Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Bilgelik | 22. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=ARoFxlHqAJM.
Türkiye’nin Tek Kültür Sanat kanalı TRT2’den, Felsefe Söyleşlerinden hepinize merhabalar efendim. Yeniden karşınızdayız. Düşünce ufkumuzu aralamaya devam ediyoruz bu program vesilesiyle
ve tabi ki kavram mühendisliğine de devam ediyoruz. Tabi ki programınızda bu mühendisliği biz yapacak değiliz. Bu işi, bu önderliği bize sürdürecek olan isim her zamanki gibi hocamız, değerli hocamız, Profesör Doktor Şaban Teoman Duralı hocamız kendisine hoş geldiniz. Hoş bulduk efendim merhaba. Yine sağlık ve afiyettesiniz inşallah. Çok şükür sağ olun siz de iyisiniz, hoşsunuz. Sizi gördükçe mutlu oluyoruz canım hocam benim. Sağlığımız, saatimiz, moralimiz de yerine geliyor elhamdülillah. Çok teşekkür ederim. Benim için de aynı şey. Sizi görünce öyle oluyorum.
Sağ olun, var olun. Değerli hocam gibi tabi ki programımızda daimi müdavimi konuklarımızdan bir tanesi daha var. Beytullah Çakır, değerli editörümüz. Sen de hoş geldin Beytullah. Hoş bulduk. İyisin inşallah. İyiyim çok şükür. Yine güzel bir program bekliyor. Geçen hafta biliyorsun bilgelik meselesine girdik. İnşallah devamını işleyeceğiz. Evet değerli hocam bir önceki bölümde bilgelik meselesine de temas etmiştik.
Tabi ki imparatorluktan bahsettik, imperyalizmden bahsettik ve bunun sac ayaklarını imparatorlu oluşturan sac ayaklarına değindik. Lakin bilgelikle ilgili bir konuya temas etmemiz gerekiyor gibi bir hissiyat oluştu. Bilgeliği oluşturan kurumsal yapılar var mı acaba Çin medeniyetinden bahsetmiştik. Dilerseniz oradan devam edelim. Kurumsallaşmış bir yapıdan söz edilebilir mi? Ondan başlayabilirsek biz de aydınlanmış oluruz.
Olur efendim. Çok teşekkür ediyorum. İyi geceler diliyorum seyircilerimize ve yine onları sıkmaya devam edeceğiz bu vesileyle. Efendim bilgelik olağanüstü önemli bir olay olarak karşımıza çıkıyor. O yüzden de bunu böyle çam sakızı gibi çiğneyip duruyoruz.
Oraya çekiyoruz, buraya çekiyoruz filan. Şimdi birincisi bilgeliğin üstün noktası neresi? İnsan için madem ki biz doğanın yahut tanrının neye inanıyorsanız artık bize ekmiş olduğu bir şey yok.
Yani içgüdülerden yoksunuz hayvanda hatta bilgilerde gördüğümüz olay bizde olmadığına göre kendi başımıza yolumuzu bulmamız, kendimizi oluşturmamız gerekiyor kısacası.
Bunlardan uzun boylu bahsettik gelenekler, görenekler, eğitim, onun içinde yer alan terbiye vesaire. Şimdi insanı en fazla ilgilendiren onu eğitmek hayata hazırlamaktır.
Tekrar ediyorum, doğuştan getirdiğimiz bir takım güçler, kudretler, hasletler olmadığına göre bize yaşamayı öğretecek, nasıl yaşayacağımızı,
ne yaparak ayakta kalmamız gerektiğini bize anlatacak bir mercinin bulunması lazım.
Bunun da başında dedik anne geliyor, biz anneden dünyaya geliyoruz ve bize o yine yol göstermeye devam ediyor, yani o bizi götürüyor işte mürebbiye dedik, Rabb’in bir yansıması biçiminde.
Anneye, kadına da yol gösteren tabi gene onun annesidir, onun annesi olmuştur fakat genel olarak topluma yol göstericiliği yapan birinin gerekliliği var.
Yani toplumun genel eğitimini sağlayacak, yol yordan bulmasını belirleyecek bir mercinin olması lazım.
Bu merci topluma bilgi sunmaktadır.
Nasıl oturulur, nasıl kalkılır, nasıl yürünür, nasıl yatılır, nasıl yenir, nasıl içilir, bunlar hepsini biz öğreniyoruz, bunların hiçbirisi bizde hazır değil. Bu dediklerim, en önemli olaylar bunlar. Yani nasıl yememiz gerektiğini bilmiyorsak yaşayamayız ki. Ya diyeceksiniz ki işte nasıl yenir, pekala işte önünde bir şey hayır, önünde duran bir şey yemezsin.
Yani koyunun otlaması, ne bileyim ben köpek karnı ağrıdığında gidip otçu olmamakla birlikte ot yer. Ona kimse bunu öğretmiş filan değil. O bunu kendiliğinden bilir. Kedi bir yere defacetinde bulunduğunda orayı örter biliyorsunuz. Bunu ona öğreten filan yok.
Gidip üstüne toz toprak atar, kapatır. İnsan ettiği yerin üstünde oturur, kalır. Bütün bunların öğretilmesi, bunların topluma yedirilmesi, bildirilerle mümkündür.
Bu bildirilere en gelen anlamda hükümlüyoruz.
Yargı, hükümü veren kişiye, bunu veren kişiye, klasik dilimizde, Osmanlı Türkçesi’nde, Arapçadan gelen bir sözde,
Hakim, hekeme kökünden geldiğini söyledik. Hakim, tedavi eden, şifa sunan kişi, teşhis koyup şifa sunan kişi, hekim ve nihayet bireyler arasındaki anlaşmazlıkları çözme babında ortaya çıkan Hakim.
Bunlar bir kişiye şöyle yapalım, bağlanırlar, bu da bu hüküm veren kişidir.
Türkçesi’de bilge diyoruz, bu hükümleri yargıları veren bilen kimsedir. Bilge, geneli bilmekle kalmaz. Onun bir adım daha ötesi vardır, kendini bilir. Genel olarak dışarıyı bilmek, dışarının varlığını tanımak mininç olaydır. Kendini tanımak, yalnız tekrar edeyim, farkında olmadan ibaret değil bu, ondan daha derin bir olaydır. Bilinç, farkında olmakla aynı şey değildir. Deruni bir bilgi var yani, değil mi orada deruni bir tanıma var. Farkında olmak, duymak, hissetmektir. Bunun Türkçesi duymaktır, his Arapçadır. Sesleri almaktan ibaret değil duymak. Dokunmak, takmak, sesleri almak, işitmektir. Biz onu hep karıştırıyoruz. Duydun mu? Annen seni çağırıyor.
Duymuyor musun? Niye gelmiyorsun? Bunlar hep işitmektir. Duymak, tad almak, koklamak, görmek ve tabii işitmek. Beş duyudan bahsediyoruz.
Duyu ile duygu da aynı şey değildir. Bunlar bilmek için vazgeçilmez şartlardır.
Ama bunlar bilmek için yetmiyor. Bunlar lazım mı? Lazım. Şurada yürürken buna çarptım. Bu bir duyudur. Salt bir duyudur. Çarptım. Başımı bir yere vurdum. Acıdı. Ah ne tatlı bir koku. Ya da ne kadar iğrenç bir koku.
O kokuyu almak ilk bir duyudur. Çarpmak bir duyu olayıdır. Bu hayvanda da olan bir şey değil mi? Hayvanda da. Bu genel bütün canlılar da olan bir olay. Her canlı duyumlar. Duygular mı peki? Duygu da var mıdır? Önce duyumlar.
Haman böceğinde, amipte, kırk ayakta olup olmadığını kesin olarak söyleyemeyiz. Ama büyük ihtimalle var.
Acı dediğimiz duygu illaki. Tabii acı veya tatlı bunlar duygulardır. Kaçtığına göre tehlike karşısında hamam böceğinde de kırk ayakta da duygu olması lazım. Bitkide de duygunun olduğunu biliyoruz. Bitkide, bitkide, ağaçta, ne bileyim ben, otta, şunda, bunda. Çünkü zarar gördüğünde bitki solmaya başlıyor. Bir reaksiyon gösteriyor. Bir tepki gösteriyor. Ve o hayvan duygusunun, duygu sahibi olduğunu bize belirtiyor. Bu farkında olmaktır. Kedinin kuyruğunu çektiğinde bağırıyor. Hoşlanmadığında sana tırmık atıyor. Isırmaya kalkıyor. Bu nedir? Kedi varlığının farkında. Ama varlığının farkında olduğunu bilmiyor. Ya da sadece canlılık boyutunda farkında. Tabii işte. Bütün dirimsel dediğimiz bir olay var.
Varlığının farkında olduğunu bilmiyor. Çok önemli bir nokta hocam bu. Çünkü kedinin zekası var mı var. Aklı o yok. Aklı yok.
Akıl dediğimiz hep başımızı gösterir bilmiyoruz kesin olarak. Beyinden mi ibarettir akıl? Ötesi var mı bilmiyoruz. Bu inanca kalan bir şey.
İnanan adam beyinden ibaret değil diyor. Aklı için. Dinen akıl ruhun en üst kisi midir ve ölümsüzdür dinen. Yaşamaya devam edecektir. Bütün dinler istisnasız ölümle hayatın sonlanmadığını, sonlanmayacağını öne sürerler. Dinin en önemli şeyis budur.
Müslümanlıktan ibaret değil bütün dinlerde olan bu. Çok eski olanlar ne bileyim ben fetişistliklerde, şamanlıkta filan bile bu var. Çin dinlerinde nasıl peki? Konumuz oyduyor hocam.
Açık değildir. Zaten ahiret hayatı hıristiyanlık ile müslümanlıkta belirginleşmiştir. Öbür dinlerde buğuktur. Şimdi bilinç farkındalığın üstünde olan bir olaydır. Çünkü duygunun akılla idaresi, akıl tarafından biçimlenmesi olayı vardır.
Aklın işe karıştığı yerde kavram ortaya çıkıyor.
Kavramın dolayısıyla da aklın izhari ifadesi kendini dilde göstermektedir.
Dil, aklın dediğim uygulamadaki uzantısıdır. Dilin uzantısı ise hal hareketlerdir. Dilin belirlediği hareketlere eylem diyoruz. O halde akıl eylemlerin başında yer almaktadır.
Eylemlerin kumandanı akıldır.
Aklın idaresine giren duygularda düzenlilik görürüz. En düzgün, en düzenlenmiş duygulardan sanat ortaya çıkar. Duygu eseri olan son derece salt sanatlar vardır. Şiir ile müzik. Bunlar da akıl yer alır mı? Tabii ki alır.
Aklın yoksa şiir yazamazsın. Müzik yapamazsın. Şiir çünkü bir şuur işidir.
Bilinç. Şuur bilincin bizim klasik dildeki karşılığında. Yani duygularının üzerine katlanma işi bir bilinçtir. Bilince dayanarak hayatımızı belirliyoruz, inşa ediyoruz. Bilincini yitiren insan değildir artık. Aklın şiirlik derecesine geri gider. Sorumluluğu da biter. Akıl mali dediği olay bilinci tam olan insandır. Ben bir gün orta okuldaydım herhalde. Okuldan çıktım eve gidiyorum. Ankara’da Kızılay Meydanı’nda bir karışıklık var.
Dehşet bir karışıklık. O günlerde solcular, öbür tarafta milliyetçiler. Din yoktu o günlerde fazla. Milliyetçiler ve komünist mi diyelim, sosyalist mi diyelim bilmiyorum. Solcular var. Bunlar atışıyorlar. Birbirlerine bir şeyler atıyorlar, laf atıyorlar, nesneler atıyorlar falan. Bir karışıklık gidiyor. Ben de böyle durmuş sağma soluma bakıyorum. Sol taraftan bakanlıklar yönünden atlı polisler geliyor. Dehşet bir manzaradır atlı. O kadar dehşet bir şey ki Yunanlılar bunu tanılaştırmışlar. Kendilerinde pek bir at kültürü yok. Kuzeylerinde Asya Bozkörlerinde yaşayan insanlar ata biniyorlar. Avarlar falan falan. İskitler. Bunlar da görmüşler.
Ve süvari ya da atı da öyle uçan bir varlık gibi şey yapıyorlar. Pegasus. Tasavvur ediyorlar falan. Aklıma geldi mi gelmedi mi tam bilmiyorum. O günlerde bilmiyordum. Daha Pegasus olabilir. Orta üçlü olabilirim ben o sıralarda. Ben öyle aval aval bakınırken bir baktım etraf boşaldı. Toz olmuşlar. Bizim gemi aslanları. Yok ortada kimse ve ben öyle kaldım. Kaldım bir anda bir dehşet bir sancı duydum. Kaldım. Şuramda. Böbreğimin üstünde. Ve koşmaya başladım. Hiçbir şey düşünmüyorum. Düşünme sıfır. Sadece koşuyorum. Kaçmak tehlike karşısındaki ilk tepkidir. Hayvanlarda ilk tepki kaçmaktır.
Korkuyla tetiklenen bir şey. Korkuyla tetikleniyor ama korkusu hakkında bir şey bilmiyor. Yani bir duygusu yok. O duyu. Ah acıdı filan da değil. Bir duyu. Salt bir duyu. Ve soluğu bilmiyorum bir kilometre bir buçuk kilometre var mı yok mu.
Kızılay Meydanı’ndan dil tarih fakültesiyle radyo evin birleştiği yer vardır. Oraya sıhıyı filan aşıyorum. Bir durdum. Durunca yorulduğumu duydum. Ulan ben yoruldum gibi bir his geldi içimde. Düşünmenin maç düğmesi niye sorusudur. Ben de orada niye koştum diye sordum kendime. Onun üzerine olmuş bitmiş bir olayı kendimce izah etmeye çalıştım.
Olay olmuş bitti geride kaldı. Onun üzerinde düşünmek olayı yeniden inşa ediyorsun.
İnşa ettiğin o olay değil mi belli değil. Burası çok önemli bir nokta. Yaşamak budur çünkü. Daha doğrusu yaşamak değil hayat bu.
Yaşananın üzerinde düşünmek onun bilincine ulaşmak. Ya dedim ben bir sancı duydum. Herhalde ben kurşun yedim dedim.
Polis var ya dedi. Herhalde ateş ettiler dedim. O hengamede zaten ayırt edemiyorsun olayları birbirine yani ateş etme vardı yoktu ne oldu.
Sadece kaçmaya başladım. Ve soyunmaya başladım. Önce ceketimi açtım korkarak baktım. Korkarak şöyle bir şakır şakır kan akması lazım diye düşündüm.
Yok. Tekrar gömleğimi açtım. Fanilamı çıkardım falan. Nihayet kabahate gelince bak hiçbir iz yok.
Hiçbir iz yok ortada. Lan bu nasıl olur. Bu sancı nereden geldi. Kendi kendime kurdum manzarayı. Sonuçta bunun yok olması gerektiği sonucuna vardım.
Bu bir açıklama ihtiyacı mı peki. Tabii açıklama değil mi bu açıklama dediğimiz açıklama açıklamadan yaşayamıyorsun. Yolunu bulamıyorsun. Açıklama demek aradığın yolu bulman demektir. Aydınlatıyorsun yolunu. Karanlıkta gidiyorsun diyelim. Nereye bastığını neye takıldığını bilemezsin.
O olayı bütün olayı yeniden inşa ettim kafamda. Neye yarar peki. Kalamalık görünce dalmaz oldun.
Tedbir aldırıyor sana. Yaşadıklarının üzerine düşünerek neden sonuç ilişkilerini neden etki ilişkilerini kurarak bir bilinç ihtaas oluyor.
Bilinç iki taraflıdır. Dışarısını hakkında bilgilenme genel bilinçtir.
Onun benim tarafımdaki bölgesi yakası öz bilinçtir. Dışarı dışarı görerek dışarısını kurarak kendime yöneliyorum. Oraya göre kendimi inşa ediyorum. Kendime bakarak kendimi tanıyarak dışarısını inşa edeceğiz.
Kendim de neye bakıyorum. Ben nereye kadar kadirim. Gücüm ne. El veriyor. Acılar bakımından, tadlar hazlar bakımından, sınırlarım nelerdir.
Bu bir öz bilincidir. Bunu veren bunu düşünmek ve bu düşünmenin sonucunda geldiğin nokta senin öz bilincini oluşturmak.
Bu ortaya çıkmadıkça yaşama gücünü pekiştiremiyorsun.
Yollarını tayin etmekte bu yetmez. Bununla birlikte yürümen gerekiyor. İkisini birleştirmem gerekiyor. Bunu tek başımıza başarabilir miyiz? Başaramıyoruz. Bu bize gösterilmesi gerekiyor. Bu bize sunulması lazım.
Tabii bunların oluşması yaşama tecrübesi anlamına gelen yaşansıyla mümkündür. Harikulade bir sözdür. Türkçe’de son 50-60 yılda bulunmuş belki en önemli söz budur. Yaşantı.
Yani hiçbir şey sürgit olumsuz değildir. Hiçbir şey sürgit olumlu olmaz. Her ne kadar bu uydurukcadan şikayet ediyorsak da bazı uydurukların çok yerinde olduğunu görüyoruz.
Bunlardan biri budur. Bunun da mucidi yani bunu Almanca’da karşılığı vardır. Erlebniz’e karşı bulunmuş bir sözdür Türkçe’de.
Birçok dilde yoktur bunun karşılığı. Mesela yere göğe sığdıramadığımız Fransızca’da yoktur. Terim olarak sol kulağını sağ elinde, sağ kulağını da sol elinde gösterirsin. Yaşama tecrübesi gibi söylerler. Experianz ve kü iki kelimeyle ifade ediyor. Almanca’daki bu olağanüstü Erlebniz’in Türkçe’de bu olağanüstü karşılığını emin değilim ama sanıyorum. Hocam Macit Gökberk’e borçluyuz. Bu kelime var mıydı var. Bunu da ben bir yolculuğumda, dağ yolculuğumda, Güney Anadolu’da, Toros’larda, Türkmenler’de buldum. Orada hayat anlamında kullanıyorlar Türk bence de. Yani yörüklerin dilinde kullanılıyordu. Bunu büyük ihtimalle 30’larda sözlük derleyen Zevat işitip kayda getirmiş olmalı.
Hocam da bunu gördü herhalde orada. Bunların derleme sözlüğü vardır bizde. Türk Dil Kurumu’nun bastığı. Orada bir yerde karşılaşmış olması lazım. Öyle sanıyorum.
Konuşmadım kendisine çünkü ben dağa gittiğimde yani Türkmenlerle karşılaştığımda hocam emekli olmuştu ve sonra görüşmelerimizde aklıma gelmedi. Sormadım nereden. Büyük ihtimalle onlardan aldı bunu.
Ama başka bir anlam vardı. Buradaki anlamı felsefedeki anlamı yaşama tecrübesidir. Yaşamalardan çıkardığımız sonuçlar kimle çıkarıyoruz bu sonuçları? Akılla çıkarıyoruz.
Ve akıl bunları hüküm yargı biçiminde formülleştiriyor.
Çok güzel bir diziyi hatırlattı hocam. Bu anlattıklarınız, bu duyum sattıklarınız. Yunus’un meşhur bir dizisi vardır. İlim, ilim, ilmektir. İlim kendim bilmektir. Sen kendin bilmezsen bu nice okumaktır.
Yani bu örüntüden direkt aklımıza gelen Mısra bu oldu benim zihnimde canlanan Mısra bu oldu. Biliş, bilinç, özbilinç meselesinde direkt bu şiiri çağrıştırdı hocam.
Bu arada bir deha’yı da analım rahmetle o da Yunus Emre’dir. Gerçek bir dehadır. Zaten bu şiiri de bir deha örneğidir. Olağanüstü bir şiir. Olağanüstü bir şiir. Olağanüstü olmayan şiiri var mıdır bilmiyorum. Benim bütün bildiklerim olağanüstü adamda.
Bilge midir o da? Kesinlikle. Tabi. Tabi tabi tabi tabi tabi tabi. En büyük bilgelerimizde, en başta gelen bilgelerimizde ve dilimizin mimarı şeyle birlikte Yusuf Has Hacip’le birlikte dilimizin mimarlarından, en önemli mimarlarından diyor.
Dilin, dillerin mimarları vardır. Dil var olan bir olaydır. Ama onu üstün bir seviyeye taşıyan dahiler vardır.
Mesela Almanca’yı Luther zirveye taşır. Ne bileyim ben? İngilizce’yi Shakespeare taşır. Rusça’yı Pushkin taşır filan böyle dahiler var.
Arapçayı Allah taşımıştır. Başka birine hacet yok. Fars canı mesela Hafız’dır. Mimarı. Ömer Hayyam’dır.
Sadi Şirazi’dir. Bir de şey vardır. Firdevsi hocam. Firdevsi. Firdevsi. Firdevsi. Onun adını arıyordum. Dediğim ya bu çok kötü bir olay. Firdevsi. Bizim Firdevsimiz Yunus’tur. Bu yaşantı dediğiniz şeyin reçetesini verir aslında o dil bir yerde değil mi bize?
Tabi. Basit bir şekilde. Herkesin anlayabileceği bir şekilde. Her seviyeye uygun bir şekilde. Onu veriyor gibi bir şey. Şimdi bu bilinç ve özbelinci ortaya koyan, belirleyen kimsedir bilge. Uzun lafın kısası.
Bunun örneğini bundan bir iki konuşma öncesinde lao çevermişti. Söylemiştim o dergahından çıkıp dağ gidiyor arkasından bir adam koşarak geliyor.
Yola girmeyi reddeden, yolda gitmeyi istemeyen bir müridi ile ilgili bir örnek vermiştim. Bilge, bu bilinçlendirme olayını nerede gösteriyor etrafında toplanmış adamlarına dergah dediğimiz bir yerde.
Burada sunulan, tekrar ediyorum demin söyledim tekrar ediyorum, yaşama sanatına ilişkin bilgilerdir. Seni yaşama sanatında, yaşama bir sanattır. Yaşama sanatında ustalaştırmaya çalışır bir kişi.
Sanatta ağırlıkta olan nedir? Duygulardır. Duygudur.
Dergahta da mürşidim, bana nur saçan kişi. Işık fizik bir olaydır. Işıklar içinde yat falan diyorlar ya, aman Allah saklasın beni öyle mezara koyarsınız kalamam orada. En ufak ışık hüzbüsü beni çıldırtır gece. Böyle bir deliliklerim var. Onun için sakın bana ışıklar içinde yat falan gibi bir temennide bulunmayın, dua da bulunmayın.
Canınız çekersin nur içinde yatsın dersiniz o gider. Neyse bilgimiz bize bilinç aşılamaya çalışıyor.
O gene laoçeyle ilgili anlattığım hani bir örnekte adam koşarak geliyor elini öpmeye ayakkabıları nereye koydun diye soruyor. Ölüm döşeğinde yatar laoçey. Neyi deniyor orada, neyi yokluyor? Bilinçlenmiş mi? Bilinçli kişi her yaşantısının hesabını verecek kıvamda olan bir kişidir.
Yaşantının hesabının verilmesi, yaşama tecrübesinin hesabının verilmesi için her an uyanık olacaksın, teyakkuzda olacaksın.
Buna dikkat diyoruz. Dikkat diyoruz. Hep dikkatli yaşaman gerekiyor her işinle. Her yaptığın, ettiğin işe dikkat kesileceksin. Ona da gene Türkçeyi bilmeyenler bunun Türkçe karşılığı yoktur diye Fransiyadan konsantrasyonu ithal etmişler. Dikkat verir başka bir şey değil. Fransiyada bir de dikkatin karşılığı atasyon var olabilir. Biz de ikisine de dikkat diyoruz. Bizde de pür dikkat diye birisi. Tabii pür dikkat diye birisi. Çok iyi dedin. Evet pür dikkat kesilmen lazım. Bu yapılanlar neyle ilgili tekrar tekrar söylüyorum çünkü karışıyor.
Yaşamayla ilgili. Bizi yaşatmak üzere yapılan işlerdir. Tamam mı?
Dinin baş tacı ettiği, dinin temel görevi de budur. O halde bilge, dinin bir uzantısı gibidir. Bu yüzden de hızlandırıyorum şimdi doğudaki bilgeler
Çin’de, Hint’te, İran’da din kurucusu olarak geçerler. Dinlerin belirliğcisi, biçimleyicisi olarak düşünülmüşlerdir. Burası açık mı?
Burada şeyi açıklamak gerekiyor galiba sevgili hocam. Din demek bir yaşam biçimi, yaşam şekli demek. Yani din az önce bahsettiğiniz daha doğrusu meselenin şerhini yapmak gerekirse din bir yaşam biçimi, yaşama şekli, tanzimi demek galiba.
Yani salt ritüele saplanıp kalmış bir şey demek değildir. Hani biz bugün çok ritüel üzerinden… O ritüeller talim terbiye usulleridir. O yaşamanın zorluklarına seni alıştırmak için işte bilgeler de bunu yapıyor dedik ya
Confucius’un yöntemleri var, Lao-Chi’nin yöntemleri var filan filan. Bunlar hep ibadet gibidir. Yani o kung fu falan filan filan, yoga’lar bunlar göbek eritme, işte dövüşme bilmem ne şeyleri değil, alıştırmaları değil. Bunlar düpe düz ibadet derler.
Ne? Benim mesela çok sevdiğim yakın bir arkadaşım vardı Hintli. Burada bursla güzel sanatlar akademisinde heykeltıraşlık öğrenimi görüyordu. Bir gün onu davet ettiler. Hanımlar esmerliğinde filan filan eksotik bulurlardı, çok hoşlanırlardı. Amerikalılar bunu davet ettiler. O da beni de götürdü. Sahisinde sahiban olduk. İşte yedik içtik filan filan. Bir tanesi de kalktı sonra biz tam gideceğiz. Müsaade istiyoruz. Ah dedi ve herhalde davet etmelerinde esas sebebi oydu. Bize yoga’yı gösterir misiniz dediler. Hintli değil mi? Yoga bilecek. Gerçekten de biliyordu. Yani onun ibadetiydi. Bu bir kızdı. Ki kızmayan bir anamdı. Çok sakin filan falan. Zayıf, sızka bir herifti. Bir kızdı bu.
Dedi ki bu dedi ondan zaten çaldım bu lafı. Göbek eritme temrini değil bu dedi. Bu bizim bir ibadetimiz dedi. Ha dedi. Hind’i olacaksanız ki o cen kuluna mensuptu. Cen olacaksınız dedi. O ayrı bir konu dedi. O zaman dedi. O dinin bütün gereklerini yerine getirmeniz lazım. Ama sadece ve sadece yoga. Hani bizde de namaz kılma mesela. Dine girmiyorum ama sırf cimlastik babından namaz kılıyorum diyelim. Yatıyorum kalkıyorum filan filan. Bunun gibi bir olay.
İbadet bir takım hareketlerdir. Ama o hareketlerin içini dolduran ilkeler vardır. Duası vardır. Şu su vardır, bu su vardır.
Bu olmadan o dini ve olay olmuyor. Ritüel dedin de onun için ibadettir. Başka bir şey değil. Yani bizim biçimlerimiz olduğunda ona ibadet diyoruz da başkalarının olduğunda ritüel demenin bir manası yok. Hepsi aynı kazanda pişiyor bunların. O da bir ibadettir. Ve ibadetin maksadı seni hayata alıştırmaktır. Sıratı müstakim üzerinden yürümeni sağlayan bir temrinler dizisidir. İbadet. Bütün burada dergahlarda dergahlar okul değil.
Bunlar ibadet yerleridir. Böyle görmek lazım. Yaşama sanatının öğretildiği yerlerdir.
O yaşama benim ötemde üstümde bir gücün yahut güçlerin yansımasıdır. Bu yeni çağ din dışı Avrupa medeniyetinin teyzesine kadar
teyzesine deyin sürüp gelmiş bütün insanlığı kucaklayan bir süreçtir. Onun için diyorum bütün kültürler doğrudan doğruya din-e mağludurlar.
Din-e mağluluk olarak ortaya çıkmışlar. Dolayısıyla bir kültür seviyesi olarak medeniyetler de buradan türemiştir.
Doğrudan dine bağlanmayan din-i dışarıda bırakarak dinden bağımsız vücut bulmuş tek medeniyet ve ona bağlı olan kültürler yeni çağ din dışı Avrupa medeniyetidir.
Dini inkar ediyor onun içinde yaşayan insanlar hepsi dinsi hayır sürü sepet dinden insan var. Ama medeniyet bir kurum olarak kendini dine bağlamaktadır.
Kaçıncı yıldan sonra oldu bu 100 yıldan ya da? Tabii kesin bir tarih yok ama yaklaşık 17. yüzyılı temel alabiliriz. 17. yüzyıldan itibaren basamak basamak basamak bu devam eder ve…
Şiddetini de arttırıyor mu sanki hocam? Tabii şiddetini arttırıyor gayet de bir en şiddetli patlama noktası ihtilali kebir dediğimiz büyük Fransız devrimi olayıdır. Şimdi tekrar dönersek dergahımıza Lao Tzu Confucius’a burada tedris edilen burada tedris demeyelim o yanlış bir ders verme şeklinde değil alıştırılan olay insanların mühritlerin alıştırıldığı…
müminlerin alıştırıldığı mekan bir dergahdır. Neye alıştırılıyor? Düzgün bu hem bedence hem manevi anlamda düzgünce yaşama uslubudur.
Çünkü insanlar hep maneviyatı esas almışlardır. Maneviyata göre maddiyatı belirlemişlerdir. Önce maddiyat gelir sonra hayır önce maneviyat gelmiştir.
Hepsinde istisnasız kültürlerden bahsediyorum kültürleri kasıyorum. Ne zamana deyin yeni çağ din dışı Avrupa medeniyeti ne deyin.
Ha düşünürler arasında filozoflar arasında maneviyatı reddeden görülmüş müdür görülmüştür tabi. Eski çağ Yunan medeniyeti şey Yunan felsefesinde var tabi böyle önemli değil.
Genel olarak zihniyet bütün her kültürde çok yakın bir geçmişe değil mesela taş devrini yaşayan kabileler Amazon bölgesinde ne bileyim Yenegin’e de filan hep maneviyatı esas almışlardır.
Onlarda da bu sürüp gelmiştir.
Tayland’ın kuzeyinde günlerce yürüdük beş kişilik bir öbektik. Önce fil sırtında gittik ondan sonra yok önce teknelerle örmaklarda yol aldık sonra dağlara doğru yükselti başlayınca fil sırtında gittik. En sonunda filinde giremeyeceği yerlerde yaya başladık ve başımızda bir gece önce kaldığımız köyün bir adamı her köy başka bir kavme başka bir ne diyeyim size boya mağalı ve dilleri de değişiyordu.
Üşenmedim her kaldığımız köydeki belli başlı kelimeleri yazıyordum. Farklı şeyler ve onlardan bir kişi bize yol gösteriyordu her gün farklı bir şeyimiz vardı.
Mühmandarımız örmak akıyor su akıyor karşı kıyıya geçeceğiz. Benim adamlar bunlar Avrupalıydılar.
Alman, Avustralyalı, Amerikalı filan hoppada giriyor. Adam çok sinirleniyordu mihmandar oradan girmeyin ya burası geçilebilir diyordu. Hayır diyordu elinde böyle çomak var sallıyor geçmeyin dedi.
Anlamıyorlar tabi. Yani fizik olarak geçilebiliyor ışık gibi hani ışıklar içinde yatsın meselesi. Geçinip geçebiliyoruz. Buraya kadar su geliyor geçiyor geçti ama bu adam müthiş üzüldü.
Çünkü orada periler var ya. Bir kutsiye tatvetmişler. Onlar rahatsız oluyorlar. Beni dehşet sevdi. Dindaşı gibi gördü beni. Niye? Çünkü ben anladım onun derdini anladım.
Anlatamıyor tabi bize bir şey dil olarak şey yapamıyorsun. Ama ne diyeyim sana? Bilgi olan her türlü anlar diyelim hocam. Hemhal olma. Eyvallah. Hemhal olma. Eyvallah. Bu nedir? Empati dediklerinin Türkçüsüdür.
Hemhal olma kuzum. Adam şeysiyle. Hepi yürü. Hatta bunun kötü yanları da var. Orada kestirmeden geçer gidersin yürürsün. Hayır yolu çok uzatıyorsun. Ama önce maneviyat var.
Pratiğe aykırı gelebilir. Uygulamaya uygun olmayabilir. Ama yaşama böyledir zaten. Eşimden bıktım. Artık bilmem kaç yıldır yaşadık. Eee tamam ben de çekip gidiyorum. Anlatabiliyor muyum? Kestirmesi bu. Yani oradan buraya aldım ben şimdi. Nedir maneviyatın, edebin baş tacı ettiği ne? Sadakattır. Sadakat çok zararlı olabilir. Sadakat son derece köstekleyici bir etken olabilir. Ama bu insan olmanın en önemli ödevlerindendir değil mi hocam? Olmadığını yaşayamazsın. Her adımda karşına bu çıkıyor. Hangisi olursa olsun her din ve her bilgelik. Önce bunu önüne koyuyor. İlkelere bağlılık. Bağlamlığı.
Değerli hocam, maalesef ki yine zaman bizi kılıç gibi kesiyor. Bundan hiç hoşlanmıyorum ama. Tam da böyle en güzel yerine gelmişken kesmek icap ediyor. Ama maalesef ki süre bitti. Bundan dolayı bir sonraki programa bırakalım. Devam etmek istersiniz şayet. Buradan devam edelim derim isterseniz. Hayır hayır olur. Çok teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ediyorum ve yine her zaman olduğu gibi seyircilerimize iyi geceler diliyorum. Ağzınızda yüreğinize sağlık canım hocam. Evet sevgili izleyenler felsefe söyleşilerinden bu sefer bu kadarlık diyelim. Bir sonraki programda yeni tadlar almaya bu program vesilesiyle tekrar bir arada olmaya inşallah nahil oluruz diyelim.
Ve sizleri sevgiyle, saygıyla selamlayarak programımıza veda edelim. Hoşça kalın efendim.
İlk Yorumu Siz Yapın