Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Şehirlerin Oluşumu | 15. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=O3xkU1IcuIw.
İNTRO Türkiye’nin Tek Kültür Sanat kanalı TRT2’den herkese merhabalar. Yeniden karşınızdayız felsefe söyleşileriyle düşünce ufkumuzu aramaya devam ediyoruz.
Yeniden programımızda o adım adım o ufku aralamaya devam ediyoruz. Tabii ki bize önderlik eden bu yolculukta önemli bir isim var. Hemen stüdyomuzda kendisi yine tekrar Profesör Doktor Şaban Teulman Duralı hoş geldiniz hocam öncelikle olarak. Hoş bulduk merhabalar efendim. Merhabalar hocam. İyisiniz inşallah. Çok şükür sağ olun siz de iyisiniz. Çok şükürler olsun. Yine güzel bir programa başlayacağız. Beytullah Çakır da bizimle birlikte. Sen de iyisin inşallah Beytullah. İyiyim çok teşekkür ederim.
Değerli Editörümüz Beytullah Çakır programımızın daimi konuklarından artık izleyicilerimizde kendisini mutlaka artık tanıyorlardır. Sevgili hocam bir önceki bölümde kasabalar ve insanın yerleşik hikayesinden bahsetmeye başlamıştık. Kasabalar dedik kasabaların içindeki kurumsal yapılardan bahsetmeye başladık. Ruhban sınıftan bahsettik. Ruhban sınıfın nasıl bir yönetici sınıfı oluşturduğuna değindik. Ve oradaki diğer kurumsal yapılara, zanaatkarlara ve diğer yapılara değindik. Dilerseniz oradan kaldığımız yerden devam edelim. Şehire nasıl doğru evrildiğinden bahsedebiliriz. Kasabaların nüfusunun artması, kasabaların nüfusunun artması daha da önemlisi farklı toplulukların zamanla yerleşmesi.
Kasabanın yapısını, biçimini, dokusunu değiştirmiştir. Şehir, kasabanın yalnızca dağ kalabalığı değil. Şehirde gördüğümüz idari bir mekanizma var. Bir idari işleyiş var. Kasabada belli belirsizdir bu. Köyde ve kasabada. Köyü idare edenler, tıpkı daha önce göçerlerde obayı yönetenler gibi bir iştiharlar meclisi var.
Bu bir ölçüde kasabaya da geçiyor. Bir kasaba, ne diyelim meclisi karşımıza çıkıyor. İhtiyarlar meclisi karşımıza çıkıyor. Ve bu meclisin içinden, tabi bunlar hep rahipler unutmamak lazım.
Bunların içinden bir tanesi yönetici olma vasfını kazanıyor. Peredütlü konuşuyorum çünkü kasabada henüz oturmuş bir kurallar silsilesi yok. Geleneklerin getirdiği örfî bir yapılanma var. Zaten ahlakımız örfidir. Topluluğun sınırlarıyla belirlenmiştir. Genel geçer, edeb kuralları yok. Bundan daha önce de bahsetmiştim. Evrensel değildir. Hayır öyle bir şey yok.
Şimdi benim obama ait kurallar ile senin obana ait kurallar farklı olunca burada bir anlaşmazlık ortaya çıkıyor. Bu anlaşmazlık kavgayla da giderilebiliyor. Ve toplulukların birbirlerine sırt çevirmeleriyle de ortaya çıkıyor. Sırt çeviren topluluklar ayrışıyorlar. Burası diyelim ki bir kasaba, orası bir oba, burası bir oba. Biz anlaşamıyoruz bir türlü.
Birimizden birimiz kalkıp gidebiliyor. Tam yerleşiklikte sağlanamamış diyebilir miyiz o zaman burada? Yani yarı göçebe gibi.
Yerleşikliğin gerektirdiği hüküm, yargı silsilesi oturmamıştır. Ayrışabiliyor dediğim gibi.
Üçler her zaman için yiyeceğin içeceğin temin edilememesinden değil anlaşmazlıklardan da ötürü ortaya çıkabiliyor. Bu hala yakın bir geçmişe değin Türkiye’nin çeşitli bölgelerini gördüğümüz bir olaydı. Adamlar kardeştirler. Özellikle Doğu Karadeniz’de gördüğümüz bir olay.
Birbirlerine herhangi bir sebeple giriyor. Ondan sonra biri tutuyor, soyadının önüne öz getiriyor. Değişik bir soyad ortaya çıkıyor. Çok vardır bunlardan. Soyadı diyelim X’e, öz X diyor. Ve ayrışıyorlar.
Kardeş olmalarına rağmen. Söylediğime bir örnektir. Sudan sebeplerle ayrışmalar ortaya çıkabiliyor. Çok ciddi sebepler de olabilir. O ayrı.
Bir kişi tam yetkili geldiğinde o etrafına belirli bir zümreyi toplar. Çoğunlukla kendi ailesini toplar. Ve orada o toplulukların üstünde hakimiyet tesis eder.
Şehirde gördüğümüz tekamül budur. Bu devlete doğru gidiyor. Ve buradan devletleşildiği ölçüde siyasetle karşılaşıyoruz.
Tam anlamıyla devlet oluşmadan tam anlamıyla şehirliliğin ortaya çıktığını görmüyoruz. Şehrin teşekkünü devlet çerçevesinde ortaya çıkar. Yani ille kasaba çok büyüyor. Dediğim gibi bu iş bölümleri, sınıf ayrışmaları ortaya çıkıyor. Buradan da şehre geçiliyor. Hayır. Şehir aşamasına gelen kasabanın devletleşmesi gerekir.
Bu yüzden de ilk devletler şehir devletleriydi. Ama her şehirde bir devlet değil. Devlet oluşuyor onun çerçevesinde yan alan onun sınırları, hudutları içindeki kasabaların mağazası şehir olabiliyor. Bilmem anlaşılıyor mu burası?
Biraz karışık oldu ama şimdi şu bir kasaba. Bu şehre doğru evriliyor.
Bu kasabadan şehrin ortaya çıkmasıyla birlikte devlet de ortaya çıkıyor. Bunun içinde en önemli sac ayakları siyaset. Geleceğim onlara geleceğim. Devlet çıktı mı? Çıktı.
Bu devletin daha anlatacağım onu. Hükümran olduğu bir sahı var. Ona da geleceğiz. Hükmünün geçtiği bir yer.
Bu hükmünü belirleyen sanal çizgilere hudut diyoruz.
Bu hudutların içinde yan alan kasabalardan bazıları şehirleşiyorlar. Şehir oluyorlar.
Kasaba devlet olmadan şehre dönüşüyorsa o şehirden devlet ortaya çıkıyor. Devlet ortaya çıktıktan sonra kasabalardan kimisi şehirleşiyorlar. Ama devletleşemiyorlar. Hayır artık bu devletin içinde yer alıyorlar.
Ağa devleti diyorsak bu ağa devletin içinde bir şehirdir. Açık mı burası? Gayet net hocam. Devletin en önemli özelliği hükümran olmasıdır. Hüküm taşımasıdır. Hüküm vermektir.
Hüküm felsefe diliyle konuştuğumuzda yargıdır. Yargı hukuk ve siyaset dilinde hükümdür. İkisi aynı şeydir. Yansımaları farklıdır. Felsefe bilimde yargının uygulanır cinsden yaptırımı yoktur. Siyaset ile hukukta yargının yaptırım gücü vardır.
Feslefe de yargıların teori düzlemde kalması ile ilgili. Siyaseti belirleyen de aslında o felsefe değil midir hocam?
Burada felsefe bilim yok. Ama felsefe bilimin en önemli zeminidir. Başka bir deyişle devlet olmadan felsefe bilim ortaya çıkmamıştır.
Çıkmaz demiyorum. Elimizde bununla ilgili bir bilgi olmadığı için çıkmamıştır diyoruz değil mi hocam? Hayır bundan sonra felsefe bilimin olacağı yok. Bugüne değil felsefe bilim dediğimiz yapılanma sadece ve sadece devlet zemini üzerinde kendini göstermiştir. Feslefe de yargının ortaya çıkmamıştır. Açık mıdır bu? Nedendir peki? Geleceğiz onlara. Acele ediyoruz ama hocam. Hocam öyle bir şey bırakıyorsunuz ki böyle nedendir diye sorma içtahımız kabarıyor. Şimdi devlet tekrar ediyorum. Hüküm rannıktır. Hüküm taşımaktır. Hüküm vermektir.
Hüküm yargı aklının işidir. Akıldan çıkar. Akıl yoksa hüküm de yoktur. Devletin dayandığı bir sac ayak vardır.
Siyaset. Burası galiba tebeşir grevine girdi.
Hukuk.
Etisat. İngilizcesi bunların politiksel polisiye almıştır.
Hocam polisinin köken olarak baktığımızda. Polisten geliyor. Devletten geliyor değil mi hocam? Yunanca’da onu geleceğiz. Devletten geliyor. Aynı zamanda kent karşılığı da var değil mi hocam? Şehir var mı o? Polis şehir devleti demektir.
Değerli hocam en操rzyd Cook Şehir devleti daha çok şimdinin deed ver reactor parcelвер CPJ. O da sinene sisall商ffect greeted by. Önçüyü nicelleştirdiğiniz oranda elinizde çok sağlam bir tutamak olur.
Tutamaklar, kurallardır.
Önçüye bürüdüğünüz, ölçüye soktuğunuz, ölçüleştirdiğiniz kurallar kanundurlar. Kanun diyelim.
Bunlara lüzum yok. Tek tek. Olaylar kişilere bağlı olaylar ama doğa olayları değil.
Kişilerle ilgili olaylar ayarı, o ayarın belirlenişi kanunu getirir.
Kişiler arasında cereyan eden olaylar, insani olaylar böyle diyelim, kanunlara tabi derler. Benzer insani olayların bütününe yani kanunların bir araya getirilmesine hukuk diyoruz.
Kanunlardan, benzer kanunlardan, benzer insani olaylara ilişkin kanunların topluluklarına hukuk diyoruz.
Çeşitli hukuklar vardır, bir de bütün hukukları kucaklayan genel bir hukuk vardır. İslam hukuku diyoruz, Roma hukuku diyoruz, Roma hukuku diyoruz, Solon’un hukuku diyoruz, Solon’un hukuku, bunun hukuku. O hukukları içeriyor, belirli hukukları içeriyor, o belirli hukukların içinde de belirli benzer kanunlar vardır.
İrni hukuk diyorsun, icra-iflas hukuku diyorsun, ne vardır bunun içinde, icra-iflasla ilgili kanunlar vardır. Birbirinden ayrı ama benzer insan olaylarını ele alan kanunlar vardır.
Bu kanun dediğimiz şey kesin ölçülere dayanmış kurallar. Kesin ölçüden de kasıt neyin, nerede, ne zaman nasıl yapılacağını bildiren hükümdür.
Matematiksel bir kesinliği vardır. Matematik kadar kesin midir değil midir o tabii şey götürür, tartışılır. Ama elden geldiğince kesin ve keskinleştirilmiş kurallardır bunlar.
Ölçüye dayalıdırlar, nedir bu ölçü, o kuralı çiğnersen belirli bir cezaya çarptırılırsın. Anlasabiliyor muyum? Delice olmayan bir şey. O sana bana göre değişmez o ceza.
O ceza kesindir, o cezada oynamak olmaz. Oynamalar oluyorsa onlar da tesbih edilmiştir.
Şu şu şu şu şu şu şu şu şartlar gerçekleştiği takdirde işlenen suç falanca cezayla cezalandırılır. Her şey belirlenmiştir onun içinde. Sevgili hocam şimdi kasabadan bahsetmiştik bir önceki programda. Orada kural koyucular ruhban sınıftı. Ruhban sınıfı orada kural koyucu bir yapıyı da aynı zamanda temsil ediyor. Tam bir ölçü olmasa bile az önce beytullah kardeşimizin de söylediği gibi örfü bir tarafı vardı. Şehirde bunu koyan bu ölçüleri koyanlar kimler hocam? Daha önce de bir kere belirttim hatta bu yüzden de epey sosyal medya denilen ortamda bana hücum edenler çıkmış.
Benim benim icadım değil olan bu ben ne yapayım? Edeb dinden çıkma bir olaydır. Edeb din kökenlidir. Ben icat etmiyorum. Hukuk dediğimiz edebden geliyor. Daha ileride felsefe bilim teşekkül ettikten sonra felsefenin tezgahından geçen edeb ahlak olacaktır. Evet ahlak dinden gelmiyor. Akıl ile hala bağlantılı. Tamamıyla akla dayalıdır. Tecrübe ve akıl diyelim değil mi hocam? Yani ahlakın tecrübe memba edep.
Edebi akliyleştirerek filozof yeni bir biçime dönüştürür yeni bir biçime sokar. Sonra ki yani felsefe bilimin teşekkülünden sonra ortaya çıkan hukuklar ahlak sunucudurlar.
Hatta türemişlerdir. Ama felsefe bilimden önce kaldı ki felsefe bilimden sonra da ille de bütün edebler ahlaklaşmış değillerdir.
Belli bir coğrafyada gördüğümüz edepler büyük ölçüde Avrasya’da, devletlerin çerçevesinde ahlak ürünü
birçok kültür, hukuklarla karşılaşıyoruz. Yine Avrasya’da birçok kültür felsefe bileme intikal etmemiştir. Dolayısıyla onlar da edeb devam etmiştir. Ahlakı dönüşmemiştir. Amerika’da hiçbir zaman dönüşmedi. Çünkü Amerika’da felsefe bilim ortaya çıkmadı. Şeye gelince deyin, Christoph Kolomb ve Avrupalılar gelince deyin, 16. yüzyıla deyin Amerika’da devletler var. Çok da saygıdeğer devletler var, medeniyet var. Ama felsefe bilim çıkmayınca orada edeb ahlaklaşmıyor. Hocam peki burada bir şey soracağım aklıma gel.
Ahlak her ikisi için de evrensel olabilme özelliği olan şeyler diyebilir miyiz yani? Tabii oranın daha çok uzağındayız ama madem ki sorduğu söyleyeyim, tek Tanrı vahiy dini, ki bunun ilk örneği Yahudiliktir, ilk kitabı da Tevrat’tır,
ortaya çıkınca deyin evrensellik yoktur. Evrenselliği ima eden ifadeler, yollar var. Tek Tanrı vahiy dini çıkmadan önce diyeceğim ama yanlış söyledim, çıkmıştı bile felsefe bilim ortaya çıktığında 4. yüzyılda, milattan önce 4. yüzyılda Yahudilik vardı. Ve tek Tanrı görüşünü bize çok açık bir biçimde yansıtan Eflat’ın,
tabii hocası Sokrates ne kadar elimizde yazılı bir kaynağı yok onun, ne kadar tanıyorsak talebesi Eflat’ın yoluyla tanıyoruz. O bize mesela evrensellik hakkında çok açık şeyler söylüyor. Ama onların gününde Yahudilik vardı, çok önce çıkmıştı.
Eflat’ın 347’de ölüyor, Yahudiliğin ortaya çıkması yani Hz. Musa’nın yaşaması 1300’lerde filandır, milattan önce bahsetmiyoruz. Dolayısıyla eski şeyime dönüyorum,
tek Tanrı vahiy dini, mahdet vahiy dini ortaya çıkınca değil evrensellikten bahsedemeyiz. Yoktur böyle bir şey. Evrensellik, evrensel insan görüşü bir kırılma noktasıdır.
Öbüründen her boyun kendini tek insan olarak görüşünden daha önce bahsettik, uzun boylu. O geçti, onu bir daha dönmeyelim oraya.
Felsefe bilimden önceki hukuklar, edeften hareket eden hukuklar, ahlaka dayanmayan hukuklar daha mevzidirler.
Sonraki hukuklarda evrenselliği, eski bir deyiş kullanacağım, cihân şumulluğu görüyoruz. Çok güzel, klasik Türkçenin güzel kelimelerinden biridir. Cihân şumul.
Bütün dünyayı kapsayan anlamına geliyor. Cihân şumul. Bu çok yeni bir olaydır. Çok gençtir bu.
Anhası minhasıyla milattan önce, beşinci, dördüncü yüzyıldan sonra gördüğümüz, tam manasıyla gördüğümüz bir olaydır. Çeşik sebeplerle Yahudilik bütün insanlığa gelmekle birlikte öyle olmamıştır.
Gerçek anlamda bütün insanlara yani cihân şumul, insan şumul din Hristiyanlıktır. Dediğim gibi değişik etkenler var.
Yahudiliğin bütün insanlığı kapsamaması amaç buydu, öyle geldiğine inanıyoruz ama olmamıştır. Pratikte böyle olmamıştır. Pratikte böyle olan ilk din Hristiyanlıktır. Katoliklik zaten evrensel demektir.
Kelime anlamı, Yunancada. Katos, Katolikos. Bütün insanları kapsa anlamındadır ve böyle bir amaç gütmüştür. Oradan hareket eden hukuklar,
Orta Çağ Hristiyan felsefesi, İslam felsefesi bu hukukları üretmiştir, yaratmıştır. Buradan çıkmıştır. Daha dediğim gibi, o hukuk öbür hukukla önceki hukuklar mevzidirler.
Tam anlamıyla bir insan anlayışı, görüşü ortaya çıkmamıştır henüz. Hukuk böyle. Siyaset, yani bunlar tekrar ediyorum, Ruhbandan çıkan olaylardır, ister istemez.
Siyasette başa geçen kişi, Hükümdar, kral, bu aynı zamanda baş rahiptir. Baş rahip konumundadır. Etrafında,
Ona yardım eden öncelikle kendi kandaşları, Ama daha ileriki dönemlerde, Başka rahipler, onun kanından olmayanlarda olaya katılıyorlar.
İdare olayına katılıyorlar. O siyaset bir çeşit eşgüdüm görevini görmektedir. Çok şey yapan, ayrışan bir toplumla karşı karşıyayız.
Farklı soylardan gelen insanlar farklı işlerle uğraşıyorlar. Bunların arasında her çeşit anlaşmazlık söz konusudur. Anlayış farklılıkları var, çıkar farklılıkları var. Görülen görevlerin farklılığı var.
Dini farklılıklar var, geçen bölümlerde bahsettik. Bunları bir araya getirmek, bunların arasında eşgüdümü sağlamak, Siyasetin işidir. Siyasetin çerçevesinde,
Kucağında yer alan diyelim hukuktur. Siyaset daha soyut. Geneldeki sorunları, Genel bir anlamda çözmeye yönelik
etkinlik alanıyken hukuk daha somut, Daha belirgin, Kişi ile kişi arasında, Karı koca arasında, Rençber ile zanaatkar arasında,
Büyük yetişkin insanla çocuk arasında, Çatışmaları, Zorlukları çözmeye, halletmeye yönelik bir etkinlik alanındır. Buraya eklemediğimiz, Ama doğal gördüğümüz bir de,
İnsanların doğrudan kişisel, mireysel sorunu vardır. Sağlığıyla ilgili. Buna da, Ayrı kişi eğiliyor. Hakim hekim.
Yani siyaseti hukuku götüren, Bununla uğraşan kişi aynı zamanda tabiptir. Bütün eski bilgelere baktığımızda, Bunu görüyoruz. Bunların birbirlerinden, Eski çizgilerle ayrışması, Çok yeni dönemlerin işidir. Hatta yeni dönemlerde, Yani ne diyeyim size, Yeni dönemin en şaşalı, en büyük, En müthiş devleti Roma.
Roma’nın, Geç dönemlerinde, Cumhuriyetin sonlarında, MÖ, 1. yüzyılda filan, Bunların ayrıştığını görüyoruz. Yunan’da da var bu ayrışma. Ama Yunan, Henüz çok kısıtlı bir, Dünyadır.
Yunan’da da çok uzun boylu duracağız. Yunan’ın genellemesi yanlıştır. Yunan’da son derece, Kadim yapılı devletler var, Isparta gibi. Günümüzün devletini aratmayacak derecede yenilikçi, Devlet vardır. Atina. Zaten Yunan medeniyeti denirken hep, Tek bir şey gelir. Bir de hep tek bir şey gelir Yunan medeniyeti deyince haklı aslında çok farklı farklı dediğiniz gibi, Ispartası var, Atina’sı var, osu var. Halbuki, Çok geniş bir alana yayılan, Bir haritamız gelse, Avrasya haritasını da göstereceğiz. Roma devleti. İşte, Yani, Roma,
Çok geniş, Sahayı kapsamış, Asya’nın batısı var. Avrupa’nın neredeyse bütün, Medeniyet coğrafyası. Buraları biz, Mahşi bölgeler olarak bir tarafa atarsak,
Medeniyet coğrafyasının tamamını, İçeriyor, Afrika’nın kuzeyi, Afrika’ya bugün pek önem vermiyoruz, mahşi mahşi diyoruz ama, Afrika özellikle, Sahra’nın kuzeyi, Öteden biri çok önemli bir medeniyet merkezidir. Şu, Çok önemli bir medeniyet merkezidir.
Bütün bu medeniyet, Coğrafyasını, Buraları, İçeren, Kapsayan, Barındıran, Muazzam bir devlettir. 2000 yıl yaşamış. Dile kolay. 500, yanlış hatırlamıyorsam 70’de kuruluyor. Bu tarihlerde her zaman için yanılabilirim. 500 demişim, 700.
750’de kurulmuş olabilir de, ben yanlışlıkla 770 diyorum. Yav 770’de kurulmuştur da, 750 diyorum. Yani var böyle bir teknik ayrıntılardan. Ben uzmanı değilim. Sümme aşağı tarihçi değilim. Özellikle de Roma tarihçisi değilim. Dolayısıyla, Affola hatalarımız, affedilsin. Genel bir görünüm verme babından bunlara gidiyoruz. Tarih herkesin, Aydın olan her insanın malıdır. Tarihsiz yaşanamaz. Nasıl ki mire olarak hafızasız yaşayamazsak, Hafıza bizim esasımız ise, Aslımız ise, Tarih de, Toplum medeniyet açısından, Sırtımızı dayayacağımız en esaslı dayaraktır. Tarih bir bilimdir tabi, onun uzmanları vardır. İşimiz tarih değilse uzmanı değiliz. Ama bilmekle yüklüyüz. İster fizikçi ol, ister maden mühendisi ol, ister avukat ol. Ne olursan ol. Tarihi bilmek mecburiyetindesi.
Tarihden paçanı sıyıramazsın. Aksi takdirde hiçbir konuda hüküm veremezsin. Mümkün değil. Evet, 2000 yıllık bir devlettir dedim. Milletten önce 8. yüzyıla değil, Uzanan bir geçmişi var. Ve hepimizin bildiği gibi de 1453’te bitmiştir.
Bizans bir uydurmadır. 19. yüzyıl Avrupalı tarih filozoflarının uydurduğu bir şeydir. Bizans dedikleri Doğu Roma’dır. Roma’nın bir parçası, başka bir şey değil. Hiçbir zaman, Romalılar bir kısmı kendilerine Bizans dememişler, öyle bir kavrayışları yoktu. Dediğim gibi çok sonra uydurulmuş bir ünvandır, bir lakaptır. Ayrı bir sorun tabii o. Şimdi, Burada, bu devlette çok açık bir biçimde, Belli bir tarihten itibaren, Cumhuriyet’in sonlarında, Milletten önce 1. yüzyıl civarında, Bunların çok açık bir biçimde ayrışlarını görüyoruz.
Atina’da da vardı ama burada artık evrenselleşiyor bu olay. Çok açık bir biçimde karşımıza çıkıyor. Başka yerlerde, Bir başka çok büyük, Medeniyet merkezi, Çin’de, Yine bu olay, Belli belirsiz ortaya çıkıyor. Nereden biliyoruz? Çünkü bunları belirleyen bilgeler var. Mesela, Çinlilerin büyük hukuk bilgesi, Moç’e. Tamamıyla hukukla ilgili ifadeleri vardır. Tarih olarak kaça tarih diyebiliriz hocam? Konfrüccüs ise, Siyaseti oluşturan adam. Hangi tarihte? Çok eski bir tarihte, Tabii bunlar da göreli, Çok eski sayılabilir mi? Konfrüccüs 6. yüzyılda, Moç’e de herhalde, 5. yüzyılda falan yaşıyor. Yani neredeyse aşağı yukarı Roma Devleti ile, Bu ayrışmanın yaşandığı dönemle, Aşağı yukarı aynı bir dönemden.
Hatta Yunan’ın felsefe öncesi bilginlik dönemine denk düşer. Konfrüccüs 6. yüzyıl şeyin, Thales’in, Anaximandros’un filan dönemleridir. Çok tuhaf bir kaderdir bu. Dünyanın insanlığın en büyük adamları,
Belli bir çağda nedense ortaya çıkmışlardır. Eksen çağ diyen biri vardı ama hangisi hatırlamıyorum hocam. Bir düşünür, böyle tanımlama yapıyor. Bunun nedenini bilmiyorum. Kimse de bilmiyor, uyduruluyor. Şundan bundan yok bunun nedenini, bilmiyoruz. Böyle, kader. Allah öyle isteymiş, öyle olmuş. Ne diyelim?
Yok coğrafyadan, muzlardan, ısınmadan, soğumadan. Yok öyle bir şey. Akla mantıklı gelmiyor hocam, hiç bir teori. Hiç gelmiyor, bilmiyorum. Bilmediğim bir şey bilmiyorum, bu kadar. Yapacak bir şey yok. Bildiğim bir şeyi kanıtlamak zorundayım. Bunu biliyorum dediğimde bunu ortaya koymak zorundayım. Bunu koyamıyorum.
Şimdi o bir tarafa, gelelim biz tekrar buraya. İkni sat daha önce belirttiğimiz gibi üretim ile tüketim dengesinin gözetilmesi ve bunun ölçüye dayatılmasıdır. Ölçüye geri getirilmesidir.
Her ölçme olayındaki gibi bu da bir nicelliğe dayanması gerekmiştir.
En başat ölçü, buradaki en önemli ölçü mangar olmuştur, para olmuştur.
Bir an önce, bilattan önce 700 yanlış hatırlamıyorsam 70’te, Lidyalılar, Krezüs. Para ilk defa ortaya çıkıyor. Paraya gelince, değil tabii hiçbir şey bir anda olmuyor. Ondan önce değerli madenler kullanılıyor. Gümüşte, altındı falan. Allah’ım ol diyor ve oluyor. Onun dışında hiçbir şey olmuyor böyle. Her şeyin uzun bir gelişme dönemi var. Kuluçka dönemi var. Dediğim gibi madenler bu noktada kullanılıyor ve en sağlam göz alıcı altın olduğundan çok rabet görüyor.
Bütün çağlarda, bütün dibirlerde iktisadın en ilk dönemlerinden, bugüne değil altın ölçü olarak alınmıştır. Bugün hala vardır. İşte 1943’den beri dolar oldu dünyada. Siyaset, hukuk ve iktisad devletin dayandığı sac ayağıdır dedik. Siyasette bir başkan var ve onun çevresinde bir heyet teşekkül ediyor.
Burada en uzun sürmüş, en esaslı idare biçimi istibdat olmuştur. Hürriyete yer veren düzen çok yenidir. İlk defa kurum olarak gördüğümüz Atina’daki bildiğimiz meşhur demokrasi olayı. İstibdada dayalı idarenin yaslandığı sınıf, zümre, soyludur. Asilzade.
Asilzade denmiştir. Asilzadeler belli bir soydan gelen rahipler olarak tecessüm ediyor. Rahip olmayan idareciler siyasi erbab, o da çok yenidir.
Yunan’da görüyoruz. Ve tabi daha sonra Roma bunu devralıyor.
Gelinim devletin hükümranlık sahasına.
Devletin hükümranlık sahası ya da alanı vatandır.
Şurası merkez şehir.
Şurası devletin sesi şu hat içerisinde dinleniyor.
Burada köyler var, kasabalar var, bir ihtimal de şehirler var. Bunun ortasında da bir yerlerde de sarayımız var. Bir müstahkem mevki.
Oradan çıkan hükümler, Musa’ya şamildirler. Hüküm ferma olan Musa’nın adı vatandır. Arkadaşlarımızda resimler vardı şehirle ilgili.
Mesopotamya’daki şehirlerle bilmem. Burası ya Hatuşaş ya da Babil. Babil’e daha çok benziyor sanki hocam burası. Tarih öncesi arkeologlarımız bunu artık söylerler bize.
İçen hafta söylediğim Mehmet Bey dostumun soyadı Özdoğan. Selam olsun ona. Saygılarımız, sevgilerimiz selamlarımızla. Bu 10.000’e basıyorsunuz. 10.000’de 12’den bahseden dostumuz. O bilir bunun Hatuşaş mıdır, Babil mi ne olduğunu. Gördüğünüz gibi bu tabii çok ilerlemiş bir şehir. Ooo! Bu dehşet bir yer. Müstahkem. Etrafında duvar var. Duvarların dışında da şeyler var. Gördüğünüz bu zikurat olacak. Tapınak. Göğe yaklaştığı ölçüde Tanrı’ya yaklaşılmış oluyor.
Öyle bir zehab vardı. Tanrı hep gökte aranmıştır çünkü. Hala bugün Allah’tan bahsederken böyle elimizi falan kaldırıyoruz. Sonra saçma sapan bir şey her yerde olması gerekiyor. Ama işte böyle gökleri gösteriyoruz çünkü en sunturaklı gök Tanrı’ydı. Bütün dinlerde bu böyleydi. Türklerde de böyle gök Tanrı.
Tengri. Evet bu bir şehrimizdir. Buralarda bir yerde saray olması lazım. Artık hangisi bilmiyorum. Ve bu etrafı olduğu gibi vatandır. Vatan siyasi bir kavram o zaman. Vatan siyasi bir kavram. Vatanda yer alan toplum… Millet mi oluyor?
Millettir. Milletin bireyleri vatandaşlardır. Cumhuriyetlerde vatandaş diyoruz. Hükümdarlıklarda tabağ oluyor. Tabağ diyoruz değil mi hocam? Aynı şey. Tabağ ile vatandağ aynı şey. Ayrıca cumhuriyetler hep kendilerini farklı ve üstün gördüklerinden bu adı değiştirmişlerdir. Vatandaş şeyini vermişlerdir. Hocam burada bitiriyor muyuz? Evet bitireceğiz. Süremiz bitmek üzere. Değerli hocam, süremiz bitiyor. Beytullah’ın da sözünü kesmek zorunda kaldım. Sorusunu önümüzdeki haftaya saklayalım.
Bu vatan ve millet meselesini ve bunu oluşturan yapıyı konuşmaya devam edeceğiz. Bunun ilk örneklerinin nerelerde olduğuna da değinmeye çalışacağız. Az önce Babilia’da 60 yaş olduğunu düşündüğümüz şehire de değiniriz. Bunun nelere doğru evrildiğini daha sonraki aşamada görelim. Önümüzdeki hafta ve haftalarda neler var. Asıl felsefeye o zaman gireceğiz inşallah hocam. Doğru felsefe çok var.
Aman! Daha devleti yeni kurutup. Daha devlete yeni geldik. Nasip olur da inşallah bir gün girersek mutlu olacağız hepimiz inşallah canım hocam. Bazı izleyicileri de mutlu etmiş olacağız diye de menne ediyoruz. Çok teşekkür ediyoruz bugünkü bilgiler için. Ben teşekkür ediyorum. Ve iyi akşamlar diliyorum seyircilerimize. Evet değerli izleyiciler, felsefe söyleşilerinden bu günlük bu kadar.
Umarız ki keyifli ve bilgilendirici bir sohbet olmuştur felsefe söyleşileri adına. Bir sonraki programda tekrar birlikte olmak dileğiyle.
Hoşça kalın.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın