Tarih kitaplarından silinen Türk katliamı
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=houHGKLoHR0.
Fatih Sultan Mehmet 1460’da Moray’ı alıp Türk toprağı haline getirdiğinde yıllar sürecek barış ve huzur dolu bir yaşamın temellerini atmıştı. Ta ki 1800’lerdeki bağımsızlık isyanları başlayana kadar. Asırlar boyunca Moray’ı yurt edinen Türkler 19. yüzyılda korkunç şekilde katledilerek tarih sahnesinden silindi. Moray ilk kez Yıldırım Beyazıt tarafından 1397’de kısmen Osmanlı’ya bağlandı.
Ama Fatih, İstanbul’u alana dek Bizanslı despotların etkileri yoğun şekilde görülmeye devam etti. 1460’da Fatih, Moray’ı Osmanlı toprağı haline getirdi. Fethedilen her yerde yaptığı gibi Moray’a da Müslüman Türk aileleri yerleştirdi. Bölgeyi imar etti, farklı etnik gruplardan ve dinlerden ailelerin bir arada huzur içinde yaşayacakları bir çağ başlattı. Asırlar boyu devam eden barış ortamı Osmanlı’nın son dönemlerinde çatırdamaya başladı.
1789 Fransız İhtilali sonrası Ortodoks Rum toplum önderlerinden pek çoğu bağımsızlık fikirlerinden etkilenmeye başladı. 1804’te Sırpların ardından da 1821’de Rumların isyanı bölgede dengeleri önemli ölçüde alt üst etmişti. Bu süreçte Osmanlı için en tersici gelişmelerden biri kuşkusuz Balkanlar’da bağımsız bir Yunanistanın ortaya çıkışı oldu. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın bu durumda payı büyüktü.
Yunan bağımsızlığı sürecinin en büyük mağduru ise bölgenin fethinden itibaren Moray’ı vatan edinen Türkler oldu. İsyana başlayan Osmanlı Rumları, Moray Aramadası’nda tek bir Türk kalmayana dek savaşacaklarını bütün dünyaya ilan ettiler. 1821 İsyanı başlamadan önce Morada Türkler, Rumlar ve Ehudiler iç içe yaşıyordu. Asırlardır komşularıyla bir arada yaşayan Türkler hiçbir şekilde onlardan gelecek bir saldırıya hazırlıklı değillerdi.
Görgü tanıklarının ifadesine göre 1821 İsyanı boyunca Morada açlık ve ölüm günlük yaşamın doğal bir parçası haline gelmişti. Bu acımasız kıyımdan sadece Türkler değil, asırlardır bölgede yaşayan Yahudiler de aynı derecede etkilendi. Filiki Eterya örgütünün isteklerine uygun hareket eden Rumlar ilk isyan hareketini Eflak Buğdanda başlattılar. Rus Çarı’nın yaveri Aleksandra Ipsilanti liderliğindeki asiler 22 Şubat 1821’de Pırıt Nehrini geçip bu adana gelerek isyan bayrağını açtılar. Osmanlı dışarıdan ve yerli halktan yeteri kadar destek bulamayan bu ilk isyan hareketini rahatlıkla bastırdı. Eflak Buğdanda umduklarını bulamayan Rumlar vakit kaybetmeden İsyanı Moray Aramadası’na taşıdı. Burada ortam çok elverişliydi.
Tepedelenli Ali Paşa meselesi ve Osmanlı askeri gücünün bu konuya yoğunlaşması Rumlar için elverişli bir ortam oluşturdu. Morada ki ilk ciddi isyan hareketi Kalavrita kazasında başladı. Bu gelişme İstanbul’da büyük yankı uyandırdı. Aynı zamanda Tripoliçe ve etraftaki kalelerde yaşanan hareketlenmeler sonrası Patras Psikoposu Germana Sönderliğindeki Rumlar 6 Nisan 1821’de Kalavrita Kalesinde bağımsızlık bayrağını dikerek isyanı resmen ilan ettiler. Dağlardan inen Rum ahsilerse Kalavrita’daki 200’den fazla Müslümanın evini basıp bütün erkekleri katletti. Türk kadınlar esir alındı. İsyanın ilk günlerinden beri Beneşe Kalesi Müslümanları da kuşatma altındaydı. Deniz yolu İsyancılar tarafından tutulduğu için buraya takviye imkanı yoktu. Yardım alamayan Türkler çok zor durumdaydı. Kalede dayanılmaz bir açlık ve susuzluk baş gösterdi. Bu duruma daha fazla direnemeyen Kale halkı 5 Ağustos 1821’de ipsilanti’nin emrindeki Rumlara teslim oldu. Teslim şartları gereği Altıöz Türk’ün Anadolu sahiline götürülmesi gerekirken Suluca Adası’na ait teknelere bindirildiler. Bu Türklerin çoğu öldürüldü. Kalanlardan bazısı bütün varlıkları gaspetildikten sonra işkenceye maruz kaldı ve köle olarak satıldı. Aynı şekilde birçok Türkün yaşadığı Navarin Kalesi Rum İsyancılar tarafından kuşatılmıştı. Buradaki Türklerin de Anadolu kıyılarına götürülmesi şartı yine yerine getirilmedi. Yaşlı, kadın, çocuk fark etmeksizin hepsi korkunç şekilde katledildi. Bu süreçte yakın bölgelerdeki Türkler Tripoliçeye sığınmaya başlamıştı. Tripoliçe Türkleri diğer kentlerde yaşananları duyuyor, gönüllü olarak yardıma koşuyorlardı. 1821 sonbaharında Rumlar yönetim merkezi Tripoliçeye ele geçirerek önemli bir üstünü kazanmak istiyorlardı. Tarihin en büyük katliamlarından birinin eşiğinde olan Tripoliçe şehri 5 ay boyunca 50-60 bir Rum tarafından aralıksız kuşatıldı. Kale’de yaklaşık 12 bin kadar eli silah tutan adam bulunuyordu.
Kuşatma başladıktan bir müddet sonra kaleye yardım için gelen Bayrampaşa Rum isyancılar karşısında yenilgiye uğradı ve 7 Eylül 1821’de çekildi. Rumlar, kaledeki Türklerin İzmir’e nakledilmeleri karşılığında 5 milyon kuruş bedel istediler. Bu nedenle müzakereler uzadı. Sonunda anlaşmaya varıldı. Buna göre Tripoliçye’deki Türklerin önce Gusso’nun iskelesine, oradan da Arnavutluk sahillerine natline karar verildi.
Ancak teslim şartları görüşülürken şehirdeki Arnavutların lideri de Rum isyancılarla ayrıca gizli bir anlaşma yapmıştı. Bu anlaşma gereği Arnavutlar 10 Ekim 1821 gecesi kale kapılarını açtı. Arnavutlar dışarı çıkarken Rum isyancılar ani bir baskınla şehre girmeye başardı. Şehre giden asiler tarihin en büyük katliamlarından birini gerçekleştirdi. Şahit olanların kanını donduran saldırılarda Tripoliçye’de bulunan 40 bine yakın Türk 3 gün boyunca korkunç şekilde öldürüldü. Burada bulunan komutanlarla ailelerinden oluşan 97 kişi rehin alındı. Kindolu Rum isyancılar Türk mezarlığını dahi kazıp Müslümanlara ait kemikleri çıkarıp yakmaya başladılar. Tüm bu vahşet esnasında Türklere dua ederek mücadeleye teşvik eden Tripoliçye Kadısı Halim Efendi’yi de yakaladılar. Onu üzerine kızgın yağ döküp yakarak katlettiler. İsyancılar Tripoliçye şehrinde hiçbir şey bırakmayacak biçimde yağma yaptılar. Öyle ki katliama katılan Manya Bey’i payına düşen ganimeti 20 katır ve 2 deve ile ancak taşıyabilmişti. İsyana Rumlara destek için katılan ancak gördükleri vahşet karşısında irkilen bazı Avrupalı mühendiflerin gözlemlerinden anlaşıldığı kadarıyla yaşananlar tam bir soykırım özelliği taşıyordu. Rum isyancıların Müslümanlara karşı giriştikleri katliam ve talan harekatı ilk başlarda Avrupa ve Amerika’daki dostları tarafından büyük bir cesaret ve kahramanlık gösterisi olarak değerlendirilmiş ve sevinçle karşılanmıştı.
Daha sonraları, Morada Türklere karşı işlenen cinayetleri ve katliamları konu olan yabancı kaynak eserler Amerika, Fransa, Almanya ve İngiltere kütüphanelerinden bir şekilde yok edilmeye başlandı. Ama olanlara bizzat tanıklık etmiş birkaç ismin raporları bir şekilde geçimşi göstermeye yetti. Birinci kaynaklarda anlatılanlara göre Moradaki kentler başı kesik cesetlerin çürümesinden meydana gelen bir koku ile sarılmıştı. Başıboş köpekler ve vahşi kuşlar cesetleri parçalıyor, ölülerle dolu kuyularda sular zehirleniyordu.
Her tarafta açlıktan iskeletleşmiş, korku içinde inleyen Türk gençleri ve çocukları vardı. Bu arada Navarin Rumları yaşanan korkunç katliamı övünerek anlatıyordu. Rumlardan birisi de 18 Türk’ü öldürdüğünü gururlu açıklıyor, bir diğeri 9 kadın ve çocuğunun yataklarında bıçaklamasıyla övünüyordu. Rum isyancılar önce istismar edip sonra kol ve bacaklarını keserek surlardan aşağı attıkları kadınların cesetlerini kahkahalarla birbirlerine gösteriyorlardı. Bütün bu vahşet Avrupa’nın göz önünde yaşanırken Osmanlı’nın asilere karşı almış olduğu önlemler Hristiyan halka karşı Türk barbarlığı olarak yansıtıldı. Murat kıtasında Türklere karşı girişilmiş olan yok etme eylemlerine duyarsız kalan Avrupalılar Osmanlı tepkisine karşı ses yükseltiyor, Türklere baskı yapıyordu. Katliamlara atlamak isteyen kime Avrupalı yazarlar ve tarihçiler de Rumların asırlardır Osmanlı yönetimi altında yaşadığını
ve bu yüzden içlerinde taşıdıkları kini bu şekilde dışa vurmalarının normal olabileceğini söylüyorlardı. Yani yakın tarihte Bosna Savaşı’nda gördüğümüz riyakar tutum daha o dönemde Mora Yarımadası’ndan izleri silinen Türklere karşı da sergilenmişti. Rumların 1821’de başlattığı bu korkunç süreç hem Osmanlı Devleti hem de yüzyıllarca Mora’ya vatan edinip buraları mamur hale getiren Türkler için acılarla dolu çok sancılı bir sürecin başlangıcı oldu.
İstihanın ardından Mora Türklerin tüm izleri yok edilmeye çalışıldı. Vahşetten bir şekilde kurtulup hayatta kalabilmiş olanlarsa yerlerinden yurtlarından oldular. Bundan sonraki süreçte Fransızlar 1828’de Mora’yı tek taraflı işgal ettiler ve Osmanlı’nın bölgedeki nüfusunu psikolojik üstünlüğünü kırdılar. Sonuç olarak Avrupa’nın aydınlanma çağı dediği dönemlerden itibaren tarih yazımından alışkın olduğumuz üzere Mora Türklerinin uğradığı korkunç soykırım batılı aydınlar tarafından pek de gündeme getirilmedi.
Mora Türklerinin katledişi hakkında yorumlarınızda bekliyoruz.
İlk Yorumu Siz Yapın