"Enter"a basıp içeriğe geçin

Vehhabilik nedir? Nasıl ortaya çıktı?

Vehhabilik nedir? Nasıl ortaya çıktı?

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=Q3MZvOZ2SQI.

Evet, GZT 10.10 Orta Doğu serisinin… Eyvah, sen de bunu getirmiştin. Aa, teşekkür ederim Kübra. Çok teşekkür ederim. GZT bu videoda şimdiki ortez ile alakalı bir içerik var. Vahabilik anlatacağım. Dolayısıyla abone olmayı giyip anlatmak istedim bu videoyu. Teşekkür ederim. Ben de burada bekliyorum. Vahabilik 18. yüzyılda Arap Yarımadası’nın iç bölgesi necidde ortaya çıkan ve halen etkin olan dini ve siyasi bir akım.
Kendilerine muvahidun veya tevhid ehle diyen akımın mensupları eleştirmenlerinin adlandırmasıyla öncüleri dini alimi Muhammed bin Abdülvahab’a nispetle o yazıldan itibaren vahabi olarak anılmaya başladı. Vahabi veya vahabilik adı popülerlerini korurken akademik ve akademik olmayan yazında halen akımın adı olarak anılmakta. Vahabiliği adını veren dini alimi Muhammed bin Abdülvahab 18. yüzyılın başlarında Necip bölgesindeki Uveyn-e Vahak kasabasında doğdu. Din alimleri yetiştiren bir aile içinde büyüdü. Dedesi Süleyman bin Ali Uveyn-e’nin kadısıydı. Ondan sonra babası Abdülvahab bin Süleyman bu kasabanın kadılığını devraldı. Amcaları İbrahim ve Ahmet de kardeşi Süleyman da din alimi oldu. Kendi oğulları da aile geleneğine uyarak din alimi oldular. Muhammed bin Abdülvahab ilk dini eğitimini babasından aldı. Kur’an-ı Kerim ezberledi. Daha sonra gelenek olduğu üzere ilim yolculuğu seyahatlerine başladı. İlk önce Mekke’ye gitti. Bir süre orada ders aldı. Daha sonra Medine’de dini ilim tahsil etti.
Medine’de dönemin en meşhur hadis alimlerinden dersler aldı. Özellikle Medine’de yaşayan Hintli hadis alimi Muhammed Hayat El-Sindid’en etkilendi. Medine’den Basra’ya geçen İbn Abdülvahab, kurada Muhammed el-Mecmuhi altında hadis ve fıkh bilgisini derinleştirdi ve dini eğitimini tamamladı. İbn Abdülvahab hem Mekke’de hem Medine’de ancak Şiilerin yoğun olarak bulunduğu Basra’da dini inançlarda çarpıklık, ritüellerde bidat olarak nitelendireceği düşünce ve pratiklerle karşı karşıya geldi.
Basra’da hocası el-Mecmuhi ile birlikte bidatlarla mücadelesine başladı ve bu yüzden kentten kovuldu. Basra’dan Necde dönen İbn Abdülvahab, babasının kadılığını yaptığı Hurey-Milah vahak kasabasına geri döndü. İbn Abdülvahab’ın dini davasının esası olan düşüncelerini Necde dönmeden geliştirdiğini söylemek mümkün. Düşüncesinin özünü aslında son derece temel bir isya oluşturdu. İslam dininin esas akidesi Tevhid’di.
La ilahe illallah cümlesinde ifade edilen bu vakit de Allah’tan başka herhangi bir Tanrı’nın olmadığının ilanı olduğu kadar Allah’tan başka hiçbir varlığın Tanrı’sal sıfatlarının olmadığının da ilanlıydı. Bu yüzden de sadece Allah’a yönelmesi gereken kulluğu, onun haricinde başka hiçbir varlığa yapmamaktı. Tevhid ağızdan dökülen salt bir ilan değildi. Aynı zamanda kişinin kulluğunu ve diğer davranışlarını derinden yoğurması gereken bir inançtı. Aksi durumda kişi İslam’ın öğretisine göre davranmıyor ve en büyük günahı işliyordu.
Şirk. Bu basit bir günah değildi. Bir Müslümanın işleyebileceği en ağır günahdı. Öyle ki şirk içinde Müslüman olarak kalınamaldı. Bile isteye kalan kişi İslam’dan çıkar ve mürtet olurdu. İbn-i Abdülvahab Tevhid inancının soyut ve somut tam olarak ne içerdiğini Kitab-ı Tevhid başlıklı risalesinde açıkladı. İbn-i Abdülvahab’a göre belaları öneme amacıyla mesela nazarlık ve muska taşıma, taş veya ağaçlardan uğur bekleme,
Allah’tan başka bir varlık veya kişi için hayvan kesme ve adak adama, Allah’tan başkasına sığınma, peygamber dahil kim olursa olsun şefaat dileme, sevgide aşırıya kaçma, medet isteme, kabrinde ibadet etme, Ücülük, kahinlik, astroloji ve benzeri işler Tevhid ile bağdaşmazdı ve kişiyi şirke düşürüldü. Dine bidatlar sokmak ve bile isteye bidatlara uyumak da kişiyi şirke düşürüldü. Zira dinin ne olduğunu sadece Allah belirleyebilirdi. Bidat uydurmak sadece Allah’a has bir yetkiyi gasp etmekte.
Bidata uymaksa bu yetkiyi bir başkasına vermek. Bu bakış açısıyla sünni veya şii ayırmaksızın dönemin ve daha öncesinin bütün Müslümanları şirk içindeydi. İbn-i Abdülvahab’ın dini davası Müslümanları şirke karşı uyarmaktı. Peygamber ve onun seleflerinin takip ettiği en saf haliyle bozulmamış, bidat karıştırılmamış İslam’a tekrar davet etmekte. İbn-i Abdülvahab bu görüşlerini ancak babası 1740 yılında vefat ettiğinde yaymaya başladı.
Ancak gördüğü tepkiler sonucu güvenliğinin tehlikede olduğunu inandı ve Hureymi’l adam ayrılmak zorunda kaldı. Doğduğu kente Uyayne’ye yerleşti. Bu kasabanın emiri Ömer bin Muammer başlangıçta İbn-i Abdülvahab’a destek verdi. Ancak halkın kutsal olduğuna inandığı ağaçları kestirmesi, sahabeden Zeyd ibn-i Hatab’ın türbesini yıktırması ve zina yapan bir kadını recim ettirmesi sonrası artan tepkilerin ardından desteğini geri çekti. Uyayne’den kovulan İbn-i Abdülvahab, Necid’in küçük bir vahak kasabası olan Diriye’ye yerleşti
ve bu kasabanın emiri Muhammed bin Suud’la karşılıklı sadakat sözü verdi. Böylece iki Muhammed Arap Yarımadası’nın tekrar islamlaştırılması olarak gördükleri davayı gerçekleştirmeye koyuldu. Yarımada ve ötesinin bütün Müslümanlarını müşrik ilan eden ve tekrar İslam’a davet eden, davetini kabul etmeyenlerle savaşmayı dinen helal kılan İbn-i Abdülvahab’ın davası elbette fazlasıyla rahatsız ediciydi. Hem kendine hem de İbn-i Suud’a sayısız düşman kazandırdı. Ancak Necid boyunca İbn-i Suud için 5. kol niteliğine hizmet edecek fanatik taraflar da getirdi. Fakat siyasi başarı yavaş geldi. En yakın vahak kasabası Riyad’ı ele geçirmek tam 28 yıl. Bütün Necid’i ele geçirmekse 40 yıl sürdü. Sonrasıysa daha hızlı geldi. İbn-i Abdülvahab ile İbn-i Suud’un yaptığı ittifaktan tam 60 yıl sonra Arap Yarımadası’nın büyük bir kısmı artık Suud ailesinin yönetimi altındaydı. Ancak bunu ne 1793 yılında ölen İbn-i Abdülvahab ne de daha önce 1765 yılında ölen İbn-i Suud görecekti. Yarımada’nın büyük bir kısmının dini-siyasi bir birlik altında birleşmesi iki gücü rahatsız etti. İngiltere ve Osmanlı İmparatorluklarını. İngiltere bu gelişmeyi Hint okyanusundaki menfaatlerine bir tehdit olarak gördü. Zira Basra köfezi ile okyanusu birleştiren Hürmüz Boğazı’na yakın Ras el Hayma’da
Kasimiler konuştuğuydu ve korsanlık yaparak deniz ticaretini sekdeye uğratıyorlardı. Kasimiler de Vahabiliyi kabul etmiş Suud’la ittifak kurmuştu ve bu ittifakla gücünü daha da pekiştirmişti. Osmanlı İmparatorluğu ise Suud’un hakimiyetini Mekke ve Medine’nin olduğu Hicaz bölgesine genişletmesinden rahatsız oldu. İki güç eş zamanda olarak harekete geçti. Osmanlı İmparatorluğu Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’yı Vahabi Suud tehditini ortadan kaldırmakla görevlendirdi. İngiltere ise Kasimiler’e karşı kapsamlı bir operasyon başlattı.
Neticede İngiltere Kasimiler’in deniz gücünü zayıflattı ve hakimiyetini Basra körfezine yaydı. Mısır güçleri ilk önce Hicaz’ı kurtardı daha sonraysa Vahabi Suud devletini tamamen yıktı. Son Suudi emir Muhammed bin Suud’un oğlunun oğlunun oğlu Abdullah yakalandı. İstanbul’a götürüldü ve idam edildi. Mısır güçleri Necip’te kısa bir süre kaldı ve geri çekildi. 1825 yılında Suud ailesinden Türkiye bin Abdullah Suud emirliğini Riyad’da yeniden kurdu.
Bu ikinci Suud devleti ilki kadar yayılamadı. Aile içi taht kavgaları yüzünden Necip’in ötetinde varlık gösteremedi ve 1891 yılında Heyil merkezli Raşidiler tarafından yıkıldı. Bu dönemde Vahabi dini alimleri Suud ailesini desteklemeye devam etseler de A’l el-Şeyh veya Şeyh’in ailesi adını alan İbn-i Abdül Vahab’ın torunlarının liderliğinde birlikte hareket ettiler ve Necip’in tamamında Vahabiliği tekrar yaydılar. Bu din adamlarının ortak çabası sonucu 100 yıl sonunda Necip artık tamamen Vahabileşmiş bir bölgeydi.
1903’te ikinci Suud devletinin son emiri Abdurrahman’ın oğlu Abdülaziz Riyada sürpriz bir saldırıyla tekrar ele geçirdi ve Riyad civarında hakimiyetine tesis etti. 1913 yılında Osmanlı tek tarafta olarak Yarımada’nın doğu bölgesi Hassadan çekilince Abdülaziz burayı da topraklarına kattı. Ardından Heyil merkezli Raşidileri sonrasında Mekke merkezli Haşimileri yendi. 1926’da kendini Hicaz’ın kralı ve Neced’in sultanı olarak ilan etti.
1930’da Hicaz’ın güneyindeki Asır bölgesini ele geçiren Abdülaziz 1932 yılında bütün bölgeleri tek bir krallık olarak birleştirdi. Suudi Arabistan Krallığı. Vahabidin adamları en başından beri Abdülaziz’in yanında yerlerini aldı. Vahabidin alimlerinin Abdülaziz’e neredeyse sınırsız desteği, ona güçlü bir dini meşruiyet sağladı. Din alimleri ayrıca Bedevi kabilelerin Vaha kasabalarına yerleşmesinde ve Vahabiliği kabul etmede etkin rol oynadı. Bedevi ihvanı Abdülaziz’e rakiplerine karşı önemli bir askeri üstünlük sağladı. Diğer bir de işte Vahabi alimleri Suudi Arabistan Krallığı’nı Abdülaziz’le el ele vurdu. Karşılığında ise dini hizmetler yanında, kamusal ahlakın düzenlenmesinde, yargı ve eğitim gibi kamu hizmetlerinde en belirleyici güç oldular. Abdülaziz döneminde ve sonrasında Vahabi dini alimleri Suud ailesine karşı her türlü istehan veya halk protestolarında aile yanında yer aldı. 1920’lerin sonundaki Bedevi ihvanının isyanında, 1970’lerin sonundaki Cüheyman el-Uteybi’nin Kabe baskınında, 1990’lardaki Sahva muhalefeti ve El-Kahide isyanında ve en nihayetinde Arap Baharında Suud ailesinin yanında durdu ve devlet içindeki etkinliklerine devam ettirebildi. Suud ailesiyle süregiden ittifakın Vahabilik üzerinde iki kalıcı etkisi oldu. İlk olarak Vahabiliğin 20. yüzyıla kadar devam eden katı dini anlayışı önemli ölçüde yumuşadı. Fıkıhta ve kelamda hanbeliliği takip eden Vahabilik yine de dini metinleri yorumlamada son derece geleneksel kaldı. İkinci olarak Vahabi dini alimleri dini anlayışlarını, Suudi Arabistan’ın artan petrol gelirlerinin sağladığı imkanlarla,
yurtdışında açtıkları camiler ve eğitim kurumları vasıtasıyla yayma fırsatını yakaladı ve dünya Müslümanlarının daha da muhafazakârlaşmasına yatsınamaz bir katkı yaptı. Suudi Arabistan’ın de facto yöneticisi konumundaki veliah prens Muhammed bin Selman’ın reformları, Vahabi din adamlarının kamusal ahlakın düzenlenmesi alanındaki etkinliklerini önemli ölçüde kırdı. Ancak ulemanın eğitim ve yargı alanındaki etkinliğinin halen devam ettiğini söylemek mümkün. Muhammed bin Selman altındaki yeni Suudi politikasının yakın gelecekte Suudi devletinin doğuşunu sağlayan Vahabi ideolojiden tamamen kopup kopmayacağı son dönemde sıkça tartışılıyor. Bunu net bir şekilde bugünden kestirmek elbette zor. Ancak siyasi iktidar için kullanışlı bir aracı tamamen bertaraf etmektense, ulemanın Suudi Arabistan’da yeni döneme kendini adapte etmesini sağlamak daha rasyonel bir yol olabilir. Gezete 10.10 Ortadoğu serisinin bu videosunda Vahabili 10 başlıktan anlattık. Bir sonraki videoda görüşünce dek, müaddelağım. Vahabilik 18. yüzyılda Arap yarımadasının iç bölgesi necitte ortaya çıkan ve halen etkin olan dini ve siyasi bir akım. Kendilerine muvahidun veya tevhidehle diyen akımın mensupları, eleştirmenlerinin adlandırmasıyla öncüleri din alimi Muhammed bin Abdülvahaba nispetle o yazıldan itibaren Vahabi olarak anılmaya başladı.
Vahabi veya Vahabilik adı popülerliğini korurken akademik ve akademik olmayan yazında halen akımın adı olarak anılmakta.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir