Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Buzul Çağı | 8. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=O9-rEJkKf4Y.
İNTRO Türkiye’nin Tek Kültür Sanat kanalı TRT2’den herkese merhabalar. Felsefe söyleşileriyle yeniden karşınızdayız. Kaybolmaya yüz tutan düşünce atlasımızı adım adım aramaya devam ettiğimiz programımızda
bize serdümenlik edilecek vefeiz kaynaklı edecek isim tabi ki Profesör Doktor Şaban Teoman Duralı. Öncelikle olarak hoş geldiniz hocam diyerek söze başlamak istiyorum. Nasılsınız, iyisiniz hocam inşallah afiyetlesinizdir. Çok şükür Allah’ım. Sağ olun. Siz de iyisiniz. Çok teşekkür ediyoruz hocam. Sağlığınıza duacıyız. Programımızda tabi ki yine konuk olarak stüdyomuzda bulunan editörümüz, değerli editörümüz Beytullah Çakır
ve tabi ki felsefenin dilini anlayabilmemiz için felsefenin kültürünü ve coğrafyasını en çok ifade eden dillerin adlısı Latinç ve Yunanca Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri bölümünden İstanbul Üniversitesi’nden Doçent Doktor, Evi Çoraklı hocamızda aramızda. Hoş geldiniz hocam. Evet, bir önceki programda başka başka merhalelere gitmiştik.
Birer insan nedir, beşer nedir diye başladığımız felsefe söyleşilerinde insanın yaşama serüvelinin nerelere tekabül ettiğine dair hocamız bir takım anlatımlarda bulunmuştu. Nasıl bir yaşama doğru evrildiğini, toplum nasıl oluşmuş, o dönemdeki toplumsal yapı nasıl buna değinmişti ve tarım toplumunun nasıl oluştuğundan bahsetmişti ve en son programımızın nihayetinde kapatırken bize bir konut şekli çizmişti hocamız
ve o konut şekliyle insanların ilk yerleşim yerlerine dair ipuçlarını anlamaya çalışıyorduk. Oradan kaldığımız yerden dilerseniz hocam devam edelim. Edelim. İsterseniz oraya geçmeden önce bir şeyden bahsetmiştim. İklim değişiklikleri var demiştim. Soğuk dönemlerde buzul çağları yaşanmıştır.
Buzul çağlarında sular, deniz suları alçalıyor, seviye düşüyor. Karalar arasında geniş çaplı bağlantılar usule geliyor ve göçler bu bağlantılar üzerinden oluyor, bitiyor. Sonra deniz suyu yükselince göçülen yörelerde insanlar mahsur kalmışlardır ve oralarda soyutlanmış topluluklar karşımıza çıkıyor. Şimdi karşımıza bu haritamız çıktı. Orada bunu göstereyim.
Çok ilgi çekici bir şey bakın Asya ile Amerika birleşiyor. Daha sonra suları yükseldiğinde bu yaklaşık 12. bin olması lazım. Buzul çağının son en yüksek devri diyebiliriz. Buzullar aşağı yukarı şu çizdiğim hat. Bu Avrupa’nın hemen hemen yarısından fazlası buzul altında. Bugünkü coğrafi bilgilerimize göre şurası Fransa. Burada İngiltere olması lazım. Fransa 1 gördüğünüz gibi Halbuki İngiltere bilindiği üzere bir ada. İzlanda bugünkü ebadının neredeyse iki katı diyelim ne kadar geniş bir alanını kaplıyor. Grönland şunları bugünkü boyutları aşağı yukarı bu böyle halbuki gördüğünüz gibi bütün buralarda o 12. bin de 10. bin 12. bin o civarda hep karaydı. Ve Amerika kıtasıyla bitişikti. Güney Amerika dev bir kıta şeklinde karşımıza çıkıyor. Bugün aşağı yukarı şu çizdiğim hat içerisinde yer alıyor. Halbuki burada görüldüğü gibi şu eklenti var. Falkland adaları Arjantin’e bitişik görüldüğü gibi burada. En güneyde ateş ülkesi Tierra del Fuego’da bunlar ada olmak bugünkü adadırlar. Halbuki o dönemde Kıt’a’ya bitişiktiler.
Burada da Karadeniz’imiz bir göl şeklinde ve denizle bağlantısı yok. Aslında bu olması da mümkün değil çünkü Akdeniz’de bir iç deniz diyelim göl şeklinde tatlı mıydı tuzlu muydu suları bilmiyorum. Kızıldeniz’de bir göl biçiminde yani bugün Kızıldeniz’de, Hind denizi arasındaki Babülmende boğazı kapalı. Aynı şekilde işte Karadeniz ile Egen arasında İstanbul ve Çanakkale boğazları yok.
Ege Akdeniz’in bir körfezi şeklinde ama öbür denizlere yani okyanusa kapalı. Neden? Çünkü Cebeli Tarık boğazı yok o dönemde.
Doğu Asya’ya geldiğimizde şu gördüğünüz bütün yöre bugün bir Aral yani Takımada, Indonezya dediğimiz Takımadalar var burada halbuki o dönemde hepsi Güneydoğu Asya Kıt’asına yahut alt Kıt’asına bağlıydı.
Bitişikti. Avustralya yeni güneyle bitişikti. Tasmanya’da Avustralya ile bitişikti.
Başka bir deyişle göçler şu istikamette yan aldığında insanlar bu çok dar deniz geçitlerini kolayca Kütüklen’in üstünde aşarak Avustralya’ya ve oradan da Tasmanya’ya varmışlar.
Ama sular 8.000’den itibaren yükselmeye başlayınca özür dilerim. Yüzde 20’lik yüzde 30’luk bir kayıptan bahsediyoruz hocam. Müthiş bir kayıp var evet. Yüzdelerini bilmiyorum ama burada da görüldüğü gibi müthiş bir kayıp var ve bu tabii günümüzde de artacak yine. Evet.
İklim ısındıkça buzullar kalan buzullar ne kadar kalmışsa işte Grelland bugün hala bir buzuldur. Bu Kuzey Buzdenizi buzul olarak geçiyor.
Tabii en geniş buzul Güney Kutbu’dur ve Güney Kutbu o dönemde olağanüstü geniş bir sahayı kaplıyordu. Bugün aşağı yukarı bu geniş saha şöyle küçülmüş durumdadır. Ve git gidede dediğiniz gibi küçülüyor hocam hani haberlerde falan hep görüyoruz dev buzul kütlelerinin mesele. Evet. Kopup şeye karıştı.
Evet geniş suyu seviyesi yükseliyor. Yükseldikçe karalar daralıyor. Yani önümüzdeki yüzyılda diyelim 22. yüzyılda bu Amerika Birleşik Devletleri’nin güney doğu kıyıları güney kıyıları su altında kalmaya mahkum. Aynı şekilde Kuzey Batı Avrupa’nın kıyıları bizde de büyük ihtimalle İskender’ın körfezi, İzmit körfezi çevresi su arasında kalacağı benziyor. Belki Sapancı Gölü İzmit körfeziyle bitişerek o da bir körfez haline alır. Göl olmaktan çıkar. Bu tabii çok zararlı bir şeydir.
İnsanların yaşama alanı nüfus alabildiğine artıyor. Yaşama alanı daralıyor, kısıtlanıyor. Yani o geolojik devreler hala devam ediyor hareketine. Bunlar doğaldı. Burada olan bitenler doğaldı. Günümüzde doğal mıdır değil midir bu çok tartışılan bir konu. Büyük ihtimalle insanların yarattığı bir felaketi yaşıyoruz.
Küresel ısınma dediğimiz şey değil mi? Küresel ısınmayı insanların yol açtığı artık çok baskın bir görüş. Kesinlik kazanmış değil ama gittikçe ağırlığı artan bir görüş. Bir de şeyden bahsetmiştim geçen hafta bu Bozkır. Hocam burada geçmeden bir şey sormak istiyorum. Bu Kuzey Amerika’ya ilk insanların yerleşimi, hani bir teori vardır ya. Bu şeyden Avras Asya üzerinden geçişler sağlanıyor değil mi?
Buradan geliyorlar. 17. bin’de olduğu son zaten büyük göç Asya’dan Amerika’ya cereyan ediyor. Eski Sibirya boyları deniyor bunlara. Paleo Sibir.
Paleo demiştim zaten kadim demek. Kadim Sibirya boyları. Tabi bir de şöyle görüşler var. Bizde çok çeşitli kompleksler var. Herkesi Türkleştiriyoruz. Onu sormaya çalıştın. Kızılderiler Türktür şeyini getirmeye çalıştın. Onu tartışmaya açmak için. Kadim Türklerle yahut da onların atası Hunlar veya Kadim Hunlar onların da öncesi bu eski Kadim Sibirya boylarıyla ökce benzeşiyor olabilir. Uzak akraba diyebiliriz. Akraba olabilirler tabi. Dilleri de haliyle benzerlik gösterebilir. O yüzden de. Bazı kültürel benzerlikler de var hocam mesela Kartal hani aklıma gelen.
Herhalde. Herhalde. Birazdan bahsedeceğim ya geleceğiz oraya uzun boylu duracağız. Çok eski kültürler arasında ortak noktalar var. Ortaklıklar var. Daha çeşitlenmemiş kültür hayatı ortaklıklar var. Ve buradaki bu boyların kültür hayatları önemli ölçüde buraya göçerlere yansımış olabilir.
Çünkü daha önce bir kere söylemiştim kültür tarihinde kültürleri ikiye ayırıyorlar sıcak ve soğuk kültürler. Kültür hayatı değişmeyen zaman içinde büyük değişikliklere sahne olmamış kültürlere soğuk kültürler diyorlar.
Avrasya özellikle de Avrupa yakasındaki kültürlerin dışında kalanlar hep bu soğuk kültürlerdir.
Afrika’da, Avustralya’da, Yenigine’de, Güneydoğu Asya’da ve özellikle Amazon bölgesinde ama diğer yerlerde de üç aşağı beş yukarı karşılaştığımız zaman içinde fazla değişikliğe uğramayan kültürler söz konusudur.
Yani soğuk kültürler söz konusudur. Bu bakımdan… Kapalı açık kültür diye de şey yapabilir miyiz bunu tanımlayabilir miyim? Öyle de niteliyebiliriz. Evet. Gerçi burada temaslar var. Birbirleriyle temas ediyorlar ama o kadar benzer şartlar yaşıyorlar ki etkileşmiyorlar fazlaca.
Yani zanaatları, yaşama tarzları, özellikle şu çok geniş bölgede çok benzerlik gösteriyor. Yaşama şartları çok farklı olmakla birlikte iklim bakımından burası çok soğuk burası sıcak ama tarzları, yaşama tarzları çok benzeşiyor.
Evet. Bu ateş ülkesindeki yerlilerle Amazon bölgesindeki yerliler arasında. Buna karşılık Ant Dağları’nın yamaçlarında yaşayan topluluklar ve tabii Orta Amerika’daki Meksika ve Orta Amerika’da yaşayanlar birbirlerinden farklıdırlar.
Neden? Çünkü buralarda medeniyet oluşuyor. Buralarda medeniyet oluşuyor. Medeniyetin oluşması için devletleşmeniz lazım. Ama devlet yapıları da benzerlik gösteriyor birbirleriyle. İnkalar, Aztekler, Mayalar benzerlik gösteriyor. Kimden çok farklı? Aurasya’daki medeniyetlerden çok farklı. Afrika’da medeniyet var mıydı? Bunun üzerinde fikir birliği yok. Afrika’da medeniyet var mıydı? Fikir birliği yok. Kuzey Afrika’da var mısır ama o şeyden bahsetti. Orta ve güney Afrika’da var mı?
Bu afa ile bir dünya. Burası, burasını Afrika’dan saymayayım. Burası Asya’nın bir uzantısı. Zihniyet olarak, kültür olarak burası Arapların iskan ettiği bir bölge.
Araplardan önce yine Ak Tenli, insanların yaşadığı berberiilerin yurdu, Sahra’nın güneyinde başlıyor Afrika.
Tıpkı Asya’nın gelip geçen hafta, eski Yugoslaviyenin kuzey batısına dek uzanması gibi.
Dediğim ya, Slovenya’da başlıyor. Avrupa’nın aslında. Şu Malkanlar ve Yugoslavya bir geçiş yöresi gibi Asya ile Avrupa.
Osmanlı’nın Avrupa toprakları Asya ile Avrupa arası bir geçiş yöresidir. Asyalılığı yansıtıyordu.
Tabii Osmanlı’nın Asya toprakları adı üstü Asyalıydı ve bunlar içine de Türkler de giriyor. Türkler Asyalıdır efendim. Avrupalı değil. Kimse böyle bir hayale kapılmasın. Avrupalı olmanın ne gibi bir ayrıcalığı, ne gibi bir güzelliği var, onu ben anlamadım.
Bu güne değil, bana bunu kimse izah edemedi. Bu bir hastalık. Kompleks belki. Evet, bir ruh hastalığı diyelim. Neyse, bunlar bir tarafa şey yaparsak, arkadaşlarımız o Moskır haritasını verirlerse çok iyi olur.
Orada geçen defa biz bunu göstermeyi ihmal ettik. Bu harikulade bir harita. Efendim, Asyalı olmak yetmiyor.
Asya’nın Moskır kültürü vardır. Bu kültürü yaşayan kavimler birbirlerinden farklıdırlar ama kültür arka planlarında ortaklıklar vardır.
Bunu unutuyoruz. Bunu ihmal ediyoruz. Bu Moskır Asya’nın doğusunda başlar. Bakın burası Mançurya. Bugün artık yok. Mançurya Çin’in erittiği bir millettir. Çin’de erimiş gitmiştir. Çinlilerin öyle bir özelliği vardır. Her şeyi alır ama hep Çinlileştirir. Bunlardan bahsetmemiz lazım. Madem ki Çin çok allandı, pullandı, bunu bilmek lazım. Ülkemizde Çin’e yönelmeyi savunan kişiler, kesimler var. Bu bilinmesi lazım. Çin olağanüstü bir medeniyetle artık o kalmadı tabi. Bütün dünya İngiliz Yahudi medeniyetinin kıskacına girmiş durumda. Ama o Çin medeniyetinin kalıntısı Çin milletinin en önemli özelliği dışarıdan gelenleri içinde eritmesidir.
Hocam burada bir şey söyleyebilir miyim? Bir geçen okudum da çok ilgimi çekti. Bu Göktürk veziri Tonjuk Okun. Türklerin karşı çıkmasının sebebi tam olarak bu dediğiniz şey. Eğer biz yerleşik bir hayata geçersek Çinliye bir şey kalmaz. Çinlileştirir. Biz gerektiği yerde işimize gelen zamanda yerleşik olmak zorundayız. Çin tehlikesi karşısında da uzaklaşmak zorundayız. Yoksa eririz çünkü çok kalabalıklılar ve böyle bir kültür politikaları var. Hatta Toy’da bilgi kanuna baya bu konu hakkında bir tartışma yaşadıklarına dair bilgiler var. Tarihimizin en önemli bence dört devlet adamından biri Bilgi Tonjuk Okun. Öbür üçün sonra zaman gelince herhalde bahsederiz. Neyse. Evet Mançurya’dan bahsediyordum. Onları erittiler. Gelenleri içlerinde eritirler. Moğol istilasına uğruyor Çin. Kısa bir süre sonra o Moğollar Çinleşiyorlar. Bunun asıl sebebi nedir hocam? Kadim bir kültür olması mıdır? Kadim bir kültür olması çok güçlü bir kültür.
Medeniyet arkalı bir kültür. Başlı başına bir medeniyet mi? Çok az öyle olay var. Üç medeniyet bir millete mahsus olarak karşımıza çıkıyor. Çin, Hind ve İslam öncesi İran. Farz. Eski adıyla Pers.
Zaten İran’da bu özelliği bize gösteriyor. Dışarıdan geleni eritiyor. İçine alıyor ve eriyor. Bu İran’ın eritmesine en fazla konu olanlar da Türklerdir. Mesela Selçuklu çok ciddi tesiri altında kalmıştır. Selçuklu’dan önce Karahanlılar, Selçuklular, Safevi’yle Akkoyunlular hep eriyip gitmişlerdir. Mesela burada Mançurca artık kalmamış bir yer. Dediğim gibi Moğolları dış Moğolistan, Çin idaresinde orası erimiştir.
Şimdi hızla erittikleri bizim çok önemli bir parçamız olan Uygurlardır. Doğu Türkistan. Bunlar hiç görmüyoruz galiba. Bunlar söz konusu edilmiyor Türkiye’de ama görmek zorundayız. Bunlar da bizim bekah sorunumuzla sayılmalıdırlar. Hocam bir de yeri gelmişken vurgulayalım. Lütfen Sincan Özerk Bölgesi demeyelim. Yalnız Çin’de Doğu Türkistan dersen yerler seni. Ham hamşer olup yerler. Hocam biz de burada Sincan Özerk Bölgesi diyenleri yiyelim o zaman. Öyle yapalım.
Bu gördüğünüz gibi bir şerit halinde Doğu Asya’dan Orta Avrupa’ya uzanan bir moskur step’in Türkçesi. Bazıları hayır diyorlar step başka şey moskur. Hayır efendim. Hep frekçe kelime duyduğumuz olağanüstü tutkunun aşkın sonucunda bir takım zırva anlam farklılıkları koyuyoruz. Değil moskur düpedüz step demek.
Yani bitki örtüsü zayıf olan özellikle ağaç bakımından yoksul ama tamamiyle yoksun olmayan bölge demektir. Tamamiyle yoksul ise o çölde genellikle kumdan oluşur. Halbuki moskurun zemini topraktır.
Ve yer yer son derece verimlidir bu topraklar. Mesela Rusya’nın güneyinde kara topraklar o moskur bölgesine gelir. Yaşama şartları benzeştiğinden insan tipleri ve bunların geçim biçimleri, geçimlerini sağladıkları kaynaklar benzeşirler, andırışırlar.
Yakın bir geçmişe deyin artık günümüzde her şey değiştiği için bu genellemeleri yapamıyoruz. Yakın bir geçmişe deyin bir manzara benzerliğini bize aksettiriyordu bu moskur şiridi. Bakın Orta Aradolu’da buraya giriyor ve çok ilgi çekici bir olay.
Türkler geldikleri moskurdan yine Anadolu’daki moskıra yerleşmişlerdir. Yoğunlukla. En Türk olan bölge burasıdır. Günümüzde de böyle. Çukurova bölgesi diyebilir miyiz hocam? Orası da giriyor tabi. Daha orta Anadolu. Orta Doğu Anadolu, Orta Batı Anadolu, kenardaki dağlar da giriyor. Onlar moskur olmamakla birlikte tercih edilen bölgelerdi. Yörükler yaşıyor. Yörüklerin yaşadığı bölgeler babından.
Bu moskur manzarasına sahip bölgelerde konutlar benzeşir. Geçim biçimi benzer birbirine. Nedir, niye benziyor?
Çünkü bir iklim benzerliği var. İklim benzerliği var. Kışın çok soğuk, yazın çok sıcak. Bir ikincisi, bu hattın, bu kuşağın kuzeyi yaşamaya elverişli değil, güneyi de öyle. O sebeple gerek Avrupa’dan kalkan boylar, gerekse Doğu Asya’dan gelenler burada yaşamışlar, buluşmuşlar, sevişmişler ve yeni nesiller üretmişler. Hocam güneyde yaşamaya niye müsait değil? Kulübü söyleyeceğim. Kulübü, tıpkı Ekvator yöresinde gördüğümüz Malta girmemiş, onun ne olduğunu da bahsetmiştim. Malta girmemiş ormanlar var. Nerede başlarlar? Aşağı yukarı bugün Almanya’nın batısından bütün bu yöreyi kaplar.
Şurası Çukçı yarımadası ve burada da Kamçatka var. Şurası gördüğünüz Kamçatka. Bu yöre kamilen bu ormanlarla kaplıydı.
Anhası minhasıyla 16. yüzyıla değil, bunun adı Tayga’dır efendim. Bu kuzeyin Malta girmemiş ormanı Tayga’dır. Tayga Türkçe bir kelimedir. Sonsuz ömürlü yahut da belki biraz bir malah ettik çok uzun ömürlü anlamına geliyor. Neden? Çünkü yaprağını dökmeyen ağaçlardan oluşan ormandır. Çam ormanıdır. Her daim yeşil.
Evet dediğim gibi. Hocam bir şey daha takıldı aklıma. Bu bölgede yaşamalarının sebeplerinden bir tanesi de güvenlik olabilir mi? Çünkü çok açık arazilerden bahsediyoruz Boskır derken. Ve Boskır’da güvenlik daha kolay sağlanabilir bir yapıya sahip. Diğer taraflarda bahsettiğiniz gibi. Boskır’da güvenlik o kadar kolay değil çünkü açıktasın. Hedefsin.
Her taraftan hücuma uğrama ihtimalim var. O yüzden savaşların, tarihi savaşların büyük yüzdesi belki 70’i 80’i şu mıntıkada cereyan ettiğini görüyoruz. Ama açık arazide hani en azından düşmanı görebiliyoruz yani. Temel mantığım onun üzerine kuluydu hocam. Düşmanı daha rahat görebilmek.
Görüyorsun hareket etmek zorundasın. Düşmanına göre yerini değiştiriyorsun. Yer şekillerinin bozuk olduğu yerlerde yerleşiyorsun. Çünkü kendini koruyacak imkanları buluyorsun. Dağlar vardır. İşte derin vadiler vardır. Orada daha kolay yahut da büyük ırmakların olduğu yerler daha rahat savunulabilir. Mesela Rusya’nın en önemli önceliği dev ırmak açık bir arazidir. Yükselti yoktur. Ama o dev ırmakları aşmak büyük bir meseleydi.
Çünkü Rusya’nın bir başka olağanüstü önceliği. Soğuk. Hem Napolyon’a hem Hitler’i soğukla yendiler. Kaç Hitler’i kaç Napolyon’u. Bildiğimiz yakın tarihte onlar. General Kış derlerdi. Rusya’nın en önemli kumandanına General Kış derlerdi. Çok güzel bir şey. Menzeli bir olay Fransa’da vardır. O da düz bir arazidir. Ama ırmaklarla kesilir.
Ve oranları aşmak çok zorluğu yüzden de Fransa açık olmasına rağmen az işgale uğramış bir ülkedir. Yani aşağı yukarı 12. 13. yüzyıldan itibaren seyrek işgale uğrar.
Güneyde ne var? Güneyde güneyin bir kısmı dağdır. Neresi? İşte burası Kafkaslar çok yüksek dağlar. Kafkaslar, Elbrus, ondan sonra Altaylar, Tanı Dağları. Onların güneyinde dünyanın en yüksek dağ silsilesi Himalaya’lar var.
Bu dağ silsilelerinin altında ve yanında uçsuz bucaksız çöller. En kurak çöllerden biri Taklama Kan. Onun yanında Gobi. Şu iç Asya’dır. Ondan bahsetmedik. Şu yöre iç Asya’dır. Burası Doğu Asya. Bu iç Asya’nın Orta Asya bölgesi, Türkistan. Şu sağa Türkistan’dır. Türkistan’da da önemli çöller var. Karakum, Kızılkum. Bunlar çok özellikli çöllerdir. Çünkü kışın buz keser. Yazın çok sıcak olur.
Kar yağar. Nefis bir manzaranın çöle kar yağarken seyretmek. Hayatımda seyrettiğim en güzel manzaralardandır. Aslında imkansız olay gibi bir şey. İşte orada keyif alırsın. Keyif alırsın değil mi? Ben de onu söyleyecektim hocam. Bir de nerede keyif aldım? Karlar altında buhara. Buhara, Allah’ım o kadar güzel bir yer ki.
Bizim dediğim bilmiyormuş. İşareti yeter. Harise, Londra’ya, Los Angeles’e, New York’a hayran olanlar. Anlaşılır gibi değil. Kimlerdi İstanbul’u inşa edenler?
Megaralılar hocam. Bizantiyon bir tüccardır. Gelir buraya saray morunda durup Kadıköy’ü görür. Ve hayret eder. Oraya gelmişler, buraya görememişler. Kör ülkesi demiş. Kalkedon. Körler ülkesi. Kadıköy. Bana göre de buharayı falan görmeyen adamlar. Paris’i, Londra’yı da bilmem ne hayranları, takla atı alırlar. Körler. Evet bir şey sorayım. Hocam şeyi soracaktım. Bu keyif almak meselesi dediniz. Orada o çölde, buharada o kar yağışının altında çöle o karın tanelerinin düşüşünü seyrederken müthiş bir keyif aldım dediniz. Keyif almayı biz birazcık yanlış anlıyoruz galiba.
Şu son dönemlerde kelimelerin birçoğunun altını boşalttığımız gibi keyif alma kelimesinin de altını boşalttığımızı düşünüyorum. Birazcık bundan bahsedebilir miyiz hocam? Keyif, birazcık başka bir kültür mü gerektiriyor? Sözler, sözler. Ne derim? Söz ne derim? Bir kere ondan bahsedeyim. Söz anlamla dolu bir ses topluluğu olur. İnsanın, insanın, bir varlığı daha doğrusu, insan kılan, hep insan nedir diye soruyoruz ya, varlığı bir varlığı, insan kılan anlamdır. Anlam vermek ve anlamı anlamaktır.
Anlam tam tarifini veremeyeceğimiz mucizevi bir kavramdır. Hayatımız anlam üzerine kuruludur. Anlamı kaybettiğimiz anda insan olmaktan çıkıyoruz.
Bunlama falan diyor ya, anlam veremiyorsun. Anlamın iki kaynakla bağlantısı vardır. Hafızayla, akılla. İkisi zaten birbirini dönlemektedir. İkisinden biri ortadan kalktı mı öbürü de yaşayamazsın. İkisi birlikte olmaz diyorum.
Ve bundan anlamı veriyorlar. Anlamı dışlaştıran, işleştirebilir de yani kendi kendime de söyleyebilirim, değil. Sözdür. Sözdür. Söz anlamı ifade ederken, o anlamda resim kapsanmıştır. Resim vardır anlamda. Bir tasavvuru vardır gibi mi? Resme tasavvur diyoruz. Şimdi ki… İmge. Beyazlar, imge diyorlar. Imajdan bozma.
Tasavvuru, Fransızca. Imaj. Başka şeyleri de var. Karşılıkları da var ama esas imaj. Keyif. Tasavvuru çok ağır olan, yüklü olan bir kavram.
Her kavram, her kavram tasavvuru yüklü olmayabilir. Bilimde kullandığımız kavramlar, tasavvurdan ne kadar yoksul olurlarsa o kadar sağlamdırlar. Mesela hocam. Mesela mantık ve matematikteki kavramların tasavvuru yoktur. Bunlara geri gidiyoruz. Soyutlama düzey ile alakalı değil mi hocam? Soyutlama düzey ile.
Yani o zaman o mantık, soyutlama düzeyini sağlayabildiğimizce geçerli olan bir şey mi? En yüksek noktasındadır. En yüksek noktasındadır. Tasavvuru olmadığından mantık matematikte münakaşa yoktur. Münakaşa edilmez. Renkler ve zevkler üzerine tartışılmaz derler ya esas orada tartışılır. İki kere iki dörttür yani. Bittir.
Bir dörttür. Bir birdir. Beş beştir. Bilmem şu kadar milyar o kadar milyardır. Renkli kokusu yok. Hiçbir şeysi yoktur. Senin için öyle, onun için öyle, benim için de öyle falan. Herkes için aynı. Yeryüzünde ne kadar matematikçi varsa matematik terimleri üzerinde birdirler. Bu matematiğe bilimin alfabesi demelerinin sebebi de buradan kaynaklı galiba.
Karacıdır. Matematiği, ne kadar matematikleşmişse bir bilim o kadar sağlamdır. Bunun mesela ana örneği klasik mekaniktir. Newton mekaniği.
Keyif. Bir de şu var. Bu sözlerin kapsadığı tasavvurlar kültürle iç iç edinler.
O kültürü verir. Kültür belirlemiştir o tasavvuru. Kültürün ruhunu taşıyor. Ruhunu taşıyor. O sebeple ben bir söz yobazıyım. Sözlerin değiştirilmesi kadar korkunç bir cinayet düşünemezsiniz. Hocam demin dedi. Bütün bir kültür geçmişini tarumar ediyorsun.
Demin bu tasavvurun yerine imaj kullanılmaya başlandığından bahsettiniz. Az evvel söylediğinizde şöyle bir şey geldi. Bu kültürsüzleştirme olayı. Şimdi tasavvurun bizde bir karşılığı var. Dini bir ıslah. Bir esmadan çıkıyor. Mesela el-Musavvir’den türüyor. Aslında bunun yerine imajın konulması da birazcık o kültürsüzleştirme, hafızasızlaştırma. Hatta islamsızlaştırma projesinin bir yansıması gibi geliyor bana.
Bilmiyorum. Aynen öyle. Doğru mudur? Eee bize mahsus bir yaşama tarzı vardı ve bunu sözlerimizde buluyoruz. O yaşama tarzını attığında sözün kapsadığı, içerdiği tasavvurda yok oluyor. Hatta biliyor muyum?
Mesela bu keyiften çıktık. Ben falanca karşılaşmayı seyrettim. Müsamakayı seyrettim. Çok keyif aldım. Saçma sapan bir laf. Aslında sadece heyecanlandım. Ama heyecanlanma duygusunu artık keyif duygusundan o kadar hari. Heyecan bile yok orada. Oradan bilmiyor. Oradan öyle bir lagaluga ediyorsun. Ya anlamsız bir laf ediyorsun. Hocam keyifle zevk birbirine mi karıştırıyoruz?
Aynen. Farklıdır laf. Duyanlılığın en derin seviyesi diyelim keyiftir.
Çocukluğumda, kışı soğuğunda, kar yağarken mesela İstanbul’da ahşap evler vardı. Mangal yanıyor. Mangalın üstünde kestane kavururlar. Mısır şeyhisi yaparlar. Ne derler ona?
Közlemesi, mısır közlerler gibi. Mükellef bir öğle yemeğinin arkasından, akşam da olabilir, büyüklerimiz, bebeğler kahve içerlerdi.
Dışarıda kar yağıyor, mangal yanıyor, sohbet ediyorlar ve o kahve de höpürdeti içilirdi. Şimdi sen o kültürden gelmiyorsan, diyelim ki Avrupa’dan geldin, bu höpürdetme seni tepkiye yol açar. İğrenirsin. Edeb ile estetik çok yakın akrama, hatta kardeş diyebiliriz. Edepçe reddedilen şeyler aynı zamanda estetik bakımından hoş değildir, çirkindir.
Önlekteki örnekleri geçmiyoruz, zamanla geliriz. Aklıma geldi. Bizde herhangi bir tepkiye yol açmayan bu höpürdetme bugün olabilir. Bugün köylülük falan diye suçlanır, höpürdediyor. Halbuki o zaman keyif almanın bir ifadesiydi.
Hocam özür dileyerek şunu da söyleyebilir miyiz? Keyif alırken insan farkındalığından ari değildir, farkındalığından uzak değildir. En üst derecesindedir. Zevkte ise sanki birazcık aklın örtüldüğü, aklın birazcık setredildiği bir durum var mı? Zevkte gelip geçicilik vardır. Zevkler değişir.
Ondan sonra mesela elbiseyi değiştiriyorsun değil mi? Güzel giyinmiş, zevkli bir kişi, zevkli bir kadın veya erkek. O zevk yarın zevksizliğe dönebilir. Dün bu kadar zevkli giymişti, şimdi ne oldu bu?
Ve zevkler değişir, kişiden kişiye değişebilir, devirden devre değişebilir. Keyif çok kalıcı bir şeydir. Ve keyif her toplum için kullanılabilir mi bilmiyorum. Benim çok yakından tanıdığım iki toplumda gördüm ben keyifi. Birimizde bir de Almanlarda vardı. Ama o da eskilerde. Bugünkü Almanya’da keyif yok.
Çünkü bu yere batasıca sermayecilik, ben taraf tutarım dedim ya başta beni bağışlasınlar. Ve küresel çağdaş medeniyet bu olayı yok etmiştir. Çünkü keyifte, keyif manevi tarafı çok kuvvetli olan bir olaydır. Ve kültürel aktarımı sağlıyoruz biz. Kültürün zaten ucu maneviyattadır. Maneviyattadır. Maneviyattan dini hiçbir zaman çekip çıkaramazsın. Bunlar hep iç içe olaylardır. Çok keyifli insanlar, mesela Rumları gördüm. Öncelikle de din adamlarını gördüm. Bu tuhaf bir şey. Dinde nerede keyif gelen onu da söyleyeyim. Dinin her köşesinde keyif yoktur. Mistikliğe kaydığın ölçüde keyif katları artar dinde. Dini mekanikleştirdiğin ölçüde keyif azalır. Çünkü keyfin en önemli düşmanı mekaniktir. Çok önemli bir şey hocam.
Zeyk’te mekaniklik vardır. Keyif mekanikliği niye şey yapamaz, dayanamaz? Organik sahada keyfin yeri vardır.
Keyfin ilk belirtilerini evlin merdivenin üst basamaklarında yer alan hayvanlarda görebilirsin. Başta kedi. Kediye benzer başka hayvanları daha gösterebiliriz.
Keyfi en çok temarüz ettiren mevsimler vardır. Bahar mesela. Kış. Kış mı? Kış. Zorlu bir mevsimdir. Kışın yaşandığı coğrafyalarda. Mesela Türkler bir kış milletidir. Nazım Hikmet’in deyişiyle uzak Asya’dan bu Anadolu’ya kısrak başı gibi sarkmışlardır. O uzak Asya soğuk bir yöredir. Buz közen bir yöredir.
O zorlu mevsimde kendini korumaya aldığında büyük bir zevke kapılıyorsun.
Bu zevk çok geniştir. Bu zevk işin içine cinsiyeti almasıyla keyif bozulur. Haa cinsiyeti aşan bir sevgi durumu vardır.
Buna aşk diyoruz. Aşkta keyif vardır. Aşk cinsiyeti açan bir sevgi durumu dur. Aşkın bir durum. Aşk. Aşkındır. Çok güzel bir tanımlama olacak. Bazı kakavanlar aşkı evrimen dayarlar. Çoğalmaya, üremeye. Hayır. Aşk insana mahsustur. Hayvanda aşk göremezsin. Çok önemli bir şey hocam.
Hayvanda aşk yoktur. Kesin öyle midir? Leylekler ömür boyu sadık kalırlar. Leylek çiftleri. Bu aşktan mı ileri geliyor sanmıyorum. Bu bir içgüdüdür. İnsanda her şey iradidir. Geçen programlarda da insanın içgüdüsünün yok mesabesinde olduğundan bahsetmiştik zaten.
İradi olarak birbirine bağlı kalan, yani sadakatın vefanın sonucu ve onlara yol açan da aşksa, buna da bir keyif bulabilirsin. Burada artık cinsiyetin rolü olmaz. Yani keyif öteli bir kavram.
Evet. Ve o kadın erkek aşk ilişkisi insan ile kul ile Allah arasında tesis edilir. Ama her şeyin temelinde kadın erkek ilişkisi vardır. Dişi erkek değil kadın erkek. Kadın erkek. İnsana mahsus olan bir şey.
Şimdi keyiften hareket ettik. Çok üstün kültürlerde karşılaştığımız bir olaydır keyif. Çünkü geriye gittiğimizde yaşama mücadelesi çok şiddetlidir.
Ayakta kalma mücadelesi. Yaşama mücadelesi şiddetlendiği ölçüde insanlar mekanikleşirler. Doğal bir mekanikliktir orası. Suni mekaniklik çağımızda sermayicilikle karşımıza çıkıyor. Maneviyatın topyekun yok edilmesi. Ruhsuzluğun olduğu. Aşkın olmadığı ve aşkınlığın da olmadığı bir şey aşabilme yetisinin fikrinin, duygusunun da olmadığı bir dünyadan var.
Belli bir nesneye kilitlenme, tutku. Belli bir nesnenin tutkusu. Para veya paraya benzer olaylara duyulan aşırı işliyak. Tutku bile değil, saplantı sanki. Yani manyaklık yani. Manyak, saplantı demek ya. Tutku sanırım hocam.
Tutku daha masum bir ıslah kalıyor onu söylemeye çalışıyorum. Masum olmasa bile daha derin. Tutulmak, oraya mahpus kalmak. Şey, saplantıya göre daha masum kalıyor. Daha derin.
Tabii tutku ile, tutku ile çileyi asla karıştırmayalım. O bizim yine kakavanların büyük hatasıdır. Latincede ikisine de pasyo deniliyor değil mi?
O Fransızca pasyon diye geçmiştir. Hem çileye hem de tutkuya öyle derler. Halbuki o korkunç bir hatadır Türkçede. Çile tutkunun zıttıdır. Tıpkı sivilizasyon kelimesi ile medeniyet kelimesini eşleştirmeleri gibi bir hata bu. Sivilizasyonla medeniyeti eşleştirebilirsin de en büyük günah medeniyeti uygarlık demek.
Niye olduğunu geleceğiz sonra daha sonra. Bu kadar rezillik olamaz. Bu kadar ahmak bir şey. Ne kadar zamanımız kaldı? Son mermileri atıyoruz galiba. Son mermileri atıyoruz hocam. Kültür ortaklığından bahsetmiştik. Bu coğrafyada kültür ortaklığından bahsetmiştik. Bu ortaklığın temelini de coğrafi bir benzerlikte buluyoruz. Öyle özetleyebilir miyiz?
Bu bozgur bir temel oluşturuyor. Bu coğrafyada, bu coğraf demin gösterdiğim, haritanın üzerinde gösterdiğim o çok uzun bir hat. Avrasya’yı boydan boya kat eden hatta iklim benzerliği, yer şekilleri benzerliği insanları benzer tavırlara, benzer hareketlere götürmüştür. Benzer tavırlar derken yahut benzer davranışlar bunlar her şeyi kapsıyor. Yapılanmalardan tutun. Efendim şeye kadar… Giyim kuşama kadar belki. Kuşam, tarım yahut da geçim kaynakları. Mesela buradaki konutlar konutlara birazdan geleceğiz. Gerçi bunları göstermiyoruz. Büyük çoğunluğuyla kagir yapılardır. Taştan yahut topraktan inşa edilirler. Ormana geldiğimizde, orman sahasına geldiğimizde ahşap yerini alır.
Ve şekiller çok değişir. Buradaki binalar, konutlar diyenin dışarı karşı kapalıdır. Yanlışlıkla mesela müslümanlara mahsus yapılanmalarda dışarı kapalılıktan mahsedilir.
Vardır bunun etkisi. Mahremiyet, ev içi, yaşamanın mahremiyeti. Ama asıl sebep, asıl sebep iklimin zorluğundandır.
Kışın, soğuğun nüfuz etmemesi, yazın da aşırı ısınmayı önleme babından çok az şey konur. Dışarı çıkış, pencere, kapı gibi olaylar çok azdır veya yoktur bu yapılarda.
Buna karşılık ormanlık alanlarda, deniz kıyılarında, bir de söylemeyi unuttum, bu hat denizden çok uzaktır. Kara iklimidir. Bunun da etkisiyle, tabii doğal olarak. Kara iklimidir, sadece iklim olarak da değil. Deniz insanının yaşama biçimi kara insanından tamamen farklıdır. Kara insanı tanımla uğraşır, hayvancılıkla uğraşır. Deniz insanı ticarette uğraşır, balıkçılıkla uğraşır. Denizcilikle, balıkçılıkla ve dediğin gibi ticarete daha yatkındır.
Ama bütün kıyı milletleri benzer bir görünüm sunmazlar, o da çok yalancı bir şeydir, idnadır. Japon adada yaşar, denizlerle çevrilir. İngiliz de adada yaşar, denizlerle çevrilir.
Japonun denizle bağlantısı ile İngiliz’in denizle bağlantısı tamam tabarasıdır. Coğrafya kader değildir. Çok teşekkür ediyoruz hocam. Bugünlük süremiz maalesef ki bu kadar. Biz bu programı sizinle beraber yapmaktan keyif alıyoruz hocam. Eksik olmayın, sağol. Umarım ki izleyenler de keyif almışlardır. İnşallah. Zevk almakta kalmadık, keyif almış olalım.
Çok teşekkür ediyoruz tekrar hocamıza ve felsefe söyleşilerinde bugünkü programımızın sonuna geldik. Umarız ki sürçü lisan etmemişizdir, etmiş isek de affola diyelim. Ekranları başında olanlara felsefe söyleşileriyle tekrar buluşmaya devam edeceğimizi belirtelim.
Hoşçakalın.
Sağol.
İlk Yorumu Siz Yapın