SUU Çİİ: MYANMAR KATLİAMININ MİMARI
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=jv4rjBwHlz4.
Nobel Barış ödülü sahibi olduğunda dünyasına barışın elçisi olarak bakıyordu. Ancak bugün tarihte Müslümanların kadyamına susmuş bir isim olarak kaldı. Peki bu süreç nasıl oldu? Profilin bu bölümünde Myanmar’ın devrik lideri Suu Kyi anlatacağız. 19 Temmuz 1947’de bağımsız Burma için düzenlenen bir toplantı basıldı ve 9 kişi öldürüldü.
Öldürülenlerden biri de Suu Kyi’nin babasıydı. Bu olay Suu Kyi’ye hem bir miras hem de büyük bir yük bıraktı. 1948’de Burma’nın bağımsızlığa kavuşmasının ardından Suu Kyi, babasından kalan mirasla adı konmamış bir dokunulmazlığa kavuştu ve bu sayede kargaşalardan uzak kaldı. Rangun’daki metodist İngiliz lisesinde ahlak ve coğrafya dersleri aldı. 1960’da annesi Hindistan Büyükelçisi olarak atandı ve kızını da yanına aldı. İki yıl sonraysa Burma’da sosyalist bir darbe gerçekleşti ve Burma Birliği Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. Bu darbe ve sonrasında kurulan sosyalist cumhuriyet ülkede mevcut olan kargaşayı daha da artırdı. Suu Kyi annesiyle birlikte Burma’dan ayrıldığında 15 yaşındaydı ve bu tarihten sonra ara sıra ziyaretler dışında 28 yıl boyunca ülkeye dönmedi.
Üniversite eğitimi için Oxford’a gitti, felsefe, siyaset ve ekonomi okudu. Ardından Birleşmiş Milletler için kısa süre çalıştı. 1972’de ise Tibet Budizmi konusunda uzman genç bir İngiliz akademisyen olan Michael Harris ile evlenip Oxford’a yerleşti. Babasının mirası olmasaydı belki de Suu Kyi Oxford’da hayatını kendi halinde yaşayıp tamamlayacaktı. Ancak yüklendiği miras ona böyle bir hayat fırsatı vermedi ve ülkesine dönüp yeniden siyasete gireceği anı bekledi. O ansa 1988’de geldi. Mart 1988’de Suu Kyi’nin annesi felç geçirdi ve Kyi annesinin yanında olmak için Burma’ya geri döndü. Karşılaştığı ise bıraktığından çok farklı ekonomisi ve bürokrasisi felç hale gelmiş bir Burma’ydı.
Yıllar süren askeri sosyalist yönetim özellikle genç kesim arkasında büyük bir muhalefet biriktirmişti. Ve Kyi Burma’dayken, Cunda karşı törenci protestolar patlak verdi. Askerlerin halka ateş açmasıyla çatışmalara dönen olaylarda birkaç ay içinde yüzlerce insan yaşamını yitirdi. Bu olaylar yaşanırken mevcut yönetimden rahatsız olanlar tarafından kurulmuş Ulusal Demokrasi Birliği Partisi Suu Kyi’ye parti liderliğini teklif etti. Çiğ teklifi kabul ederek aktif siyasete direkt olarak merkezi bir seviyeden girmiş oldu. Bu arada Cunta yönetimi gücünü aldığı milliyetçi kesimi memnun etmek için adımlar atmaya devam etti. Burma’nın adının sömürge yıllarını hatırlattığını öne sürerek ülkenin adına Myanmar olarak değiştirdi. Myanmar ismi ülkedeki en yoğun nüfuslu grup olan Birmanların adından gelmekti.
Çiğ’nin politikaya girmesinin ardından söylemleri, sokak olaylarını dindirmeye yönelik barışçıl mesajlar içeriyordu. Hem ülkedeki olaylar hem de Çiğ’nin mücadelesi sonuç verdi ve Mayıs 1989’da Cunta yönetimi gelecek yıl genel seçimlere gideceğini açıkladı. Ancak aynı zamanda Suu Kyi’yi devleti tehlikeye attığı gerekçesiyle hiçbir yargı sürecine tabi tutmadan ev hapsine aldı. Seçimlere kadar Ulusal Demokrasi Birliği Partisi’nin pek çok yöneticisi Çiğ gibi hapse atıldı. Buna rağmen parti ezici bir çoğunlukla seçimi kazandı. Ancak Cunta yönetimi iktidarı devretmeyi reddetti. Cunta’nın ezici gücü sayesinde bu süreç tam 21 yıl sürdü. Bu 21 yıl içinde Çiğ zaman zaman serbest bırakıldı ancak kısa sürede tekrar tutuklandı.
Cuntacılar Çiğ’yi siyasi olarak etkisiz hale getirmeye çalıştıkça tam tersi bir etkiyle kendilerine karşı direnişin sembolismi haline getirdiler. Suu Kyi’nin Cunta’ya karşı bu barışçıl direnişi 1991’de kendisine bir Nobel Barış Ödülü kazandırdı. 2010 yılında Suu Kyi ev hapsinden nihai olarak serbest bırakıldı ve aktif siyasete döndü. 2015 yılında Cunta yönetimi uzun bir aradan sonra ilk kez seçim kararı aldı.
Suu Kyi’nin popüleritesi partisini zafere taşıdı. 2016’dan 2021’e kadar Düşüşleri Bakanı ve Başbakanlık yaptı. Cunta karşıtı duruşunu devam ettiriyordu ancak öte yandan ülkede giderek artan bir sorun daha vardı. Müslüman Karşıtlığı Myanmar’ın Arakan Eyaleti’nde Rohingyalar olarak anılan Müslümanların varlığı 100 yıllar öncesine dayanıyor. Ancak Myanmar’ın diğer grupları onların ülkeye İngiliz sömürgesi sırasında çalışmak için getirildiğini
dolayısıyla ülkenin yerlisi olmadığını savunuyor. Rohingyalar görüntü olarak da genellikle güneyasyalı görünümdeler ve diğer etnik gruplar tarafından kolayca tanınabiliyorlar. 1948’deki bağımsızlık zamanında Rohingyalar genel olarak yeni uluslararayla yerlerini bulmak için çabalayan birçok etnik gruptan sadece biriydi. Parlamento’da görev yaptılar ve etnik kökenleri 1961 nüfus sayımına dahil edildi. Ancak askeri Cunta yabancı düşmanıydı ve Birmanların üstünlüğü ideolojisini benimsiyordu. Bu yüzden sonraki yıllarda Rohingyalar sistematik olarak şeytanlaştırıldı ve birçoğu temel haklarından mahrum bırakıldı. 1982’de ise yeni bir vatandaşlık yasası Rohingyaları yabancılar olarak sınıflandırmaya başladı. Rohingyalar artık iyi okullara gidememeye ve yerel yetkililere para ödemeden ülke çapında özgürcü hareket edememeye başladı. Giderek vatansız kalan Rohingyalar başta Tayland, Malazya ve Endonezya olmak üzere ülke dışına kaçmak için insan ticaretinin eline düştü. Yüzlercesi yollarda öldü. Geri kalanlarsa öpçü saldırılardan kaçmak için yiyecek ve içeceği erişimin çok kısıtlı olduğu toplanma kamplarına yerleşmek zorunda kaldı. İşte böyle bir atmosfer içinde Suuçi sadece Cunta karşılıkları için değil Rohingyalar için de bir umut olarak görülüyordu ancak böyle olmadı. Bir bir manasıyla olan Suuçi Rohingyalar’ın adını anmaktan dahi geri durarak onlara yöneltilen yasa dışı göçmen etiketini kullanmayı sürdürdü. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Rohingyalar’a karşı uygulanan ırkçılığı etnik temizliğin bir ders kitabı örneği olarak nitelendiriyor. Ancak Suuçi bu soykırımı kınamak yerine Rohingya isyancılarını terörist olarak nitelendirdi ve Uluslararası kuruluşların dev bir yanlış bilgi buzdağı oluşturduğunu öne sürerek
dünya çapındaki kınamayı reddetti. Dahası Rohingyaları isyan çıkarmak için kendi evlerini ateşe vermekle suçladı. Cunta’ya karşı mücadelesiyle gönüllere kazanan Suuçi söz konusu soykırıma tabi tutulan Müslümanlar olduğunda orduyu eleştirmeyi reddetti. Dünyanın gözü önünde yaşananlara ideyalar ve karşı ideyalar var. Hepsini dinlemek zorundayız diyerek görmezden gelmeyi sürdürdü.
Suuçi’nin liderliği altındaki Myanmar, kelimenin tam anlamıyla bir hayal kırıklığıydı. 2019’da Myanmar ordusu Uluslararası Adalet Divanı tarafından Rohingyalara karşı soykırım idyalarıyla yargılanırken C’yi orduyu savunmak için davaya dahil oldu. Kasım 2020’de C’nin partisi 2015 seçimlerinden daha fazla bir oyla seçimi kazandı. Ancak Şubat 2021’de ordu yeniden bir darbe gerçekleştirerek yönetime geldi.
C ise tekrardan 4 yıllık hapis cezasına çarptırıldı. İşte Nobel Barış Ödülü’nden soykırım avukatlığına giden bir hikaye böyle bitti.
Rohingyalara karşı devam eden ırkçılık ise dünyanın gözü önünde süren bir utanç olarak hala varlığını sürdürüyor. Nobel Barış Ödülü sahibi olduğunda dünya ona barışın elçisi olarak bakıyordu. Ancak bugün tarih…
İlk Yorumu Siz Yapın