"Enter"a basıp içeriğe geçin

Tuba Erdem: “Hayatım ‘7 Numara’ ile değişti”

Tuba Erdem: “Hayatım ‘7 Numara’ ile değişti”

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=Gl4nuIGehN0.

Benim için çok ağır dönemlerdi. Annemi trafik kazasında kaybettim. Çok hiçbir zaman bize açık açık söylememesi ne rağmen bir tren kazasıydı. Ya beni ya abimi kurtarmak için kendini feda etti. Şu an 40 küsur yıl oldu onu kaybedeli ama Yasık hala içimde. O hiç bitmiyor onun sevgisi ve özlemi ve hasreti. Mesela Farah Zeynep Abdullah, mesela Gökçe Bahadır. Armağan. Armağan deyince niyeyse aklıma hüzün geliyor.
Anne hiç bitmeyen Yas benim için. İçeriye geçmeden yalnızca birkaç tanenizi alacağız. GZT olarak yaptığımız işi seviyoruz ve çok çalışıyoruz. Amacımız da GZT YouTube kanalı. 1 milyon aboneye ulaştırmak. Bu da sadece sizin katkınızla mümkün. Abone ol bu kanala tıklayarak. 1 milyon yolculuğumuzla bize destek olabilirsiniz. Bir kişiden ne olur demeyin. Bizim için çok önemli. Şimdiden teşekkür ediyor ve hemen içeriye dönüyoruz. Başlayalım. Hepimizin tanıdığı isimleri konuk etmeye devam ediyoruz. Bugünkü konuğumuz Tuğba Erdem. Hoş geldiniz. Hoş bulduk. Nasılsınız, nasıl geçiyor günleriniz? Siz nasılsınız? Teşekkür ederim. Zahmet ettiğiniz için teşekkür ederim. Rica ederim. Nasıl geçiyor günleriniz? Günlerimiz güzel geçiyor. Çalışarak geçiyor. İyiyiz bu ara. Pandemiye atlattık çok şükür diye düşünüyorum artık. Ülkece ve dünyaca. Kötü günler geçirdik. Çok zordu bizim için. Özellikle oyuncular için. Feci geçti denebilir. Sahneye çıkamamak, mesleğinizi yapamamak da çok zordu. Onları atlattık çok şükür. İnşallah artık bu sene bu iş bitsin diye düşünüyorum. Kışa güzel güzel başlayalım istiyorum yani. Güzel bir istek. Umarım bu istenizle de kavuşursunuz. İnşallah. O zaman biraz daha sizden bahsedelim mi istiyorum? Edelim. Kendinle en başına dönelim o zaman. Kimliğimizin ilk oluştuğu döneme yani çocukluğa. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Açıkçası çok güzel bir çocukluk geçirmedim. Ebeveynlerimi çok erken yaşta kaybettim. Annemi üç yaşımda kaybettim.
Babamı ergenlik çağında kaybettim. O yüzden de çok böyle parlak mutlu bir çocukluğum olmadı. 15 yaşında 14 yaşında İstanbul’a geldim abilerimin yanına. Ve oradan sonra da hem okul hayatım hem meslek hayatım devreye girdi. Benim için 14-15’den sonra başlıyor diyebiliriz hayatım. Ama çocuklukla ilgili pek bir bilgi alamadık. Yani söylenecek çok bir şey yok. Benim için çok ağır dönemlerdi. Annemi trafik kazasında kaybettim. Çok hiçbir zaman bize açık açık söylememesi ne rağmen bir tren kazasıydı. Ya beni ya abimi kurtarmak için kendini feda etti. Bu çok ağır bir şey zaten. Ve onun yokluğu da çok ağır bir şey. Benim açımdan öyle yani. Ben şu an 40 küsur yıl oldu onu kaybedeli ama yası hala içimde. Yani hiç tanımadığınız hiç hatırlamadığınız biri nasıl yürür nasıl güler nasıl konuşur neden hoşlanır ne rengi sever ne yemeği sever hiç bilmediğiniz biri ama Öyle köklü bir sevgi var ki arada bir bağ var ki o hiç bitmiyor onun sevgisi ve özlemi ve hasreti.
Öyle olunca da tabi çok şaşakrak bir çocukluk olmuyor maalesef. Hüzünle ve mutsuzlukla geçen bir çocukluk oldu bir gün içinde. Ama bu günlere geldik sonuçta. Peki diğer aile bireyleriyle aranız nasıl olurdu? Biz üç anneden alt kardeşiz. Babamız bir, üç tane annemiz var. Benim annem vefat etti. İki annemiz hala hayatta hatta bir tanesi şu an benim de annem. Babamın ilk eşi. Abilerimin ve ablamın annesi.
Ben 14-15 yaşlarında onların yanına geldim. Ve biz kardeşler. İki annemiz kız kardeşim var benden sonra. Ben beş numarayım. Altı numaranın annesi var. Biz hep birlikte kocaman bir aileyiz. İlişkilerimiz çok iyi. Çok sağlam. Bizde öz üvey gibi kavramlar hiçbir zaman olmadı. Yani kan bağına inanmam diyemem kan bağına inanırım. Fedakarlığa sevgiye iyi insan olmanı inanırım.
Onların sevgisiyle biz yani annemizin sevgisiyle kocaman bir aile olarak hayatımıza devam ediyoruz. Güçlü bağlarımız var kardeşler olarak. Üvey annelerimize de bağlarımız güçlü. Artık arkadaş gibi hisat da mutluyuz. Güzel. Mutluluğunuzun devamını hep birlikte diliyoruz biz de. 14-15 yaşında sanırım İstanbul’a gelmiştiniz değil mi? Evet. Ama o dönem kendi başınıza kendi ayaklarınızın üzerinde durmak zorunda olduğunuz dönemlerden geçmişsinizdir diye tahmin ediyorum.
Nasıl bir dönemdi? Size tek başına ayakların üzerinde durmak nasıl bir histi? Bunu sormak istiyorum. Yani o zamanlar çok korkutucuydu. Çünkü evinizden kalkıyorsunuz işte bambaşka insanların hiç tanımadığınız insanların yanına geliyorsunuz. Tabii bugün söylediğim şeyler o zaman bizim bilinçli olarak bildiğimiz şeyler değil daha çocuğuz. İşte anneniz olmayan birine anne diyebilmek.
İşte senede bir gördüğünüz abileriniz de olsa ablanız da olsa gördüğünüz kişilerle tekrar tanışmak o yaştan sonra. Kız kardeşiniz geride kalmış onu düşünmek. Onunla bağlarınızı devam ettirebilmek. Ve bir yandan da tabii hayatı yaşayabilmek kolay değildi. Yani çok korkutucuydu. Çok da zorlandığım dönemlerdi benim.
Ama işte dediğim gibi yani oradaki sıcaklık, sevgi, herkesin birbirine kenetlenmesi tekrar hissettirilen, hep kaybettiğiniz hiç yaşamadığınız hatta bir güven duygusunun tekrar size verilmesi. Bunlar yavaş yavaş işte yaralı kalpleri sarmaya başlıyor. O sevgi çemberi o günleri hafifletmeye başlıyor o günlerin acısını. Korkularınızı yenmenize sebep oluyor.
Hep korkuyorsunuz hayatta ama adım atabiliyorsunuz en azından. Yani çünkü yani yaşamda mutluluklarımız çok az aslında acılar daha fazla. Ve aslında tek değilsiniz birçok insan sizin gibi hatta sizden daha büyük hikayelerin içinde yaşamaya çalışıyorlar, tutunmaya çalışıyorlar. O insanların da varlığını gördükçe, o insanların da hikayelerini dinledikçe tek olmadığınızı anlıyorsunuz.
Bu da size ayrı bir güven veriyor ve başarabileceğinize inanıyorsunuz öyle bir ortamda ve öyle de devam ediyorsunuz. Yani o yüzden benim için hayat hep 14 yaşından sonra başlamıştır. Aslında küçük de olsa bir kırılma anı gibi. Tabii yani kırılma anları çok var hayatımızda ama işte… Oya da gelecek.
Yani birçok insandan daha erken ayakta durmayı öğreniyorsunuz, güçlüklerle savaşmayı öğreniyorsunuz. O güçlükleri yenebileceğinizi öğreniyorsunuz. Çok küçük yaşta bunlar size çok devasa şeyler gelebiliyor. Ama adım attığınızda en azından altında kalmadığınızı, çıkabildiğinizi görüyorsunuz. Öldürmeyen şeyi güçlendiriyor aslında.
Ve böylelikle bir oyun gibi düşündüğünüzde birinci level, ikinci level, bir üçüncü level’ı da görebilirim, dörde de geçebilirim, yirmiye, otuzlu, kırkı da bulabilirim noktasına geliyorsunuz. Artık o sizi biraz güçlendiriyor hayata karşı. Tabii zorlukları da var yani insanlara güvenmekte zorlanıyorsunuz, birçok temel duyguyu yaşamakta zorlanıyorsunuz. Ama bu bir survivor yani. Tam olarak öyle.
Bahsettiğiniz oyun metaforu aslında gayet güzel bir metafor. Ama siz yaşıtlarınızdan biraz daha o levellere erken sıçramışsınız gibi. Evet, öyle oldu. Peki o günkü Tuğba’ya söylemek istediğiniz bir şey var mı? Ne söylemek isterdiniz ya da bir şey söylemek zorunda olsanız? Çok şey söylemek isterim aslında o günkü Tuğba’ya ama daha cesur ol demek isterdim belki. Daha mutlu ol demek isterdim.
Çünkü zaman geçiyor ve kaybettiğiniz yıllara baktığınızda aslında bu sadece kötü çocukluk meselesi de değil ya da işte kötü bir dönem meselesi de değil. Aslında üzüldüğümüz, kırıldığımız o kadar çok şey oluyor ki hayatta. Ama işte bir dönüp baktığımızda veya ölüm fikri hayatın içine girdiğinde o kadar basitleşiyor ki her şey. Aslında ne gerek varmış yani bu kadar üzülerek geçirmişim. O zamanlarıma yazık olmuş, onları daha farklı değerlendirebilirdim.
Diyebiliyorsunuz veya işte o kişiye kırılmasaydım da daha farklı bir şeyler yaşayabilirdik diyebiliyorsunuz. Yani işte çok ciddiye alma hayatı derdim belki de. Bunu şu an buldum değil mi? İyi oldu. Güzel oldu. Çok ciddiye alma. Çok küçük yaşta büyük sorumlulukları taşımak zorunda kaldınız. Bir döneme bakmış olduk böylelikle. Peki yaşadığınız en büyük kırılmayı ne olarak tanımlarsınız?
İstanbul’a gelişim olarak tanımlarım. Dediğim gibi hayatıma tekrar başladığım dönemdir. Olumsuz kırılmalardan hayatımızı değiştiren olumsuz olaylardan bahsettik. Bu olumsuzluklar yerine biraz daha olumlu kırılmalara bakalım o zaman. Olumlu olarak işte oldu dediğiniz bir an var mı? Valla benim için 7 numara aslında o. Çünkü 7 numara benim için sadece bir işte değildi. Yani benim geçirdiğim belki de hayatımda en güzel 4-5 yıldı 7 numara.
Yani ilk kamera deneyimimdi. Orada bir level atlattı benim için. Bu işin tutmuş olması ve ilerlemiş olması bölümlerce. Çok önemli insanlarla çalıştım. Çok önemli şeyler öğrendim. Çok eğlendim. Çok mutlu olduğum günlerdi. Evet yaptığım en güzel şey diyebiliyorum 7 numara için. Bu dizi için.
Ne anlam ifade ediyor sizin için 7 numara? Her şeyiyle söylemek istediğim şeyi söylediğim, mesleğimde ilerlememe, çok şey öğrenmeme sebep olacak. Çok fazla insan ve çok fazla deneyim yaşadığım bana çok şey kattı 7 numara. İnsan olarak da çok şey kattı. Oyuncu adayı olarak da çok şey kattı. Tam anlamıyla yani işte huzurumun olduğu mutluluk yaşadığım, sevdiğim insanlarla beraber olduğum.
Yani bizde şey çok önemlidir. Benim için öyle en azından. Bir işe başlarken ben ilk önce parasını düşünmem veya bana getireceğim maddi gelirleri veya artıları düşünmem. İlk önce yani o işi iyi yapabilir miyim? Kimlerle yapıyorum? O işi yaparken mutlu olacak mıyım? Bizim için kulis çok önemlidir çünkü yani. Oyun da da böyledir. Setlerimizde de böyledir. Kuliste mutlu olursanız, kuliste arkadaşlarınızla iyi bir iletişiminiz, oyuncu arkadaşlarınızla varsa yaratıcılığınız da gelişir. Rahatlar, özgürlük alanlarınız olur. Gergin bir ortamda üretmek çok zordur yani. Daha mutlu olduğum insanlarla birlikteydim. Aynı zamanda tiyatro yapıyorduk birlikte. Turne turne geziyorduk. Paylaşımlarımız gerçekten çok güçlüydü o zaman.
İşte Engin Hoca’yla Şebnem Sönmez’le birçok insanla çalıştık. Onların bize ustalıkları çok önemliydi. Büyük ustalar bizim için. Yönetmenlerimiz öyleydi. Aluk Bener, Saadullah Çelen. Çok önemli insanlar. Kişisel olarak da öyle. Mesleklerinde de öyle benim için. Zaten senaristi Oya Yüce ve yapımcımız tiyatromuzun da genel sanat yönetmeniydi.
Çok çok özel bir zamandı 7 numara. Zannediyorum o bizim yaşadığımız özellik de yansıdı seyirciye. Güzel. Şimdi bir sorun daha var. 7 numarada her şeyi bilen ama kırılgan olan bir yandan da yaşına göre olgun bir karakteri canlandırmıştınız. Sizi küçücük de olsa tanıma fırsatı buldum ben ve aslında sizin karakterinize de bu karakter biraz yakın gibi duruyor.
Size benzeyen birini bir karakteri canlandırıyor olma hali nasıl bir histi? Nasıl artıları eksileri vardı? Şimdi tabi belki daha da kolaylaştırıyor. Çünkü tanıdığınız bildiğiniz yerden sorulmuş gibi oluyorsunuz. Yani çok bambaşka bir tipi ya da karakteri oluşturmaktan daha kolay belki.
Armağım benim biraz egzajere halimdi. Tamam ben de yaşam içerisinde bana mesela arkadaşlarım o dönem general derlerdi. Yani o grubun dışarıda da sosyal hayatta da bir organizasyon yapılacaksa ben yapardım bir şey yapılacaksa bana o görev verilirdi. Bilinirdi ki o yapılıp gelincek. Disiplinli biri. Çok yani zaten Tuğba eşittir disiplindi yani tanımım arkadaşlarım arasında. Evet onlardan daha sorumluluk sahibiydim çünkü hayat beni öyle bir noktaya getirmişti. Yani ben Benjamin Button gibiyim yani böyle biraz yaşlam yaşlılıkta başlayıp şu an gençleşiyor gibi bir durumum var. Şu an biraz daha salmış durumdayım hayatı. O zaman daha çok ciddiye alırdım her şeyi. O yüzden de tabi ki sorumluluğu bana zaten yapabilen varken veriliyor biliyorsunuz ya da işte gönüllü oluyor insanda zaten.
Evet armağan benim biraz egzecere halimdi yani işte ben bu kadar kuralcı değilim. İşte o kadar okulda çok başarılı bir tip değilim yani okulu sevmezdim hatta yani hiç uyuşamadım okulla. Çok başarılıydım aslında ama sevmezdim yani hani öyle bir durumum vardı. Kolay belki bir yandan. Bir yandan da tabi ki yüzleşiyorsunuz birçok şeyle.
Yani ben böyle miyim ya buraya gider miyim ben yaşlılığımda böyle olur muyum falan gibi şeyler de getiriyor. Tamam tamam tamam ay ay yukarı yukarı yürü canım yürü. Aslında kendinize yakın bir karakterle çalışmak daha doğrusu onu canlandırmak diğer insanlardan daha ünlü olma halini de getirdi. Daha çabuk tanıyordunuz o dönem diye hatırlıyorum ben. Yani aslında bizim ekibimizde herkes biraz kendinden bir şey taşıyordu. Oya Hanım bizi tiyatrodan da grubu olduğumuz için bizi çok iyi biliyordu tanıyordu da. O yüzden de biraz da bizim ilk de deneyimiz olduğu için muhtemelen bizi biraz da kollamak için yani yapmıştır bunu. Bize yönelik herkesin kendi karakterine yönelik yazıldı zaten roller. Ben hatta karalar bağlamıştım beni kimse sevmeyecek. Ben hiç eğlenceli bir karakter değilim. Bu kadar kuralcı bu kadar sıkıcı birini niye sevsin seyirci diye üzülürken bir baktım ki çok büyük bir sevgi oldu. Tam tersi oldu. Hepimiz şaşırdık diyebiliriz yani. Hatta çocuklarına sanırım bütün ebeveynler örnek olarak gösteriyordu sizi. En çok çıkış yapması beklenen isim de o dönem sizdiniz çünkü herkes sizi gösteriyordu. Bilirim işte tam tersiydi aslında. En az çıkış yapması beklenen kişi bendim galiba rol olarak tabii ki.
Ama oyuncu olarak. Sizin de o dönem aynı projede yer alan Çağlar Çorumlu gibi, Olgun Şimşek gibi isimler şu an biraz daha bu konuda daha ön plandalar. Evet. Siz bu konuda geri kaldığınızı düşünüyor musunuz? Yok hayır düşünmüyorum çünkü bu dünyada da böyle yani showbizniz dediğimiz şey. Televizyon bambaşka bir popüleriteliğe götürüyor oyuncuyu. Yani çok fazla oyuncu biliyorum. Sinema, televizyon yapmayıp sadece tiyatro yapan ve çok yetenekli ve çok kariyerli oyuncular. 2012’lerde 2013’lerde bir araştırma yapıldı. Bir üniversite yaptı bu araştırmayı. Türkiye yüzde 99 kişi televizyon seyrediyor.
Yüzde 1 tiyatroya gidiyor. Yüzde 0.1 falan gibi opera, bale falan devam ediyor. Seyirci zannediyor ki mesela ben de yolda karşılaştım ama çok fazla televizyonda çalışmıyorum ben. Tiyatro yapıyorum. Her yıl yaptım yani 25 yıldır bu mesleğin içindeyim. Her yıl mutlaka bir oyun oynadım ben ve seslendirme yönetmenliği yapıyorum. Yoksunuz bıraktınız mı işi diyorlar mesela.
Çünkü izledikleri şey televizyon olabildiği için bir tiyatro kariyerini anlamlandıramıyorlar belki de. Yani bıraktığınızı zannediyorlar. Halbuki bizim için mesleğimiz devam ediyor. Sadece sektörümüzün içinde disiplinimiz farklı. Çağlar çok yetenekli bir arkadaşımız. Zaten bu yetenekle keşfedilmesi an meselesiydi zaten.
Çok da mutluyum onun olduğu yerden. İnşallah kendisi de çok mutludur ki bildiğim kadarıyla öyle. Olgun Şimşek gelirsek, Olgun Şimşek zaten bizim 7 numara dönemimizde zaten kariyer sahibi bir oyuncuydu. O yüzden yani Olgun için çok bir şey söylemiyorum ama bizim Tayfa diyeyim Tayfa’nın içinde Evet Çağlar, Özlem, Özlem de şu an 80’lerde oynuyor. O da çok iyi bir dizi orada. Yani her birimiz istediğimiz alanlarda kariyerimize devam ediyoruz. O yüzden ben kendimi geride kaldım gibi düşünmüyorum. Ben geridelik hissini Hollywood’a baktığım zaman hissediyorum. Yani orada bir planın içinde olmayı çok isterdim yani. Bunu da başka bir gün başka bir zaman konuşalım. Öyleyse şöyle diyelim birçok insanın sizi tanıdığı hatta rol model olarak düşündüğü 7 numarayı konuşmuş olduk. 7 numaradan hemen sonra bir diziniz daha vardı sanırım sizin. Ters Köşe Ters Köşe. Orada hem kadın hem de erkek rolündeydim. Devindeniz Evet. Bir kadın olarak bir erkek rolünü oynamak nasıl bir histi? Neler düşündürdü sizi? Şöyle erkek oynamayı çok seviyorum ben. Kabaret Aksim diye bir grubumuz vardı bizim 7 numara zamanında. Ben orada skeçlerden birinde erkek oynuyordum.
Ters Köşe’de AYÇA arkadaşımızın yani 7 numarada AY10 rolündeki arkadaşımızın projesiydi. Onu bir yapım firması kabul etti. 7 numara ekibiyle birlikte olmasını istediler. Çünkü 7 numara bitti biter bitmez büyük olay oldu. İşte tekrar başladık biz bilen herhalde tarihte tektir bu. 75’te bitirmiştik.
Bana söylenen TRT’nin artık tuvaletlerine kadar telefon geldi ve 7 numarayı tekrar istiyoruz diye. Ve biz 13-14 bölümümü tekrar yaptık. 92’de bitti. Üstüne de Ters Köşe yani bu ekiple bir şey daha yapılsın projeleri geliştiriliyordu sürekli. Ve AYÇA’nın kadın-erkek projesi de oradan çıktı aslında.
Ben erkeğe oynamayı çok sevdiğim için orada da o skece, oyuna çok gülünüyordu. Seyirci çok beğeniyordu. Oradan böyle bir şey çıktı Tuba yapar diye. Çok zordu o bir sitcomdu çünkü 50 sayfayı her gün ezberlemek acayip zor bir işti. 60 bölüm çektik biz. Bizden bir 120 daha istedi TRT yapamadık. Zorluğundan kaynaklı yapamadık. Gece 3’te eve gidiyorduk. Sabah 7’de geliyorduk.
Benim 50 sayfada da her yerde lafım var hepsine ezber olmam gerekiyor. Yani böyle bir şey artık insan üstü bir noktaya gelince bıraktık. Ama çok keyifli erkek oynamayı çok seviyorum. Kararınıza tam bugün başlıyor olsaydınız ne yapardınız ya da ne yapmazdınız? Ben konservatuara girmeyi çok istedim. Alaylı bir oyuncuyum ben. Konservatuar okuyamadım. Çünkü ilk 600 kişiden 20 kişiye düştüm fakat 5 kişiye düşemedim ilk sene, girdiğim sene. Ve tek istediğim şey konservatuara girmekti. Fakat ikinci senede maalesef maddi durumlardan dolayı çalışmak zorundaydım. Çünkü bir babamız annemiz bir şeyimiz yoktu başımızda ve herkes kendini geçindirmek zorundaydı. O yüzden de ikinci sene bir daha deneyemedim.
Ben başa dönseydim konservatuar sınavlarını biraz daha birkaç kez daha denemek isterdim. Peki reddettiğiniz için pişman oldunuz ya da keşke içinde yer alsaydım dediğiniz bir proje var mı? Yani kendi dönemimde değil ama Ertem Eğilmez kadrosunun içinde olabilseydik o filmlerin içinde olabilmeyi çok isterdim. Yeşilçam’da. Tiyatro’da da işte Deve Kuşu Kabaren’in içinde olmayı, o grubun içinde olmayı çok isterdim.
Oyuncular için hep çok prestijli bir iş yapıyorlar ama çok zorlanıyorlar algısı var insanlarda. Setlerde veya eski işlerinizde çok zorlandığınızı gördünüz arkadaşlarınız oldu mu ya da o tür bir yaşantıya şahit oldunuz mu? Tabii ki yani ömrümüz boyu zorlanmakla geçti. Tiyatroda ayrı, televizyonda ayrı, sinemada ayrı maalesef sektörümüz endüstrileşemediği için bir türlü
kuralsızlıklar içerisinde bir jungle içinde çalışıyoruz biz. Saatlerce çalışıyoruz. Ben mesela bir sette akşam hava karardığında başlayıp sabah aydınlanana kadar üstüme yağmur yedim. 12 saat sırılsıklam çalıştım ve hiç durmaya vaktimiz yoktu çünkü bir ikinci günümüz yok. Çekmek zorundayız.
Durayım kalkayım üstümü biraz ısıtayım kendimi ısıtayım bir kahve içeyim gibi sabaha kadar çekim yaptık. Artık iki tane itfaiye bitti yerden çekilmeye başlandı sabaha kadar sırılsıklandım ben. Biz hep çok zor şartlarda çalışıyoruz. 36 saat yüzümüzde o makyajla uyumadan gözlerimiz açık. Aynı adrenalini koruyarak çalışmaya çalışıyoruz.
Mesela şöyle bir algı var oyuncular çok kazanıyor öyle bir durum yok yani bu ülkede bunu kazanan belki 50 kişi bile yoktur böyle çalışan. Genellikle maddi zorluklar içerisinde çalışıyoruz. Birçok firma paramızı ödemiyor. Birçok firma paramızı 8 hafta, 10 hafta, 13 hafta sonra ödüyor. Siz o sete gidip gelebilmek için o sürede hayatınızı geçindirebilmek için borç almak zorunda kalabiliyorsunuz.
Her projeye sürekli seçileceksiniz diye bir durum yok. 10 bin tane oyuncu var. Oyuncu olmayan ajanslardan bir sürü arkadaşımız var. Çok fazla insanlar var. Ve siz mesela bir sene evde oturabilirsiniz. Yani o bir sene sizi sübvanse edecek parayı kazanamıyorsunuz. Sosyal şeyiniz yok, sigortanız yok, hiçbir şeyiniz yok. Emekli olamıyorsunuz. Aslında bu iş o anlamda çok zor bir iş. Oyuncular bu duruma nasıl kabulleniyor? Nasıl bir psikolojim var siz ettiler? Çünkü çok aşığız işimize. Yani işimize çok aşığız. Ben oyuncular senedikasının kurucusuyum aynı zamanda. Çeşitli üniversitelere akademik çalışmalara katılıyoruz. Bizlere anketler gönderiyorlar. En son yapılan bir ankette ne sorulmuşsa artık bu meslekle ilgili hep olumsuz cevap vermiş bütün oyuncular.
Çok sıkıntılı durum. Finalde dünyaya gelseniz bir daha aynı şekilde oyuncu olmak ister miydiniz diyor. Kesinlikle evet. Hiçbirinde hayır yok. Tutku ile açıklayabileceğimiz bir şey mi? Bu başka bir şey olamaz. Yani deli iş demelerinin sebebi bu olması gerekiyor. Yani evet yani delice bir şey istemezseniz bu kadar yapmazsınız. Delice istediğimiz için yapıyoruz. Delice sevdiğimiz için yapıyoruz.
Peki bu döneme gelelim o zaman biraz daha. Melisa Şenolsun, Afra Sarachoğlu, Boran Kuzum gibi birçok yeni isim artık dizilerin ana odağı. Sizin yeni nesil oyunculardan çok beğendiğiniz, kendinize yakın bulduğunuz bir isim var mı? Çok beğendiğim isimler var tabii ki. Yani bizim çok iyi oyuncularımız var. Mesela Farah Zeynep Abdullah, mesela Gökçe Bahadır. Ben çok severim. Birçok oyuncu arkadaşım.
Böyle isim vermek istemiyorum. Hoşlanmıyorum da bunu böyle vermekten. Çok yetenekli oyuncu arkadaşlarımız var. Bu işe çok emek veren arkadaşlarımız var. Çok var yani. O zaman başka bir bölüme geçelim. Size birkaç kelime söyleyeceğim ve aklınıza gelen ilk cevabı verin lütfen. Lord of the Rings.
Çok isterdim oyuncusu olmayı. Belki binlerce kez üç filmi de arka arkaya izliyorum. Türkiye’nin en iyi dublaji olduğunu düşünüyorum. Ayrıca dublaj dişi olduğunu düşünüyorum. Orijinal izlemiyorum. Dublajisini izliyorum. Çok güzel bir iş. Bakırköy Gençlik Kültür Merkezi. Aa ilk tiyatroya başladığım yer. Armağan. Armağan deyince niyeyse aklıma hüzün geliyor. Neden hüzün geliyor la dur. Onun da hikayesi zor bir hikayeydi. Hatta bir bölümde çok çarpıştığı bir kendisiyle çarpıştırıldığı bir sahne vardı. Orada duydukları yazdığı zaman oya abla çok ağlayarak okumuştum yani. Ezberlerken ağladığımı hatırlıyorum. Bir yağmurlu sahne miydi? Yağmurlu sahne değildi. Sarp diye bir dışarıdan bir çocukla bir gece geçiriyordu. Onun ona söylediği çünkü aslında sen bu’sun. Sen bunu bu yüzden yapıyorsun. Sen bunu bu sebeple böylesin dediği bir tirat vardı. Tam yüz yüze geldiği bir tirat. İşine en kolayı üzerine sorumluluklar almak. Ciddi ve ağır başlı olmak. Ne gerekiyorsa öyle davranmak. O zaman onaylanmamak gibi korkun yok değil mi? Böyle birini beğenmeyecek tek bir insan bile çıkmaz. İdeal alanı. Anaç, güçlü, güvenilir, kararlı. Kimse armağan gibi birini kaybetmek istemez. Tabii o zaman da armağanda onları kaybetmez. Aslında neyini, için neden yaptığını çok iyi açıklayan. O yüzden armağan bana hüzün ifade ediyor açıkçası. Anne? Anne hiç bitmeyen yas benim için. Başka bir bölüme daha geçebiliriz öyleyse. Bu bölümümüzün adı Tek kelime, Tek cevap. Okan Selvi.
Can arkadaşım. İki oldu. Canım arkadaşım. İstanbul. Aşk. Tiyatro. Hayat. Volevol. Tutku. Tutku? Kız kardeşim. Çok teşekkür ederiz.
İNTRO 15 yaşında 14 yaşında İstanbul’a geldim. Abilerimin yanına.
Oradan sonra…

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir