"Enter"a basıp içeriğe geçin

Tapınak şövalyelerini kim yok etti?

Tapınak şövalyelerini kim yok etti?

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=WbR5S0Il9OY.

Papa II. Urban, 1095 yılında büyük bir çağrıda bulundu ve Haçlı Seferleri’nin temelini attı. 20 farklı milletten bir araya gelen haçlılar, Doğu Akdeniz’e ulaştıktan sonra buradaki durumlarını korumak için farklı yöntemler denediler. Gizemli bir örgüt kurmak bu yöntemlerin en ilginciydi. 1. Haçlı Seferinden sonra Kudüs’te bir krallık kuran Hristiyanlar, bölgede kalıcı olmak için çalışmalara başladı.
Kontluk askeri güç ve nüfus konusunda dönemi ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktı. Kudüs, Haçlı Krallığı kurulduktan sonra sefere katılmış olan Hristiyan nüfusunun önemli bir kısmı Avrupa’ya geri dönmek istiyordu. Şehirden zorla çıkarılan Müslümanlar da henüz Kudüs’ün etrafından uzaklaştırılamamıştı. Bölgede kalmayıp Avrupa’ya dönme konusunda ısrarcı olan bu Haçlı nüfusu Kontluğun demografik açıdan zayıflamasına sebep oluyordu. Bir de Haç meselesi vardı tabii ki. 1. Haçlı Seferi sırasında Müslümanların korkunç şekilde katledilişini kimse unutmamıştı.
Hristiyan dünyası da bunun farkındaydı. Hac dönemlerinde Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında meydana gelebilecek çatışmalardan korkuyorlardı. İşte tüm bunlar Tapınak Şövalyelerini ortaya çıkardı. Örgüt, Kutsal Toprakların Güvenliğini Sağlama Örküsü ile Huk de Bayerns’in önderliğinde 9 kişilik bir şövalye grubuyla kuruldu. Kurulurken kendilerine latince Pau Pérez Comilitones Christia ismini seçtiler. Bu isim İsa’nın yoksul askerleri anlamına geliyordu. Şüphesiz alelade tercih edilmiş bir isim değildi. Peki örgütün bu ismi seçmesindeki amaç neydi? Yoksulluk örgütün kuruluş esnasında üzerine yemin ettiği temel ilkelerden biriydi. Çünkü Hristiyan manastır hayatının temel şartlarındandı. Ve bu hayatı tercih eden kişi öncelikle tüm servetinden feragat etmek zorundaydı. Hristiyan öğretilerinde bu ruhani olabilmek için zorunlu bir eylemdi. Dış dünyaya ait bir mülkün olması ve onun korunması Hz. İsa’nın yolundan gitmeye engel olarak görülüyordu. Yani tapınakçılar kurulurken aldıkları bu isimle ne kadar ruhani bir görev için çalıştıklarını kanıtlıyorlardı. Tıpkı Haşhaşiler gibi tapınak şövalyeleri de son derece gizemli ve karanlık bir örgüttü. Hakkında az kaynak olması örgütü iyice sır dolu bir yapılanmaya dönüştürmüştü. Yine de örgüt hakkında üç ana kaynak vardı. Surlu William’ın Kroni, Suryani Michael’ın ve kaynaması ve İngiltere başdiyaskolu Walter Mapp’in eseri. Üç kaynakta örgütün kuruluşunu farklı anlatıyordu.
Mesela Surlu William, kurucu kadronun 9 kişi olduğunu söylerken Suryani Michael 30 kişi olduklarını iddia ediyordu. Walter Mapp ise kurucu kadro sayısından hiç bahsetmiyordu. Tarihçiler ise her zaman Surlu William’ın 9 şövalyayı anlattığı eseri dikkate aldı. Peki neden 9 kişilerdi? Dante’ye göre 9, Thessis üçlemesinin 3 katı olduğu için şövalyelerin kutsal kabul ettiği bir şifreydi. Ama işin ilginç bir yanı da vardı. Neredeyse tüm kaynaklarda yalnızca 8 şövalyenin adı geçiyordu.
Hiçbir kaynakta 9. şövalyeye ait bilgiler yoktu. Öyleyse neden 9 şövalyedendi? 9. kişi kimdi? Pek çok tarihçiye göre bu kişi muhtemelen Hazreti İsa’ydı. Dini ve askeri karakterli örgütün doğal ruhani üyesi ve askeri komutanı olarak görülmüştü. İlk kurulduğunda Kudüs patriğine bağlı olan örgüt hızla gelişmeye başladı. Daha etkili bir kurumun himayesine ihtiyaç duymaya başladılar. Papalığın kendilerini resmen tanımasını istiyorlardı.
Bu konuda onlara 12. yüzyılın en önemli din adamlarından biri olarak kabul edilen ve akıl hocalıklarını yapan Aziz Bernard yardımcı oldu. Bernard’ın kilise üzerinde muazzam bir etkisi vardı. Desteklediği güçleniyor, desteklemediği ise zayıflıyordu. Tapınak şövalyelerini kuruldukları günden itibaren takdir eden ve onlara hayranlık besleyen Bernard, birtakım mektuplaşmalar sonucunda papalığı ikna etti. Böylece Tapınak Şövalyeleri 1129 Troyes Konsilinde resmi bir örgüt olarak tanındı.
Şövalyelerin saflığını ve temizliğini simgelemesi için resmi kıyafetleri beyaz pelerin olarak kararlaştırıldı. Tabi bu konsilin örgüte sağladığı en büyük kazanç, bağış ve üye katılımını teşvik eden kararlardı. Günahlarının bağışlanmasını isteyen herkes örgüte katılmak, sabır ve sadakatle hizmet etmek durumundaydı. Tapınak şövalyeleri Troyes Konsilinden hemen sonra başta Fransa ve İngiltere olmak üzere Avrupa genelinde geniş bir yayılım gösterdiler. Anglo-Saxon Kroniklerine göre konsilin ardından örgütün büyük üstadı Hougues de Bains, Normandia Kralına giderek oradan yükli miktarda altın ve gümüşü topladı. Daha sonra İngiltere ve ardından da İskoçya’ya geçerek buradan da yükli miktarda servetle beraber örgüte çok sayıda üyede toplayarak Kudüs’e geri döndü. Zamanla bu durum öyle bir hal aldı ki Tapınak Şövalyeleri servetlerini yönetmek için idari yöneticilere ve hizmetkârlara ihtiyaç duydu. Birçok soylu belli bir süre içinde olsa örgüde hizmet etmeyi büyük bir fazilet olarak adetmeye başladı. Böylece Hristiyanlık dünyasında yeni bir dönemin kapısı aralandı. Artık Tapınak Şövalyeleri Papalığın Kutsal Savaş Anlayışının resmi ve profesyonel ordusuydu. Örgütün elde ettiği maddi ve manevi destek içeride ve dışarıda bazı rahatsızlıklar meydana getirdi. Kilisede ve layık kesim içinde örgütün askeri karakterini dini kaidelerle uyuşturamayan bir kesim rahatsızlığını dile getirip örgüte eleştirmeye başladı.
Bu gruplar dini bir örgütün silahlı bir mücadele yürütemeyeceğini ve bunun Hristiyanlık öğretileriyle uyuşmayacağını söylüyordu. Gitgide bu eleştirilerin dozu arttı. Huck de Bajans eleştiriler karşısında örgütün sadece Hristiyanlık düşmanlarına karşı silahlandığını söylese de gerekli teolojik savunmayı yapamıyordu. Bu durumun önüne geçilmeliydi. Aksi halde büyük sıkıntılar ortaya çıkabilirdi. Sonunda bir yol buldular. Yeniden Aziz Bernard’ın kapısını çaldılar ve şövalyeleri eleştiriler karşısında cesaretlendirmesi için bir şeyler yapmasını istediler.
Böylece Aziz Bernard yeni şövalyeliye Övgi adlı risalesini kalem aldı. Bernard’ın yazdıklarına göre Tapınakçılar hem de ilk dünyanın hem de manevi ahiretin kötülüklerine karşı mücadele eden kutsal bir örgüttü. Bu şövalyelerin görevi Hz. İsa adını öldürerek dünyayı karanlıktan ve kötülükten kurtarmaktı. Şövalyelere övgü bununla sınırlı kalmadı. Papa II. Innocent 29 Mart 1139’da 10 Nedatum Optimum. Bütün iyilikler Tanrı’dan gelir adlı bir ferman çıkardı.
Bu fermanla birlikte Tapınakçı şövalyelerine geniş bir imtiyaz tanındı. Buna göre Tapınakçılar kilise ve aşer vergisinden muaf olacaklardı. Müslümanlardan elde edilen ganimetlere el koyabileceklerdi. Din adamları ve cemaatlerden vergi toplayabileceklerdi. Dış müdahale olmaksızın kendi liderlerini seçebileceklerdi. Kendilerine ait mezarlıkları olacak ve örgüt üyeleri bu mezarlara gömülebilecekti. Örgüt bu imtiyazlarla birlikte ideal Hristiyanlar olarak tahsil edildi.
Elde ettikleri bu ayrıcalıklar hali hazırda kendilerine yöneltilen eleştirileri daha da ağırlaştırdı. Ama dönemin en güçlü gruplarından biri oldukları ve kilise tarafından desteklendikleri için kimse onlara dokunamıyordu. Yani henüz. Tapınakçı şövalyelerinin hikayesi bununla sınırlı değildi. Haşhaşilerle kurdukları iletişim Orta Çağ tarihinin en ilginç olaylarından biri olarak tarihe geçti. İki örgütün ilk doğrudan teması 1152 yılında Haşhaşilerin Trablus Kontru Eyman’da düzenledikleri bir suikast sonucu meydana geldi.
Haşhaşilerin ortada hiçbir sebep yokken Raymond’ı da öldürmeleri Tapınakçı şövalyelerine intikam için bölgeye müdahale zemini oluşturdu. Böylece şövalyeler intikam adı altında cinsiyet ayrımı yapmaksızın herkesi katletti. Akabinde Haşhaşileri yıllık 2000 Bizans Bazen’te haraç ödemeye mahkum ettiler. Daha sonra Haşhaşilerin vergiye ödemeyi reddetmesi üzerine elçileri Tapınakçı şövalyeleri tarafından öldürüldü. Ancak Haşhaşiler de dik başlıydı. Vergiye ödemeyi reddediyorlardı. Hatta verginin kaldırılması için bir elçi gönderdiler.
Ama bu elçide Tapınakçı şövalyeleri tarafından öldürüldü. Kaynaklar her ne kadar bu iki örgütün ağırlıklı olarak düşmanlığa dayalı bir ilişki kurduklarını belirtse de zaman zaman iş birliği yaptıkları da düşünülüyordu. Hatta Haşhaşi elçisinin Tapınakçı şövalyeleri tarafından öldürülmesi Hamra göre aralarındaki gizli iş birliğini ifşa etmemek adına yapılmış bir eylemdi. Tüm bu bilgilere rağmen Tapınakçılar ve Haşhaşiler arasındaki ilişki hiçbir zaman tam olarak aydınlatılamadı ve bir sır olarak kaldı.
Buna şaşırmamak gerek. Zira bu iki örgütün en önemli özellikleri gizemli ve dışa kapalı olmalarıydı. Her ne kadar ürkütücü, gizemli ve güçlü görülselerde Tapınakçı şövalyeleri işledikleri suçlardan bir yere kadar kaçabildiler. Orta Çağ’ın en güçlü örgütü olarak şövalyeler ne oldu da birden ortadan kaldırıldı? 14. yüzyılda 4. Filip’in Fransa’da tahta çıkmasıyla birlikte çalkansılı bir süreç başladı. 17 yaşında tahta çıkan kral, krallığını dönemin en muktedir monarklığı haline getirmek istiyordu. Bu durum kilisenin işine gelmiyordu tabi ki. Bu yüzden kralı sindirmeye çalışıyorlardı. Böylece taraflar arasında çetin bir mücadele başladı. Filip kilisenin gücünün büyük ölçüde Tapınakçı şövalyelerinden geldiğinin farkındaydı. Bu yüzden hedeflerini gerçekleştirmek için ilk olarak Tapınakçıları bertaraf etmeliydi. Bunun için derin bir araştırma sürecine girdi. Örgüt hakkında istihbarat toplamaya başladı ve bunda da son derece başarılı oldu. Tapınakçı şövalyelerinin karşı karşıya kaldığı ilk suçlama, doğuda Müslümanlarla iş birliği yaparak Haçlı davasına ihanet ettikleri yönündeydi. Zira kurulurken amaçlarının kutsal Haç uğruna Müslümanları öldürmek olduğunu belirtmişlerdi. Surlu William, Tapınakçı şövalyelerinin şahsi çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini ve tamahkârlıklarının ideallerinin önüne geçtiğini yazıyordu. Ama istihbaratların devamı çok daha vahimdi. Philip yakalanan eski Tapınakçılar sayesinde örgütte Hristiyanlık inancının kutsal simgelerine hakaret edildiğini, yeni katılanların eşcinsel ilişkiye zorlandığını, bu sapkınlığa adet olmak istemeyen üyelerin gizlice öldürülüp gömüldüğünü, Baphomet adlı bir puta taplıklarını öğrendi. Böylece derhal papayla bir görüşme düzenledi. Ona kilise mahkemeleriyle baronların bu işin ardındaki gerçekleri araştırmaları gerektiğini ve örgüt üyelerinin yargılanmasını istediğini söyledi. Bu süreçte anlatılan suçlara dair kanıtlar toplamaya da devam etti. Daha önce örgüte sızıp bilgi toplamak için görevlendirilen 12 ajan, Kral Philip’e anlatılanların doğru olduğuna dair deliller getirdi. Tüm bu bilgilerden sonra 13. Cuma’da Tapınak Şövalyelerine yönelik büyük bir operasyon başladı. Örgüt üyeleri yargılanmak üzere alındı ve mallarına el konuldu. 13 Ekim 1307’de gerçekleştirilen operasyon kısa sürede Fransa sınırlarını aşarak bütün Avrupa tarafından duyuldu ve büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. 24 Ekim 1307’de örgütün Fransa Engizisyon Mahkemesi’nde yargılanması yönünde talimat verildi. Nitekim Kral Philip ve kurmaylarının beklediği itiraflar gelmeye başladı. Özellikle Jacques de Molay’ın itirafları büyük yankı uyandırdı. Molay Fransızlara verdiği ifade de İsa’yı inkar ettiğini ve ritüel boyunca haça tükürdüğünü itiraf ederek insan olarak hata işlediğini belirtti. Yargılamalar aylarca devam etti. Bu süreçte Engizisyon Mahkemelerinin klasiği haline gelen işkenceler de uygulandı.
Engizisyon görevlileri zaman zaman sorguladıkları zannanın vücudunun çeşitli yerlerini dağılıyor, tırnaklarını çekiyor ya da çivilerle dolu bir tahtanın üzerinde yürütüyorlardı. Tüm bu yargılamaların sonucunda bazı örgüt üyeleri hayatını kaybetti. Bir çoğu da itirafçi oldu. Tapınak Şövalyeleri örgütü yaklaşık 200 yıl süren varlığından sonra Papa V. Clement’in Vox in Eccelso adlı bildirisiyle resmi olarak fes edildi.
Papa V. Clement daha sonra yayınladığı At Providam adlı bildiriyle örgütün tüm mallarının monarşi yanlısı hospitaller örgütüne devredildiğini açıkladı. Böylece Hristiyanlık tarihinde bir dönem kapanmış oldu. Tüm bu yaşananlar yıllar sonra bile mistik ve gizemli anlatılara temel oluşturdu. Tıpkı Haşa Haşiler gibi tarihin sır dolu yapılanmalarından biri olan Tapınak Şövalyeleri dizilerde, filmlerde ve kitaplarda karşımıza çıkmaya devam ediyor. Peki siz Hristiyan aleminin bu ilginç örgütü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yorumlarda tartışalım. Papa II. Urban 1095 yılında büyük bir çağrıda bulundu ve haçlı seferlerinin temelini attı. 20 farklı milletten bir araya gelen haçlılar Doğu Akdeniz’e ulaştıktan sonra buradaki durumlarını korumak için farklı yöntemler denediler.
Gizemli bir örgüt kurmak bu yöntemlerin en ilginciydi.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir