Tacir ile Papağan | Mesnevi’den Hikayeler 3. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=JtxhRF6yFlc.
Dili, dini, rengi, milliyetli ne olursa olsun bütün dünyaya şifa kaynağı olmuş mesneviden bir hikayeyle yine karşınızdayız.
İnsan kalabalığı bir nehir gibi akıp gitmekte su misali. Gidenler neredeler hani nerede? Sanki dünyaya hiç doğmamışlar gibi belli belirsiz bir iz bırakıp sır olup gittiler.
Hayatın merkezi başrolu sensin. Kendi hikayedesin. Kalabalık ve sosyelsin. Daima merkezde ve görünür desin. Nasıl olduğun değil nasıl göründüğün önemli. Gayet memnunsun beğeniliyorsun. Takipçilerin seni ilgi ve alakayla köpürtüyorlar büyütüyorlar. Yaptığın ayak uydurmak sadece bu çağın diline. Değerli hissetmek için bunca çaban. Herkes ilgi odağı olmak arzusunda. Bu kalabalığın tam ortasında senin de içine ufaktan bir yalnızlık oturmuyor mu?
Dürüstçe söyle. Özüne döndüğünde hissediyorsun değil mi derinlerdeki o kimsesiz yalnızlığı? İşte tam da böyle. Kulak versen kalbine elbet soracaksın.
Kafesten kurtulmanın çaresi ne diye. Senin de günahın yok aslında. Bana ben sana sen ona o olmak öğretildi. Üstelik anlatılana göre şeytanın tek günahı benlikti. Efendim anlatılan odur ki ticaretle uğraşan bir adamın güzel bir papağanı vardı. Bir gün bu tüccar işi gereği Hindistan’a gitmek için yol hazırlığına başladı.
Ailesinin gönlünü daima hoş tutan tüccar tek tek sordu herkese. Size Hindistan’dan ne getireyim ne istersiniz diye. Her biri ayrı ayrı istekte bulundu. Sözüm söz dedi cömert adam.
Eksiksiz getireceğim hediyelerinizi. Sonra çok sevdiği papağanı dönüp sordu. Ey güzel kuşum sen ne istersin benden. Hind diyarında akrabalarım yakınlarım vardır dedi papa. Anlat halimi onlara selamımı ilet dostlarıma. Özlem içindeyim yıllardır. Hasretimi dindirecek bir yol sorarım onlardan. Konuştukça çözüldü dilinin düğümleri. Onlara ilet dedi şu sözlerimi. Ben gurbette demir kafesler içinde mahpusken sizler keyif çatarsınız memleketin yeşil ormanlarında. Söyleyin bu mudur size yakışanı?
Böyle mi olur dostların vefası? Ey mutlu kardeşler hiç olmazsa sabahın seherinde anın şu garibi. Dostların yadını saadetten sayıyorum dedi. Tüccar papağanın selamını ve mesajını oradaki papağamlara götürmeyi kabul ederek yola revan oldu. Yolda uzun uzun düşünecek vakti oldu tüccarın. Çok sevdiği papağanın bu isteğine bir anlam veremedi.
Onun arkadaşlarını kıskandığını düşündü. Yine de mazur gördü güzel kuşunu. Ah çekti içinden. Kıskançlıkla karılmış mahlukatın hamuru. Ey dostlarının canına can katan, gül bahçesine böyle bensiz gitme istemem. İstemem ey gök kubbe bensiz dönme.
İstemem ey ay bensiz doğma. İstemem ey yeryüzü bensiz durma. Bensiz geçme ey zaman istemem. Sen benimle beraberken hem bu dünya güzel bana hem o dünya güzel.
İstemem bensiz kalma bu dünyada sen. O dünyaya bensiz gitme istemem. Tacir yolda birçok tehlikeler ve badireler atlattı. E uzun yol. Sonunda sağ salim Hindistan’a vardı. Ülkenin en iyi mallarını seçebilmek için sabah akşam pazarları, dükkanları dolaştı.
Kârlı bir ticarette umduğuna nail oldu nihayetinde. Sıra geldi ev ahalisinin isteklerine. Hiç kaçınmadı masraftan. Her şeyin en iyisinden satın aldı. Tam biraz dinleneyim derken, Papağan’ın istediği geldi aklına. E tüccar dediğin sözünün eri olur dediği içinden ayaklandı.
Sorup soruşturup Papağan’ların yaşadığı ormana gelmeyi de başardı. Haklıydı mahzun kuşu. Burası onun yurduydu. Dallarda kendisi gibi eşsiz güzellikte kuşlar vardı. Önce selam sonra kelam. Bir anda sus pus oldu orman.
Bütün Papağan’lar tüccara kulak verdi. Güzel kuşunun sözlerini aktardı adam. Sözlerini bitirir bitirmez Papağanlardan biri birkaç kere titredi. Nefesi kesilerek düşüp öldü. Dediğine diyeceğine pişman oldu tüccar. Günaha girdim dedi içinden.
Sebebi olduğum zavallının pişmanlıkla düşündü kendi kendine. Galiba dedi bu ölen can dostudur benim Papağan’ımın.
Üzüldü üzülmesine ama yine de İmren bir dostluğun böylesine.
Tüccar Hindistan’daki alışverişini bitirdikten sonra memleketine geri döndü. Heyecanla bekleyen ailesini memnun etti önce. Papağan tüccarın hediyeleri dağıtmasını dikkatle seyretti kafesinden. Merak içerisindeydi. Sonunda seslendi sahibine.
Hani nerede benim armağanı? Ne haber getirdin bana yurdumdan dostlarımdan? Anlat bana gördüklerini. Ben de ev halkın gibi mesut olayım dedi. Tüccar bana öyle bir iş yaptırdın ki sana uyup da nasıl böyle bir cahillik yaptığıma hala yanmaktayım dedi.
Bin pişman oldum ama pişmanlık neye yarar? Papağan bu sözleri duyunca meraklandı. Sevgili kuşunun ısrarına dayanamayan tacir olanları başından sonuna bir bir anlattı. Söylediğin yere gittim. Dostlarına selamını ve söylediklerini aktarınca içlerinden biri senin gönderdiğin haberin üzüntüsüne dayanamamış olacak ki düşüp öldü. Tüccarın bu anlattıklarını dinleyen kafesteki papağan önce titredi sonra kas katı kesildi.
Tacir kendi güzel papağanının da aynı şekilde düşüp öldüğünü görünce aklı başından gitti. Ağlayıp sızlanmaya ahva edip dövünmeye başladı.
Bensiz uçup gitme ey ruh istemem. Senin aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin.
Ben bir geceyim sen bir aysın madem. Gök yüzünde bensiz gitme istemem. Gül sayesinde yanmaktan kurtulan dikene bak bi. Sen gülsün bense senin dikeninim madem. Gül bahçesine bensiz gitme istemem.
Sen ey gideceğin yolu bilen, sen ey yolumun ışığı, sen ey benim değneğim bensiz gitme istemem. Onlar sadece aşk diyorlar sana. Oysa aşk sultanımsın sen benim.
Ey hiç kimsenin düşüne sığmayan dost bensiz gitme istemem.
Ey güzeller güzeli papağanım, hoş sesli kuşum, yoldaşım, sırdaşım ne oldu sana? Neden bu hale geldin diye feryat eden tacir, papağanı üzüntüyle çıkardı kafesten.
Derken papağan birden canlanıp havalandı avuçlarının içinde. Güneş nasıl yükselirse tam yerinden öyle yükselip kondu dallardan birine. Tacir şaşak aldı bu hale. Başını kaldırıp dedi ki ey güzel papağanım sen bu hileyi nereden öğrendin?
İnan çok canımızı yaktın. Papağan cevap verdi konduğu yerden neşeyle. Sevgili efendim Hindistan’daki dostum yol gösterdi bana yaptığı hareketle. Selamımı alınca düşüp ölmüş gibi yapması öğüttü aslında bu garibe. Efendim ölmeden önce öl, canını ten kafesinin esaretinden kurtar.
Ruhun gerçek vatanının güzelliklerine uçsun. Allah’a ısmarladık efendi. Sen de beni takip edersen ancak hürriyetine kavuşursun. Papağan sevinçle havalandı. Tüccarın hayran bakışları eşliğinde kanat çıptı yurduna dostlarına doğru.
Uçtu uçtu uçtu ve nihayet gözden kayboldu.
Gönül vermeyince gönül bulamazsın der Hazreti Pir. Dirilişi müjdeler ümitle. Ey dost aşıkların hayatı ölmektedir. Kıssadan hissemize düşen hakikate kulak verelim şimdi.
Ölmeden önce ölmek nedir? Dedik ya en başta söyledik. Biz hikayeyi anlatmakla vazifeliyiz. Gerisini ehli bilir. Mutu kable ente mutu. Ölmeden önce ölüm.
Men arafa nefseh fakat arafa rabbe. Nefsine arif olan Rabbine de arif olur. Ne yazık ki bunu biraz yanlış tercüme ediyorlar. Nefsini bilen Rabbini bilir diye.
Bilmekle arif olmak arasındaki farkı fark etmek lazım. Ve… Levlakya levlak, leme halaktul eflak. Sen olmasaydın bu felekleri yaratmazdım.
Efendim bu üç hadise nebevi asırlardır tartışılmış durmuş. Bir neticeye de bağlanmamış. Herkes kendi fikrinde sabit kadem kalmış. Kaladursunlar. Biz Hz. Mevlana’nın bu hikayede ne demek istediğine bir bakarsak. Hz. Pir ölmeden önce ölünüz tabirini kullanmaksızın bu manayı vermiş. Bildiğiniz gibi Mesnevi-i Şerif’in pek çok şerhi yapılmış. İsmail Akkı Bursavi Hazretlerinden, Ankara valisi Abidin Paşa’ya varıncaya kadar çok geniş bir yelpazı. Ve bu şerh edenler yelpazısı içinde çok kapsamlı ve başarılı şerhinden dolayı
Hz. Şarih diye anılan Galata Mevlevi Hanesi Bosnaşi’ni, İsmail Rasuhi Ankaravide de efendi hazretleri dahil.
Hemen bütün şarihler bu kıssanın hissesi olarak Hz. Mevlana’nın ölmeden önce ölmeyi anlattığını ve bu nasihatte bulunduğunu kabul ve beyan etmişler. Mutu kable ente mutu, ölmeden önce ölünüz.
Bu hikayede yani Papa’nın hikayesinde bendeniz bir başka hususa müşadenizle dikkat çekmek istiyorum.
Efendim malumunuz, Hz. Musa kavmini Mısır’dan alıp Firavun’un zulmünden kurtardıktan sonra Firavun Firavunluğundan elbette vazgeçmedi. Ve saray usulü olarak paleçoları var. O paleçolar, Hz. Musa’yı istifaf etmek, küçük düşürmek, alay etmek için onun taklidini yaptılar.
Bilindiği gibi Hz. Musa orta boylu tıknaz, saçları dökük, hafif göbekli ve çok kıllı bir zat-ı şerif.
Ve kanına yastık bağlayıp, başına işkem ve tersi bağlayıp saçsızlığını belirtmek için öyle şaklabanlıklar yapıp Firavun’u sözde eğlendiriyor.
Hz. Musa bundan haberdar olduğunda malum sıfatı şerifi kelimullah’dır, Allah ile kelam edin. Böyle bir anda Rabül Alemin’e şikayette bulunuyor. Ya Rabbi Firavun’un paleçosu beni taklit ederek ben ne alay ediyor onu kahret. Rabül Alemin’in cevabı kahretmem ey kelimim.
Çünkü Firavun’u taklit etmiyor, seni taklit ediyor kahretmem. Acaba arz edebildin mi efenim? Elbette taklit tefekkürü yok eder. Ancak tahkike ulaşmak için elbette taklit lazımdır.
Taklitte kalanlar zarardadır. Taklidi tahkike basamak yapanlar kazançlıdır. İşte Hindistan’daki papağan kendisini taklit etmeyi tüccarın papağanına lisan-ı haliyle anlattı.
Doğru taklit, taklit bile olsa insanı doğruya götürür. Tekrar edelim ne mutlu taklidi tahkike yükselte binlere. Duymaya irfan gerek. Sırrı mulaktır, gönülde zevk ile vicdan gerek. Bir hazinedir tasavvuf, malik olmaz her hasis.
Bulmaya anı cihanda bir yiğit sultan gerek. İnci taşıyan sedefe kavuşmak kolay olmaz. Bulunmaz nehr içinde bahri bir payan gerek. Marifet davası eden sahtekâr bilmez mi ki kalpteki arzuya elde hüccetü burhan gerek. Arif gezer halk içinde herkes tanımaz onu. Aşk ateşinde yanarak hak ile yeksan gerek. Şöhrete övünen kimse haktan nasip alamaz. Batının umranı için zahiri viran gerek. Ölmeden önce ölerek kabri ve haşri görüp malikül mülk huzurunda kalbi hem hayran gerek. Ey Niyazi, hakka vuslat herkese olmaz nasip. Güneşten ziya alacak ay gibi insan gerek. Evet sevgili dostlar, ruha şifa mesneviden de bugünlük bu kadar. Sağlıkla ve muhabbetle kalın.
Aman ha unutmayın bahar çok yakın.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın