"Enter"a basıp içeriğe geçin

Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Batı ve Doğu Düşünce Dünyaları | 2. Bölüm

Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Batı ve Doğu Düşünce Dünyaları | 2. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=y354EUEmcfA.

İNTRO Türkiye’nin Kültür Sanat kanalı TRT İkiden tekrar merhabalar efendim. Felsefe Söyleşilerinde yeniden karşınızdayız. İlk bölümümüzde tabii ki yine ufkumuzu aramaya çalışmıştık.
Bu bölümde de o ufku aramaya devam edeceğiz. Programımızda önce takdim ettiğim konukları tekrar takdim etmeme müsaade edin. Profesör Doktor Şaban Teoman Duralı hocamız tekrar stüdyomuzda. Hoş geldiniz hocam. Hoş bulduk efendim. Sağlıklısınız, afiyetlisiniz inşallah hocam. Şükür Allah’a, sağolun siz de iyisiniz inşallah. Çok şükürler olsun. Ve tabii ki stüdyomuzdaki diğer konuklarımızı da takdim edelim. Editörümüz Beytullah Çakır ve Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri bölümünden İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Eyüp Çoraklı hocamız da bizlerle birlikte olacak. Ve bizim programımıza katkılarıyla, sorularıyla destek olacaklar. Bir önceki programımızda hatırlarsanız programımızın içerisinde insan nedir? Çünkü insan olmadan felsefe yapılamayacağından bahsetmişti Teoman hocamız. Ve doğal olarak insan nedir sorusuna odaklanmıştık. En son haritamızla birlikte bizi bir bölgeye götürmüştü. Oradaki bir kabilenin yaşantısından bahsediyordu. Ateşin bulunma hikayesi ve aletlerin geliştirilmesi konusuna gelmiştik ki ilk programda süremiz sona ermişti. Bugün o kaldığımız yerden devam edeceğiz. Evet Değerli hocam. Buyurun. En son kaldığımız bölge zannediyorum ki Tierra del Fuego denilen bir bölgeydi. Evet Ateş Ülkesi, güney Amerikanın en güney ucunda.
Benim çok özlediğim bir yerde, bir türlü gidemediğim bir mıntıka yapacak bir şey yok. Bu saatten sonra herhalde nasip olmayacak. Her neyse orada Charles Darwin’in bahsettiği bir topluluktan söz etmiştim. Haritamızda geldi hocam.
Bu toplulukta zanaat en düşük seviyede kullanılıyor. Eski taş devri dönemini bize hatırlatıyor. Ateş yakmasını bilmiyorlar.
Ateş yakmasını bilmedikleri gibi balık tutarken de aletleri yok. Evet. Çıplak elle tutuyorlar. Bunun bir örneğini burada bir ufak bir hatıramdan bahsedeyim. Kırklarenin de hoca olduğum dönemde 2010’larda 11 o civarda.
Arkadaşlar beni oranın yerlisi, akarsulara, derelere, orada aynen ateş ülkesi yöntemiyle balık avlıyorlardı.
Derelerde alabalığı, balık kovalanıyor, ağacın dereye sarkan köklerin arasına giriyor hayvancı ağız. Orada eliyle yakalayıp ondan sonra hazırlıyor, kızartıyor filan falan. Çok güzel bir tadı var. Taze doğal alabalığı tavsiye ederim.
Harikula de bir şey. Bu insanlar nasıl yaşıyorlar Darwin’i allak mullak eden bir soru.
O soğukta geçen ders geçen konuşmamda bahsettim çıplaklar ve soğuğa dayanıyorlar, dinleniyorlar o hava şartlarına. Kışın da daha sıcak giyindiklerini sanmıyor Darwin.
Gerçi kış mevsiminde görmemiş onlar ama edindiği izlenim bu. Yine geçen konuşmada bahsetmiştim mağaralarda yaşıyorlar. Ama mağaraları yaşanacak bir hale sokuyorlar. Ve bütün bunları yaparken ne kadar geliştirilmemiş olursa olsun alet kullanıyorlar.
Nasıl alet kullanıyorlar? Taşı alıyor ve taşı bir şekilde biçimliyor. Eline sıcak hale getiriyor ve onunla başka maddeleri yontuyor.
Yahut bu da çok önemli bir nokta, saldırıya maruz kaldığında, yabani hayvanların saldırısına maruz kaldığında o taşı yahut mulduğu odun parçasını üstüne atıyor. Kendini savunmak için. En kadim savunma biçimi budur.
Henüz öldürmeye yarayan bir alet yok ortada. Dolayısıyla silah ortaya çıkmış değil. Öldürmeye matuf, öldürmeye yönelik alete silah diyoruz. Bunlar olmadığı için savaş da yok tabiat. Eski Türk lisiyle pusat. Efendim savaşın olması için başka toplulukların da bulunması lazım. Büyük ihtimalle en eski insanlar kendilerine meydan okuyacak topluluklardan yoksundular. Nüfus o kadar az ki.
M.Ö. 1000’de nüfusun 750 milyon olduğu tahmin ediliyor. M.Ö. 1000’de. Yani bundan ne oluyor? 3000 yıl önceki bir olay. Bunların da rakipleri hasımları yoktu.
Mesela Darwin ve işte o öbür adamlar oraya çıktıklarında apışık kalıyorlar. Ne diyeceklerini bilemiyorlar. Bir anlam veremiyor.
Eski topluluklar kandaş topluluklardı. Aynı kökten gelen aile, akraba, akrabay, tağlukat veya ve sonunda oba şeklinde genişleyen bir topluluk halinde yaşıyorlardı. Bunlar kandaştılar. Birbirleriyle kan akrabası. Şimdi başka insanları görmediklerinden insan olarak kendilerini kabul ediyorlar. Birçok kavmin adı bu sebeple insandır.
Bilmem anlatabiliyor muyum ben derdimi. Bir daha tekrar edelim hocam. Bir daha tekrar edelim. Bu sebepten ötürü. Birçok kavmin adı insandır. Çok önemli bir nokta. Örnek. Afrika’da çok geniş bir sahaya yayılmış mantular.
Bütün şu saha mantulardır. Çıkış yerleri burasıdır. Binler de, milattan sonra binler de güneye doğru göçmüşlerdir. Mantu insan demektir. Almanlar kendilerinde doç derler.
O tuç den gelir. Tuç da halk insan anlamına geliyor. Bu deyimi kullanmamda mahsur var mı bilmiyorum ama bizde öyle yaygın bir kullanıma kavuşmuştur. Çingeneler. Keller Roma diyorlar. Roma da Çingene dilinde insan demektir.
Kuzey Kutup dairesinde yaşayan şeyler Eskimo’larının asıl adı kendilerine verdikleri ad. Inuit. O da insan demektir.
Eskimo, onların güneyinde yaşayan bir Kızıl denili obasının onlara verdiği ad. Şi’et yen. Genellikle komşular birbirlerini sevmezler. Düşmandırlar. O yüzden küçültücü ad verirler.
Mesela atalarımızın ataları kadim Türkler veya Hunlar şu mıntıkada yaşıyorlar. Buradan çıkarak böyle göçmüşlerdir. Hemen güneylerinde yaşayan Tunguzlara Tunguz demişlerdir. Tunguz eski Türkçe’de domuz demektir. Türkler domuz yemezlerdi. Yasaktı. Müslümanlıktan çok önce. Aşağılama için mi kullanıyorlardı bu terimi kullanmalarının sebebi? Sırf aşağılamak ötekileştirmek için. Aynen o. Mesela Çinliler de atalarımızı Şungnu. Yani Hun dediğimiz atalarımızı Şungnu.
Zalim, gaddar, barbarlar anlamına geliyor. Onlar kendileri Hun olarak. Ki o da insan demekti. Söyleyecektim unuttum. Başkalarını anladım. O da insan anlamına geliyor. Türkler bu Hunların içinde bir kol. Bir boy olabilir. Ya da bir hanedan da olabilir.
Neyse onu daha sonra geliriz. Konuşuruz daha bunu. Şimdi dedik ki zamanla toplayıcı toplayarak beslenmişlerdir. Ve 100.000’de, yanlış söyledim, özür dilerim.
200.000’de Afrika’nın hemen her tarafına yayılmaya başlıyorlar. İnsanlar. Niye yayılıyorlar? Nedir bunlar? Böyle gezginci kılan yaşama şartları. Nüfus arttıkça çatışmaktansa herkes bir tarafa dağılmayı tercih ediyor. Çatışma imkanı çok kısıtlı çünkü silah yoktu. Yaşadığımız dönem eski taş devri. Demin dediğim gibi paleolitik. Frankçesiyle paleolitik. Ben bir de şunu söyleyeyim. Ben bir dil milliyetçisiyim. Mademki her şeyi açık açık konuşuyoruz.
Ve elden geldiğince bütün terimleri Türkçe kullanmaktan yanayım. Türkçe derken Farscadan, Arapcadan aldığımız kelimeler de Türkçe olarak kabul ediyorum. Benim için ecnebi sözler Frankçeden gelenlerdir. İngilizce, Fransce filan falan. Bu da böyle arada sıkıştırmış olayım.
Eski taş devrinle… Paleolitik demişken hocam, Eğip hocamız bu konunun uzmanlarından. Ne demek hocam? İki kelimeden oluşan bir terim o. Paleo-palaios ve litos kelimelerinden. Biri eski anlamında bir sıfat. Yunancı tabi iki kelimede. Diğeri de taş. Palaios eski. Eski demek? Evet. Litos da taş demek. İki kelimeden birleşmiş bir sıfat bu. Eski taş devri.
Evet. Eski taş. Bundan sonra gelen yeni taş devrinde Neolitik. Neolitos. Neos da yeni. Neos da yeni. Yine ne dedim ben? Dağılıyorlar. 200. bin’de Afrika’nın hemen hemen her tarafına dağılmış gözüküyorlar.
İklim şartlarından pek bahsetmedik. Demir devir buzul çağ yaşanmaktadır. Buzul çağ yaşanırken, kuzey ve güney kutuplarında, özellikle kuzey kutbunda buzlar tutulur.
Buz halinde sıvı, buz halinde tutulur. Aşağı yukarı şu yöreye dek arazi buzla kaplıdır. Arazi buzla kaplıdır.
Ayrıca yüksek dağ silsilelerinde de deniz bir alanın buzla kaplı olduğunu görüyoruz. Bu durumda deniz seviyesi alçalır.
Ve şu gördüğümüz takım adalar, Türkçe’de Aral denilir takım adalara, bu Malay Aralı müthişiktir. Nereye? Güneydoğu Asya’ya. Burada Yenigine’yi görüyorsunuz. Şurada da Avustralya var.
Avustralya ile Yenigine arasındaki şu boğaz çok dardı. Aynı şekilde Tasmanya ile Avustralya arasında da hemen hemen kara parçası var diyebiliriz. Çok sığ bir su, kısa bir mesafe. Herhangi bir kütüğün üstünde buradan buraya intikal edebilirsiniz.
Benzeri Kuzeybatı Avrupa için söz konusudur. Bu İngiltere, Kara Avrupa’sına, Danimarka’da, İsveç’e bitişikti. Birçok başka yerlerde böyle örnekler verebiliriz.
Ayrıca, ayrıca yeryüzünün tarihinde yer şekilleri birçok kere değişmiştir. Bunlara ayrıntısına girmeyeceğim. Sadece bu kadar söylemekle yetiniyorum. Bütün kıtaların bitişik olduğu bir dönem vardır. Bunların ayrıldığı üç ayrı kıtaya ayrıldığı bir dönem vardır. Ve nihayet dördüncü, ne diyelim, yerbilimsel, geolojik devrimde şu gördüğünüz şekil ortaya çıkmış ve buradaki sıra dağları teşekkül etmişlerdir.
Mesela Karadeniz, daha geniş bir alana yayılmıştı. Hazar deniziyle bitişik halde ama bir iç deniz, yani öbür denizlere açık değildi. Bu dördüncü devirde bahsettiğim yerbilimsel devrimin sonucunda muazlar açılıyor ve Karadeniz’e tuzlu su doluyor. Hangi tarihlere tekabül edilir?
Dördüncü bin kaç milyon yıl oluyor? Dört yahut beş milyon yıl zannediyorum. Burada hata işleyebilirim. Ben yerbilimci değilim. Biyolojiden, evrimden hatırladığım, yani kolum olan evrimden hatırladığım kadarıyla böyle birkaç milyon yıl öncesi bir olaydır.
Niteki Karadeniz’deki tatlı su bitkilerinin tuzlu suya dayanamaması sonucunda çöküyorlar deniz dibine. Bunlar özellikle ormanlardan, Karadeniz kıyısındaki ormanlardan taş kömürü ortaya çıkıyor.
Ölen bitkiler, tatlı su bitkileri zamanla petrol e dönüşüyor, neft yağına dönüşüyor ve yüksek olan Anadolu yaylasından,
burası çok yüksek bir yayla, buradan daha alçak olan bölgelere, Arap yarımadasına, Cezire, Yunancası ile Mesopotamya, Arapçada bu Cezire oraya doğru akıp yeryüzüne çıkıyor. Günümüzdeki petrol servetinin menşei kaynağı bu oluyor. Şimdi alet kullanmaktan bahsediyorduk.
Alet kullanmaktan bahsediyorduk. Bu eski taş devri döneminde 10. oraya daha gelmeyelim. Önce bir kere bu insanlar buradan çıksınlar. 100.000 de çıktıkları tahmin ediliyor.
Bütün kadim ırklar Afrika’da teşekkül ediyorlar. Her zaman tekrarlarım, bizim asıl tenimiz karadır. Bu sonradan üstüne çekilmiş bir muşanma, şu ak pak ten. Büyük ihtimalle kara ten olması lazım. Ve 100.000 de iki mıntıkadan insanlar Afrika’yı terk ediyorlar. Bir kısım insan. Bir Mısır’ın kuzeybatısından, bugün Süveyş kanalının olduğu yerden, Sinayarım adası üzerinden Filistin ve Mesopotamya’ya intikal ediyorlar. Öbür bir kol, buzul çağında deniz seviyesi çok düşük olmasınlar ütürü. Yine burası çok dar. Burası neresi? Babülmendep Boğazı. Babülmendep Boğazı Eritre ile Yemen arasında Arap yarımadasının güneybatısı. Bu Babülmendep Boğazı üzerinden Arap yarımadasına geliyorlar. Şurası Yemen, burası Hadramut, şurası Umman. Bu kıyı boyu yukarı doğru, kuzeye doğru çıkıyorlar ve buradan Asya’ya yayılıyorlar. 100.000 olarak hesaplanıyor bu.
Şimdi, bu atalarımız kimlerdi? İnsan dedik. İnsanın, biyolojideki adı, Bunu da ben Türkçeye, Beşer, İnsan olarak tercüme ediyorum.
Bilimdeki adı, Latincede Homo Sapiens. Bildiğini bilen diye tercüme edebilir miyiz? Öyle hocam, evet. Sadece bilmesi yetmiyor, bildiğinin de bilincinde olması gerekiyor.
Bilmesi yetmiyor. Bildiğinin üzerine katlanması gerekiyor. Bildiğinin bilgisine sahip olan Homo Sapiens. Bildiğimi biliyorum. Bir tesadüf değil, yani sana söylediğim, şöyle gelişi güzel bir şey değil. O söylediğimin bilincindeyim, bu bilgimin. Homo da Beşer demek. Beşer, ya da Adam. Adam ille erkek olması gerekmiyor. Bugün böyle bir hastalık var. Bilim insanı, bilmem ne insanı, saçma bunlar. Adam Türkçe’de insan anlamına da geliyor. Mağara insanı mı diyeceğiz? Mağara adamı, mağarada yaşayan insan demektir. Kadın da var onun içinde, erkek de var, her şey var.
Bu Homo Sapiens sapiens demek ki, ya da Beşer insan, Afrika’yı 100.000’de terk ediyor. Başka yörelerde, bu çok önemli, Homo Sapiensler var. İnsana benzer yaratıklar var. Bir alt basamaktaki gibi mi? İnsan değil bu, ama insana benziyor.
Kim bunlar en önemlileri? O dönemde Avrupa ve Asya’nın batısında karşılaşılan Homo Neandertalensis.
Bu Neandertal, Almanya’da bir vadi adından da anlaşılacağı üzere, latinceleştirilmiştir tabi Neandertalensis. Yine Eyüp Hocam’a dönmek istiyorum hocam. Biraz açabilir misiniz yine Eyüp Hocam? Yani o bölge isimli hareketle türetilmiş bir sıfat, orada bulunmuş manasına geliyor. Orada bulunmuş. Neandertali. Hocamın az önceki tespitiyle zaten karşılaştıkları ve orada bulunanlar, o zaman bulunanlar tarafından tanımlanan bir karşılık mı diyebiliriz buna? Bu çok yeni bir terim daha. 19. yüzyılda kalıntıları dediğim vadide bulunuyor. Orta Almanya’da bir vadidir bu. Şuralarda bir yerde bir vadi, orada bu kalıntılarla karşılaşılıyor. 1800’lerin ikinci yarısında.
Ve insana benzer insan öncesi bu beşerler, beşerdir bunlar. Homo erectus. Dik Nuran Adam. Dik Nuran Beşer.
Ne demek bu? İki ayak üzerinde hareket eden, yaşayan yaratıklar. Homo erectus. Dik Nuran Beşer. Bir de hocam bahsedeceksinizdir, Homo habilis.
Homo habilis bundan sonra gelir. Homo habilis bundan sonra.
Bunu da ben Türkçe’ye becerebilen, yahut becereklili beşer, habilis, beceremeye gücü yeter, becerebilen diye tercüme edebilir miyiz?
Erektus da habilis de birer latince sıfat ve Homo habilis, Homo erectus şeklinde bir artık terimleşmiş durumda. Hocamız zaten açıkladı manalarını. Birisi alet. Evet becerebilen, alet yapabilen, iş yapabilen anlamında. Diğeri de dik duran ayağa kalkmış. Yani diğer canlılardan farklı olarak iki ayağı üzerinde dikilebilen insan manasında.
Şimdi bunu evrimciler çok hoş bir şekilde açıklıyorlar. İklim değişikliğinde maymunvari insanlar ağaçlarda otururken, bittik örtüsü çok yoksullaşıyor. Ağaçlar ortadan kalkıyor. Yüksek otlar var.
Afrikadaki bu yüksek otlara savanna denir. Bugün de genellikle şu yörede savannalarla karşılaşıyoruz. Burası çöldür. Burası çölle bitki örtüsü arası bir yerdir. Sahel adım edilir ve nihayet şu bölge yüksek otlarla kaplı bir yöredir.
Savanna denir ve onun altında da sık ekvator ormanları gelir. Eskiden balta gelmemiş derlerdi. Şimdi tabi ne yazık ki her yere balta girmiştir artık. Şimdi bu ağaçlar ortadan kalkınca bu zavallılar ne yapacaklar? Etraflarını kolaçan etmek için dört ayak üzerinde dururken iki ayak üzerinde kalkmışlar. Tehlikelere karşı korunmak için. Tabi çok hoş masallar bunlar. Saçma sapan şey oldu olmadı bilmiyoruz. Bu evrim bilimcilerin genelinin görüşü değil ama. Evrimcilerin değil. Evrim bilimcilerin değil ama. Evrim bilimcilerle böyle bir alakası yok. Başka türlerin birbirleriyle olan bağlantılar, özellikle de günümüzde şeylerden söz ediyorlar. Moleküler biyolojiyle uğraşırlar. Moleküler genetikler. Neyse bundan şimdi ayrı olaylar. Hocam burada bu şeyi yine vurgulayın isterseniz. Geçen bölümde de vurguladınız ama bu evrimcilikle evrim bilimciliğin ayrımını bir daha vurgularsak belki birtakım yanlış anlaşılmalarını önüne geçiririz. Sadece evrim bilimcilik milimdir. Bilimdir. Biyolojinin, canlılar biliminin en önemli kollarından biridir. Evrimcilik ise bir ideolojik görüştür. Altını tekrar çizerim hocam. Ideolojik görüştür değil mi hocam? Ideolojik görüştür. Ve orada ilerleyen günlerimizde, zamanlarımızda geleceğiz. Çünkü o çok önemli bir ideolojik görüştür. Yani böyle ideolojik görüştüyüp de elimizin tersiyle iteceğimiz bir olay değil. Oradan, bundan, evrimcilikten çok önemli çağdaş ideolojiler türemiştir. Yahu ideoloji çıkmıştır. O bakımdan hayati önemi vardır. Hocam dilerseniz burada sizin bu konuları zaten yazdığınız kaleme aldınız. Eserlerinizi gösterelim. Lütfen. Tam üzerine denk geldi.
Hocamızın zaten alanı biyoloji felsefesi ve yani son çıkan kitabı şu an gösterebilirsek. Hayatın anatomisi. Burada hocamızın zaten canlılar felsefesi üzerine, biyoloji üzerine yaptığı çalışmaların bir toplanması. Diğer kitabı da gösterelim. Çağdaş küresel medeniyet.
Az önce yine hocamızın bahsettiği temel o evrimcilik ideolojisinin işte dönüp dolaşıp geldiği yer olarak söylediği. Buradan izleyicilerimiz faydalı bir kaynak olarak. Evet, ideolojiyi anlattığı yer genelde. Yani evrim bilimi başka bir şey, evrimcilik başka bir şey ve onun da çağdaş dünyada nasıl bir yol aldığını buradan takip edebiliriz kaynak olarak.
Bu ayrımı da ben Türkçedeki ifade imkanlarına dayanarak yapıyorum. Frankçede böyle bir keskin ayrım yapılamıyor. Evrim bilimciliği, evolüsyon diye geçiyor Franscada.
Bozuk Franscada İngilizce olduğuna göre evolution diyorlar. Franscaya bozduğunuz zaman İngilizce çıkıyor ortaya. Evolüsyon, evrim ve aynı zamanda evrim bilimi anlamına geliyor. Evolüsyonizm, evrimcilik oluyor. Türkçedeki o cilik cılık takısı, Franscada İzm oluyor. O takıya tekabül ediyor. Bizdeki cilik cılık takısı. Yani Türkçeyle böyle bir ayrım yapabilmeniz de aslında şunu mu gösteriyor bize? Türkçenin yapısı olarak çok zengin bir dil olduğunu. Çok zengin olduğunu.
Hani genel bir kabul vardır hocam. Türkçeyle bilim yapılmaz, felsefe yapılmaz. Bunlar safsata hükmünde midir? Evet, o Türk’ü sömürgeleştirme siyasetinin bir parçasıdır. Dilini ortadan kaldırdın mı zaten o milleti de yere yatırmış olursun. Bizim neden felsefe, bilim dediğimizin de, zannediyorum ki altını çizdiğimiz noktanın bu olduğunu tekrar altını çizmemiz gerekiyor değil mi hocam? Evet. Felsefe, bilim derken neden?
Bütünlük teşkil etmek nedir? Şimdi dedik ki 100.000’de yukarı doğru bir göç var Avrupa’ya doğru. Yani kısım kısım yürüyen. Bir anda olmuyor bunlar. Binlerce yıllık bir süreçtir bu göçler. Bir göçler haritamız vardı, ah o gelse. Çağıralım gelsin hocam. Göçler haritamızda talep ediyoruz. Ruh çağırma, o durum gibi oluyor. Harita çağırma. Evet. Burada şu rakamlarda değişiyorlar. 36.000’de Avrupa’ya çıktığından bahsediyor ama bazı kaynaklar bunu 50.000’e kadar çıkarır Avrupa’ya çıkış. Göç yolunu takip etmeleri.
Daha sonra ve orada neandertalle karşılaşırlar. Neandertalle ne yaptıkları açık değildir. Bu da çok ilgi çekecek.
Kimi görüşlere göre sevişmişler ve buradan neandertal genetik özelliklerinin de kendini gösterdiği yeni bir beşer insan bir homo sapiens sapiens ırkının doğduğundan bahsederler var. Kimisi de kadim beşer bilimci paleoanthropolog. Paleoanthropolog. Kadim eskinin de eskisi oluyor.
Kadim beşer bilimi. Evet. Paleoanthropolog. Antropologi.
Antropologi bu. Fransızca da g’den sonra ince sessiz harf geldiğinde j okunur. Bunu da böyle almışızdır. Tabii yanlıştır. Yunancasında gedro. Logos. Logos. Logi olması gerekirdi. Her neyse her şeyimiz ters olduğundan bunu da ters almışız.
Kimi kadim beşer bilimci. Şeyimizin atalarımızın andertali öldürdüğünü yok ettiğini iddia etmektedir.
Yani kimisine göre sevişmeler oluyor ve zamanla neandertal insan soyuna katılıyor intikal ediyor. Kimisine göre de hayır böyle bir şey yok bunları topyekün yok ettiler. İnsana yakışan da hep bu oluyor zaten yok ediveriyor gittiği her yeri mermat ediyor. O zaman savaş kavramından bahsedebilir miyiz hocam?
Bahsedebiliriz. Neandertalin ortadan kalkması otuzuncu bindedir. Ondan sonra kalıntılar ile karşılaşılmıyor. Otuzuncu binden önce çok önemli bir olay var. Ateş yakmasını beceriyoruz ilk defa. Daha önce olmamış mıdır olabilir.
Karşılaştığımız olay iki yerde karşılaşılıyor. Ateş yakma olayıyla yine güneybatı Afrika’da Kap şehrine yakın bir yerde.
Bir de Pekin yakınlarında mağarada ateş yakma olayı ya Homo sapiens sapiensin eseri ya da Homo sapiens sapiensden önce oralara varan Homo pekinensis. Bu bir Homo habilistir.
Hocam burada ateş ile ilgili şunu vurgulamak istiyoruz. Belki kaçırmış olabiliriz. Evveliyatında hazır ateş kullanırken burada ateşi yakmayı insan icat ediyor. Ayrımını beceriyor onu o yüzden Homo habilis. Homo habilis olmakının da o sebeple. Açık değil. Homo habilis de olabilir.
Homo sapiens kuvvetle tahmin ediliyor ama habilis olma ihtimali de var işin içinde. Ateş yakmayı öğrendikten sonra insan büyük ölçüde serbestleşiyor. Hazır ateş bulma derdinden kurtuluyor.
Hazır ateşi elde etme yolunda savaş silah dediğimiz ilk büyük çatışmalar çıkıyor obalar arasında. Burada henüz ince ayrıntılı silah yok. Birbirlerine taş sopa atıyorlar. En eski silah diyebileceğimiz alet kargıdır. Tahtanın ahşabın yontularak öldürücü bir hale gelmesini sağlıyor.
Bununla kadim insan avlanıyor ve birbirini öldürüyor. Öncelikle kuzeye çıkanlar orada yaşayan fil benzeri bir hayvanı Mamut’u avlıyorlar. Kargılarla az daha ziyade müthiş gülüntü çıkararak hayvanı korkutuyor ve uçuruma doğru sürüklüyor. Hayvan uçuruma geldiğinde düşüyor, ölüyor ve ondan sonra onun etini tüketiyorlar.
Kargılarla daha zor çünkü o dev bir hayvan o kargı zayıf kalıyor, yaralayabiliyor. Yaraladıktan sonra da yabani hayvanlar yaralarınca bütün vahşileşiyorlar. Kontrolden çıkabiliyorlar. Kontrolden çıkıyor ve dağıtıyor ortalığı.
Neandertali ortadan kaldırdığı gibi birçok hayvan türünü de yok ediyorlar atalarımız. Bunların arasında Mamutların da bulunma ihtimali kuvvetli. Hep geçmişten söz ettiğimde ihtimallerden bahsediyorum. Kisinlemeler yapamayız bu mümkün değil.
Neden? Çünkü tekrar canlandırma imkanından, deney yapma imkanından yoksunuz. Burada bir soru sorabilir miyim hocam? Geçmişten bahsederken ihtimallerden bahsetmek zorunda olduğunuzu söylediniz. O zaman şöyle bir şey mi diyeceğiz? Tarih, sonuçta tarihi bir mesele konuşuyoruz. İnsanın tarihi, insanlık tarihi. Tarih bir bilim değil midir diyeceğiz hocam? Burada bu soru geliyor benim aklıma isterim. Niye hep beni böyle tehlikeli, kadim insanın Mamut’u uçuruma sürüklemesi gibi siz de beni sürekli böyle… Bir uçuruma sürüklemedin….yani beni recm edecekler sonunda. Estağfurullah. Vallahi yani tarihcilere, sosyologlara, psikologlara beni taşlatmayın. Bu sorularınızı daha sonra isterseniz geliriz. Konuşuruz ayrıca bu konuyu.
Daha işin başında beni yok ettirirseniz bu konuşmaları götüremeyiz. Ne diyorduk biz? Yaklaşık 40. binli diyelim Avrupa’ya dağılmaya başlıyorlar.
Bu dönemde bu dönemde buzul çağı hakim ve bir kısmı buzulların arasında yaşamaya başlıyor. Buzul ortamda yaşıyorlar. Bunu özellikle vurguluyorum.
İnsan artık dirimsel yani biyotik bir varlık değil. Bir daha altın çizerim hocam. Dirimsel bir varlık değil.
Doğa şartlarının çerçevesinde yaşama mecburiyetinde değildir. Dirimselden kastımız bu. Biyotik değildir zaten.
Aklıyla çevresini isterleri, talepleri doğrultusunda değiştiriyor. Yani doğa yasalarına bağımlılıktan çıkıyor. Doğa şartları. En olumsuz şartlarda varlığını sürdürebiliyor. Kendine göre yeni bir doğa yaratmaktadır. İnsanın kendine göre kendi ihtiyaçları doğrultusunda yarattığı doğaya dünya diyoruz.
Bu gördüğünüz yeryüzüdür. Yeryüzü ile doğa iki farklı olaydır. Arapça da arz, yeryüzü.
Dünya insanın yeryüzünü yaşanır hale getirilmişi. Şöyle diyelim, ben göremeyeceğim ama siz göreceksiniz inşallah.
Sizin çocuklarınız, Fatma Hanım’ın torunları belki çocukları da hatta Merihe çıktıklarında, Merihe yerleştiklerinde varsa orası dünyamız olacaktır. Çok ciddi bir iddia hocam bu. Nereye gider yerleşirsek insan olarak orası dünyamız. Burada bir kasıt tabi bu. Merihe gideceğimiz konusunda bir iddia var. Bu iddia üzerinden bunu söylüyoruz değil mi? Başka bir çıkış yolumuz yok. Dünya yeryüzünü perişan ettik, mahvettik. Burada pek bir geleceğimiz kalmadı. Şimdi sıra başka gezegenleri mahvetmekte. Ve onları dünyalaştıracağız.
Kendimize göre yontacağız. Yaşanan hale getireceğiz. Yeryüzünde insanın yaşamasına kesinlikle el vermeyen yörelerde insan yaşamıştır. Biraz önce Ateş Ülkesinden bahsettim. Kutup bölgesi.
Bunun bir başka kutup bölgesi değil henüz orası. Yani bugün orta kuzey Avrupa, kuzey Amerika yaşanabilir bölgeler değildiler. Hala yaşanamayan, yaşanabilir olmayan bölgelerde mesela Timet Yaylası’nda insanlar yaşıyor.
4000 metre irtifada 5000 metre yaşıyorlar. Bolivya’da öyledir. Olağanüstü bir şey. Evet dediğimiz gibi bir yandan Avrupa’ya, ömür yandan Asya’ya doğru yayılıyorlar.
Ve en son geldikleri yöre Avustralya değil, hayır Avustralya değil. Benim hatırladığım kadarıyla Avustralya’ya 60.000’e geliyorlar. Çok daha sonra Amerika’ya geçiyorlar 15.000’e.
Amerika’ya geçtiklerinde şuradan Meringue Boğazı çok dar buzul çağ. Peki bu buzul çağ dediğimiz ne zaman bitiyor? 8.000’de.
Daha önce 12.000’de kısa bir süre için yeryüzü yani 2000 yıl boyunca ısınıyor, denizler yükseliyor. 8.000’de son buzul çağ yaşanıyor. Ondan sonra tedricen ısınıyor, sular yükseliyor.
Şimdi buraya gelen insan, buraya gelen insan buradan bir daha çıkamıyor. Sular yükselip de genişleyince bu boğaz falan bunu aşamıyor. Nasıl geliyor buradan buraya? Kütüklerin üstüne binerek sürükleniyor kütük buraya çıkıyor.
Çünkü burada Yerliler Avustralya Yerlileri Aborigin Fransızcası, Aborigin İngilizcesi oluyor. Ben onu Türkçe’ye yep yerli diye tercüme ediyorum. Yep yerli.
Nereden ben buraya geldim? Böyle otururken koltukta aklıma gelmiyor. Yaşarken geliyor.
Bir buraya geldiğimde Borneo’da, şurada, Malezya’nın sabah eyaleti vardır. Tavao diye bir şehir var, bir vilayet bu sabahın güneyinde. Buradan ormana daldım ve tesadüf bir yerli obanın köyüne ulaştım. Uzun hikaye, belki bir gün başka bir vesile daha ayrıntını anlatırım. Bunların arasında 4 gün yaşadım. Bunlar Asyalı bir ırk. Kadazanlar, çekik gözlü, ufakça boylu tipik Asyalı insanlar. Oranın yerlisi. Sonra bunlar beni yandığına aldılar bir gün.
Ormanın derinliklerinde kara tenli bir dudağa gökte bir dudağa yerde basık burunlu, kıvırcık saçlı insanlarla bir araya geldiler. Değiş tokuş ettiler. Takas ettiler.
Kendi getirdikleri malzemeyi bu kara tenli insanlara verdiler. Onlardan da kendi ihtiyaç duydukları şeyleri aldılar. Onlar buraya gelen ilk kavimdi. Afrikadaki özelliklerini muhafaza etmişler.
Aynen Afrika’da çok eski bir kavim olan pigmelere benziyorlardı. Bugün şu yörede yaşayan pigmeleri andırıyorlardı. Yepyeli dememizin sebebi o. Oradan ben de hap diye çıktım. Bunlar dedim yepyeli. Benim adamlarım yerliyse bunlar da yepyelliler. Evet hocam. Bugünkü süremizin de artık sonuna geliyoruz. Yepyeli ile kapatalım. Aborjin bu güzel sohbeti kesmek istemezdim. Malumuz televizyonculuk yeri her şey bir süreye tabi. Sonraki konuşmalarımıza da bir malzeme bulundurmamız lazım. Yoksa tüketir kalırız. Hocam çok teşekkür ediyoruz. Sağ olun. Bizi aydınlattığınız için kaldığımız yerden bir sonraki bölümde devam edeceğiz sevgili izleyiciler. Felsefe Söyleşilerinde bizimle birlikte olduğunuz için hepinize çok teşekkür ediyoruz.
Bu bazılarınız için sıkıcı bazılarınız için aydınlatıcı konuşmalarla karşınızda olmaya devam edeceğiz.
Hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir