Yahudilerin Babil Sürgünü ve Lanetli Kral NEBUKADNEZAR
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=LzqpYq1JO_E.
Babil hükümdarı 2. Nebukat Nezar, antik dünyanın en güçlü krallarından biri. İsmi Tevrat’a ve İslam literatürüne girdi. Babil’in asma bahçelerini o yaptırdı. Yahudiler onun deli olduğunu, Müslümanlar bir öküze dönüşerek öldüğünü, Babil’liler ise adaletin kralı olduğunu söylediler. Fakat şimdi tarihin akışını baştan sona değiştirmeye hazırlanıyor.
Çünkü Süleyman Mabed’ini yıkmak ve Kudüs’ü işgal etmek üzere. Tarih milattan önce 605. Henüz 20’li yaşlarının başında olan Nebukat Nezar, Mısırlıları kar kamuşta yenip, asurlulardan kalan son düşmanlarını da yok ettikten sonra, ülkesinin başkentine döndüğünde babası Napopolasar’ın ölüm haberini alır.
Artık hükümdar odur ve film gibi bir hayat başlamak üzeredir. Öncelikle ülkedeki Marduk tapınağını ve zigguratları tamir ettirir. Öyle ki Babil halkı ve kral eski Sümer’den kalma olan Pagan tanrılarına koyu bir dindarlıkla bağlıdır. Marduk en önemli tanrılarındandır. Fakat ülkesinde yeni sorunlar baş gösteriyor.
Mısırlıların kışkıtmasına gelen Yahuda kralı Yahoyakim, Babil’e karşı bağımsızlıklarını kazanmak için başlattığı isyanın önderliğini yapıyor. Nebukat Nezar, Yahudilerin bu isyanını bastırmak için meseleyi kökünden halletmeyi planlıyor. Milattan önce 598’de hızlı bir şekilde Kudüs’e giren kral isyanı bastırmış ve Yahuda kralını, ailesini, kraliyet görevlilerini, savaşçıları ve sanatkarları sürgüne göndermiştir.
Nebukat Nezar, bu küçük grubun sürgününden sonra Matanya adında bir Yahudi hanedan üyesinin adını Tisedeki olarak değiştirerek kral atamış ve ondan bağlılık sözü almıştır. Ne var ki o da Mısırlıların kışkıtmalarına kapılarak yeni bir isyan başlatır. Yahudiler durmak bilmemektedir.
Nebukat Nezar bu olay sonrasında Yahudanın bir daha isyana kalkışmaması için komutanlarını 587 yılında Kudüs’ü yerle bir etmek için görevlendirir. Komutanlar Kudüs’ü ele geçirdikten sonra Süleyman Mabed’ini yıkarlar ve şehrin duvarlarını dahi yok ederler. Kralın gözleri önünde oğullarını öldürürler. Kralın da gözlerini kör ettikten sonra zincire vurarak Babil’e götürürler.
Ayrıca bu sürgünde bir öncekinde olduğu gibi sadece soylular değil halkın da çok büyük bir bölümü Babil’e götürülür. Sürgün ve Yahudi coğrafyasının yok edilişi sonucunda Kudüs Yahudilerin tabiriyle dul bir kadın gibi kalmıştır. Eski ahitte 137. mezmurda Kudüs’ten Babil’e götürülen Yahudilerin acısı şöyle anlatılır.
Ey Yarüşelim! Seni unutursam sağ elim kurusun! Seni anmaz, Yarüşelimi en büyük sevincimden üstün tutmazsam dilim damağıma yapışsın! Yarüşelim’in düştüğü gün yıkın onu! Yıkın temellerine kadar! diyen Edomluların tavırlarını anımsa Yarab! Ey sen yıkılası Babil kızı! Bize yaptıklarını sana ödetecek olana ne mutlu! Ne mutlu senin yavrularını tutup kayalarda parçalayacak insana!
Yahudilerin Babil sürgününün günümüze uzanan büyük çaplı sonuçları olmuştur. Bunlardan bir tanesi bölgedeki Yahudi nüfusunun sürgün edilmesi ile birlikte Kudüs ve Filistin dolaylarına yerleşmeye başlayan Arapların sayısı artmış, bu da günümüz Filistin-İsrail savaşlarının en temel nedenlerinden biri olmuştur. İsrail-Filistin savaşları tarihin en uzun kavgası olarak kabul ediliyor ve günümüzden 2500-3000 yıl öncesine kadar uzanıyor. Antik insanlığa kadar geçmiş olan bu savaşın son kuşak şahitleri ise bizleriz. Aslında Filistin adına ilk kez Mısır Firavunu 3. Ramses’in milattan önce 1190’da yazdırdığı kitabe de rastlanır ve Filist isimli bir deniz kavminden bahsedilir. Ancak kökenleri şahi belidir. Bu halkın yani Filistlerin yerleştiği bölgeye Filistin denilmeye başlanmış ve daha sonra hem Yahudilerin hem Arapların bölgeye göçü tarihin bu kavgasını başlatmıştır. Yahudilerin Nebukat-Nezar tarafından Babil’e sürülmelerinin birçok önemli sonucu daha var. Yahudiler ülkelerini Kral Davud’un kurduğuna ve Davud Krallığının devamlılığına Kudüs’ün asla düşman eline geçmeyeceğine inanıyorlardı. Ayrıca Yahudi inancına göre Tanrı Yahve’nin ikamet ettiği yer Kudüs’tü. Kral Davud burayı Yeruş isminde bir kavimden aldığı için Kudüs Yeruşalim olarak da bilinir. Davud şehri imar ettirmiş, Tanrı’nın ikametgahı ve ahit sandığı için bir mabet yaptırmaya çalışmışsa da bu mabeti tamamlamak ona değil oğlu Süleyman Peygamber’e nasip olmuştur. Bu bağlamda Kudüs’ün yerle bir edilmesi ve Babil’ilerce Süleyman mabedinin yani Tanrı’nın ebinin yıkılması ve Yahudilerin sürgüne gönderilmesi onlar için büyük bir trajedi olmuşken durumu Tanrı’nın günahlarından dolayı kendilerini cezalandırması olarak ifade etmişlerdir. Her ne kadar Kudüs gibi büyük bir şehirden sürgün edilmiş olsalar da Babil Yahudiler için tarif edilemeyecek kadar muazzamdır. Devasa surlar, tapınaklar, kütüphaneler, yemyeşil bahçelerle ve çeşitli halklardan oluşan kozmopolit yapısıyla Babil daha önce karşılaşmadıkları kadar ihtişamlıdır.
O kadar ki 2. Nebukatnezar bu şehre Babil’in asma bahçelerini yaptırmıştır. Dünyanın 7 harikasından birini. Nebukatnezar’ın çok sevdiği karısı, Med ülkesinden gelmiş olan Amitis’in ülkesindeki yeşilliği özlemesi üzerine ona olan aşkından dolayı muazzam bahçeler yaptırdığı anlatılır. Bu iddia Babil’i raib Berosus tarafından da kaleme alınarak onaylanmıştır. Ancak bugün bu bahçelere dair anlatılanlar dışında arkeolojik delil maalesef elimizde yoktur. Tarihi kayıtlarda Nebukatnezar’ın karısı Amitis ya da diğer eşlerinin de adı geçmez. Bu nedenle efsane mi, gerçek mi sorusuyla karşı karşıyayız. Ancak Nebukatnezar’ın ilk olarak Sümerler tarafından yapılmış Tanrı Mardua adanan o ünlü Babil kulesini yeniden inşa ettirdiğini biliyoruz.
Kule temelde 90 metre genişlikte ve 90 metre yüksekliğe sahip 7 katlı bir binaymış. Kulenin çevresinde rahip zarayları, ambarlar, konuk odaları, Tanrı Mardua adına yapılmış bir diğer tapınak olan Esegalia’ya giden aslanlı geçit ve dini tören yolu vardır. Homeros Babil’e yaptığı yolculukta kulenin büyüklüğünü ayrıntılarıyla tarif etmiştir.
Zaten 2. Nebukatnezar gerçek bir mimardır da. Babil için yaptıklarını ise kendisi şöyle anlatıyor. Uzak diyarları, uzak dağları, yukarı denizden aşağı denize, dik patikaları, açılmamış yolları, hareket etmenin mümkün olmadığı yerleri, tutunacak zemin olmayan yerleri, zor yolları, susuz yolculukları geçtim ve itaatsizliği devirdim.
Düşmanlarımı esir aldım, kontrol altına aldığım toprakları ve insanları zenginleştirdim, diyor. Nebukatnezar yaptırdığı bazı inşa çalışmalarını şu an ekranda gördüğünüz bu silindirik sitele yazdırmış ve gelecekteki kralların onu keşfedici umuduyla gömdürmüştür.
Hani şu ünlü Babil kapısını bilirsiniz, bir kısmı İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde olan ve bir kısmı da Britiş Müziyum’da sergilenen. Büyük İskender bile Darius’u yenip Babil’e girdiğinde bu kapıların içinden hayranlıkla geçmiştir. Onlar Nebukatnezar’ın yeniden inşa ettirdiği ve güzelleştirdiği eserler. Bu kapı Tanrı Mardu’a adanmıştı. Böylelikle Nebukatnezar’ın Mardu, Mezopotamya Pantiyonu’ndaki diğer tüm tanrılara göre Hüceltdin anlıyoruz. Kitabeler Nebukatnezar’ı Tanrı Mardu’un gözdesi, kainatın kralı, ufuktan gökyüzüne kadar hiçbir düşmanı olmayan gibi kavramlarla ve Tanrı, Kral ve Babil şehri arasında azametli bir bağ yaratması dolayısıyla onurlandırır. Yazıtlar Nebukatnezar’ın kanal sistemini her kül kuvvetinde bir emeğin ürünü olarak tarif eder. Babil’in yanı sıra yeryüzünün büyük kıyılarını düzenledim. Denizin azametli dalgalarına benzeyen tahrip edici suyun büyük sellerini dize getirip akışını sağladım, der. Tüm bu ihtişam ve Yahudi Tanrısı Yahve’nin Pagan Tanrısı Marduk karşısında yenildiği düşüncesi
Yahudilerin bir kısmının Tanrı Yahve’den Tanrı Mardu’a dönmelerine neden olmuştur. Bu aslında şaşılacak bir durum değildir. Çünkü Tevrat’taki Tanrı Yahve günümüzdeki gibi kusursuz güce sahip bir tek Tanrı değildir. Diğer ilk tek Tanrılar gibi Tevrat’ın Tanrısı Yahve’de insani özellikler taşıyan, kızan, sinirlenen, bazen yalan söyleyebilen bir Tanrıdır.
Çünkü Tevrat’ın yazıldığı dönemlerde insanlar insan suretindeki Tanrılardan soyut Tanrılara yeni yeni geçiyordu. Yahudi halkı ve bilginleri 50 yıla yakın bir süre Babil’de kalacakları sürgünde yeni bir şeyi daha keşfettiler. Bu da Babil’deki kökeni Sümalere kadar uzanan dini bir dünya görüşü.
Yahudilerin bugün eski ahit olarak adlandırdığımız kitapları Babil sürgününden önce henüz tam olarak derlenmemiş ve birçok bölümü de yazılmamıştı. Babil sürgününde yavaş yavaş kimliklerini kaybettiklerini gören Yahudiler burada dinlerini güçlendirmek ve yeniden oluşturmak gereksini mi duydular? Ve bugünkü Tevrat’ın büyük bölümü Yahudi din adamları tarafından evlerinden uzakta Babil’de yazıldı. Ve işte Tevrat’ta bugün karşımıza çıkan akıl dışı hikayelerin yine çok büyük bir bölümü bu şekilde sürgün döneminde girdi. Tevrat’taki Sümer-Babil mitolojisi etkisini bu nedenle görüyoruz. Örneğin Şabat yani Cumartesi günleri hiçbir iş yapılmaması, paraya dokunulmaması ve bunu yapanların büyük cezalara çarptırılması Babil sürgünü zamanında şekil almıştır. Bugünün Cumartesi olması da Babillilerden geçmiş. Babilliler her ayın 7. gününde Şabatu adında bir kutunama yaparlardı. Bu üzgünlüğü ve nefis terbiyesini ifade eden ve Satürn gezegenine adanmış bir gündü. Satürn dey kelimesi yani Cumartesi buradan gelmektedir. Satürn kötü güçlerin temsilcisiydi. Yahudilerin Babil sürgününde bu ritüele katılımı önlemek için kendilerine aynı günde yeni bir atıpta bulunmuşlardır.
Cumartesi günleri bir araya gelmek ve ibadet etmek bir milletin yok olmaması için önemli bir etkinliktir. Fakat nerede bir araya geleceklerdi? Kendileri Kudüs’teki yıkılan Süleyman Mabed’inden çok uzaktaydılar ve bu durum sinagogların doğmasını sağladı. Burada hayatımıza Yahudi peygamberlerden biri daha giriyor. Hezeki El Peygamber
Eski ahit çok uzun bir süreçte yazıldığı için içerisinde birçok Yahudi peygamberin kitabını da barındırmaktadır. Hezeki El Peygamber bölümü de bunlardan biridir. Normalde Süleyman Mabed’i dışında bir tapınak inşa edilmesi Yahudilerce yasakken Hezeki El kitabına göre Babil’de Yahudiler önce Hezeki El’in evinde toplanarak ibadet etmeye başlarlar.
Hezeki El’in evindeki bu toplantılar resmileştiği için ev dışındaki bir tapınakta toplanma gereksini mi duyulur? İşte ilk sinagoglar böyle vücut bulur. Babil’in gücü ve kozmopolit yapısında erimek istemeyen Yahudiler kurallarını keskinleştirmeye ve dini yaptırımlarını arttırmaya karar kılmışlardı.
Nitekim sosyal psikolojide toplumsal disiplin ve dinsel baskı ne kadar artarsa grubun kemik yapısı da öyle sertleşecektir. Yine sünnet Yahudilere Babil döneminde zorunlu olmuştur. Aslında Yahudiler sünneti Mısır’dan biliyorlardı. Keza Mısır metinlerinde ve hiyerogriflerinde sünnet uygulamalarının tasvir edildiğini biliyoruz. Anadolu medeniyetlerinde ve Mesopotamya’da da zaman zaman uygulanan bir tedavi yöntemi bazense dinsel bir ritüeldir. Ancak Babililer sünnet olmazdı ve Yahudiler Babil döneminde sünneti bir zorunluluk haline getirerek diğer kavimlerden kendilerini ayıracak olan bir işaret olarak kullanmaya başladılar. Çocukların doğduktan hemen sonra sadece 8 günlükken sünnet edilmesi emri bu yüzdendir. Tevrat’ın yaratılış ve Mısır’dan çıkış kitabı bölümlerinde çok sert yaptırımlar uygulanmaktadır. Sünnet olmayanlar dışlanacak, kız alamayacak ve bayramlara katılamayacaktır. Ve yine bu dönemde ilk defa Yahudi Tanrısı Yahve sadece Süleyman Mabedinde ikamet eden değil her yerde var olan bir Tanrı olmuştur. Kudüs yerle bir edilmiş Süleyman Mabedi yıkılmıştı. Demek ki Yahve’nin bir mekana ihtiyacı olmamalıydı. Tarihteki ilk her yerde hakim olan Tanrı fikri böyle gelişti. Tufan inanışı da bu dönemde eski ahite giriyor. Babil sürgününden sonra Yahudilerin büyük bir tufana inandığını görüyoruz. Ne hikmetse Babililerin öncesi olan Asurlara, Sümerlere kadar uzanan bir Mezopotamya miti olan Tufan mitolojide detaylarıyla anlatılmaktadır. Efsaneye göre insanlar öyle çoğalmıştı ki Tanrılar onların gürültü ve şamatasından uyuyamaz olmuşlar. Bunun üzerine dört büyük Tanrı bu insanları bir tufanla yok etmeye karar vermiş. Bilgelik Tanrısı Enki yarattıkları insanların ortadan kaldırılmasına çok üzülüyor ve Şurukbak şehrinde yaşayan Utna Piştim’in evinin duvarından seslenerek Tanrıların bir tufan yapmaya karar verdiklerini bir gemi yapmasını söylüyor.
Geminin tarifini veriyor. Utna Piştim söylendiği şekilde gemiyi 7 günde tamamlıyor. Utna Piştim geminin içine ailesini, akrabalarını, sanakçıları, kırların evcil ve yaban hayvanlarını dolduruyor. Geminin kapısı kapanır kapanmaz şiddetli bir fırtınayla birlikte yağmur boşanıyor. Sular yalnız gökten boşalmakta kalmıyor. Yer Tanrıları da yerden fışkırtıyor suları. Tufan öyle azgınlaşıyor ki onu yaptıran Tanrılar bile korkuyor.
Bu kıyamet 6 gün 6 gece sürdükten sonra 7. gün gemi Nisır dağına oturuyor. Utna Piştim bir güvercin salıyor dışarı. Ok konacak yer bulamadığı için geri dönüyor. Daha sonra bir kırlangıç gönderiyor fakat o da geri geliyor. Son olarak uçurduğu kuzgun geri dönmeyince dışarı çıkıyorlar. Tüm bunlar gözünüze tesadüfî bir benzerlik olarak gelebilir. Ancak her biri Yahudilerin Babil sürgününden sonra din kitaplarına girmiş olan ifadeler.
Hepiniz Hazreti Avva’nın Adem’in kaburgasından yaratıldığı efsanesini duymuşsunuzdur. Böyle bir inanış Kur’an-ı Kerim de yoktur. Ama Tevrat’ta Rab Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Ama uyurken Rab Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapladı. Adem’den aldığı kaburga keminden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.
Adem, işte bu benim kemiklerinden alınmış kemik, etimden alınmış ettir dedi. Ona kadın denilecek çünkü o adamdan alındı diye geçer. Ve tabi ki yine ne tesadüfse Sümer-Babil efsanelerinde kadının yaratılışı erkeğin kaburgasındandır. Tüm bu gelişmeler yaşanırken beklenmedik bir durum gerçekleşir. Nebukat-Nezar hastalanmıştır ve kısa süre içinde milattan önce 562 yılında Babil’de ölür. 43 yıllık masalsı bir saltanat son bulmuştur. Yerine ise oğlu Amel-Marduk geçer. Fakat bu tarihten sonra büyük kral Nebukat-Nezar için Yahudi diasporası müthiş bir karalama kampanyası başlatacak ve cevap verme şansı olmayan Nebukat-Nezar tüm dinlerin nazarında bir şeytana dönüşecektir. Öyle ki özellikle Yahudilerin Babil sürgününde Yahudi toplumuna önderlik edenlerden biri olan Daniel Peygamber Tevrat’ta kendi adına geçen bölümlerde pek de tarihin gerçek kayıtlarıyla ilgisi olmayan ifadeler kullanacaktır. Örneğin bunlardan biri Müslümanlık’ta da sıklıkla zikredilen Nebukat-Nezar’ın ünlü rüyasıdır. Tevrat’ta birkaç farklı haliyle geçen efsaneye göre Nebukat-Nezar rüyasında kentin ortasında yükselen dev bir heykel görür. Heykelin başı Nebukat-Nezar’ın başıdır ve altındandır. Gövdesi gümüşten etekleri bronzdan ayakları ise kildendir. Sonra dağdan bir kaya kopar ve Nebukat-Nezar’ın heykelinin ayaklarına çarpar. Heykel parçalanır, rüzgârla dağılır ve yıkılıp gider. Taş ise bir dağ olur.
Nebukat-Nezar içinde Daniel peygamberin doğduğu ülkesindeki bilgelerden bir kısmını çağırır ve rüyasını yorumlamalarını ister. Rüyanın cevabı Daniel peygamberden gelecektir. Daniel sözlerine şöyle devam eder. Rüyanın anlamı şudur. Heykelin altın başı senin krallığın. Gümüş kısmı ise senden sonra gelecek olan krallık. Bu krallığın ardından bakıra benzeyen başka bir krallık çıkacak ve tüm dünyayı yönetecek.
Ondan sonra gelecek krallık ise demir gibi güçlü olacak. En sonunda bölünmüş bir krallık ortaya çıkacak. Bir kısmı demir gibi güçlü, bir kısmı da kil gibi zayıf olacak. Büyüyüp bir dağ olan taş ise Tanrı’nın krallığı. O bütün bu krallıkları yok edecek ve kendisi sonsuza dek duracak.
İnanca göre Nebukatnezar, Daniel peygamberi ve arkadaşlarını yaktırmaya karar verirken, mucizevi bir şekilde elinden kurtulurlar. Tam olarak doğrulanmamış rivayete göre Nebukatnezar bu rüyanın üzüntüsü ve sıkıntısıyla depresyona girmiş ve sonunda aklını oynatmış ve sarayın bahçesinde hayvanlar gibi otulamaya başlamıştır.
Onun bir öküz gibi yıllarca yaşadığı, Yahudilerin eski ahitinde anlatılmış ve bu inaç İslam’a da girmiştir. Nebukatnezar için Buhtunasar ismi de kullanılır. İslam terminolojisinde de genellikle Buhtunasar adı seçilmektedir. Dinsel metinler Nebukatnezar konusunda akıl almaz abartılarla dolu hikayelere sahiptir. Örneğin dini anlatılarda Kudüs’ü yağmalayan Babil ordusunun milyonlarca askerden oluştuğu yazılır. Hatta Cübbeli Ahmet Hoca YouTube kanalında kaynakları detaylarıyla anlatır. O böyle anlatsa da bu kadar büyük bir ordu o yıllarda imkansızında imkansızıdır. Eski ahit kökenli İslam anlatılarında Nebukatnezar’ın başarılarından dolayı artık kendini Tanrı olarak gördüğü ve Nemrut benzeri bir krala dönüştüğü, Yahudilere dolayısıyla insanlara büyük zulümler gerçekleştirdiği ifadeleri kullanılmaktadır.
Halbuki eldeki sınırlı sayıdaki arkeolojik kanıta göre durum pek de böyle değildir. Milattan önce 587’de Babil’e sürgün edilen Yahudilerin büyük çoğunluğu 50 yıl sonra dönüş fermanı yayınlandığında kalmayı seçmiş ve burada yaşamlarına devam etmişlerdir. Çünkü hem devlet kademelerinde önemli bir konuma gelmiş hem de ticaretle zenginleşmişlerdir. Hem Babililerin pagan dinleri hem de Babil kralları ülkede dinsel bir özgürlüğü mutlak olarak vermiştir. Öyle olmasaydı bugün bir Yahudi nüfusunun varlığından zaten söz edemiyor olurduk. Yine Yahudi peygamberlerden olan Yaremya Peygamber eski ahitte sürgündekilere Tanrı’nın mesajını ilettiği mektubunda
”Evler yapıp oturun, bahçeler dikin ve meyvelerini yiyin ve oğullarınıza karılar alın ve kızlarınızı kocaya verin de oğullar ve kızlar doğursunlar ve orada çoğalın ve azalmayın ve sizi sürmüş olduğum şehrin selametini arayın ve onun için Rabbe dua edin. Çünkü onun selametiyle siz de selamet bulursunuz.” diyerek onları orada yerleşmeye, evler ve bahçeler yapmaya,
normal bir hayat sürüp toplumsal güvenliği korumaya teşvik etmiştir. Yaremya’nın sürgünde bulunan Yahudilere gönderdiği bu mektubu sürgündekilerin durumunu en iyi özetleyen belgelerden biridir. Bu mektupta yer alan tavsiyelerin hayata geçirilmesi, Yahudilerin asimile olmadan millet olarak hayatta kalabilmesinin şartlı sayılmıştır. Yine Yahudilerin sürgün sonrası Babil’deki yaşantılarıyla ilgili, kitapları Tanah’ın bazı bölümlerinde yer alan cümlelerden sonuçlar çıkarılmaya çalışılmaktadır. Yine Yahudi peygamberler Ezra ve Nehemiye kitaplarında sürgündekilerin köle ve cariyesi erkek ve kadın ilahicileri olduğunu, hatta bazıları gönüllü yardımlarda bulunacak kadar zenginleştiklerini yazar. Bunların dışında bu dönemde Yahudilerin, başta kralın sarayı olmak üzere, soyluların sarayında önemli mevkilere geldikleri anlaşılmaktadır. Hatta Babil’de birçok yerleşim yerinin adının İbrânici olması, Yahudilerin kendi yaşam alanlarını özerk olarak kurabilmelerinin önemli göstergesidir. Kısaca tarihi haksız bir şekilde büyük bir kralı daha sonsuza kadar lanetlemiştir.
Sonuçta tarihi yapanlar değil, yazanlar bize kendi çıkarları doğrultusunda anlatıyorlar. Peki Babil’e ne oldu? Nebukat-Nezar’ın ölümünden çok değil, 23 yıl sonra, milattan önce 539’da yükselen bir güç olan ünlü Pers İmparatoru, Büyük Kiros tarafından işgal edildi ve tarih sahnesinden silindi. Sümer medeniyetinin hikayesi artık son buldu. Büyük Kiros, Yahudilerin ülkelerine dönebileceklerine dair fermanlar yayınladı ancak belirttiğimiz gibi bir bölümü dönerken çok önemli bir kısmı da kalmayı seçti. Dönenler Tevrat’ı yazdı, tek Tanrı inanışını geliştirdi ve günümüz dinlerinin temeline bir tuğla daha koydu. İşte bütün hikaye budur. Sümer mitolojisinin dinlere nasıl girdiğini, Nebukat-Nezar’ın aslında nasıl bir kral olduğunu
ve günümüz Yahudili’nin nasıl şekillendiğinin hikayesi budur. Ben Engin Deniz. Kanalıma abone olmayı ve beni Instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın.
Görüşmek üzere.
İlk Yorumu Siz Yapın