"Enter"a basıp içeriğe geçin

Sovyetler Birliği’nde Yaşasaydın Hayatın NASIL OLURDU ? İyi ve Kötü Yönleriyle

Sovyetler Birliği’nde Yaşasaydın Hayatın NASIL OLURDU ? İyi ve Kötü Yönleriyle

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=UqQCUB2BM9A.

Hurraaaaaa! Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Bu isim kimileri için korku imparatorluğu, kimileri içinse cenneti ifade ediyor. Kendi içine o kadar kapanmıştı ki, demir perdenin ardında neler olup bittiğini bilmek, insanların gündelik hayatlarını anlayabilmek, bugün bile büyük bir muamma. Hep beraber zıplıklar ülkesinde kimi zaman şaşaracağımız,
kimi zaman korku duyacağımız, kimi zamansa hayran kalacağımız bir yolculuğa başlayalım mı? O halde sırtınızı yaslayın! Vladimir Lenin’in önderliğinde 1922’de kurulmuş olan Sovyetler Birliği, 22.402.000 km²’lik yüz ölçümüyle dünyanın en geniş sınırlarına sahipti
ve 1991 yılındaki sayıma göre 293 milyonluk nüfusuyla en kalabalık 3. ülkeydi. Rus halkları asırlardır yoksulluk, ağır çalışma şartları ve sık yaşanılan kıtlıklar nedeniyle eşitlik ve daha iyi şartlar vaat eden sosyalizm temelinde bir ülke kurmayı el birliğiyle gerçekleştirmişti.
Hem iyi hem de kötü yönlerini ortaya dökeceğimiz bu düzen gerçekten de çok uzun yıllar boyunca büyük refah sağlamıştı ve hayatınızın her aşamasına tam anlamıyla devlet karar veriyordu. Diyelim ki Sovyetlerde bir öğrencisiniz. Üniversitede hangi bölümü okuduysanız o işi yapmak zorundasınız. Mesela öğretmenlik okudunuz, öğretmen oluyorsunuz. Kişisel yetenek ve isteğiniz söz konusu değil, buna okula başlarken karar vermelisiniz.
Ancak işsiz kalmanız da söz konusu değil. Çünkü bütün üniversite bölümleri ihtiyaca yönelik açılıyor ve mevzun olur olmaz işiniz hazır. Bu nedenle gelecek kaygısı diye bir şey yok. Ancak mesleğinize olan ihtiyaç neredeyse devlet sizi oraya gönderme hakkına sahip, Sovyet haritasının genişliğini düşünürseniz bu ailenizi bir daha görememeniz demek olabilir. Devletin vatandaşı için planladığı hayattan kopmak suç kabul ediliyordu. Eğer devletin size sunduğu bir işte çalışmama inadı gösterir, bunu dört ay sürdürürseniz, sosyal asalaklık suçu işlemiş oluyorsunuz ve muhtemelen çalışma kamplarına gönderileceksinizdir. Sovyetlerde yaşamanın en ilginç yanlarından biri de ev sahibi olmak.
Bir fabrikada çalıştığınızı varsayalım. Evlisiniz ve bir de çocuğunuz var. Fabrika komitesine başvuruda bulunuyorsunuz ve konaklamanızı ivedilikle sağlamak için harekete geçiyorlar. Devlet öncelikle sizi, Komünalka adı verilen toplu lojmanlara yerleştiriyor. Komünalkalar 5-6 odadan oluşan ve her odanın 25-30 metrekare olduğu evler. Ve bu odaların her birinde başka bir aile yaşıyor.
Dualet, banyo ve mutfak ortak. Pansiyon benzeri bu Komünalkalarda ev sıranız gelene kadar bazen bir yıl, bazen beş yıl bekleyebiliyorsunuz. Ev sıranız geldiğinde de devlet size, aile üye sayınıza göre 16 metrekareden başlayıp 80 metrekareye kadar genişleyen evler tahsis ediyor.
Ölene kadar bu evin sahibi siz oluyorsunuz ve aylık kazancınızın ortalama %5’ini ev bedeli olarak devlete ödüyorsunuz. Tabi şunu da unutmayın, bu %5’in içerisinde elektrik, su, doğal gaz gibi masraflar da dahil. Aylık 150-200 ruble arası kazanan işçiler 10-15 ruble ödeyerek ev sahibi oluyor. Hem de elektrik, doğal gaz gibi masrafları da karşılanmış oluyor.
Evler ise tek tip ve ısı yalıtımı için aşırı küçük olarak inşa edilmiş. Öldüğünüzde de miras bırakamıyorsunuz ve devlet burayı sizden geri alıyor. Başka bir ilginç yönü ise konaklama imkanı bulamayan biri komite tarafından küçük evinize kiracı olarak getirilebilir. Yasal olarak bunu reddetme şansınız yok. Hem kiracı için hem de sizin için ev içerisinde özel alan belirleniyor ve kiracınız kadın, erkek ya da evli bir çift olabilir. Sosyalist ekonominin Sovyet halkına en büyük katkısı ürün var ise enflasyonun söz konusu olmayışıydı. Örneğin ev kiraları 50 yıl kadar hiç zamlanmamıştı. Ancak ürünler kaliteli olsa da çok eski ve iyi bakmanız gerekiyor.
Bir televizyonla 30 yıl geçirebilirsiniz. İşin ilginci örneğin yeni bir televizyon alacaksınız ve televizyon 50 ruble diyelim. Devletten kredi alabiliyorsunuz. Dörtte bir peşin gerisini 24 aya dağıtıyor ve faizsiz ödeme yapıyorsunuz. Ne kadar para aldıysanız aynı rakamı geri ödüyorsunuz. Eğitim ve sağlık bütün giderleriyle devlete aitli.
Aynı marka kalemler, defterler, öğrenci kıyafetleri Sovyetler Birliği bünyesindeki 15 cumhuriyette de standarttı. Yöneticilerin de, işçilerin de çocukları aynı ürünlerle aynı sıralarda okuyordu. Eğitim tüm ülkede çok yaygındı ve katı bir eğitim sistemi vardı. Bu da her alanda hem yeterli sayıda hem de başarılı bireylerin yetişmesini sağlamıştı.
Ancak böylesine geniş bir coğrafyada yönetimin tek hatası geniş sorunlara neden olabiliyordu. Örneğin sağlık hizmetleri tümüyle ücretsiz ve yeterli seviyede olsa da 80’li yıllara gelindiğinde diğer ülkelerde reçetesiz bulunan en sıradan ilaçlar bile erişilemez bir hale gelmiş, bir şekilde yurt dışına ulaşabilenler yakınları için ilaç kaçırmak zorunda kalmıştı. Ancak 80’lere kadar böyle bir sorun yoktu. Sovyet vatandaşları ne tedavi için sıra ne de tahlil sonuçlarını alabilmek için bekliyordu. Sovyet Devleti sosyal etkinliklere büyük önem veriyor, bunu birlik olabilmenin bir aracı olarak görüyordu. Ancak sinema, opera, tiyatro gibi etkinliklerin tamamına yakını devlet ideolojisini destekleyen eserleri içeriyordu. İşçi patron ilişkisi, dış ülkelerin Sovyetlere olan düşmanlığı ya da devrimden önceki Rus halkının açlığı bu oyunların ekseriyetinde işleniyordu. Bunun dışında eğer bir batı oyunu, kitabı ya da filmi sergilenecekse devlet gerek gördüğü bölümleri kesiyordu. Bu sayede vatandaşların Sovyetler dışındaki bir düşünce akımıyla ilişki kurması devlet eliyle engellenmiş oluyordu.
Bu ağır sansür nedeniyle ne dış dünya Sovyetlerde olup bitenlere şahit oluyor ne de Sovyet vatandaşları dış dünyaya dair kendilerine anlatılanın dışında herhangi bir bilgiye ulaşabiliyordu. Bu sansür o kadar büyük boyuttaydı ki Çernobil faciasını bile İsveç fark etmese dünya öğrenemeyecekti.
Sovyetler Birliği Hollywood filmlerinde anlatıldığı gibi kötülük imparatorluğu değildi ya da sosyalistlerin anlatımıyla tam manada cennette değildi. Her yerde olduğu gibi içinde iyi de barındırıyordu, kötü de. Araba almak için sıraya girmeniz gerekiyor. Her şey yerli üretim ve uygun fiyatlı olduğu için adınızı yazdırmanızdan itibaren 6-7 yıllık bir bekleme sürecinin sonunda size aracınız tahsis ediliyordu. Ama şuna dikkat edin ki 70’li yıllardan bahsediyoruz. O yıllarda başka ülkelerde araç sahibi olmak bile başlı başına zenginlik demekti. Ve günümüzde bile uzun yıllar para biriktirerek ya da kredi ödeyerek bir araba alabiliyorsunuz. Sovyet devletinin dinlere yaklaşımı resmiyetle layıklık olsa da uygulamada devlet ateizmiydi.
Devlet dini ayrıştırıcı bir unsur olarak görüyor ve dini günlerin çoğunluğu tatillere dahil edilmiyordu. İbadethaneler üzerinde tam bir egemenlik söz konusuydu. Bu durum Rus halkı için o yıllarda kabul görmüş bir mantıktı. Sonuçta bu devrimi halk olarak onlar yapmıştı. Ancak merkez Rusya’nın dışına çıkıldığında, örneğin Azerbaycan ya da Orta Asya ülkelerine gidildiğinde, sosyalist ideolojiyle hiç alakaları olmayan Müslüman halklara da aynı uygulamanın yapılması ülkede birliği yaratmaktan çok bozmaya neden oluyordu. Sovyetlerin parçalanmasındaki en büyük etkenlerden biri de din konusundaki bu baskıcı tutumudur. Tatil konusunda ise devletin sunduğu özel haklar vardı.
Tatil bölgelerinde sanatorium, dinlenme evi ya da kamp adıyla açılan tesisler işçilerin tatil yapmalarına olanak sağlıyordu ve çok düşük ücretlerle bu imkanlardan nüfusun tamamı faydalanabiliyordu. Kırım gibi bölgelerde deniz tatili, iç bölgelerde ise kış ve orman tatili imkanları vardı.
Sovyetlerin büyüklüğünü düşündüğünüzde tabi ki de herkes kendisine daha yakın olan tatil yerlerini tercih ediyordu. Sovyet ideolojisine göre temel haklar yani barınma, eğitim, sağlık, gıda gibi hizmetler devlet tarafından karşılanmak zorundaydı. Herkesin belli bir gıda ödeneği vardı. Örnek verelim, size günlük 4 domates verilecekse bu 5 de olmuyordu 3 de.
Bu ücretsiz olarak verilendi. Eğer ben doymam, fazlasını istiyorum diyorsanız o zaman da devletin marketlerinden maaşınızla alışveriş yapabilirsiniz. Ürünler ise standart. Aynı marka yağlar ve aynı marka konserve ürünler bütün ülkede kullanılıyor. Bu standartlaşmanın kötü yönü seçeneğin olmaması ama iyi yönü de ürün kalitesinin yüksek oluşuydu.
Keza Sovyetler, dünyada ilk gıda güvenliği oluşturan ülkelerden biridir. Yapay gıda boyalarının koruyucuların ve tadlandırıcıların kullanılması yasaktı. Bunların yerine domates, pancar ve çiçek özlerinden elde edilen doğal ürünler kullanılıyordu. Evlilikte Sovyetler de çok enteresan bir şekilde işliyor.
Sovyet devleti için her şey ideal olmalıydı. Göze batmak ya da olması gerekenin dışında olmak hoş karşılanmıyordu. Her şeyin bir doğal hali vardı. Bir aile, bir anne, bir baba ve en az bir çocuktan oluşmalıydı. Evlenen çiftlerden hemen çocuk yapması beklenirdi. Boşanma ise öyle kafanıza göre olmuyor. Eğer bu durum söz konusu ise hem erkeğin çalıştığı yerin yöneticilerinden oluşan komite erkeği sorguluyor hem de kadının çalıştığı kurumdaki komite bunu engellemek için çabalıyordu. Tabiri caizse çiftin ayrılmaması için mobbing uygulanıyordu. Ayrıca bu bir rezillik olarak görülürdü. Çünkü standardın bozulması demekti ve boşanmış çocuklu bir kadına toplumda o kadar da iyi gözle bakılmıyordu. Çocukların bakımı, annenin çalıştığı fabrikanın bünyesinde bulunan ücretsiz kreşler de yapılırdı. Kreş ve çocuk bahçeleri köyden kente Sovyetler Birliği’nin neredeyse tamamına yayılmıştı. Ancak kreşler için bile bekleme listesi oluyordu. Bazen birkaç ay bazense bir yıla yakın bir süre bekleniyordu. Bu süreçte de çocuğa, ailedeki emekliler bakıyor ya da anneye izin veriliyordu. Çocuğu gece ya da gündüz gerekirse 24 saat kreşe bırakabiliyorsunuz.
Bir işçinin 150-200 ruble arasında kazandığını düşürürsek kreş ücretleri aylık 15-16 ruble gibi çok düşük fiyatlardaydı. Günlük çalışma ise ortalama 8 saati ve yaptığınız işe göre 1 ya da 2 gün tatil olurdu. Yıllıkta 28 gün ücretli izin vardı. Sanayi ve maden alanındaki işçilerin kazançları ise Karl Marx’ın belirttiği gibi herkesin katkısına göre mantığındaydı. Nitekim devletin kuruluş felsefelerinden biri buydu. İşçi olarak temel kazancınızı elde edebilmek için öncelikle kota doldurmalıydınız. Kota üzerine çıktığınızda da ek ücret alıyordunuz. Tatil zamanlarında çalışmak da yine ek ücrete tabiydi. 1956 yılında başlayan ve dönem dönem tekrarlanan işçi maaşlarını standarda bağlama çalışmaları ise başarısızlığa uğradı ve ülkenin ekonomik çöküşünün temellerinden birini attı. Halk arasında prestil sahibi olmanın ise kazandığınız parayla hiçbir alakası yok. Çünkü sosyal hayatta paranın bir değeri yok. Bunu size sadece eğitim sağlayabilir. Bir doktor ya da üniversite profesörüne halk neredeyse soylu gözüyle bakıyor. Peki herkes gerçekten eşit miydi?
Tabii ki hayır. Devletin yönetici sınıfı olan komünist parti yöneticileri genellikle saraylarda yaşıyordu. Ve onlar servet sahibiydiler. Yurt dışına çıkmanız resmiyette yasak değildi. Ancak pasaport alamadığınız için böyle bir hakkınız yoktu. Ancak komünist parti yöneticileri yurt dışına çıkabildikleri için döviz alabiliyor ve dış ülkelerde yatırımlar yaparak zenginleşiyorlardı.
Bu durum çoğunluk tarafından bilinse de görmezden gelinen bir gerçektir. Akademisyenler ve sporcular da zaman zaman yurt dışındaki etkinliklere katılabilirdi. Ancak bu giriş ve çıkışlar toplu yapılır ve özel olarak yabancılarla iletişim kurmalarını engellemek için yanlarında mutlaka KGB ajanları olurdu. Sadece yurt dışına çıkıldığında değil, yaşadığınız apartmanda,
komünde, fabrikanızda her zaman birileri KGB’nin muhbiriydi. Nitekim devlet vatandaşına tam anlamıyla paranoyakça yaklaşıyor ve güvenmiyordu. Dış güçlerin ajanı olabilirdiniz, halkı kışkırtabilirdiniz, bu durum Sovyet düzeninin yıkılmasına kadar gidebilirdi. O nedenle insanlardan tek tip bireyler olması beklenirdi. Bu tek tip ise şöyleydi. Sosyalist, öncü, Sovyet milliyetçisi, çalışkan, cesur, eleştirmeyen ve fedakâr. Sadece siyasi görüş değil, dış görünüşünüz bile toplumun genelinden farklı ise, bu durum evinize baskın yapılmasına ve soruşturma geçirmenize neden olabilirdi. Özellikle Stalin dönemi, tam anlamıyla kabuslar dönemiydi. Yeteneğiniz ve performansınız ne olursa olsun,
bulunduğunuz mevkilerde yükselmeniz için mutlaka komünist partiye katılmanız gerekiyordu. Komünist parti üyesi değilseniz, devlet gözünde daima ikinci sıradasınız. Bu sadece karot üzerinde yeterli değildi. Toplantılara, mitinglere ve etkinliklere katılmanız şarttı. Öyle ki hukukçular hatta bilim insanları bile yükselmek için komünist parti üyesi olmalıydı. Bu durum liyakatsizliği yaratıyordu.
En yetenekliler değil, en yalakalar daha hızlı yükseliyordu. Bu da Sovyetlerin çöküşündeki en büyük etkenlerdendi. Çünkü bilim adamları ve umut vaat eden gençler, Sovyetlerden kaçarak Avrupa ve Amerika’da iş sahibi olmayı seçiyordu. Bilim insanlarının ve düşünürlerin uğradıkları baskı ve siyasi ideolojiye uygun hareket etme zorunluluğundan dolayı
sıklıkla ülkeyi terk etmeleri, teknolojik olarak ilerlemeyi Batı dünyasının çok gerisinde bırakıyordu. Bunu gözünüzde örnekleyecek olursak, bir Avrupalı’nın 4K izlediği televizyon programlarına Sovyetler vatandaşı ancak 480P çözünürlükte ulaşabilirdi diyebiliriz. Günümüzde hala bu açık tam olarak kapatılamamıştır.
1925 ve 1953 yılları arasında milyonlarca insan yönetimi eleştirme ve Stalin hakkında olumsuz konuşma, hatta onun hakkında şaka yapma gibi iddialar nedeniyle hapishattı. Stalin kendi iktidarını ne pahasına olursa olsun korumayı hedefleyen bir tirandı ve kendinden sonra gelen neredeyse bütün Sovyet yöneticileri Stalin yönetiminin zorbalıklarını dile getirmekten çekinmemişti.
Stalin yönetimi insanlık için bir kabustu. Ve bir nedenle uzak diyarlara gidecekseniz, ulaşım devasa tren yollarıyla gerçekleşiyor. 9.289 km uzunluğuyla dünyanın en uzun tren hattını kullanarak Sovyetlerin bir ucunda diğer ucuna gidebilirsin. Bu tren yolculuğu karlar ve ormanlar arasında
Sibirya’nın uçsuz bucaksız coğrafyasında aylarca sürebilir. Dile kolay. Bu trenler tabii ki kimseye gideceği şehrin kapısına bırakmıyor. Birkaç hattı olan Sibirya trenlerinden sonra yola at arabaları ve kısaklarla devam etmeniz gerekecek. Bu da bazen aylarca devam edebilir. Kısaca uzak bir yere sürgün yediyseniz, vardığınızda biraz daha yaşlanmış oluyorsunuz.
Genellikle Sibirya sürgünlerinin bindirildiği bu tren hattı günümüzde dünyanın en ünlü turistik turlarından biri. Geniş kompartimanları ve zarif işlemeleriyle Sovyet trenlerinde geçireceğim bir yolculuk benim de en büyük hayallerimden. Kim bilir, belki bir gün. Eğer GULAK adı verilen toplama kamplarına sürüldüyseniz Sibirya’nın ortasındasınız demektir. Haftanın 7 günü ve günün çoğunluğu ağır şartlarda çalıştırılacaksınızdır. Beslenmeniz ve temel ihtiyaçlarınız da yetersiz düzeyde karşılanıyordur. GULAKlara giren bir mahkûmun artık geri dönmesi çok zordu. Milyonlarca insan bu çalışmalarda öldü. Ender olsa da bazı GULAKlarda günde ancak bir kez tuvalete gidilmesine izin verilirdi ve ancak bir bardak su içme hakkınız vardı. Koşulları protesto etmek amacıyla mahkumlar sıklıkla intiharı seçmiştir. Sovyetler Birliği mekanik teknoloji de öncüydü. Çünkü devlet sistemi üretme ve bu üretim sayesinde halkı besleme temelinde yapılanmıştı. Ancak mekanikteki başarı bilimsel gelişmede gösterilemiyordu. Çünkü bilim adamlarının çoğu kaçıyordu
ve diğer alanlarda gelişim ancak dünyanın geri kalanıyla etkileşim geçirmekle olurdu. Ancak Komünist Parti bu imkanı bilim insanlarına vermiyordu. Sovyet ekonomisi tamamen bir plan dahilindeydi. Ama tek elden yönetilen bu plan, faciaların da temeli olabiliyordu. Örneğin Moskoviç marka arabaları Sovyetlerle özdeşleşmiş ve 1970 yılındaki Rarli’lerde Avrupa’da dereceler almıştı. Bunun üzerine yönetim, üretim sayısını arttırma kararı aldı. Karar alında alınmasına ancak sadece işçi sayısı arttırılabildi. Ayrıca dün tarım işçisiyken bugün torna makinesinin başına getirilen işçiler verimi ve kaliteyi düşürdüler. Üstlerine karşı mahcup olmak istemeyen yöneticiler de kağıt üzerindeki değişikliklerle üretimi arttırmış gibi gösterdiler. Sovyetlerdeki birçok büyük fabrikanın bitişi aynı yanlış planlama ve hiyerarşideki memurların üstlerini memnun etme çabası olmuştu. Tarımda da durum benzer bir hal almıştı. Ülkenin kuruluşundaki liyakatli isimler yerini yalakalara bırakmış, bu nedenle doğru düzgün tarımsal üretim dahi yapılamaz olmuştu. Bazı kıtlık zamanlarında tek bir meyve için saatlerce bekleyen Sovyet vatandaşları görülmüştü. Tabii ki bunlar artık ülkenin sonlarına doğru yaşanıyor. Ayrıca Sovyetler uzun yıllardır başta Amerika olmak üzere Batı ile soğuk savaşa girmişti ve bu amaç doğrultusunda ülke kaynakları hunharca kullanılıyordu. Öyle ki Batı, komünist ideolojiye karşı dünyadaki sağ grupları desteklerken Sovyetler de aynı ülkelerdeki sol grupları destekliyordu.
Ayrıca olası bir dünya savaşı için yapılan askeri yatırımlar Amerika ile rekabet için girişilen uzay çalışmaları, Sovyetlerde beklenen bilimsel verimi sağlamamış ve yine kaynaklar boşa harcanmıştı. Sonuç olarak kaybedilen bu soğuk savaş ve savurganlık durumu ayrıca ülke içerisindeki azınlıkların yorulmuşluğuyla da 1991 yılında Mihail Gorbaçov yönetiminin olduğu yılda hem yönetim hem de ekonomik olarak iflas edildi ve Sovyetler dağılmak zorunda kaldı.
Sovyet-Sosyalist Cumhuriyetler Birliği hiçbir zaman komünist bir devlet olmadı. Komünizm onlar için nihai bir hedefti. Sosyalizmse komünizme olan geçiş süreciydi. Ancak sosyalizm sonlanmadan, komünizm gelmeden çoktan yıkılmış oldu. Ancak insanlık da asırlar boyunca anlatılacak olan ilginç bir serüveni de işte bu sayede yaşadı.
Tarihin bize masal gibi gelen, yakın ama bir o kadar da uzak zamanlarda geçirdiğimiz bu yolculuktan umarım keyif almışsınızdır. Ben Engin Deniz.
Gelişmelerden daha hızlı haber alabilmek için şu an ekranda gördüğünüz Instagram hesabımı takip edebilir ve YouTube kanalıma abone olabilirsiniz.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir