"Enter"a basıp içeriğe geçin

Tembel Sufi Ve Hz. Davud | Mesnevi’den Hikayeler 30. Bölüm

Tembel Sufi Ve Hz. Davud | Mesnevi’den Hikayeler 30. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=8kWYJztfPt8.

… Günümüz insanının en büyük problemi yalnızlık.
Gönülden gönle muhabbet kuracağı, sohbet edeceği birini bulamamak. Ne büyük yalnızlık aslında bu. Yalnızlık Allah’a mahsus. İnsan sohbet edeceği, muhabbet edeceği birini arıyor. Sohbet edenlerimiz, dostlarımız çok olsun inşallah. Günlerden bir gün Afrika’da çalışan bir antropolog……bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir.
Oyun çok basittir. Çocukları belirli bir yerde yan yana sıraya dizer ve açıklar. Herkes karşıdaki ağaca kadar tüm gücüyle koşacak……ve ağaca ilk ulaşan birinciliği kapacak. Ödülü mü? Ödülü ise yine o antropologun yanında getirdiği……türlü türlü çikolatalardan yemek olacaktır. Bu ödül çocuklar için büyük bir ödüldür.
Zira çocukların hiçbiri ömründe çikolata yememişlerdir. Antropolog oyunu başlattığında……çocuklar önce birbirlerine ardından antropologun elindeki çikolatalara bakarlar. Çocuklar o anda antropologun hiç beklemediği bir şey yaparlar. Yarışıp birbirlerini yenmek yerine…
…bütün çocuklar el ele tutuşur ve beraberce koşmaya başlarlar. Hedef gösterilen ağacın altına hep beraber varırlar. Antropolog şaşırır ve çocuklara neden böyle yaptıklarını sorar. Aldığı cevap hayli manidar. Biz ubuntu yaptık.
Eğer yarışmış olsaydık aramızda sadece bir kişi yarışı kazanacaktı. Böylece sadece birimiz çikolata yiyebilecekti. Oysa hiçbirimiz hayatımız boyunca çikolata yemedik. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken bir kişi tek başına mutlu olabilir?
Oysa biz ubuntu yaparak hep birlikte çikolata yemek istedik. İnanılmaz. Ubuntu Güney Afrika’da ben, biz olduğumuz zaman benim demektir. Kelime karşılığı ise insanlık.
Başkalarına karşı merhametli, şefkatli, iyiliksever olmak gibi insani değerleri esas kabul ediyor. Efendim neyi görmek istersek onu görürüz. Bütün mesele bu. Aslında varoluşun özüyle ilgili bir mesele bu.
Manzara’ya baktığımızda aşılması zor dik dağlar gören de biziz. Zirvelerinde türlü güzellikler ile her an herkesi bekleyen mor dağları gören de biz. Bardağı dolu gören de biz, boş gören de. Her şey nasıl baktığımıza bağlı. Zihinlerimizde saklamakta ısrar ettiğimiz nahoş anılar, kuşkular, şüpheler, hırs, nefret……ve benzeri duygular ve düşünceler bizim yaşamı o şekilde görmemize neden olur. Dünyaya, insanlara ve etrafımıza nefret ile bakar ya da kızgınlık ve öfke ile……o zaman sadece insanların hatalarını ve kusurlarını, dünyanın da kötülüklerini görürüz. Elbette her insan kusursuz, yaşam ise hep güzel karelerle dolu değildir. Bize kötü gelen, inciten şeyler de vardır bu hayatta. Ama seçim hakkımız da var. Kötülerini değil, iyilerini biriktirmek.
Çirkinliklerini değil, güzelliklerini seyretmek gibi. O yüzden neyi görmek isterseniz onu görürsünüz denir. İsterseniz evrenin muhteşem uyum ve ahengini görüp……o yüce sevgi ile kendimizi yeniden inşa edersiniz. Ya da isterseniz gözlerinizdeki karanlık perdeleri kaldırmadan…
…içinde yaşadığımız bu korku filmini izlemeye devam edersiniz. Her şey bizim evrene bakış açımızla ilgili.
Olup bitenlerden ne anladığımızla ilgili.
Efendim, Hazreti Mevlana Mesnevi’sinde anlatır ki……Hazreti Davut zamanında tembel bir sufi vardı. Bu adam daima hakka yalvarıp yakarır ve ya Rabbi……madem ki bana herhangi bir yetenek vermeyip beni tembel ve beceriksiz yarattın……rızkımı da zahmetsizce bağışla derdi.
Sabah akşam her yerde bu şekilde dua eden bu sufiyi duyan insanlar……onu kınıyor ve bak hele……tüm bu diyarların güçlü ve muhteşem kralı……Allah’ın peygamberi Davut bile rızkını zırh yaparak kazanırken……sen temberlik yapıyorsun. Ve Allah’tan seni merdivensiz göğe yükseltmesini istiyorsun. Allah’ın peygamberinin çalışmak ibadettir dediğini duymadın mı diyorlardı. Fakat bu sufi insanları duymazdan geliyor……ve bu duasını her yerde yapmaya devam ediyordu. Sufinin hiç çalışmayıp bu şekilde dua etmesi halkı bezdirmişti. Ahali artık bu iflah olmaz deyip onu kendi haline bıraktı. Gel zaman, git zaman. Adam iyice dara düşmeye başlamıştı. Hiç çalışmadığı için elinde avucunda ne varsa hepsini sattı. Sonra günlerden bir gün nereden geldiği belli olmayan bir öküz……koşarak bu adamın evine girdi. Hem de duvarları yıkarak. Tembel sufi evine giren öküzü görünce ellerini kaldırıp……ya Rabbi sana şükürler olsun, duamı geri çevirmeyeceğini biliyordum diyerek……öküzü kesip etinin bir kısmını sattı, bir kısmını da kebap yapıp yemeye başladı. Bu sırada kayıp öküzün sahibi öküzünü arıyor, gördüğü herkese soruyordu. Halktan biri hiç çalışmayan ve elinde avucunda hiç parası olmayan sufiği……kebap yerken gördüğünü anlattı. Öküzün sahibi eyvahlar olsun, tek geçim kaynağım, değerli öküzüm diyerek……sufinin evine doğru koştu. Adam gelip öfkeyle sufinin yakasına sarıldı ve öküzün kesilme sebebini sordu.
Sufi ise abes bir iş yaptığımı ve haksız yere öküzünü kestiğimi sanma. Ben yıllardır Allah’tan emeksiz bir rızık isteyip duruyordum. Nihayet duam kabul oldu ve senin öküzün rızık olarak ayağıma gönderildi. İşte sana cevabım budur dedi.
Bu cevap üzerine öküz sahibi deliye döndü ve sufiği dövmeye başladı. Bir yandan da Feryat Figan’la ortalığı ayağa kaldırıyor ve diyordu ki……ey Allah’ın kulları gelin de uğradığım zulmü görün……benim öküzüm nasıl dua ile onun malı oluyormuş. Eğer iş böyle olsaydı herkes zahmetsizce bir dua ile mal mülk sahibi olurdu. Bu işin hangi kitafta yeri var? O halde ya öküzümün zararını karşılasın……ya da cezasını çeksin. Neticede iki taraf anlaşamayınca durum Hazreti Davut’un hakemliğine kaldı. Sufi Davut aleyhisselamın huzuruna çıkarken içinden……ya Rabbi, nice gecelerdir ettiğim duaları, yakarışlarımı sen biliyorsun. Peygamberinin huzurunda sen benim yüzümü kara çıkarma diye dualar etti. Hazreti Davut önce davacıyı dinledi, sonra sufiye yaptığı işin delilini sordu. Ey Allah’ın peygamberi dedi sufi, tam yedi yıldır……Rabbimden helal ve zahmetsiz bir rızık için niyazda bulundum. Bu durumu beni tanıyan herkesten sorabilirsin.
Ben o öküzü tamahtan kesmedim, duamın kabul olduğunu düşünerek kestim. Hazreti Davut anlattıklarını sonuna kadar dinledi ve onu haksız buldu. Adama dönüp bu sözünün bir geçerliliği yok. Zira mal mirasçılarından başkasına helal olmaz. Ekine onu ekenden başkası el koyabilir mi?
Sen mal kazanmayı da ekine kıyas et. O halde sana düşen bu adamın malını ödemendir. Git borç bul ve borcunu öde. Öküzü kesen sufi bu karar üzerine yere kapanarak……Allah’ım sırrım sana ayan, benim halimi senden başka kimsecikler bilmez. Gönlüme o duayı sen ilham ettin. Gönlümde yüzlerce ümit belirttin. Yusuf gibi rüyalar görmüştüm. Herkes benimle dalga geçerken bile senin ilhamına ihanet etmedim. O halde senin ilhamına sadakat ile bağlı olan ben kulun için adaletini göster. Davut’un kalbine ilham ver diyerek dualar ettin. Sufinin kendisine olan güveni ve yakarışımdaki samimiyet……Hazreti Davut’un kalbine tesir etti, davacıya dedik ki……bana bir gün mühlet ver. Ta ki işin sırrı bana açılsın. Eğer Allah’a sığınıp namaza durursam inanıyorum ki……Allah bana doğru olanı gösterecektir. Hazreti Davut böyle söyleyip halvete çekildi. Namaz ve dua ile Allah’ın kendisine doğru olanı göstermesi için niyas etti. Hazreti Davut bu şekilde dua ederken ilahi sırlar kendisine bir bir açıldı. Ve işin gerçeğini anladı.
Durumu anladığında da gözleri yaşardı ve ağlamaya başladı.
Ağlayabilir miyim gönlüm müsaadenle? Şöyle katıla katıla şimşekli bir gökyüzü gibi. Günaha batan tüm kirliliğim ile ağlayabilir miyim? Öylesine ama ölesiye. Bu can çıkana kadar bedenden nefsimin nefesi kesilesiye. Pembe güller sebebimden.
Nefesi kesilesiye. Pembe güller mor menekşelere düşesiye. Sol yanımın ateşi yükselesiye kadar. Kendi omzumda kimseciklere yük olmadan ağlayabilir miyim?
Hazreti Davut gece boyunca Allah’ın kendisine gösterdiği sırlar için şükürler etti. Ertesi gün yine dava meclisini kurduğunda……öküzü kesilen adam davasını tekrar etti. Ve Sufi’ye birçok hakaretler etti. Davut’tan adaleti yerine getirmesini istedi. Hazreti Davut, bu da bir adaleti.
O da bir adaleti, bir adaleti. Bu adaleti, bir adaleti. Nefesini kesilirken sufiyeye bakmakta……birkaç adaleti kesildi. Hazreti Davut, bu da bir adaleti. O da bir adaleti, bir adaleti. O da bir adaleti, bir adaleti. Bu adaleti, bir adaleti. Bu adaleti, bir adaleti.
Hazreti Davut, bu adaleti…
…sufinin cezalandırılması gerektiğini bir kez daha yeniledi. Hazreti Davut o zaman sessizliğini bozdu. Sus ve bu davayı bırak. Öküzü bu sufiye helal et ve sesini çıkarmadan yürü gitti. Madem ki bu kalbi temiz sufi…
…sen onun hakkında bu kadar laf etmene rağmen senin sırrını açmadı……onun bu sır örtücülüğüne şükret ve sen de sükut et dedi. Adam bunun üzerine feryad-ı figana başladı. Bu nasıl hüküm? Bu nasıl adalet? Sıra bana gelince kitabın kanunları mı değişti? Ey insanlar gelin de bu uğradığım zulmü görün. Hazreti Davut adamı bir kez daha uyardı. Madem ki bu gariban sufi senin sırrını açık etmemek için susup……hadi olmayı göze almış……Allah’ın peygamberi ve bu ülkenin kralı olan Davut’u dinle.
Beni senin sırrını açık etmeye zorlama. Adam dövünüp yine adalet istediğini söyleyince……Hazreti Davut……ey inatçı adam……madem ki adalet istiyorsun o halde sadece öküzü değil……bütün malını mülkünü bu adama vermene hükmettim. Buna razı ol yoksa halin herkese yayılır bilmiş ol dedi. Adam bu beklenmedik karar karşısında feryadını arttırıp……üstünü başını parçalamaya başladı. Ve Hazreti Davut’u adaletsizlikle itham etti. Davut ise madem öyle……artık karın ve çocukların da bu adamın kölesidir böyle bil dedi. Adam yine çılgına dönmüş kendini yerden yere vurmaya başlamıştı.
İşin sırrına vakıf olmayan halk da……Hazreti Davut’u verdiği hükümden dolayı kınıyor ve……ey Davut, bu hüküm senin gibi seçilmiş bir peygambere layık değil……böyle bir günahsızı perişan ettin diyordu. Bunun üzerine Hazreti Davut……madem iş bu noktaya geldi……artık bu sırrı açıklamaktan başka çare yok.
O halde beni takip edin dedi. Böylece hep birlikte şehrin dışına çıktılar……ve dalları çadır gibi her yana yayılan gürbi ağacın altına vardılar. Hazreti Davut bu ağacın altında bana kan kokusu geliyor. Bu aşağılık adam evvelce bir köleydi. Sahibini öldürdü ve buraya gömdü.
Malını mülkünü de aldı. Öküzü kesen bu Sufi ise işte o öldürülen adamın oğludur. Ama o sıralar pek küçük olduğundan hiçbir şeyden haberi olmadı. Allah katilin bu günahını örtmüştü ama……on mankör kendi elleriyle kendi kabahatlerini ortaya çıkardı. Eski efendisini öldürdüğü gibi bir öküz için……onun çocuğunu da perişan etmeye kalktı. Cenab-ı Hakk’ın örttüğü sır perdesini kendi eliyle yırttı ve açığa çıkardı. Hazreti Davut’un emriyle ağacın altı kazılınca……ceset ve cinayet aleti olan bıçak ortaya çıktı. Bıçağın üzerinde sahibinin ismi vardı. Hazreti Davut katile dedi ki……madem adalet istiyorsun adalet şudur. Sen öldürdüğün adamın kölesiydin. Şimdi de onun oğlunun kölesi oldun. Gelelim son hükme. Senin layığın da cinayete karşı kısas olunmandır.
Efendim, biz bu manidar kıssamıza anlattık. Lakin içinde başka ne sırlar vardır? Hadi gelin işin ehline bir soralım. Efendim, Besnevi-i Şerif’in bir hikayeler mecmuası…
…değil hikmetler kitabı olduğunu her zaman söylüyoruz. Efendim, en önemli mesele bu kıssada……bizzat Hazreti Pir’in kendi buyurduğu ile ortaya çıkıyor. Çünkü her kıssa hisse almak için……sembollerden istifade eder. Sembollerden istifade eder. İşte buradaki sembolleri bizzat Hazreti Pir kendi buyuruyor. Bu kıssanın en sonunda……nefis……sığırı kesen kimseyi……Sufi’yi dava eden katil makamındadır.
Sığırı kesen akıl makamı yani aklı temsil eder. Davut Aleyhisselam da……hakkı ya hakkın vekili ve halifesi bulunan……şeyhi, mürşidi temsil eder. Mesela……tembel. İlk bakışta Sufi tembel. Fakat ne kadar samimi yalvarıyor Rabbine. Mahkeme edilirken dahi……ben Yarab senin rızıklara kefil olduğunu biliyorum. Ben yalan söylemedim. Dilencilik yapmadım. Senden istedim. Ve samimiyetle bana o sığırı sen gönderdin zannettim. Ki zaten hikayenin devamında Allah’ın gönderdiği…
…o samimiyete cevap verdiği elbette aşikar oluyor. Bir de bu rızık meselesinde bir yanlışlığa müsaadenizle……temas edeyim efendim dükkanlarımızda asılıdır. Er rızku alallah altında tercümesi rızık Allah’tandır. Yanlış der.
Er rızku minallah olsaydı ibare o zaman rızık Allah’tandır diyebilirdik. Er rızku alallah rızık Allah’tadır. Allah’tan değildir. Bu farkı fark ettiysek çok şeyin farkında oluruz. Bestevi Şerif’in hikayeler değil hikmetler kitabı olduğunu bile fark ederiz efendim. Bana harflardan ve kelimelerden arınarak gel. Kalıplardan kurtul, kalbinle gel. Kalbinden sıyrıl, halinle gel. İster bu aşkın sen hali ister ben hali olsun geldiğin zaman. Ne sen ne de ben olmayacağız burada. O halde sadece gel.
İster seninle gel, ister sensiz yeter ki gel. Gönül sofranıza manalar deryasından damlalar akması dileğiyle……ruha şifa mesneviden bugünlükte bu kadar. Evet sevgili dostlar sağlık ve muhabbetle kalın.
Bahar gerçekten çok yakın.
Bu dizinin betimlemesi TRT tarafından Sesli Betimleme Derneğine yaptırılmıştır.
Erişim www.seslibetimlemedernegi.com

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir