Ramazan Sohbeti – Canlı (07 Nisan 2022) – Osman Nuri Topbaş
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=x4uI2xHQB_E.
Üç İhlâs, bir Fâtiha… Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, latîf, mübârek, pâk, rûh-u tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in hesabı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazaratının, şehidlerimizin, cümle geçmişlerinin rûh-u şerîflerini, hulûlû ile müşerref olduğumuz Ramazân-ı Şerîf’in ümmet-i Muhammed için mübârek olması, hayatımızın tapva ile ihya edilen bir Ramazân, son nefesimizin de ebedî bir bayram sabahı olmasını Cenâb-ı Hak nasîb eylesin. Yine bu mübârek günler hürmetine, dinimiz, vatanımıza, milletimize ve bütün İslâm âlemine, rahmet, muvafferat, huzur, bereket, lütfetmesine Yüce Rabbimizden niyaz ederiz. Üç İhlâs, bir Fâtiha…
Allah’ımız seyreder, seyreder… Muhterem kardeşlerimiz, ilk okunan âyet,
Ey îman edenler! Oruç, sizden önce gelip geçmiş ümmetlere fazlandığı gibi sizlere farz kılındı. Umulur ki ittikâ edersiniz. Demek ki bu oruç, insanın terbiye olması, teskeyesinin büyük zaruret. كَلَّا عَلْلَكُمْ تَتَّقُونَ Umulur ki takvâ sahibi olursunuz diyor. Takvâ nedir? Nefsânî arzuları bertaraf etme, rûhânî istîdatları inkişâf ettirme.
İlahî kameranın, ilâhî müşahededenin altında olduğumuzun kalpte idrak ve şuur hâline gelebilmesi. Her ibadetin bir fârikası var. Namazın fârikası ayrı, secde et ve yaklaş buyruluyor. Oruçun fârikası ise bir teskiye. Umulur ki takvâ sahibimizin kalp teskiye olacak.
Yani nefsânî arzuları bertaraf olacak. Cemâli sıfatların kalp maser hâline gelecek. Yani bu sebeple peygamberin üç vazifesi vardır. Allah’ın âyetlerini okumaya tebrik edip, ikincisi de اَيُّذَكُّهُمْ İnsanların gönül âlemini temizleyecek ki, cemâli sıfatlar o kalpte tecellî edecek. Cenâb-ı Hak da dost olacak.
اَلَا بِذِكْلَا تَطْمَنُّ الْقُلُوبُ Kalk! Cenâb-ı Hakk’ın beraberliğinin uruç, semâvî hâle gelecek kalp. Peygamberlerin ikinci vazifesi de işte اَيُّذَكُّهُمْ İç âlem temizlenecek. Yani mü’min, iç âlemini temizleyecek. Çünkü Cenâb-ı Hak Cennet, اِلَّا مَنَتَ اللّٰهَ بِقَالْبِنْ سَلِيمٍ rafil olmuş, tertemiz bir kalp ile Cenâb-ı Hak Cennet’i davet ediyor. Daha üçüncü vazifesi de Kur’ân ile derinleşecek ve o kalpte hikmet tecellî edecek. İşte Ramazân-ı Şerîf de böyle bir fırsat mevsimli olmuş oluyor.
Oruçta faydaları, neticesi gönülleri rıkkate getiren, duyguları hassas eleştiren, nefsânî arzulara perde olan ve kalplere merhamet öğreten bir teski olmuş oluyor. En mühim şükrü, Fâtiha’nın ilk âyetinde hamdle başlıyor.
اَلْحَمْدُ لِلْعَرَبِ الْعَالَمِينَ Kul daima hamd, Cenâb-ı Hak beş vakitliyi hatırlatıyor, kul daima hamd hâlinde ve şükür hâlinde olacak. Orucu makbul bir oruç, sadece midemize değil, göz, kulak, dilimize tutturulabilen oruçtur.
Daima hamd-şükür içerisinde olmak, nefsânî arzulara muhalefetle gönlümüze oruç tutturmak zarûrî. Bir sonraki âyette, okunan âyette Cenâb-ı Hak kullarının merhamet tecellîsi, kullarının merhamet tecellîsini görüyoruz. Zira Rabbim hastalık, yolculuk dolayısıyla oruç tutamayanların daha sonra kaza edebileceklerini bildiriyor. Ayrıca oruç tutmaya gücü yetemeyenleri de fidye verdirerek, yani yapılmayan, yapılamayan bir ibadetin gönül almak suretiyle, fakir fukarayı, garipleri sevindirmek suretiyle telâfi edeceğine haber veriyor. Yani İslâm bir merhamet dîni, şefkat dîni. Sonra Rabbimiz, Ramazan-ı Şerîfe Kur’ân ile izzet ve şeref kazandığını bildiriyor.
Dolayısıyla bizim de izzet ve şeref kazanmak için Kur’ân’a ihlâsla, sadâkatle sarılmamız terkin ediliyor. Yaşamak ve yaşatmak. Yine burada yolcu ve hastalarını tutamadığı günler için başka günlerde kaza yapabileceklerini tekrar hatırlatıyor ve Cenâb-ı Hak lûtuf sahibi.
Üç îkaz var Efendimiz’den gelen ve Cebrail’den gelen. Cebrail’e müşterek geliyor Efendimiz’den. Kâb bin Ucre anlatıyor. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem, bir gün bize, mümbere yaklaşın buyurdu. Biz de yaklaştık. Birinci basamağa çıktı, âmin. İkinci basamağa çıktı, yine âmin. Üçüncü basamağa çıktı, yine aynı şekilde âmin buyurdu.
Mimberden indiğinde, yâ Rasûlallah! Bugün sizden daha önce işitmediğimiz şeyler duyduk. Bunun hikmeti nedir diye sorduk. Şöyle cevap buyurdu, Cebrail bana göründü. Ramazân-ı şerefe erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun dedi. Böyle mübârek bir ay. Cenâb-ı Hakk’ın merhamet ve şefkat tecellisi. Ben de âmin dedim, buyurdu. Ramazân-ı şerif takvâ üzerine yaşayacak. Böyle Cenâb-ı Hakk’la bir yakınlık elde edilecek. Sonra o okunan âyette, kullarım sana, Efendimiz’e Cenâb-ı Hak buyuruyor, beni sorduğunda onlara söyle, ben kullarıma çok yakınım. Bana dua ettikleri vakitte dua edenin dileğine karşı bir şey söyle.
O hâlde kullarım da benim davetime uyusunlar. Yani sırahtı mustakîm üzerinde yaşasınlar, şerât üzerinde yaşasınlar. Bana inansınlar ki doğru yol bulalar. Yani Cenâb-ı Hak hayatımızın bütün muhtevâsında Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye olacak.
Takvâ neticesinde, kazanan takvâ neticesinde gönül, göz, ilâhî vitrinleri seyredecek. Kalpte hikmet tecellîleri olacak. Her gördüğü şeyde, aman yâ Rabbi diyecek, bir çiçeğe bakacak, gökyüzüne bakacak, Güneş-i Ay’a bakacak, kendi yaratılışına bakacak, daima kalp, ilâhî vitrinler seyredecek.
Kulak dedikodulardan, menfî sözlerden uzak kalacak, Kur’ân sedâsıyla ve mânevî sohbetlerle dolacak. Ağız ya hayır konuşacak, yahut da susacak, asla, asla gönül kırmayacak. Ve huzurlu bir ramazan ifade edilecek. Efendimiz ikinci basamağa çıktığında, Cebrâil dedi ki, senin ismin yanında zikredilip de sana salâbât getirmeyen kimse rahmetten uzak olsun. Yani Cenâb-ı Hakk’ın en büyük nîmeti, لَقَدْ مَنْ نَ اللّٰهُ Cenâb-ı Hakk’ın mü’minleri, Cenâb-ı Hakk’ın en büyük nîmeti Rasûlullah Efendimiz.
Biz 124.000 küsur peygamber için kendimizi seçmedik. Cenâb-ı Hak lütfen bizi lûtfetti, ihsân etti, ikram etti. Demek ki en büyük zenginlik Rasûlullah Efendimiz’in ümmetinin fazîletlerinden olan,
demek ki en büyük zenginlik Rasûlullah Efendimiz’in ümmetinin fazîletlerinden olan. Efendimiz o kadar seviyor ki ümmetine. Ümmetine de, ümmetine de dua etmesini istiyor.
Allah’ım’ın assîh ümmeti Muhammed, Allah’ım’ın ferric ânûmît Muhammed, Allah’ım’ın merham ümmeti Muhammed’in rahmeti âmâ. Kabirde bile diyor, güzel amelleriniz gelir, barın getirirse sevinirim diyor. Bu kadar düşkün. Minfî amelleriniz gelir, üzülürüm diyor, istiğfar edeyim senin için diyor. Bir annenin babanın muhabbetinden daha fazla. En büyük nîmet, fakat bu nîmetin de ümmetin idrâk etmesini Rasûlullah Efendimiz’e arzu ediyor.
Cenâb-ı Hak da buyuruyor, bir îkaz. مَنْ قُدُعُ رَسْفِلَ فَقَدْ اَتَى اللّٰهِ Allah Rasûlü’ne itaat, Allah’a itaat olmuş oluyor. Yani iki itaat birleşiyor. Bunun ispatı nasıldır? İstâb-ı ispatı fedakârlıktır. Sünnet-i Seniyye üzerinde olan gayretlerimiz ve ümmeti Muhammed’e fedakârlığımız.
Tabi ki bu nîmetin farkında olup, onu örnek alacak, ona tabi olacak ki, şu ilâhî hitâba mazhar olsun. Rasûlüm de ki, eğer Allâh’ı seviyorsanız, Bana uyunuz. Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın. Allah son ne mağfiret sahibidir ve merhamet edersiniz.
Yine Cenâb-ı Hak, yine bize, Efendimiz’i bildiriyor, O’nun bir üsve-i hasene, bütün cihâna bir örnek olması,
Andâzîn ki Allah, Andâzîn ki Rasûlullah, sizin için Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar, Allah’a çok zikredenler için en güzel bir örnektir. Demek ki burada, ben bu örneğin içinde miyim? Her hâlimizde, yanımızda Allah Rasûlü olsa, Allah evimize gelse, iş hayatımıza gelse, dükkânımıza gelse, fabrikamıza gelse, Beşirî münasebetlerimizi seyretse, acaba benden memnun olur mu? Üsve-i hasene, örnek şahsiyet buyuruyor Cenâb-ı Hak. Bunca üç tane şart, bu örnek şahsiyete Rasûlullah Efendimiz’e râm olmak için üç tane şart bildiriyor, Allah’a kavuşmayı umanlar. Kul Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacak, daima aman yâ Rabbi diyecek, istikbânını düşünecek, Allah’ın verdiği nîmetleri tefekkür edecek.
Biz âhirete kavuşmayı umanlar, zehirlerin hesabını vereceğini unutmayacak. Misgâle zerretine hayran yere, misgâle zerretine şerran yere. Bir de Allah’ı çok çok zikredenler için Rasûlullah’a üsve yazın diye, demek ki üç tane şart bildiriyor Cenâb-ı Hak. Rasûlullah Efendimiz’e örnek olması için bu üç şartı da ifade etmemiz gerekiyor. Yine Efendimiz buyuruyor, beni Rabbim terbiye etti, edebimi, terbiyeimi güzel eyledi buyuruyor. Şair diyor ki, bir mektebe olduk ki müdavim, Allah’ın edinliği Zâtına muallim. Demek ki istikâmete gidene Allah, Celle Celâlû muallim oluyor.
فَتَّقُ اللّٰهُ يُوَالَّمُكُ اللّٰهُ buyuruyor. Eğer biz takvâ sahibi olursak, Cenâb-ı Hak bize istikâmet veriyor, öğretiyor. Cenâb-ı Hak, Rasûlullah Efendimiz’in bütün âleme, kıyamete kadar gelecek bütün âlemi muallim olarak gönderildi.
Hidâyet muallimi… Efendimiz’in üçüncü basamağa bastığı zaman, yani üçüncü basamağa çıktığı zaman, Cebrâil üçüncü bir îkazda bulunuyor. Anne-babası veya ikisinden birisi yanında yaşlanır da, onu râzı ederek cennete kazanmayan kimse rahmetten uzak olsun, burnu sürtürsün. Anne-baba ona baktı, büyük fedakâr yetiştirdi. Anne-baba yaşlandı.
Ona lâ kayıt kalıyor. O da rahmetten uzak olsun. Yani nedir? Demek ki Cenâb-ı Hak bir mü’mine vefâsızlığı yakıştırmıyor. Bir mü’min vefâkâr olacak. İlk vefâkârlık Cenâb-ı Hak’la olacak. Rasûlullah Efendimiz’le olacak, anne-babaya olacak. Yine diğer bir âyet de, anne-baba yaşlanır, ihtiyarlar.
Onun biri ve ikisi senin yanında olduğu zaman, ne oluyor, çok yaşlı bir hâfıza kaybı oluyor, çocukluk başlıyor. Cenâb-ı Hak, üffin buyuruyor, sakın ağa üff deme. Kavlen kerîm ağa, onlara anne-babanı ikramkâr olarak konuş buyuruyor. Hattâ âyet-i kerîmde demeyin diyor, onlar küçükken seni yetiştirmiş der, seni yedirmiş der, seni yetiştirmiş der, sen de onlara o kadar, sen de onlara o şekilde bir rahmet et.” diyerek dua et buyuruyor Rabbimiz. Ramazân-ı Şerîf, rahmet, mağfiret ve teskiye iklimi, temizlenme iklimi, gönül âleminin yıkanması. Hadîs-i şerîfte eğer kullar, Ramazân-ı Şerîf’in fazîletini bilseler de, bütün sene Ramazan olması temennî ederlerdi. Buyuruyor.
Yine Mevlânâ Hazretleri, Ramazan geldi, artık maddî yiyeceklerinden elini çek ki gökten mânevî rızıklar gelsin, rûhâniyet gelsin, rahmet gelsin, o tecellî içinde o. Bu ay, gönül sofrasının kurulduğu aydır. Yani rûhâniyet inkişâf edecek, gönlün bedenin hatalarından kurtulduğu aydır.
Kalpler, takvâ ile müzeyyen hâle gelecek. Gönüllerin âşık ve îmân ile dolduğu aydır. Gönüller bir rahmet dergâha olacak, merhametle dolucak, merhamete yaşayacak ve merhameti tevzi edecek. Yine Efendimiz buyuruyor, nefsin kudret elinde bunu Allah’a yemin edin. Birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz.
Eshab-ı kirâm, yâ Rasûlâllah! Hepiniz merhametliyiz dediler. Allah da yok dedi. Benim kastettiğim merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilâ ki bütün mahlûkâta şâmil olan merhamettir. Evet, bütün mahlûkâta şâmil merhamettir. Allah için kardeş olanlar da, tabi bu çay, kahve, sohbeti değil, birbirine zimmetli olduğunuzda, birbirine merhametli olduğunuzda,
birbirine zimmetli olduğunuz idrâk hâlinde olan iki din kardeş, bunlar arşın altındaki o kıyamet, o şiddet günü yedi kişiden biri olacak. Bâdîn Nakşibendi Hazretleri, bu gaye-i mâtuf, bütün mahlûkâta şâmil merhameti yaşamak için yıllarca hasta insanlara, hasta hayvanlara baktı.
Onlar derman oldu, yine yıllarca yolları temizledi, eza veren şehir yollardan kaldırdı. Yani tevâzu, burada tevâzuya erebilmek. Cenâb-ı Hak, o ibadurrahman, Allâh’ın rahmetinin tecellî ettiği kullar, yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar. Bir câhiller sataşlı zaman, selâmâ derler. Geceleri de succeden ve kıyama, secde ve kıyam hâlinde olurlar.
Bâdîn Nakşibendi bu kadar hizmet içindeydi. Öyle bir hiç diye büründü ki, âlem buğday, ben saman, âlem yahşi, ben yaman dedi. Efendimiz buyuruyor yine, kim fazîletine inanarak ve ecdini Allah’tan bekleyerek Ramazan orduyu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.
Yine kim inanarak ve sevâlenen Allah’ın onurak Ramazan geceni ihya ederse geçmiş günahları bulur. Hem gündüzler hem geceler ihya alacak. Tabi burada neler var? Borçlar var, bunlar hariç. Kul hakları var, kul hakları var. Bunlar da affın dışında kalmış oluyor.
Hak sahibi muhakkak helâlleşmek zarûrî. Eğer helâlleşilmezse, âhirette sevaplarını verecek. Sevapları biterse, günahlarını verecek. Yani oruçlu gün şey yapan, hak sahibi günahlarını verecek. Sağsa helâlleşecek.
Eğer unuttuysa, geçmiş unuttu, onun için dua edecek, çok hayırlar yapacak. Yine dünyadaki hayırlarını çok artıracak ki, o kul hakkına sahip olan haklarını alacak. Onun da sevâbı eksilmesin.
Kendi kendimize tefekkür edeceğiz. Tuttuğumuz oruç bize neler sağlıyor? Gözümüzü harama bakmaktan koruyor mu? Yanlış ekranları seyretmekten koruyor mu? Kulağımızda yanlış sözler ve sesler dinlemekten muhafaza ediyor mu? İllâhısıyla dilimizin yalan, gıybet, dedikodu, boş sözlerden korumak için, ilâhısıyla dilimizin yalan, gıybet, dedikodu, boş sözlerden alıkoyuyor mu? Zira bu tip konuşmalara karşı âdeta bir, sükûd orucu tutmamız zarûrî. Ramazân-ı Şerîf, bir nefis tezkiyesidir. Şükrü arttırma zamandır. Şükür sadece sözlü olmaz, her nîmetin şükrü kendi cinsindedir.
Kulağın şükrü var, dedikodu, gıybet, tecessüz, demime, boş, çirkin sözleri dinlememektir. Bilakis onu Kur’ân-ı Kerîm mânevî sohbetler, güzel nasihatler ile müzeyyen hâle getirmektir. Gözün şükrü, insanların ayıplarını görmekten, haramlardan, şeytânî vitriklerden bakmaktan sakınmaktır.
Yani Cenâb-ı Hak, velâ tecessüzü buyuruyor, hata aramak kardeşinden. Cenâb-ı Hak bunu yasaklıyor. Hata aramak istiyorsan, kendine bakacaksın. Kendi hatalarını düşüreceksin, istiğfar edeceksin. Gözün şükrü, ilâhî kudret, sanat, azameti hatırlatan rûhânî vitrinle bire ibret nazar seyredebilmektir.
Su içerken Cenâb-ı Hak’ı tefekkür edeceksin. Bir yanıncı, bir yakıcı sana şifa oluyor. Cenâb-ı Hak’ın bir sana buket verdiği için teşekkür ediyorsun. Bütün kâinâtı Cenâb-ı Hak sana buketler veriyor. Kalbin şükrü, verdiği nimetlere daima tefekkür etmek sûreyi Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacak. Oruç, bir merhamet telkinidir. Mısır’da şiddetli bir kıtlık hüküm sürdü.
Yusuf a.s.a.’a, siz devlet hazinesini hükmeden bir kişisiniz. Niçin kendinizi aç bırakıyorsunuz? dediler. O ise şu hükmetti cevap verdi, Karnım tok olursa açların hâlinden anlayamam. Bundan korkuyorum.
Cömertlik ve diğer yamlık, Cenâb-ı Hak lentelâbühür, rât-tûr-fûbûn, mîmânetûr-bûbûn, sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, Allah yolunda harcamadıkça, birre hayrın kemânine eremezsiniz. Her ne infak etmesin? Allah onu bilir. Yani Cenâb-ı Hak ne verdiyse bize, Cenâb-ı Hakk’ın rütfu. Cenâb-ı Hakk’ın rütfunu ne kadar Cenâb-ı Hak yolunda harcayabileceğiz, ne kadar fedakârda bulunacağız, bu âyet bir îman testi. Bu âyetler indiği zaman, ashâb-ı kirâm, bir infak seferberlemek, Allah için verebilmek. Hiçbir şey olmayan dağa çıktı, odun kesti, Medine çağırdı, sattı, Allah Rasûlü önüne koydu.
İmkânı olan imkânları nisbetinde devam etti. Ebû Tâlhâ, bu âyet indiği zaman veyahut da benzer âyetler, 600 hurmalı bir bahçesi vardı. Bugün kadınlar kapısının civarındaydı. Hemen hurma bahçesinden koştu. Çetin ağzında durdu. Hanımını gördü. Acaba hanımı itiraz eder mi?
Bu hayırdan mahrum eder mi? Hanım dedi ki, niye dedi, Ebû Tâlhâ çetin arkasına gelsin dedi, bu bahçe ikimizin değil mi? Bu bahçeyi ikimiz de çok seviyoruz dedi. Ebû Tâlhâ doğru dedi, doğru ama artık bu bahçe bizim değil dedi. Niçin dedi, bugün öyle bir âyetler indi ki bizim îmânımızdan,
test oluyor âyetlerle. Sevdiğini vermedi ki Allah’a yaklaşamazsınız. Ebû Tâlhâ dedi, bunu sen bağışlarken, vakf ederken, bana da hisse verdin mi dedi, evet dedi, beraber dedi. O zaman dedi, ben de eşyalarımı toplayayım, artık bu bahçe bizim değil, ümmet-i Muhammed’in, ben buradan çıkayım, dedi. Test verdim dedi.
Velhâsıl her âyet nasıl bir tesir ediyordu? Yine iftar ve sohurlar, burada nîmet unutulmayacak. O üç, insana yarım bardak suya bir dil mekûn muhtaç olduğunu hatırlatıyor. Ne kadar Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerini muhtaçız. Seherler ihya, geceler kalbimin durumu da çok güzel.
Ne kadar Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerini muhtaçız. Seherler ihya, geceler kalbimin durumuna göre sır ve hikmetleri açıyor. Diğer bir şey, Kur’ân-ı Kerîm Ramazan’da indi. Ramazan, Kur’ân-ı Kerîm’de şereflendi. Kur’ân-ı Kerîm ile Ramazan’da hemhâle olabilmek, Kur’ân-ı Kerîm’in müesseselerine,
gayret etme, omuz verme, evlâtlarımızla o minimal üzerinde tahsil ettirme. Esas tahsil bu. Cenâb-ı Hakk’ın kitabını tahsil. Okuran âyete buyruluyor, Ramazan ayı insanlara yol gösterici, sırâda müstakîm gösterici. Doğrunun ve doğruya eğriden ayrılma açık delilleri olarak Kur’ân’ın indiği âyidir.
Demek ki Kur’ân, bütün bir insanlığa bir hidayet meftubu Cenâb-ı Hakk’ın. Ve insanlığa son çağrı Kur’ân-ı Kerîm. Kur’ân, Peygamber Efendimiz’e indi. O bütün Rasûlilerin seyyidi oldu, âlemlere rahmet oldu. Kur’ân, ümmet-i Muhammed’e geldi. Ümmet-i Muhammed, ümmeti merhûme oldu, rahmet ümmeti oldu. Kur’ân, Ramazan ayında indi. O ay, ayların en hayırlısı oldu.
Kur’ân, Kadir Gecesi’nde o gece bin aydan daha hayırlı oldu. Bütün gecenin en hayırlısı ve faziletlisi oldu. Ey mü’min buyruluyor, eğer sen Kur’ân ile hemhâli olursan, sen de rahmet insanı olursun, insanların en hayırlısı olursun. Ve tatbikat. Bu için Kur’ân-ı Kerîm’i gönlümüzde, hayatımızda bütün ihtişamıyla hem yaşayıp hem yaşatmak. Evlâtlarımızdan bahsetmek, akraba aramız, çevre çevre yaşatmanın gayreti içinde olabilmek. Hayatımızı Kur’ân ve Sünnet’in talimatıyla tezhin edebilmek. Evlâtlarımızı Kur’ân ve Sünnet ikliminde yetiştirip onları İslam şahsiyet ve karakterine miras bırakabilirsek, ancak o zaman Allah katında değerli bir kul oluruz.
İnşâallah Cenâb-ı Hak cümle zineden nasip eylesin. Allah’a, elhamdülillâh… Mü’minlerin ders kitabı Kur’ân-ı Kerîm. Mânevî ziyafet sofrası. Kur’ân-ı Kerîm’de ne var? Ürperti veren ölüm gerçeğini güzelleştiren bir beyan mucizesi.
Ruh’a gıda veren feyiz hazinesi. Kulu ilâhî azamet ve kudret akışları, ilâhî nakışlar üzerinde delileştiren bir fermâne ilâhî. Kur’ân, kâinat kitabının hülâsası. Rüşdünü ikmân eden insanoğluna son çağrı. Cenâb-ı Hak ile mükâleme.
Âyet de bulunuyor. Kendilerine, Rabbinin âyetleri hatırladığında ise, onlar karşı sağır ve kör davranmazlar. «Aman yâ Rabbi!» derler. Yine, Zümersün, anda olsun ki biz, öğüt ağzından değil, bu Kur’ân’da insanlara her türlü misali verdik. Ne misali istiyorsan, bu Kur’ân-ı Kerîm’de var ve sünnetle de şerh ediliyor.
Yine bu da çok değişik bir âyet. Muhammed Sûresi 24. âyet. Onlar Kur’ân’ı ince de ince düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinde kilit mi var? Yoksa onların kalpleri yok mu? Yine bu ayda bin aydan hayırlı bir Kadir gecesi. Bu da Kur’ân’ı indirir bir gece. Cenâb-ı Hakk’ın cömertliği, 80 küsür yılın ecri bir gecede Cenâb-ı Hak ihsan ediyor.
Demek ki kul ne kadar Cenâb-ı Hakk’ı sevecek. Fakat şunu düşününce, bu ilâhî ikram bize Rasûlullah Efendimiz’in vesîlesiyle ihsan edildi. Dolayısıyla Efendimiz’in kadri-kıymetini idrâk edebilmeniz zarûrî. Rabbimiz âyet-i kerîmde şöyle buyuruyor, «–Ey Rabbimiz!» derler. «–Günahın zâhirini ve bâtınını bırakın!»» Günahın zâhirini biliyoruz fakat bâtınına çok zaman dikkat etmiyoruz. Bir mü’min bir kul, âyet-i kerîmi bildiren bu şuurla zâhir ve bâtın haramlardan aynı nefretle de kaçınması lâzım.
İçkiden, kumardan, zinadan nasıl bir nefretle kaçınıyorsa, bâtınla aynı nefretle kaçınması lâzım. Meselâ, zâhirî haramlardan içki ve kumardan uzak durduğu gibi, bâtınî haramlardan o haset ve riâdan da uzak kalacak. Zâhirî haramlardan faiz ve rüşveti hayatına sokmadığı gibi, bâtınî haramlardan yalanı cimrîli ve merhametli hayatına asla yaklaştırmayacak. Yine zâhirî haramlardan olan zinâya yaklaşmadığı gibi, bâtınen göz, kulak ve sözü tehdit eden iffetsizliğin, gizli ve açık her türlüsünü hiçbir kapa aralamayacak. Zâhirî haramlardan olan cinayetten, yani adam öldürmekten, kılınç olan,
zâhirî haramlardan olan cinayetten yani adam öldürmekten kaçındığı gibi, bâtınî haramlardan olan kibir ve gururdan da fersah fersah uzakta kalacak. Kibir enâniyet, buna Cenâb-ı Hakk’ın ortaklığı, Cenâb-ı Hak’tan ortaklık istemektir. Yani ben demektir.
Bir müslüman mütevâzı olacak, arz-ı endâm, değil arz-ı hassâsiyet için yaşayacak. Yani tevhid akidesinin ortaklığa tahammülü yok. Onun için Cenâb-ı Hak ben istemiyor. Kul ne diyor? Ya Rabbi Sen diyecek. Daima Cenâb-ı Hak unutmayacak.
Yarın şuraya gideceğim, öyle demeyecek. Yarın inşâallah şuraya gideceğim. Hiçbir hayatın hiçbir safhasını da kul Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacak. Kibir, kibir, kökü cehennemde olan öyle bir kötü bir hasettir ki kulu şirke götürür. Hâlbuki tevhid akidesinin ortaklığa tahammülü yoktur. Haset, ilâhî taksimden râzı olmamaktır. Ne olursa olsun, bir mü’min Allah’tan râzı olacak, kendi nefs için istediğini kardeş için isteyecek. Bir mü’min bilir ki kalbin sanatı, şikâyeti unutmaktır. Yani daima rızâ ve şükür hâlinde yaşamaktır. Kâbil ve Hâbil kıssasından itibaren nice cinayetlerden sebebi hasettir. Âdem’in iki oğlu vardır. Kâbil ve Hâbil, Hâbil’in tarafında olmaya gayret etmemiz lâzım. Zulüm ve acımasızlık, merhametsizlik. Bir müslüman, kimseyi incitmeyecek.
İmam Rabbânî Hazretleri, kalp, Allâh’ın komşudur buyuruyor. Tecellîgâh, kalptir buyuruyor. Bir mü’min, âsî de olsa hiçbir kalbi incitmeyecek. Âdil, hakînâ, müslûmâ, kelbî, affedici olduğu bir kalp. Lisan-ı âfetleri olan yalan, gıybet, söz taşıma, iftira, hüzûle, hepsinden mü’min uzakta kalacak. İbadet hayatını mahveden, rûhâniyetini zedelenen gaflet, riyâ, nifak, nankörlük, şikâyet gibi haramlarından uzak duracak. Cimrilik, bir müslüman pinti olmayacak, müssif de olmayacak. Zira israf hakkında saçıp savuranlar, şeytandan dostları da Cenâb-ı Hak buyuruyor.
Şeytanın Rabbine karşı çok nankördür buyuruyor. Demek ki saçıp savuranlar, bilhassa günümüzde bir âfet hâlinde şeytanın arkadaşları oluyor. Bu Cenâb-ı Hakk’ın hitabı. Mal, emanettir. İhtiyaçtan fazla infak edilecek. Evet, kul çalışacak, fabriksiz olacak, iş olacak, ticareti olacak. Fakat riyâzat hâlinde yaşayacak. Fazla kul-ül af, Cenâb-ı Hak fazlasını infak et buyuruyor. Vermiyor.
Cenâb-ı Hak bu pinti içinde, hasise için o mal toplamış, onu sayıp durmuştur. O malın kendini ebedî kalacağını zanneder. Hayır! Andolsun ki hutemeyi, yani sırıcı bir ateşe düçar olacaktır buyuruyor.
İnsanlar, zâhirî ibadetleri verdikleri ehemmiyeti, bâtınî hasletlere göstermelere zaruridir. Bu şekilde gafletten uzakta kalacak. Bâtınî ibadetlerin göstergesi, zâhirî ibadetler. Zâhirî ibadetin göstergesi de bâtınî ibadetlerdir. İkisi de birbirinin aynısı mesâfetindedir.
Yani zihin ve kalp bir âhenk içinde olacak. Hazret-i Ömer’e bir kişi geldi. Birini çok methetti. Halife sus dedi. Sordu, sen onun ticaret yaptın mı dedi. Nefsi tahrik eden bir iş. Hayır dedi. Komşuluk yaptın mı dedi. Hayır dedi.
Yada yolculuk yaptın mı dedi. Hayır dedi. Burada baktığımız zaman Hazret-i Ömer’in bir karakteri tahlil ediyor. Sen diyor, o zaman diyor, o kişiyi bilmiyorsun diyor, tanımıyorsun diyor. Yani zâhir ve bâtınî ibadet, ruh ve ceset gibidir. Ruhsuz bir ceset yaşayamayacağı gibi ibadetlerden hem bâtın hem zâhir bir arada olmazsa canlı bir kulluk yaşanmazsa,
mümkün değildir. Ramazân-ı Şerîf, oruçlarımızı tutacağız, feravihleri kılacağız, hatimler indireceğiz, mukavele devam edeceğiz. İmkânı olanlar tabi bu sene mümkün değil, omuraya gidecek. Bunlar zâhirî ibadetler. Bunları edâ ederken, bâtınî ibadetlerde ehemmiyet vermemiz gerekiyor.
Yani Rasûlullah Efendimiz’in ahlâkıyla perverde olacağız. O zaman Rasûlullah Efendimiz’i sevdiğimizde bir beraberlik meydana gelecek. Bâtınî ibadetlerin başında şefkat ve merhamet geliyor.
Bu nimete nâil olduğumuz zaman daima şunu düşünmeliyiz. Allah bu nimeti bana niye verdi? Bu mal, mürk vs. vücut kuvveti. Demek ki bana bunu malzeme olarak verdi. Fakirler, yoksulları, mahrumları ve yetimleri bana zimmetledi. Ben onlardan mes’ûlüm. Hak dostunun mahlûkâtı muamelesi, bu hususunda çok îkazlar vardır. Hattâ Bâti Nakşibendi Hazretleri, birçok evliyâullah bahçedeki hayvanların bile sorarlar, tavukların nasıl derdi, hayvanların nasıl derdi. Sormadan maksat nedir? Onlara karşı bir kul hakkı işleniyor mu? Onlara aç bırakılıyor mu? Fazla yük vuruluyor mu? Kaun Sultan Süleyman Süleyman câviz yaptırırken, hayvanlarda da talimat yazdırdı. Aç hayvan taşıttırılmayacak, dinlendirilecek, ondan sonra taşıttırılacak diye. Yani kapımızdaki bütün mahlûkat bizim için yaratıldı. Kediden, köpekten, her şeyden mes’ûlüz.
Bilhassa bu, karlı günlerde. Yine bu, hayvanlardan mes’ûlük ki, onları biz aç bırakmayalım. Cömertlik, bu, merhamet ve şefkat, fiile yansıyacak, îmânımız meyve verecek, bir mümin rahmet insan olacak,
karşıcık hissiyatı ile mes’ûliyet hissederek fedakârlık olacak. İşte bunlar yedi kişiden biri olacak. Allah için kardeş olanlar. Birbirine karşı fedakârlıkta olanlar. Rahmet insanı bir yağmur gibi olacak, imbat edecek, bir güneş gibi olacak, en kuytu yerleri aydınlatacak.
İmha eden değil, inşa eden olacak. Tevâzûl. Bir müslüman mütevâzûl olacak, hiçtiğini düşünecek. Ne varsa Cenâb-ı Hakk’a ait. Aklımız, fikrimiz, vücudumuz, kuvvetimiz, malımız vs. Bir abdi âciz olduğunu idrâk edecek. İbadullah, Allâh’ın kullarını aslâ istihkâr etmeyecek. Kimseye hor görmeyecek.
Fâtiha Sultan Mehmet Han, bu ayok, Sofya’da, bu vakfının altına, S.Sultan İbn-i Sultan El-Ghazî Muhammed Han sahne diye yazdırmadan, abdi âciz diye yazdır. Murad oğlu Mehmed, velhâsıl kul daima abdi âciz olduğunu unutmayacak. Her şey Cenâb-ı Hakk’a ait. Bir anda alan o, bir anda veren o. Süleyman el-Selâm’a çok büyük servet verildi.
Fakat Cenâb-ı Hak öyle bir an geldi ki, Süleyman el-Selâm tahtında öyle bir ceset gibi bıraktı. Bizleriyle dolayı. Sonra Süleyman el-Selâm kendine geldi, hemen istihfâr etti. Kahrun’a, halk şöyle şımarma dedi. İlk Allah’ın adını,
Demek ki bir mü’mine şımarma olmuyor. Her şey Cenâb-ı Hakk. Yani neyle şımarıyor? Cenâb-ı Hakk lûtfetti. Rasûlullah Efendimiz, لَا اَيْشَ اِلَّا اَيْشُ الْاَهِرَ اَسَثَ عَلَيْثَ عَلَيْثَ عَيْثَ بُعْيَدٍ Onun için Bâdîn Nakşibend Hazretleri, âlem yaman ben vahşi, âlem yaman ben vahşi,
âlem buğday ben saman, âlem yâşî ben saman dedi. Efendimiz de hiçbir zaman ben yoktu. Daima sen yâ Rabbi vardı. Sade Hüneyn de ordu dağıldığı zaman Cenâb-ı Hakk’ı sığınarak kendi şahsiyetini ifade etti. O ifadeden sonra la fahre, la fahre, la fahre, övümmek yok, övümmek yok, övümmek yok, bu Allah’ın nimetidir diye. Seslendi. Adâlet, adâleti emrediyor. Bir mü’minin zulmün her şey uzak ve âdil olacak. Hakk’ı tevzî edecek. Rasûlullah Efendimiz kendinden misal veriyor. Kimin malını aldımsa, işte malım gelsin alsın diyor. Kimin sırtına vurdumsa, işte sırtım gelsin vursun buyuruyor. Bir adâlet, bir hak-vukuk tevzî ediyor. Dünyada yok. Hatta birçok gayrimüslim bile, büyük insan dediler, laf et. Sen dünyada tevzî eden hak-vukuk, adâleti, şimdiye kadar kimse tevzî edemedi dediler. Birçok mütefekî bunu söyledi. Gerek müslim, gerek gayrimüslim. Sabır ve rıza. Bir mü’minin başına gelen musibetleri sabredecek. Takdiri rıza gösterecek. Allah yolunda ibadetlerine sabahkâr olacak. Şeytanın telkinlere karşı mukâmet ve metanet de olacak. Değişen hayat şartları karşısında her hâle istikâmet üzülü olacak. Müsubet, çileler, sabır ve namaz da bertaraf edecek. Âyet-i kerîmede, ey îmân eden sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Sahre validemizin bu sıra girdiği zaman, Firavun’a haber verdiler. Cemal sahibi bir kadın geldi dediler. Daima o Firavun, Cemal sahibi bir kadın geldi, hemen sarayını alırdı. Tecavüz ederdi. Hemen sarayın içine aldılar. Sahre validemizi semen, iki rakât bir hâcet namazı kıldı. Cenâb-ı Hak, sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin, buyuruyor. Firavun yanına yaklaşırken, el titremeye başladı. Aman bu kadını gönderin buradan dedi. Sihir mi yapıyor, ne yapıyor bana dedi. Hattâ haciri de yanına verin de, buradan iyice ulaşın dedi.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak hakikaten değişen şartlar altında, sabır ve namazla Cenâb-ı Hak’ı sığınmayı cümlemize nasip eylesin. Doğruluk, dürüstlük, her sözü, muamelâtı, ticareti dosdoğrulayabiliyoruz. El emîn, el sâdık olacak. İşte Rasûlullah’a ve kıyamette beraber olmak isteyenler de el emîn, el sâdık olacak. Efendimiz bu sıfıyla vazifelenecek. Ya hayır söyleyecek, yahut da susacak. Sözleri diken değil, gül vasfında olacak. Muhabbet, mü’min, lâyıkına muhabbet müstakı nefret ölçüsüne sahip olacak. Sevgiyi, muhabbeti, ilâhî muhabbete, merhale ve basamak eyleyecek. Fakat din düşmanlarına da karşı, onlardan, onlardan uzakta olacak. Yani lâyıkına muhabbet, müstakkına nefret. Affe, mü’sâmaha. Mümîn, şahsı adına kimseyi kim tutmayacak. Mümînin kardeşiyle arasında bulûdet olmayacak. Küslük varsa barışacak, özür dileğine, suhletle affedecek. Affede affede affede lâyık hâle gelecek.
Velhâsıl mü’min hayâdı, ihlâs, samimiyet, huşû, hamd ve şükür hâlinde olacak. Böyle bir inşâallah Ramazan-ı Şerîf mevsimi Cenâb-ı Hak nasip ederse, tertemiz çıkmayı Cenâb-ı Hak lûtfeder, ihsan ile ikmâl eder. Rasûlullah Efendimiz buyuruyor, اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّكِ Ki sevdiğiyle beraberde sahâbî bu hadîs-i şerîfi duyduğunda çok sevindi.
Çok memnun oldu. Her hâline, Rasûlullah’ın hâliyle mîzân etmeye gayret etti. Nasıl oturuyor, nasıl içiyor, nasıl yemek, nasıl şey… Fakültesi tabi âdâbından da bahsetmek istedik ama ezan vakitinde yaklaştı. Daima şunu düşünce, Efendimiz’in gönlünde ne vardı, benim gönlümde ne var? Efendimiz’in gönlünde, müslümanların ilk eğitim, öğretim gördüğü Dârül Erkan vardı. Mekâfet’in gönlünde. Medîne’de ashâb-ı suffa vardı. Yetiştiriyordu, bütün dünyayı gönderiyordu. Rasûlullah Efendimiz bütün şeyi, insanların hidâyet bulması. Çünkü rahmeten l-Âlemîn’de. Orada yaşayan ashâb-ı kirâm, Efendimiz’in göz bebeğiydi. Zira onlar, İslâm’ı cihana yayacak olan fedakâr neferlerdi. İkincisi, hidâyet mevrûbunu hikmet etmektedir.
Hidâyet mevrûbunu, hidâyet mahrumlarının emedî kurşuluşa kavuşturmanın derdi vardı. Kimler hidâyet mahrumu? Tâ Ebû Cehil’den başlayarak, Efendimiz hepsinin kapısını çalardı. Tâif’te kapısını çalmadığı hiçbir kapı kalmadı. Bir kölenin müslüman olması sevindi Efendimiz tâifte. Hidâyetle şereflenmiş fakat henüz takvâya erişmemiş müslümanları irşad etmektedir. Henüz takvâya erişmemiş müslümanları irşad etme gayreti vardı. Onları takvâya eriştirmek. İç âlemlerini teskiye etme. Dertlerin derdine derman olabilme azmi vardı. Özellikle mü’min ümmetin, garipleri, kimsizleri, mağdurları, muzdaripleri, hastalığı ve yoksullarına kol, kanat germe mesûliyeti vardı.
Gözü yaşlı masumlar, çaresiz yaşlılar, himayesi dullar, sahipsiz yetimler, çile ve ızdıraplar altında inleyen kanadı kırklılara bir tesellî kaynağı olmanın cehti vardı Efendimiz’de. Zalimlerin zulmüne engel olma, mazlumlara imdad etme, hakkı tutup kaldırma davası vardı. Düşmanlığı kardeşliğe dönüştürme, gönüller arasında yıkılmalı muhabbet köprüyle inşa edebilme gayreti vardı. Bir gönül kazanabilme, bir kişiyi daha ebedî felaketle kurtarabilmenin heyecanı vardı. Bütün bunlar için de Efendimiz’de emsâli bir örnek şahsiyet vardı. Her hâlin yansıya müstesna bir nezâket, zerafet, incelik, rikkat, hassasiyet, letâfet vardı.
Daima İslâm’ın güler yüzünü sergileme gayreti vardı, rahmet vardı, rahmeten lil âlemin olma durumundaydı. Demek ki Efendimiz’in bu hâliyle müzeyyen hâle gelebilmek. Bilhassa bugün, gençlerin maalesef birtakım menfî telkinler altında, televizyonun, internet telkili altında savrulup gidiyor.
Onun için bugün en mühim vazifemiz, yangından insan kurtarmak. Kendi evlâtlarından, yavrularından başlayarak akrabalarımız ve devrimiz ve bütün insanlıktan, Rasûlullah’ın kendisini mesûl görüyordu. Biz de yüreğimizin uzanabildiği yere kadar kendimizi mesûl görebilmek. İslâm şahsiyetini tesis eden iki husus vardır. Bu çok mühim iki husus. Bugün de o biraz fedakârlık istiyor. Birincisi, hayatımızın rûhâni bereketi için aldığımız gıdalarımızın helâhiyeti çok mühimdir. Helâli gıdalar pek rûhâniyet verir, öbürü gaflete döndürür. Helâli gıda işin, iş hayatımızı gözden geçirmemiz icâbidir. Ticaretimiz, memuriyetimiz yahut vazifemizde helâliyeti zedeleyecek bir kusurlarımız varsa, ihmâllerimiz varsa derler gidermemiz ve helâlik istememiz zarûrlu. İkincisi, beraberinde bulunduğumuz insan. Cenâb-ı Hak, ey îmânî Allah’ın adıyla,
korkun sadıklarla beraber olun. Onlara in’ikâh sağlamak, zânîlerin topluluğuyla oturma, buyuruyor. Sami Efendi Hazretleri’nin sohbetinde şu kısayı birkaç sefer anlatmıştı. Ben İstanbul’da askerdim diyor. O zaman Ayasofya Câbiye’nin,
oraya Âdil Efendi diye bir zat varmış. O Sami Efendi Hazretleri, o zatı beyler birinde oturmuş. Âdil Efendi’yi ziyarete gidermiş çok. Ehl-i kerâmet bir zatmış, ehl-i kalp bir zatmış. Bir gün demiş ki, Sami oğlum demiş, bak Ayasofya’da mevlüt okundu, Kur’ân-ı Kerîm okundu demiş.
Fakat benim dedim, bütün o kalbimle tâifler durdu demiş. Birkaç gün onun sıkıntısını çektim demiş. Düşündüğüm gibi bir dünya lafı konuşulmadı. Fakat sonradan idrâket demektir ki, kasveti kalp birisiyle karşı karşıya, göğsüm göğsüne karşı karşıya gelmişiz. Aman oğlum, Sami oğlum, el-i kalp bir zatmış, el-i kalp bir zatmış.
Şöyle göğsüm göğsüne karşı karşıya gelmişiz. Aman oğlum, Sami, bunu dikkat et, kalbi kasvetli kimseye beraber olma. Dedi ki Cenâb-ı Hak, ey îmân edenler! İttikâl sahibi olun, sâdıklarla beraber olun buyuruyor.
Ne kadar kaldı ya sana? Beş dakika kadar getirsin her şeyleri.
Mârifetullah ve Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetine götüren husûyetler nelerdir? Ezan kadar birkaç şeyden bahsedelim. Yani dünyaya gelmemiş, dünyaya gelmemiş, dünyaya gelmemiş, dünyaya gelmemiş, dünyaya gelmemiş,
dünya bir mektep. Liyâbud’un Allâh’a kul olmak, Liyâruf’un, Cenâb-ı Hakk’ı kalpte tanıyabilmek. Buna mârifetullah deniyor. Cenâb-ı Hak bizden bunu istulya, kul kendisiyle dost olacak. Ona mükâfat, لَحَوْفٌ عَلَفٌ وَلَا هُمْ يَحْسَو機ٌ O zor günlerde korkmayacak, üzülmeyecek. Kul kendisiyle dost olacak. Ona mükâfat, لَاَهَوْفُونَ عَلَيْفٍ وَلَاَهِمْ يَحْسَوْنُونَ O zor günlerde korkmayacak, üzülmeyecek. Bu, mârifatullah’a nâil olabilme için, Cenâb-ı Hakk’ın âyet-i kerîmiyle bizden ne istediğini idrâk etmek için derin bir tefekkürle mâlâlarını anlamaya çalışmak ve yaşamak.
Yani kalbî eğitim. Bir dalgıç misali, denizin denine indiği kadar denizde birçok manzaralar görür. Satırdaki bir insan göremez. Demek ki mârifatullah’a eren bir kimse, birçok şu hikmetler, ibretler, tûlâtlar, sunâtlar nâil olur. İkincisi, farlardan sonra nâfile ibadetlerle Allâh’a yaklaşmanın gayreti içinde olabilmek.
Bir kutsî hazîle şöyle buyruluyor, kulun kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulun bana farzı ilâve eden, işlediği nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır. Nihayet ben onu severim, kulunu sevinince de âdeta ben onu işten kulağa gören gözü, tutan eli yüreğine ayağa olurum. Benden ne isterse onu mutlaka veririm, bana sığınırsa onu korurum. Yani nâfile ibadetlere devam etmek, insanın muhabbetten sonra muhabbiyyat, Cenâb-ı Hakk’a sevgililik derinliğine ulaştırır. Yani kulun takvâda derinliğini artırır. Yine muhabbetullah, şeyin, marifetullahın bir vasfı, insanın diliyle, kalbiyle, ilmiyle yani her hâliyle, Allâh’ın zikrine devam etmesi.
Kişinin muhabbetten nasip ve bu zikreden nasip alabilmektir. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eretsiniz. Yine Kudüsü Hazretleri buyruluyor, ben kulumun beni düşündüğü gibi, beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer beni yalnız başına anar ise ben de onu yalnız ararım.
Şayet beni bir topluk içinde beraber anar ise ben de onu daha hayırlı bir topluk içinde anarım. Yani kul gördüğüm manzaralar ilâh-ı kudret temaşâ edecek. اِقْرَ بِاسْمِ رَبِّكَ لَذِي خَلَقَ İlk âyettir bu. Demek ki okuyacak. Her gördüğü şeyde Cenâb-ı Hakk’ın azametini okuyacak, kudret akışlarını okuyacak, ilâhîn akışlarını okuyacak. Aman yâ Rabbi diyecek. Dördünün nefsânî arzuları galeb-i hâlinde bulundurumlarda, Allah’ın sevdiği şeyi, kendi sevdiği şeyi tercih etme. Beş, kalbin Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını öğrenmesi, tekrar etmesi, onları müşahede etmesi ve bu mârifet bahçedinde gezilmesi,
kim Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını fiiliyle tanırsa, Cenâb-ı Hak onu mutlaka sever. Onun esmâ-ı hüsnâ’yı devam etme. Bu cemâlî sıfatlardan bende ne kadar var? İlk kırıntı hâlinde bile olsa. Yaratılan mahlûkâtı seyrederken, dış görünüşlerinden dolayı Cenâb-ı Hakk’ın bâri ve el-Musâvvir sıfatlarını düşünmek. Her şeyin bir benzeri olmadan yaratmış, her zira ayrı bir sanat hârikası. Mâhlûkâtı ve muâmelesinde, el-Rahmân, el-Rahîm esmâsını düşünmek. Altı, Allah’ın gizli ve açık bütün iyiliklerini, ihsanlarını ve nimetlerini görmek. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Allah’ın nimetlerini sayacak olursunuz, sayamazsınız. Bunun için de şükreden bir kul olabilmek.
Bir kişi, yâ Rabbi diyordu, beni azlardan eyle diyordu. Hazret-i Ömer’in dikkatiyettir, radıyallâhu anh. Nedir azlardan istiyordun kendini? Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de, kûlarımdan şükreden azdır buyuruyor. Herhâlde ezan vakti iyice yaklaştı, herhâlde sular dağıtılıyor. Cenâb-ı Hak sohbetimizden, sohbet muhtevâsından inşâallah nasîbler almayı Cenâb-ı Hakk’a da
nasîb eylesin.
Ramazân-ı Şerîf’i idrâk ederek bayram sabahına erişebilmeyi, hayatımızın Ramazan hâline gelmesi,
son nefesimizin bir bayram sabahı olması, Cenâb-ı Hak lûtfuyla, ihsân-ı ikramıyla, Cenâb-ı Hak…
İlk Yorumu Siz Yapın