfar hâlinde bulunacak. Cenâb-ı Hak burada buyuruyor, Tövbe Sûresi’nin 104. âyetinde, «…Allah, kulların tövbesini kabul edeceğini, sadakatlarını geri çevirmeyeceğini ve Allâh’ın tövbeyi çok kabul eden pek esirgen olduğunu hâlâ bilmezler mi?» buyuruyor.
Demek ki yetkuzû sadakat. Cenâb-ı Hak sadakaları kendisi alıyor. Sadaka veren baştan Cenâb-ı Hakk’ın eline veriyor, mecazî olarak. Cenâb-ı Hakk’ın elinden O verilen kimsenin eline geçiyor. Ve Cenâb-ı Hak, tövbeleri de yalnız kendisinin kabul ettiğini bildiriyor.
Demek ki bu istiğfar, bu istiğfara devam edebilmek. İstiğfârın en güzel ânı, وَالْمُسْتَغْفِرِنَ بِالْاَسْحَارِ seherlerde Cenâb-ı Hakk’a ilticâ edebilmek. Birinci madde, «Ey insanlar! Ölmeden evvel tevbe edin!» Efendimiz’in bir merhameti, bir annenin, babanın merhametinden daha ötekiydi.
İkinci maddesi, «Fırsat elde edeyken sâlih ameller işlemeye bakın!»» Bu sâlih ameller o kadar mühim ki, en çok pişman olacağımız son nefesimizde yine sâlih ameller. Yine Cenâb-ı Hak, Münafaka Sûresi’nin 10. âyetinde, hepimizin başından geçecek bir hâdise,
herhangi birine ölüm gelip de, «Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de ölümümü,» büyük bir pişmanlık nedamet, «sadaka verip sâlihlerden olsam» demeden önce sevâlediğim rızıklardan harcayın. Sâlihler bile son nefesinde pişmanlıkla gidecek, keşke daha öteye gitseydik.» Fakat bitiyor son nefes.
Üçüncü madde, yine Efendimiz buyuruyor, Ravne Vâdisinde, «Gizli, açık, bolca sadaka verin.» Çok âyet var sadaka üzerinde. Yine âyet-i kemik Cenâb-ı Hak, «Ticareten lentabur» buyruluyor. En hayırlı ticaret, dünyada çok ticaretler var. Bu ticarete içinde en hayırlı ticaret, «Ticareten lentabur» umulur ki selâmeti erâsın, kurtulursunuz.
Bu ticarette üç tane madde var. Birisi, Kur’ân’ı tilâvet ederler, yaşarlar, yaşatırlar. Kur’ân’la yaşarlar. Kur’ân’la hayat bulurlar. İkincisi, namazlarını ikâme ederler. Nasıl ikâme ederler? Hem fıkhî şartlar hem de huşû.
Kalp ve beden bir âhink içinde gelecek. İlâhî huzurda olduğunun farkında olacak. Zira Cenâb-ı Hakk’a secde et ve yaklaş. Üçüncüsü, Allah’ın verdiği nîmetlerden, rızıklardan, duruma göre açık mecburiyet varsa ve gizli olarak Allah’ın önünde infak ederler. İnşâallah bu ticareten lentabur’a kavuşuruz. İnşâallah Rabbimiz bu hayırlı ticaretten müstefid eyler cümlemizi. Tekrar diyorum şeyhim, Efendimiz’in îkazını. «Ey insanlar! Ölmeden önce tövbe edin. Fırsat elde iken sâlih ameller işlemeye bakın. Gizli açık, bolca sadaka verin.
Ondan sonra Efendimiz’in bir tâlimat daha geliyor, bu Rûn-i Vâdisi’nde kutbede. Allâh’ı çok zikretmekle Rabbinizle aranızı düzelten.» Bir fânî ile aramızı düzeltmek var, bir de Cenâb-ı Hakk’la aramızı düzeltmek var. Demek ki şerât, hayatın bütün muhtavâsında yaşanacak. O şekilde Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı elde edilecek.
Cenâb-ı Hakk’a birçok âyette, o gün üzülmeyeceklerdir, korkmayacaklardır, buluyor o Allah dostları. لَاَهُمْ عَلَيْفٌ وَلَا هُمْ يَحْسَنُونَ Tabi bu, Allâh’ı çok zikretmekle Rabbinizle aranızı düzeltin. Hep âyetlerle açıklamalar var. Cenâb-ı Hak buyuruyor, onlar ayaktayken, otururken, yanları üzerinde, yatarlarken Allâh’ı zikrederler.
Yani hayatın hiçbir safhasını Cenâb-ı Hakk’ı unutmazlar. Her nîmeti veren Cenâb-ı Hak, Cenâb-ı Hak’la beraber olarak yaşarlar. Her an biz gir hâlinde, göklerin ve yerin yanı dışında derinden derini düşünürler. Yani bu Cenâb-ı Hakk’ı unutmamanın bir delili, bir tespiti de Cenâb-ı Hakk’ı, Cenâb-ı Hakk’ı, Cenâb-ı Hakk’ı, Cenâb-ı Hakk’a, Cenâb-ı Hak’a,
Cenâb-ı Hakk’ı hiçbir zaman unutmamak ve bir tefekkür hâlinde olmak. Kul neye bakacak? Bir tefekkür hâlinde olacak. Bir çiçeğe bakacak, tefekkür hâlinde olacak. Bir buket ikram ediyormuş, bir teşekkür ediyorsun. Bu buketin sahibini ne kadar teşekkür ediyoruz? Bir şey ikram ediyormuş, teşekkür ediyoruz. Cenâb-ı Hakk’ı devamlı ikram hâlinde. Toprakla ikram ediyor, havayla ikram ediyor, yarattığı hayvanatlarla ikram ediyor.
Demek ki kul ne kadar bir tefekkür hâlinde olacak? Yâ Rabbi! Sen supansın derler, bizi Cehennem azabından koru derler. Burada tabi bu zikre girmek için, en mühim bu göklerin ve yerin yanında derinlendirin tefekkür ederler. Yani kul, gözün gördüğü her şeye de kalp tefekkür hâline girecek. Aman yâ Rabbi! diyecek.
Neticede, وَهُوَ مَا كُمْ اَيْنَ مَا كُنتُمْ Nereye gitseniz, Cenâb-ı Hak seninle beraberdir. O şekilde mü’min bir yaşantı olacak. وَنَحْنُ اَقْرُوا بِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ Cenâb-ı Hakk’ın kendine şah damından daha yakın olduğunu idrâki içinde olacak.
İşte Ramazân-ı Şerîf, hem Rabbimizle aramızı düzeltmenin, hem de O’na olan yakınlığımızı arttırmanın en feyizli bir mevsim. Böyle bir mânevî hazineyi bizde lûtfettiği için Cenâb-ı Hakk’ı ne kadar şükredecek? Azdır. Zira Cenâb-ı Hak, benim şükreden kullarım azdır, buyuruyor. Bu ay, Rabbimizin rızâsını tahsil etme ayı.
Onunla yakınlaşma ayı. Merhamet ve şükrün tezâhürü. Elhamdülillâh, billâlemin diyoruz. Bunun da tezâhüratı, infaklarla nefsin cimriliğini bertaraf etme. Allâh’ın bize ihsan ettiği nîmete, Allah rızâsını paylaşabilmek ve hodgâmlıktan diğer yamlığa ulaşabilmek,
yaşama zevkini bir kenara bırakıp, yaşatma sevdasına gönül vermek. Nerede bir mahrum var, nerede bir kimsesiz var, nerede bir garip var, nerede bir hidayet bekleyen var, velhâsıl yaşama zevkini bir kenara bırakıp, yaşatma sevdasına gönül verebilmek. Bilhassa müsterşidi irşad,
irşad bekleyenleri irşad edebilmek, evlâtlarımızdan başlayarak, ibadetlere ve bilhassa Kur’ân-ı Kerîm ile meşguliyete tekzif olmak için, bir aylık yoğun mânevî bir eğitim ayı. Yarımada bitti aşağı yukarı. Yani neredeyse yarımına geldik Ramazân-ı Şerîf’in. Daima kendimizin bir muhasebe haline gelip, bir müşterişe gelip, bir müşterişe gelip, bir müşterişe gelip,
–veleyhisselâm- Ramazân-ı Şerîf’in, daima kendimizin bir muhasebe hâlini de tutmamız icap eder. Bu, geçen 15 gün içinde yaslıyoruz, 14 gün içinde, Kur’ân-ı Kerîm ile nasıl bir yakınlığımız oldu? Ne kadar yakınlığımızda ne kadar yaşadık, ne kadar yaşatmaya vesîle oldu? Efendim, buyurun Kur’ân-ı Kerîm’i okuyunuz. Çünkü okuyan, metrünün kendisiyle hemhâl olan, yaşayan, halleden kimşedir, şefaatçi olarak gelecektir.
Yani hayatın her safhasında Kur’ân-ı Kerîm ile müzeyyen oluyor. Efendimiz çok Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Bir sohbete başlarken Kur’ân-ı Kerîm ile başlardı. Bir yolculukta devamlı Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Yine buyruluyor Efendimiz’den, Kur’ân-ı Kerîm okuyup onunla hemhâl olan kimseyi âhirette şöyle denir,
Oku ve yüksel! Dünyada nasıl tertîl üzere ağır ağır okuyor idîsen, öylece oku! Senin makamın okunduğun en son âyetin seviyesinde olacaktır. Büyük bir müjde… Yine buyruluyor, bu mevsimin hamd ve şükür talimi oldu. Beş vakit namazda, fâtiha, el-hamdü l-arabbi l-âlemîn diyoruz.
Demek ki bu ayı hamd ve şükürle geçebilmek. Hamd nedir? Cenâb-ı Hakk’ı senâ edebilmek. Şükür bir teşekkür hâlinde yaşayabilmek. Daima düşünce, Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerin kadrini ne kadar idrâk ettik? Yarım gün aç kalmak, yarım gün susuz kalmak, ne kadar Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerini muhtacız?
Nahl Sûresi’nde buyuruyor, Allah’ın nîmetlerini saymaya kalkarsanız, onu sayamazsınız. En büyük nîmet, nîmetlerin nîmeti, îmân ile yaşamamız. En büyük nîmet, 124.000 peygamber için en büyük peygamber ümmet olmamız. Elhamdülillah, güzel bir cemaatin içinde, bir İslâm cemaatin içinde bulunmamız. En büyük nîmetler bunlar. Tabi size de bir şey söyleyeyim, en büyük nîmetler, en büyük nîmetler, en büyük peygamber ümmetli olan bir cemaatin içinde bulunmamız. En büyük nîmetler bunlar. Tabi saydıkça bu nîmetleri saymadan sonra bitmez, Cenâb-ı Hak buyuruyor. Yani yine bildiğimiz, bilemediğimiz ne kadar nîmetlere mahsurulduk? Yine bize orucun tâlim ettiği nedir ders verdiği?
Yani Yusuf –aleyhisselâm- aç olarak dağıtırdı ki, açları hâlinden anlı. Demek ki aç kimse, daha çok cömert olur, açları hâllerinden anlar. Efendimiz’in Cibril bana geldi. Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu söyledi.
Bu din, yani İslâm dini, Zâtım için seçip râzı olduğum bir dindir, en gücü bir dindir Cenâb-ı Hak. Ona da ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışır. Demek ki büyük mü’minin cömert olacak, diğergâm olacak. Allah’ın kendisine verdiğini paylaşacak ve Rasûlullah Teâlâ’nın ahlâkıyla ahlâklanacak. Cenâb-ı Hak bizden bunu arzu ediyor.
Yine buyruluyor, müslüman olarak yaşadığının müddetçe ikiyi hasretle Cenâb-ı Hakk’a yaklaşın. Yine Abbas –radıyallâhu anh- İbn-i Abbas, Efendimiz’in cömertlerini şöyle tarif ediyor. Rasûlullah Efendimiz insanların en cömertliğiydi.
Velhâsıl Ramazân-ı Şerîf’te Cebrâil ile kendisiyle buluştuğu vakitlerde onun cömertliği yoşup taşardı. Esen rahmet rüzgârlarından daha cömert davranardı. Ganimetler gelirdi, beşte bir. Ev ganimetler dolardı. Fakat onlar dağ atmadan bir huzur bulamazdı. Cömertlik de doyardı. Yani doyurmak da doyardı Efendimiz. Tabi yine bu şeyde Ramazân-ı Şerîf’te, merhamet, şefkat ve cömertlik, biz ne kadar bir seviye kazandı. Kendimiz bir muhasebe etme durumundayız.
Diye, orucun bize diğer telkin ettiği vasıf, sabır. Cenâb-ı Hak sabredenleri çok seviyor. Cenâb-ı Hakk’ın bir sıfırı da sabır. Bu, nefsânî arzuları frenleyebilme. Nefsânî arzuları frenleyebilme, irâdesini gösterebilme.
Efendimiz, hatta devamlı şeytan gelip tahrik eder, besbâs-ı ilhân-ı nâz. Efendimiz, bu hiçbiriniz, bilhassa oruçlu olduğu gün çirkin söz söylemesin, kimseyle çekişmesin. Yine âyette, İbâd’ı’n-Urahman, câhillerle karşılaştığı zaman selâm der,
geçer oradan, muhatap olmaz. Yine Efendimiz buyuruyor, ben oruçluyum der, o şekilde bir cevap verir. Mâkul bir oruç, bütün uzuvları, bilhassa kalbin iştirak ettiği oruçtur. Allâh ile beraberlik, şuuri içindir, o da bir şeydir. Bir de, bu, bir şeydir.
Yine Efendimiz buyuruyor, ben oruçluyum der, o şekilde bir cevap verir. Mâkul bir oruç, bütün uzuvları, bilhassa kalbin iştirak ettiği oruçtur. Allâh ile beraberlik, şuuri içindir, tutunan oruçtur. Yüksek bir takvâ duygusuyla insanın günahlardan, maziyetten, gafletten koruyan bir oruçtur. Yine Efendimiz buyuruyor, kıyamet günü mü’min kulun terazisinde güzel ahlaktan daha ağır bir şey bulunmaz.
Allah Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimselerden nefret eder. Allah korusun. Yine orucun bize verdiği ihlâs tâlimidir. Yine oruçta yegâni niyet, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı olmalı. اِنَّمَ لَا مَوْلُ بِالنِّيَاتِ Niyetler, samimiyete bağlıdır.
Amel niyetlere göre değerlenir. Namazımız öyle, orucumuz öyle, ibadetlerimiz öyle, terâbihlerimiz öyle, sadakalar, hayır-hasenatlar öyle, niyetlerimize göre değer kazanır. Yine oruç, zühd ve riyâzat tâlimidir. Zühd nedir? Nefsânî arzulardan müstâniye olabilmek. Zühd. Yani zengin olursa varlık olursun ama onun kalbinde taşımazsan. Zühd budur.
Kalb Cenâb-ı Hak’ta beraber olur. Kalbi işgal etmez. Riyâzat tâlimidir. Riyâzat, helâl onları askeriyle kullanarak rûhu inkişâf ettirebilmek. Bugün maalesef lüks, israf, oburluk, güç gösterisi, nefsâri ihtirasının arttığı bir devredeyiz.
Velhâsıl lüks logantalarda iftar vermek vs. bir gösterişe girmek, ne oluyor? Bu, niyetleri değiştiriyor. Tevhid akidesinin ortaklığa tahammülü yok. Onun için bir riyâya aslâ Cenâb-ı Hak istemiyor.
Bize oruç ibadeti, fânî nîmetlerin bir gün tamamen elimizden alınacağı bir âhiret yolcusu olduğumuzu hatırlatır. Bu sebeple mü’min, nefsânî zevklere takılıp kalmayacak. Mü’min, helallere bile askeri seviyede kullanacak, riyâzat hâlinde yaşayacak, üstünü infak edecek. Kulûl-i af Cenâb-ı Hak veriyor.
Kifayet miktarıyla yetinecek, dünyaya imkânları âhiret sermayesi kılmaya gayret edecek. Velhâsıl huşû ile tutulan bir oruç, bizi takvâya, şefkat ve merhamete, vicdan huzuruna eriştirir. Şahit bu hisler, kalplerimizi de yeteneğince inkişâb etmemişse, rûhumuzu incelmemişse,
orucu kâmil mânâda tutamadığımız demektir. Bu ibadetten almanız gereken dersi, alamadık demektir, Allah korusun. Elhamdülillah cümlemiz inşâallah bundan uzaktır. Rasûlullah Efendimiz, رَحْمَتًا لِلْعَالَمِ وَمَا اَرْسَنَا لِلَّا رَحْمَةٍ عَالَمِينَ Efendimiz’e yakınlıkla kulda bir rahmet insanı olacak. Ümmet ümmeti merhametli, bir rahmet insanı olacak.
Yakınlıkla kulda bir rahmet insanı olacak. Ümmet ümmeti merhûme olacak. Efendimiz buyuruyor, müslüman elinden, dilinden, müslümanların zarar görmediği kimsedir, fayda gördüğü kimsedir. Velhâsıl elimizden, dilimizden hiçbir mü’min incinmeyecek. Bu da dil çok mühim. Belki dilsiz, zor bir şey dünyada ama belki kıyamet gününe şükredecek ki,
iyi ki dilsiz oldum da boş ma’lâlâ yani şelân kendimle uzakta kaldım. Bunun ait bir kıssa var. Rasûlullah Efendimiz’in devesi üzerinde, arkadaşlar da onun etrafına gidiyorlardı. Muâz bin Cebel, ey Allâh’ın elçisi! Seni rahatsız etmeyeceksem, yanına yaklaşmama izin verir misin? dedi. Efendimiz’e yaklaş Muâz buyurdu.
Muâz Efendimiz’e yaklaştı. Yan yana ilerlemeye başladılar. Hazret-i Muâz, «–Yâ Rasûlullah! Canımı sana fedâ olsun!» dedi. «–Cenâb-ı Mevlâ’dan ne yâzım? Bizim emânetimizi senden önce almasıdır. Allah göstermesin eğer sen bizden önce vefat edersen, senden sonra hangi ibadetleri yapalım?» diye sordu. Efendimiz bu soruya cevap vermedi. Bir sükut geçti. Buradan Muâz, «–Ey Allâh’ın elçisi! Cihat mı edelim?» diye sordu. Efendimiz şöyle buyurdu. Muâz dedi, «–Allah yolunda cihat çok güzel şeydir, emsalsiz bir şeydir. Ama insanlar için bundan daha hayırlısı vardır.» Muâz o zaman «–Oruç tutmak, zekât vermek mi?» dedi.
«–Oruç tutmak, zekât vermek de çok güzeldir Muâz dedi. Fakat daha hayırlısı vardır.» dedi. Muâz, bu minval üzerine insanlığın yaptığı bütün iyilikleri sayıp döktü. Rasûlullah’ın kanunları her defasında, insan için bundan daha hayırlısı vardır.» buyurdu. En sonunda Muâz, «–Anam, babam sana kurban olsun yâ Rasûlallah!» dedi. İnsan için bu saydıklarında daha hayırlı ne vardı acaba?
Efendimiz ağzını gösterdi. Hayır, konuşmayacaksa susmak buyurdu. Muâz dedi ki, «–Konuştuklarımızdan dolayı hesaba mı çekileceğiz?» diye hayretle sordu. Bunun üzerine Efendimiz dizinin, Muâz’ın dizine şöyle vurdu ve şunları söyledi. «–Allah hayırını versin Muâz dedi. İnsanlara yüzünü verirsen, Allah hayırını versin Muâz dedi. İnsanlara yüzüstü, cehennemi sürükleyen dillerini söylediğinden başka nedir ki?» dedi. Kim Allâh’a ve âhirette güne inanıyorsa, «–Ya faydalı söz söyleyelim veya sussun, zararlı söz söylemesin.» buyurdu.» Tabi bu, susmak yani mâlâyâniyle konuşmayacak. Bırakın gıybeti bir tarafa. Zamanın en kıymetli nimet, boşa da harcamayacak onu. Cenâb-ı Hak ne buyuruyor? اَلَّذِينَهُمْ اَللَّا وَمُورِدٌّ «Onlar ki boş ve yarasız şeylerden o kâmil mü’minler, kurtuluşa inen mü’minler, boş şeylerden kendilerini yüz çevirirler.» Yani bir defa boş çevirmesi için de, boş şeylerden, kul, kibir, enâniyet, dedikodu, iftira, yalan, israf, cimrilik, emsâle, bütün hasretler kalpte yok edilecek. Kalp, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatlarının masrı hâle gelecek. Gönül, rûhânî istîdatlarla inkişâf edecek.
Yani gönüller, cömertlik, merhamet, şefkat, hizmet, tevâzu, nezâket, sabır, edep, hayâ, vakâr gibi, fazîretlerle müzeyyen hâle gelecek. Kalp daima ilâhî müşahidenin altında olduğumuzu unutmayacak. Cenâb-ı Hak zamandan mekândan münezzet. Her an, her yaratın yanı başında. İnsan olsun, hayvan olsun, nebât alt olsun, cemaat altında, her an yanı başında.
Muhalifet-i lûl-havâdis, yaratıların benzemeyen sıfatı var. Böylece insanda rakik bir kalp olacak, ince bir kalp olacak. Duygu derine nâil olan bir gönül hâsıl olacak. Mârifetullah’tan, Allâh’ı kalpte tanımaktan nasîpler almaya başlayacak. Efendimiz buyuruyor, müslüman, müslümanın kardeşidir. Bilhassa bu ay kardeşlik mevsimidir. Dinin kardeşini, ihtiyacını karşılayın, Allah da senin ihtiyacını karşılar. Bu sırf maddeli değil. Teselli etme onu. Ona bir ümit verme, ona bir öğüt verme. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin, Allah da kıyamet gününde sıkıntılarının birini giderir.
Kıyamet gününde sıkıntılarının birini giderir. Bir müslümanın aybını örten, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örten Cenâb-ı Hak Settârdır. Yine Efendimiz buyuruyor, mü’min bal arasına benzer.
O yüzden Cenâb-ı Hak bize bu kâinattan hep misaller veriyor. Bu kâinat kitabını okuyabilmek, bir arayı okuyabilmek. Arını yapar, çiçeklerin en güzel yerinden alır. Orada güzel bir mekân yapar, hâneler yapar, o hâneleri güzelce doldurur. Sonra üzerine bir kapatır, ikram eder.
Kırk beş günlük bir hayatında tahminen böyle bir vazifeyle. Hiç zamanı boş geçirmez arı. Güzel yerlerden dolu. Demek ki bizde mü’minler de sâlihlerle beraber olacak. İbadet, tâatle, Cenâb-ı Hakk’a kullukla meşgul olacak. Ve arı gibi, arı bir numûne, o şekilde Rasûlullah Efendimiz, bir mü’min de o şekilde olacak. Mü’min, rahmet insanı olacak. Yaşadığı zaman ve mekânda âlemle rahmet olan Peygamber Efendimiz’in temsilci olmanın gayretindedir. Esâb-ı kirâm, o temsil olmanın gayreti bütün dünyaya yayıldı. Bellini bertaraf edecek, ben olmayacak, daima ifade edilen, «Yâ Rabbi Sen olacaksın!» kendinden bir güç bekleyemeyecek, Allâh’ın gücü olduğunun idrâki içinde olacak.
Çoraklaşmış gönüllerin bir yağmur misâla rahmet olabilmenin derdinde olacak. Bilhassa müsterşidi irşad, irşad bekleyenleri irşad edecek. Bir veren insanı, bir gönül insanı olacak, yergem olacak. Önce kendini düşünmek yerine, daima «Kardeşim, önce Sen» diyebilecek.» Bir mütefekir şöyle, bunun zıttını olarak şöyle diyorum, bir toplumda merhametli bir şey olacak.
O da insan yoktur demektir. Orada insan yok, sürü vardır, orada vahşet vardır. İşte bugün görüyoruz, Sûre’yi görüyoruz, Myanmar’ı görüyoruz, şey görüyoruz. Yani dünya nasıl bir ihtirâs için, küresel güçler hem insanı helâk ediyor hem de toprağına alıyor. Toprağına göz dikiyor.
Eğer vicdan yoksa diyor, o mütefekir, orada diyor, sürü vardır diyor, insan sürüsü vardır diyor, vahşet vardır diyor. Tabi bir de kâmil insanı düşünelim. Mevlânâ diyor ki, Şemsî Tebrizî, bana bir tek şey öğretti. Yani Şemsî Tebrizî, Mevlânâ’la ilgili bir ilmi yoktu. Rahmet taşıran bir gönlü vardı. Bana diyor, bir tek şey öğretti diyor, zihnime değil, zihnine zaten Mevlânâ vardı, daha ötesi vardı. Kalbime öğretti diyor. Dünyada bir tek üşüyen varsa, sen Celâleddin’in ısınmaya hakkın yok dedi bana. Biliyorum yani üşüyen mü’minler var, ben artık ısınamıyorum diyor Mevlânâ. Cenâb-ı Hakk’a yaklaşan bir rahmet kalbi.
Yine Hasan Harkani Hazretleri Sâdât’tan, Türkistan’dan Şam’a kadar olan Sâdât, bir din kardeşimin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır. Birinin ayağına çarpan taş, benim ayağımı acıtmıştır. Bir kalpte hüzün varsa o kalp benim kalbimdir.
Hep peygamberlere baktığımızda, Allah’ın velîk kulları baktığımızda, hep o hüzünlü kalbi âmâd etmeye, âbâd etmeye gayret ederler. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Bakara Sûresi’nin 140. âyetinde, işte böyle sizin insanlığa şahit olmanız.
Yani o İslâm’ın güzelliklerini, zarâfeti, inceleneği, hassâsiyeti, insanlığa şahit olmanız, onu temsil edebilmeniz. Rasûl de size şahit olabilmesiniz, size mûtedil bir ümmet, hayırhâf bir ümmet olarak kıldık, buyuruyor. Demek ki bir hayırhâf bir ümmet olabilmek.
Yerden Allah’ın şahidi olmak, Rasûlullah Efendimiz’e kıyamet günü vizesini alabilmek. Bu nasıl olacak? Kalbi selîm olacak. Cenâb-ı Hak, اِلَّا مَنْ اَطَالَّٰى بِقَلْبِ سَلِيمٍ buyuruyor. Yani rafine olmuş, tertemiz bir kalple huzura istiyor. Nasıl insan doğduğu zaman tertemiz bir kalple doğuyor, daha ona bir çirkef sıçramamış. Tövbelerle, ibadetlerle, amel-i sâlihlerle bir kalbi selîm. اِلَّا مَنْ اَطَالَّٰى بِقَلْبِ سَلِيمٍ buyuruyor. Kalb-i münîb buyruluyor, hak yoluna istikâmetlen bir kalp. Nefs-i mutmain istiyor. Bütün dünya vizyâlikler, lezzetler erimiş, bitmiş, tükenmiş, kalp Cenâb-ı Hak’la beraber olmuş. Değişen şartları altında, medcezirler karşısında, râdîyi Allah’tan râzı oluyor. Merdiği Allah da okuldan râzı oluyor, sâlih kullarına mı katılıyor ve cennetine mi geri buyuruyor. İmam Gazâlî Hazretleri buyuruyor ki, tefekküre davet ediyor. Her mü’min sabah namazını kıldıktan sonra kendini şu hatırlatmaları yapmalıdır. Benim sermayem ömrümdür. Ömrüm gidince sermayem de gider. Artık kazanma imkânı kalmaz. Bu başlayan gün yeni bir gündür. Allah Teâlâ bu gün de bana müsaade ederek ikramda bulundu, bana hayat takdirde bir gün daha ikram etti.
Eğer ömrüm son bulsaydı, elbette bir günlüğünde de olsa dünyayı geri gönderip çokca sâlih ameller işlemeye temennî edecekti. Şimdi farz edin ki öldün sen. Bu günlüğünü dünyaya dönmene izin verildi. Bugün öldün, fakat bir günlüğünde dünyaya dönmene izin verildi. O hâlde bugün günahlara katiyen yaklaşır mısın?
Sakın ola ki, bugünün bir ânını bile boşa geçirmez. Zira her nefes, paha biçilmeyen bir nîmettir. Geçeni geriye almak mümkün değil. Kirâmen, Kâbe hepsini aktardı dosyaya. Bir defasında Rasûlullah Efendimiz’e, hangi sadaka ecir bakımından daha büyüktür diye soruldu. Efendimiz Ramazân-ı Şerîf’te verilen sadakadır.
Nâfile ibadet eder, farz ibadet eder gibi Cenâb-ı Hak ecir ihsân ediyor. Cömertlik nedir o zaman? Cömertlik, sende onu, onda olmayana, yani mahruma ikram etmendir. Onun eksikliğini tamamlamandır. Allah Teâlâ cömerttir, ihsan sahibidir. Cömertlik ve yüksek ahlâkı Cenâb-ı Hak sever buyuruyor.
Yine Efendimiz buyuruyor, her sabah iki melek iner. Biri, yâ Rab, infak edene infakının karşılığından yenisini ihsân eyledi. Diye de yâ Rab, cimrilik edeni malını telef et diye dua eder. Yine bir misal var Hazret-i Ali radıyallâhu a’râf’tan. Bir sâhil geldi, Hazret-i Ali’nin önünde durdu, bir şeyler istedi. Hazret-i Ali’nin önünde durdu,
bir şeyler istedi. Hazret-i Ali radıyallâhu a’râf’tan Hazret-i Hüseyin’e, annene git kendisine bıraktım, altı dirhemden birini al getir dedi. Oğlu gitti, sonra geri döndü. Annem o altı dirhemi un almak için ayırdığını söyledi dedi. Hazret-i Ali, bir kul Allah katındaki kendi elindekinden daha fazlasına güvenmezse, îmâna kâmil olur. Git ona söyle annene, altı dirheminin tamamını göndersin dedi. Hazret-i Hüseyin radıyallâhu a’râf’a gitti, altı dirhemini getirdi, babasını teslim etti. O da bunları, o sâhile, o muhtacığı verdi. Hazret-i Ali daha evin içişleri adamına atmadan, devesini satmak isteyen bir adam yanına geldi. Hazret-i Ali, ”Deveni kaça satıyorsun?” dedi. 140 dirheme cevabını verdi. ”Paranı dedi, bir müddet sonra vereceğim.” dedi.
Adam, deveyi bağlayıp gitti. Derken başka bir zâtçıka geldi. ”Bu deve kimin?” dedi. ”Ali dedi, benim dedi, onu satıyor musun?” dedi. ”Evet.” dedi. ”Kaça?” ”200 dirheme.” Peki, aldım gitti. 200 dirheme verdi, deveyi aldı. Hazret-i Ali, deveyi satın aldığı zâtı da 140 dirhemini verdi, borcunu verdi. Arada kalan 60 dirhemide Hazret-i Fatıma’ya getirip teslim etti.
Hazret-i Fatıma Vâlidemize, Hazret-i Vâlidemize sor, ”Bu nedir?” dedi. ”60 dirhem dedi.” Ali Efendi dedi, ”Bu, Allah’ın her kim bir haseneyle gelirse, onun yaptığı iyiliğin on katı vardır.” buyurdu. ”İşte Fatıma dedi, on katını görüyorsun.” dedi. Yine sâdî-i şîrâz, cömert kimseyi meyve veren bir ağaç gibidir, cömert olmayan insan da dağdaki odun gibidir. Tabi cömertlik değil, yalnız para geliyor, para değil.
Her şeyde cömertlik olacak. Öğretmeye de cömertlik olacak, yol göstermeye de cömertlik olacak, ihsanda, ikramda her şeyde cömertlik olacak. İki büyük illet var sadece cömertliğe karşı. Cömertliği tuzbuz eden. Birisi israf, birisi cimrilik. Allah korusun. Yani israf, kendini aşırı harcamak, böyle aşağılık duygunu bastırma hareketi. Cimrilik ise haddinden fazla kendini biriktirmedir.
Her ikisi de bencilik ve odgâmlıktır. Yani Cenâb-ı Hak bu şekilde bir cömertliği mahvetmesi bir mü’min istemiyor. Yine Cenâb-ı Hak âyette, onlar verdikleri zaman israf etmezler, cimrilik de etmezler, ikisi ortaya bir yol tutarlar. Hırs, tamah, cimrilik, zenginliğin âfetiyle, bunun çaresi de cömertliktir. Efendimiz Ebû Zer’de çorbanın pişirdiğinin suyunu çok koyu dedi.
Etrafı gözet dedi. Verirken bir nezâket de ver dedi. Çünkü daima veren, alana muhtaçtır. Alan olmasa, nereden o sevabı katılacak? Ebû Zer Semerkâdî Hazretleri daima diyor, alan, veren, alana teşekkür edecek. Büyüklerimizde gördük zarfın üzerine, muhterem beyefendi, Ali Efendi, Mehmet Efendi, kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz yazarlardı.
Çünkü yeküzû sadakat, Cenâb-ı Hak sadakaları ben alırım, buyuruyor. Hikmet Ehl-i Şo’yla buyurdu, bir kul öldüğünde iki musibetle karşılaşır. Bir daha bunlar hiç görmemiştir. Birincisi, bütün malı elinden alınması, ölümle. Diğeri ise bütün malı elinden gitmesine rağmen bunların hepsinden hesaba çekilmesi. Onun için evlâtlar çok mühim. Birincisi, helâl gıdâla onları yetiştirmek. Onların dinî tahsiline ehemmiyet verme. Dünya tahsiline ne kadar ehemmiyet almak, ahiret tahsiline ne kadar, dünyanın müddetine kadar, ahiretin müddetine kadar. Ömer bin Abdülaziz, buna beşinci halif ediyorlar. Ömer, Radıyallâh’ın torunu oluyor. Ona diyorlar ki, daha evvel güçlü, zengin vs. idi. Mühayekâl bir vücudu vardı, güçlü, kuvvetliydi. İki buçuk sene öyle bir oldu, sırtından nereden ki kemikleri görünecek gibi bir hâle geldi.
Ona şey dedi ki vezir’e, Efendimiz dedi, Beytülmâl’den aldığınız tahsat sayık kâfi gelmediğini görüyoruz. Biraz daha fazlasını emir buyursanıza, bir kısmını ihtiyaten biriktirip, vefatınızdan sonra evlât ve torununuzu zarûrî ihtiyaçlarınız için bıraksanız olmaz mı dedi. Ömer bin Abdülaziz, bu teklifi şu muhteşem cevabı verdi.
Eğer geride kalan evlâtlarım, sâlih kimselerden olursa, onların sıkıntıya düşmeninden korkma. Zira Cenâb-ı Hak, Ârâf Sûresi 196. âyetinde, Allah, sâlih kullarının velâyet ve vesâyetini bizzatle ruhtar eder. Eğer sâlih diye de sefîh olacaklarsa, böyle hakkında yine Cenâb-ı Hak, malın sefihleri vermeyiniz.” buyuruyor. İbn-i Abbas, bir gün Peygamberlerin mescidinde itikâfaya çekilmişti. Yanına bir kişi geldi, selâm verdi. İbn-i Abbas yanına oturdu. İbn-i Abbas şöyle baktı, Cenâb-ı Hak, sen onları sîmâlarından tanırsın, buyuruyor âyette. Kardeşim dedi, seni yorgun ve kederli görüyorum dedi. Vekuluma şöyle devam etti. Ey Allah Rasûlü’nün amcasının oğlu, kederliyim falan şahısım, benim bir de hakkım var fakat şu kabrinin sahibi, Allah’ın hakkı için söylüyorum ki onun hakkını ödeyemiyorum. Senin hakkında gidip onunla konuşayım mı? Siz bilirsiniz dedi. İtikâfta olduğunu unuttum mu, niçin mesciden çıktın diye seslendi o kişi.
İbn-i Abbas’a. Hayır, ben şu kabirde yatan, Efendimiz’i gösterek, aramızdan yeni ayrılış olan bu Fahri kâinattan duydum ki, kim bir kardeşinin bir işini takip eder, onun işini görürse, bu kendisi için on yıldır itikâfta kalmaktan da hayırlıdır. Velhâsıl devam ediyor Hâdis-i Şerîf.
Efendim ben bu sohbetimizde, yine Efendimiz’in bazı husûsiyetlerine bahsetmek istiyorum vakit kaldıkça, Efendimiz’in üç tâlimatı var. Çok tâlimatlar var da, binlerce tâlimat, üç tâlimat. Bir, namaza durduğunda sanki son namazın gibi kal.
İki, yarın pişman olacağın şeyi söyleme. Bir cam kırılsa istediğin kadar yapıştırır, belli olur. Düşün, yarın pişman olacağın bir söz söyleme. Üçüncüsü, insanların gâfil âne arzu ettikleri şeylere arzu duymayı bırak. Efendimiz Cenâb-ı Hak, اِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَزِيمٍ Sen elbette yüce bir ahlâk üzresin.” buyuruyor.
Efendimiz de buyuruyor ki, اَلْمَرْ مَعَ مَنْ اَحَبَّةٍ Sahâbe’yi en çok seviyenlerden hadîs-i şerîf buydu ki sevdiğiyle beraberdir. Esâb-ı kirâmda Efendimiz’le beraber olmak için onu an ve an takip ediyordu, nefes nefes takip ediyordu. Efendimiz’den birkaç misal, İbn-i Abbas naklediyor.
Ey İbn-i Abbas! İnsanları akıllarına alamayacağı bir söz söyleme. İnsanları akıllarına alamayacağı bir söz söyleme. Zira böyle yapmak, fitneye düşmenin sebebi olur. Yani karşılığında da tart, ondan sonra söyle. Bazen Efendimiz’in iyi anlaşılması için, bazen bir sözü üç sefer tekrar ederdi. Onun gülmesi tebessüm hâlindeydi. Âişe Radiyallâhu anh’a naklediyor annemiz. O diyor, bir diyor, aşırı bir gülme, o ondan diyor, onda bir aşırı bir gülme yoktu. Yanında daima bir tebessüm vardı buyruluyor. Yine bir kere Efendimiz’in, Müslümanların hangi amelinin daha hayırlıdır?
diye buyurdu. Efendimiz de tanıdık, tanımadık, herkese yemek yedirmek ve selâm vermektir. Bir kardeşliği temin etmiyor. Yemeğe oturacağı vakit ellerini yıkar, bereket yemekten evvel sonra el yıkamakla meydana gelir buyrulardı. Yemeğe besmeyle başlayınız, o zaman yemeğe besmeyle başlayın, o zaman yemeğe besmeyle başlayın.
Unutulduğu zamanda, hatıra geldiğinde vakit hemen, Bismillâh, evvel huve âhiruhu deyiniz, sağ elle kendi önünüzden yiyiniz, sofradan misafiriniz varsa, ondan önce onu utandırmak için sofrayı terk etmeyiniz. Tembih ederdi. Efendimiz az yer ekmeği ve yemeği doymadan sofradan kalkardı. Şu var ki, ashâb-ı kirâmda bir şey var,
yedikleri zaman onları ikramen biraz daha fazla yerdi. Yedikleri genelde arpa ekmeği, katık olarak da kuru ve tâzî hurma, bal, helva, sirke, zeytinyağı, kabak çorbası, kuş veya tavuk eti gibi şeylerdi. Ve sirke ne güzel katıktır buyururdu. Arpa ekmeğini sirkeye batırarak yahut hurma ile yerlerdi.
Yemekte ev halkının tamamen sofraya oturması ister. Yani hizmetkârların da aynı sofraya oturtururdu. Efendimiz, tâzîye yetişen turfanda meyveler hediye edildiğinde ikram edildi. Efendimiz bu hediyelerden mutlaka mukâbilesi bulunurdu. Kendisine verilen hediyelerden bir hediye edildi.
Özel çocukları çağırır, onlara ikram ederdi. Efendimiz soğuk şerbetten ve sütten hoşlanırlardı. Bir şey içtikleri vakit, oturarak üç defa ara ara içerlerdi, birden beri değil. Her nefeste başlayıp, bismillah sonunda elhamdülillah derlerdi. Ayca suyu böyle ağır ağır içmenin hazma ve harareti kesmeye yardımcı olduğunu, bu nikahı yapanlar.
Bunun için bu şekilde içilmesini tavsiye ederlerdi. Efendimiz günde bir veya iki sefer yemek yerlerdi. Bazı günlerde oruç tutarlar. Akşam, yasûf ve hurma ile iftar ederlerdi. Sahâbî-i kirâmdan oruç tutmak isteyenler, Arabiyâ ailenin 13-14-15. günleri tavsiye ederdi ve pazar ertesi Perşembe’yi tavsiye ederdi.
Efendimiz’e gelen birçok ganimet eşyaları fakirlerle dağıttır. Kendilerine sadece ve mütevâzı olarak yaşamayı tercih ederlerdi. Bilhassa Efendimiz üzerinde durdu, ashâb-ı kirâmın yiyeceklerini helâl olmaz. Helâl gıda. Helâl gıda, vücutta mâneviyata güç veriyor. Karışık gıda gaflete götürüyor. Mevlânâ Hazretleri diyor ki, “-Bana diyor, bu seherde bir tülhât, bir sunhât olmadı. Anladım ki diyor, boğazımdan bir yanlış lokma geçti.” diyor.
Efendimiz güzel kokuları sever ve sık sık kullanırdı. Erken bilhassa câmilerin namazına giderlerken, cumâ günleri kokusu, duyulan fakir rengi olmayan kokulardan kullanmayı tavsiye ederlerdi. Kadınlar içinde yalnız, yalnız, yalnız bir şey yaparlar.
Kadınlar içinde yalnız, yalnız zevklerine ev hâlinde güzel koku kullansınlar.” buyurdu. Sokakta değil. Efendimiz uyumak üzere yattıkları zaman kıbleye doğru yatarlar ve sağ elini, elini ayağına koyarlar. Ayağını da sağ tarafa doğru, sağ tarafa doğru koyarlardı. Allah’ım senin mübârek ismini ölür ve dirilerin buyururdu. Efendimiz, son namazı gibi huşû ile kılardı. Bazı kez ayakları çeşinceye kadar da devâat ederdi.
Fakat Hazret-i Âişe’nin adı yâ Rasûlullah, Allah senin geçmiş gelecek, affetti. Niye bu kadar kendisi şey yapın deyince, Âişe, Rabbime şükreden bir kul olmayın buyurdu. Çünkü şükrün sonu yok. Bedelini ödeme de şükrün çok zor. Yine Efendimiz, benim bildiğimi bilseydiniz, yemezdiniz, içmezdiniz, çok ağlardınız buyuruyor. Kur’ân-ı Kerîm’i dinlerken gözleri yaşarırdı. Ölü mü’minlere hediye edir diyerek, ölülerin arkasından sessiz ağlamaktan, bağırıp çağırmaktan men eder, sessiz ağlamaya merhamet eseridir buyurulardı. Az konuşur, çok düşünür, gerekmedikçe aslâ söz sözlemezler. Sözlerini, Allâh’ın adını anarak bitirlerdi. Dînî kola sohbetleriyle burada bulunanlar, konuştuklarımızı bulunmayanlara söylesinler buyurdu. Yine buyruluyor, bana başkanların kötü hallerinden bahsetmeyin buyurulardı. Herkes hoş muamele eder, ashâb-ı kân birbirine hoş geçinmelerini, kimsenin kimsenin nefreti kuz etmesini isterlerdi.
Yine Efendimiz, bana gelip de hâlini anlatmayan imkânı ve fırsatını bulamayan kimsenin hâlininden beni haberdar ediniz buyurdu. Zira böyle kimsenin ihtiyaçlarını kim bitirir, onlara yardımcı olursa, Allah da onların sırat üzerinde ayaklarını kaldırmaz buyurdu. Efendimiz, câmide, namazda görmediklerinizle arkadaşlarına ashâb-ı kân sorarlar. Hasta ise evlerine ziyarete giderler, seyyatte ise dua ederler. Fakat gâfil âline gelmediyse onlara da îkaz ederlerdi. Hoş görmedikleri hareketleri sertlikle mukâbele etmez, kimseye düşmanlık beslemez, kendilerine kötülük yapanlarla iyilik ve lûtfularla muamelele bulunurlardı. İşte mekâfeti bunun en bâriz misâli. Utandırmak için kimsenin aybını yüze söylemezdi. Falan falan falan kimseyi niye böyle yaptı derlerdi. Yahut da Galat’ın rûhiyeti kendilerine izâf ederek ben niye böyle görüyorum buyururlardı. Yine Efendimiz’in değer husûsiyetleri. Sabahları yatanlar sağ tarafından besmeyle kalkarlar. Tuvalete sol ayakta girerler, sağ ayakta çıkarlar, girerken çıkarlar, dua ederlerdi. Hattâ İmâm-ı Rabbânî Hazretleri diyor ki bir gün diyor ben diyor gâfilerden sağ ayakta girdim diyor, o gün diyor bütün rûhâniyetim kayboldu diyor. Tabi bir zirveye çıktıkça işler hassâsiyet kazanıyor. Sol ayakta girer, sağ ayakta çıkar, çıkarken de dua ederlerdi. Tuvalette çok durmaz, konuşmaz, temizle özen gösterir, çıkınca da ellerini iyice yıkarlardı. Abdest alırken konuşmaz, her organik mescidlikten sonra yine bir dua ederlerdi. Namazdan cemaatle kral, namazın başında ve sonunda istiğfar ederlerdi. Geceyle kalkar, tüyüccüd namazını uzun uzun kılarlar ve ümmetine dua ederlerdi ve tavsiye ederlerdi. Günahlıdan Allâh’a çok tevbe edin, ben O’na her gün yüz kere tevbe ederim buyururlardı.
Yine sizden birisi, kendisi için istediğin din kardeşliği için istemedikçe, gerçek mü’min olamaz buyurdu. Sofraya oturunca tavsiye etti, büyüklerin başlamasını tavsiye ederlerdi. Sağ elle yiyip içerlerdi, sol elle yiyip içmede bulunanları îkaz ederlerdi. Yemeği herkesin kendi önünden yemesini ortadan yememesini tavsiye ederlerdi.
Sofradan doymadan kalkar ve yemek için sofraya acıkmadan da oturmazlardı. Biz mü’minlere üçte bir mîrin, üçte bir yemeğe, üçte bir suyu, üçte bir havaya ayırın diye tavsiye buyururlardı. Yemeğin sonunda nîmet veren Allâh’a teşekkür mâhiyetiyle dua ederlerdi.
Hediye edilsin, birbirinize olan muhabbetini ziyade edilsin buyurulardı. Çünkü hediye, dargınlığa giderek buyurulardı. Burası çok mühim. İnsan, güzel ahlâk ile, gündüz oruç tutup, geceleri namaz kılanlar derecesine ulaşır. Bu hangi ahlâk, Rasûlullah’ın ahlâkı? Çocuklarınızın karşısında çocuklarınızı selâm verin. Başlarını okşar, şakılaşır, gönüllerini alırdı Efendimiz. Allah’ın vahiy ile bindirmediği kurular haricinde, arkasındaki istişare ederdi. Şaka bile olsa, yalan söylemeyin buyurulardı.
Velhâsıl ezan vakti iyice yaklaştı. Hazret-i Ali, radıyallâhu anh’ın bir tavsiyesi. Salih ve sâdık insanlarla beraber olun. Onlarla oturup kalkın ki onların karakteri ve şahsiyet sizleri sirâyet etsin. İnsanlar hayattayken sizleri özlesinler.
Vefat ettiği zaman da sizleri hasret duysunlar. Sâdî-i Şîrâzî’den. Öyle bir hayat yaşayın ki, öldüğün zaman insanlar bir güneş battı, bir yıldız kaydı diye, sizleri rahmetle ansınlar. Rabbimiz, inşâallah hayatı şerîf etmeye devam edeceğiz.
Bu hâlde diye size de rahmetli ansınlar. Rabbimiz inşâallah hayatımızı ibadet ve tâatle ihya eden bir Ramazân-ı Şerîf, son nefesimizde ebedî bir bayram sabahı eylesin inşâallah. Âmâ.
Duâmızın kabûlü niyânsıyla Lillâhi Teâle’l-Fâtiha.
İlk Yorumu Siz Yapın