Yahudilerin Hiç Konuşulmayan Tarihleri (MÖ 3000 – 1948)
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=oDAGGFEtJeI.
Filistin, 3 semavi din içinde kutsal sayılan Kudüs şehrini içinde bulunduran ve bu nedenle tarih boyunca çeşitli dinsel mücadelelerin merkezi haline gelen bir coğrafya. Bir avuç toprak parçası için böylesine uzun ve sert ülkeler mücadelesi dünya tarihi boyunca ender rastlanır. Antik Yunanlıların ilk şehirlerini inşa ettikleri bir dönemde Kenanlılar denilen bir grup esrarengiz insan yakın doğuda üstünlük kurdu. Günümüzden yaklaşık 4.000 yıl önce Lübnan, İsrail, Ürdünü ve Suriye’nin bir bölümünü kapsayan Levant bölgesinde şehirler kurdular. Yahudiler kendilerini Filistin’in en eski yerleşik toplumu olduklarını iddia ederler ancak milattan önce 20. yüzyıldaki Filistin bölgesinin durumu incelendiğinde bu coğrafyada Kenanlıların yerleşik bir toplumu oldukları tarihsel bir gerçek olarak anlaşılmaktadır. Kenan halkından eski Ahit ve Tanahtak, Mezopotamya ve antik Mısır metinlerinde bahsedilir.
Bu da gösteriyor ki Yahudiler iddia ettikleri gibi bu toprakların en eski yerleşik toplumu değillerdir. Halbuki onlar eski Ahit’e göre bu coğrafyanın kendilerine vaat edilmiş topraklar olduğuna inanırlar. İsrailoğulları Kenan ülkesini yaklaşık milattan önce 1500 ile milattan önce 1000 yılları arasında ele geçirmiş ve yerleşmişlerdir. İsrailoğullarının tarihi verimli hilal denilen bölgeye yerleşmeleriyle başlar. Tevrat’ın yaratılışa ait olan ilk kitabı Cinesis’e göre Yahudi kavminin başlangıcı İbranilerdir ve Yahudi dininin kurucusu İbrahim peygamberdir. Yine Tevrat’a göre Yahudiler aynı zamanda Hz. Nuh’un nefsindendir. İbraniler kendilerini Tanrı’nın seçilmiş kavmi olarak görmüşlerdir. İbrani olan Hz. İbrahim’in dini, oğlu İshak ve İshak’ın oğlu Yakup’a geçerek İsrailoğullarının dini olmuştu.
Hz. İbrahim’in torunu Hz. Yakup’un Yahudi tarihinde önemli bir yeri vardır. Tevrat’ta geçtiği üzere Hz. Yakup’un ismi Tanrı için putlarla mücadele eden anlamına gelen İsrail olarak değiştirilmiştir. Hz. İbrahim’in torunu Hz. Yakup’un oğlu Hz. Yusuf maliye işlerinden çok iyi anlardı. Bu sayede Mısır’da Firavun’un sağ kolu olmuş ülkeyi kalkındırmıştı. Böylece Kenan diyarından Mısır’a göçeden İsrailoğullarının sayısı Hz. Yusuf zamanında artış göstermiş. Fakat Yahudilerin zenginleşip Mısır ülkesinin kilit noktalarına yerleşmeleri nedeniyle Mısır Firavunlarının zulümlerini uğrayarak zamanla köle durumuna düşmüşlerdir. Nesiller sonra da Hz. Mursa’a önderliğinde Mısır’dan Kenan iline mucizevi bir şekilde giderek kölelikten kurtulmuşlardır.
Tevrat bu döneme çıkış demektedir ve Mısır’dan çıkış Yahudilerin özgürlüklerinin evrensel bir simgesi olmuştur. Mısır’dan göç eden Yahudiler Filistin’e hakim olmak için bu ülkeye adını vermiş olan Filistinlilerle ve çeşitli halklarla mücadele etmiş ve M.Ö. 1234’ten sonra Filistin’e hakim olmuşlardır. M.Ö. 1020’ye gelindiğinde ise ilk Yahudi kralı olarak başa geçen Saul, dağınık İsrail aşiretlerini bir arada tutmaya gayret etmiş ve bu Saul adlı kraldan sonra oğlu Davud hem peygamber hem kral olmuştur. M.Ö. 14965 tarihleri arasında Hz. Davud, 12 İbrani kabilesini tek bir krallıkta toplayınca Kudüs’ü ele geçirerek bu şehri ilk Yahudi devletinin başkenti yapmıştır. Hz. Davud ayrıca kral olduğu dönemde Tevrat’a ilabeler de yapmış ve bu kutsal kitaba Zebur denmiştir. Davud ölmeden önce ise oğlu Süleyman’ı tahta çıkararak kral ilan etmiştir. M.Ö. 965-930 tarihleri arasında krallığını yürüten Hz. Süleyman’ın dönemi Yahudi tarihinin en parlak dönemidir.
Süleyman ilk Yahudi tapınağını inşa ettirerek Kudüs’ü İbrani Derin kutsal şehri haline getirmiş ve bu dönem 1. Tapınak dönemi olarak adlandırılmıştır. Hz. Süleyman’ın milattan önce 930 yılında ölümünden sonra 70 yıl kadar sürmeye devam eden ilk İsrail devletinin varlığı, İsrail adı altında yaşayan bu 12 kabilenin iç ihtilafları nedeniyle sekteye uğramış, Hz. Süleyman’ın oğlu Rehoboam’ın tahta çıktığı dönemde devlet ikiye ayrılmıştır. Biri kuzeyde İsrail kabilesinden 10 tanesini içine alan ve başkenti Samaria olan İsrail krallığı, diğeri güneyde Hz. Davud’un soyundan gelen Yahuda ve Benjamin kabilelerinin yönetiminde olan Kudüs şehrine sahip Yahuda krallığı. Yaklaşık 200 yıl boyunca varlığını koruyan kuzeydeki krallık, başkent Samaria’nın düşmesiyle Asur İmparatorluğu tarafından yıkılarak hakimiyet kaybetmiştir.
Yaklaşık 350 yıl boyunca ayakta kalan, M.Ö. 587’de çöken Yahuda devleti ise Asur İmparatorluğu yıkıldıktan sonra kurulan Babil krallığının istilasına uğramıştır. Tüm bu gelişmeler neticesinde Kudüs tapınağı yıkılarak Yahudiler Babil’e sürülmüşlerdir. Yahudilerin Babil esareti yaklaşık 70 yıl sürmüştür.
Bu süre sonunda bugünkü İranlıların atası olan Persililerin hükümdarı Keyhüsrev, M.Ö. 538’de Babil’i ele geçirip Babil krallığına son vererek, sürgündeki Yahudilerin bir yıl sonra Filistin topraklarına, yani Kudüs’e ilk dönüşlerine, Ezra ve Nehemiye peygamberlerin önderliğinde izin verir ve Yahudiler Kudüs’te Babil’liler tarafından yıkılan tapınaklarının yerine ikinci bir tapınak inşa ederler. M.Ö. 332’de Makedonya kralı Büyük İskender’in Fırat’tan Mısır’a kadar uzanan toprakları ele geçirmesiyle, Yahudi tarihinin yaklaşık 250 yıllık Helenistik dönemi başlamıştır. Makedonya krallığının Filistin’de Helenizmi yerleştirmek istemesi neticesinde, Yahudilere Tevrat okumak yasaklanmış ve çok değerli kutsal tapınaklarına Putperestliğin sembolü Zeus heykeli konmuştur. Bu da Yahudilerin ayaklanmasına yol açmış Makkab-i İsyan’ı patlak vermiştir. Yunan Hakimiyetinden sonra M.Ö. 64-M.Ö. 324 yılları arasında olmak üzere Romalılar Hakimiyet kurdu. Roma orduları Kudüs’e yönelerek Babil sürgünü dönüşünde inşa edilmiş olan ikinci tapınağı yıkmayı da ihmal etmediler. Bu olaydan sonra Yahudiler M.Ö. 66-73 tarihleri arasında tekrardan ayaklandılar. Bu İsyan’ı cezalandırmak için Romalılar, Yahudileri bu bölgeden sürgün ettiler.
Filistin’e dönmeleri Romalılar tarafından yasaklanan Yahudiler kitleler halinde ilk etapta Kuzey Afrika, Anadolu ve Doğu Avrupa başta olmak üzere dünyanın dört bir yanına göç ettiler. Böylelikle bu ikinci sürgün hayatlarında M.Ö. 70 ile 1948 tarihinde İsrail’in kuruluşu arasında geçen 1878 yıllık süre boyunca artık Filistin coğrafyasında yaşayamayacaklardı.
325 yılında Roma İmparatoru Konstantin’in Hristiyanlık dinini kabul edişi ile Hristiyanlık Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olunca, Yahudiler için önemli olan Kudüs’te kiliseler inşa edildi. Yahudi-Hristiyan anlaşmazlıkları başladı. 395 yılında Roma İmparatorluğu bölününce Filistin toprakları Bizans İmparatorluğu’nun payına düşmüştür. Bu dönem içinde Yahudiler hakkında ortaya sürülen iki iddia vardı. Bunlardan birincisi Yahudi halkının Hz. İsa’nın katledilmesinden sorumlu tutulması, ikincisi ise Yahudilerin yurtsuz kalıp bütün dünyaya yayılmalarının bu olaydan kaynaklanan bir ceza olduğu inancıydı. Hristiyanlarda Yahudi düşmanlığına sebep olan bu iddialar, yüzyıllarca geçerliliğini korumuş Yahudi sürgününün asırlarca sürmesinin nedenlerini oluşturmuştur. Ortalama bir Yahudinin hayatı artık kölelik, esaret veya fakirlik içinde geçiyordu. Toplum içinde yükselemiyorlar, Tevrat okuyamıyorlar, Avrupa’da sessizlik içinde birer hiç gibi yaşıyorlardı. İslamiyetin doğuşu ise Yahudiler için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Arap yarımadasında göç etmiş bir grup Yahudi’ye vatandaşlık hakları verildi. 4 Halife devrinde İslam’ın Fetih hareketi başladığı zaman Suriye bölgesi ve Kudüs hala Bizans hakimiyeti altındaydı. İslam halifeliğinin Kudüs’ü Fethi’nde Yahudiler Bizans’tan gördükleri zulüm nedeniyle Müslümanlara yardım ettiler. Kudüs artık Müslümanlarındı.
Fakat 1099 yılında ilk Haçlı seferlerini başlatan Papa II. Urban’ın çağrısı üzerine, Avrupa’dan kutsal toprakları kurtarma inancıyla gelen Haçlılar, Kudüs’ü ele geçirerek burada Kudüs-Latin krallığını kurmuşlar, Hristiyanlığı yaymak için uğraşmışlardır. Haçlıların Selahattin Eyyubi’nin yönetimindeki Müslüman ordusu tarafından, 1187’de de bu topraklardan çıkartılmasından sonra Kudüs yeniden İslam egemenliğine girmiş
ve İslam egemenliğinde Yahudileri yine belli ölçülerde özgürlükler tanınmış, hatta bir kısmının Kudüs’e dönmeleri sağlanarak burada yaşamalarına müsaade edilmiştir. Selahattin Eyyubi’nin ölümü üzerine Haçlı orduları 1193’te bu bölgeyi tekrar ele geçirmişler ancak Haçlıların Eyyubi’den sonra Mısır’da iktidara gelen Memluk Sultanlığına 1291’de yenilmeleriyle kutsal topraklar üzerindeki hakimiyetleri sona ermiştir. Memluklular döneminde yine Yahudileri bazı sıkıntılar bekleyecekti. Ta ki Osmanlı İmparatorluğunun 1517 yılında bölgeyi kontrolü altına almasıyla yaklaşık 200 yıl süren Memluk hakimiyeti sona ermişti. Yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş ve sefalet içinde bırakılmış Kudüs ve çevresinde düzelti esir edilmiş, tüm dinlere mensup halklara özgürlükler tanınmıştır. Aralık 1917 tarihine gelindiğinde ise İngiliz kuvvetleri, bölgeyi ve Kudüs şehrini ele geçirmiş 400 yıl süren Osmanlı hakimiyeti sona ermiştir. Yahudiler Avrupa’da yüzyıllar boyunca dışlanarak yaşadılar. Ancak 19. yüzyıldaki liberal düşüncelerle Avrupa’nın katı Hıristiyan kimliği de hızlı bir şekilde erozyona uğramış, kilisenin öğretileri etkisini yitirip yerine seküler düşünce ve ideolojiler hakim oldukça Yahudiler üzerindeki hukuki kısıtlamalarda ortadan kalkmıştır. Yahudileri içinde yaşadıkları ülkelerin etnik ve ırksal homojenliğini bozan zararlı birer unsur olarak görüyorlardı. Avrupa’da Yahudilere yüzyıllardır uygulanan ayrımcılık en sonunda Yahudiler arasında da kendilerine ait bir devlet kurma fikrini ortaya çıkarmıştır. Fakat bu devlet nerede olacaktı? Kendilerini vadedilmiş topraklara götürecek modern bir Mesih’in arayışına girmişler ve bu Mesih bugünkü siyasal Siyonizmin babası olan 1860’ta Budapest Edo doğan Avusturyalı Tidor Herz’dir. Herz tarafından 19. yüzyılın sonlarında başlatılan Siyonist hareketin amacı Arz-ı Mevvud’dur. Yani Filistin dışındaki bütün Yahudileri yine Filistin’de toplamak ve sonrada yıkılmış olan Süleyman Mabed’ini Siyon dağı üzerinde yeniden inşa etmektir. Siyonizm teriminin kökü olan Siyon sözcüğü ilk çağdan beri Kudüs anlamına gelmektedir. Ve Yahudilerin ilk kutsal tapınaklarının M.Ö. 587’de Babililer tarafından yıkılıp, Yahudilerin Babil’e sürgün edilmesinden sonra Siyon’a özel bir anlam yüklenmiştir. Tevrat’a göre Tanrı bu kutsal toprakları kıyamete kadar İbrahim peygamber ve onun ümmetine vermiştir. Bu inanç çerçevesinde Yahudiler için Siyon dedikleri Kudüs ve çevresine dönmek, kralları Süleyman tarafından yapılmış kutsal mabetleri Beyt’in makdisi yeniden inşa etmek, daha sonra üstün Yahudi ırkını Nilden, Fırat’a ve nihayet tüm dünyaya ekonomik ve her türlü güç bakımından hakim kılmak, Tevrat’ın ana prensibini oluşturmaktadır. Herz 27 Ağustos 1897 tarihinde İsviçre’nin Bazel kentinde 1. Siyonist Kongresini toplamaya muvaffak oldu ve bu Bazel Kongresinde Dünya Siyonist Teşkilatının temeli atıldı, başkanlığına da Tidor Herz getirildi. Kongrenin bitiminden 3 gün sonra Herz ana defterinde şunları yazacaktı. Ben Bazel’de bir Yahudi devleti tesis ettim. Bunu bugün yüksek sesle söylesem bütün dünyadan bir kahkah tufanı yükselir. Fakat bundan 5 sene sonra belki 50 sene sonra muhakkak herkes bunun böyle olduğunu anlayacak. Herz’in o dönemlerde Osmanlı toprakları olan Filistin’e Yahudilerin yerleşmesi için 2. Abdülhamid’i ikna etmek üzere 1896 ile 1902 yılları arasında İstanbul’a 5 kez sefer yaptığı bilinmektedir. Çok zor durumda olan Osmanlı ekonomisinin bu topraklar karşılığında düzeltilmesi, Osmanlı’nın borçlarının kapatılması teklifi 2. Abdülhamid’e Yahudiler tarafından sunulmuştur. 2. Abdülhamid ise Herz’e şu yanıtı göndermiş. Ben bir karış bile olsa toprak satamam, zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Benim milletim bu imparatorluğu mücadelelerle canlarını ortaya koyarak kazanmışlar. Onu canlarıyla verimli kılmışlar. Bu toprak bizden sökülüp alınmadan evvel biz onu tekrar canlarımızla sularız. Bırakalım Yahudiler milyonlarını saklasınlar. Onlar Filistin’i hiç karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat bizim yalnız cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir vücut üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem. Bu yanıta karşılık Herz ise anılarında Siyonizmin amacına ulaşması için Osmanlı’nın dağılmasını beklemeli izlemiştir. Ve Siyonistler Osmanlı İmparatorluğu’nda Filistin ile ilgili bir sonuç alamayınca yüzlerini İngiltere’ye çevirmişler. İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanı Lord Rothschild 18 Temmuz 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’a kendi imzası ile takdim ettiği mektupta 3 önemli öneride bulunmuş.
Birincisi Filistin’in Yahudi vatanı olması, ikincisi Yahudilere kısıtlama getirilmeden buraya göç etmeleri, üçüncüsü ise Yahudilerin burada kendi kendilerini idare etmeleridir. İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un 2 Kasım 1917’de Lord Rothschild’e yazdığı yanıt mektubu şu şekildeydi. Majestelerinin hükümeti Filistin’de Yahudi halkı için bir ulusal yurt kurulmasına olumlu bakmaktadır ve İngiltere Filistin’de bulunan Yahudi olmayan toplulukların yurttaş ve dinsel haklarına
ya da herhangi bir başka ülkedeki Yahudilerin sahip oldukları hakları ve siyasal statüye zarar verebilecek herhangi bir şeyin yapılmaması kaydıyla bu hedefe erişilmesi için elinden gelen tüm çabaları harcayacaktır. Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonunun bilgisine sunarsanız size minnettar olacağım. 1918’in Ekim ayında ABD Başkanı Wilson tarafından da desteklenen bu önerge aynı yıl Fransa’nın ardından İtalya’nın da desteğini aldı. Orta çağda özellikle Batı Avrupa’da görülen Yahudi düşmanlığı sonucunda Yahudiler 1290’da İngiltere’den, 1392’de Fransa’dan, 1492’de İspanya’dan, 1497’de de Portekiz’den kovulmuşlar. Bazı Yahudiler de inançlarını gizlemek zorunda kalarak Hristiyanlığı benimsemiş gibi davranmışlardı. 15. yüzyılın sonlarında İspanya’da katledilen Yahudilerin sayısı 100.000’i bulmuştu. Kovulan Yahudilerin bir kısmı Hollanda’ya iltica etmekle birlikte büyük bir kısmı Osmanlı’ya göç etmişti. 19. yüzyılın sonlarına doğru Orta ve Doğu Avrupa’da yeniden canlanan antisemitizm, Filistin’e dalgalar halinde Yahudi göçlerinin başlamasına sebep oldu. Avrupa’daki milliyetçilik akımından en az etkilenen ve sınırları içinde 3 milyon Yahudi’yi barındıran Rusya’da Yahudiler 2. sınıf vatandaş olarak görülüyor ve Yahudiler bulundukları şehirlerde diğer Rus vatandaşlarıyla karışmıyor, ayrı mahallelerde yaşıyorlardı.
1881 tarihinde Rus çarının hayatına kıyılmasıyla Rusya’da da yoğun bir Yahudi düşmanlığı başlayınca bu olaylar Yahudilerin kitleler halinde başka ülkelere göç etmesine yol açtı. 19. yüzyılın sonlarında başlayıp 1917 Balfour bildirisiyle hızlanan Filistin’e Yahudi göçü, Almanya’da bu adamın iktidara gelmesi ve Yahudi kıymının başlaması ile zirveye çıkmıştır.
1882-1903 döneminde 1. Aliyah olarak adlandırılmakta olup başta Rus çarlığı olmak üzere Doğu Avrupa kökenliği 35 bin kadar Yahudi, Filistin topraklarına göç eder. 1904’te başlayan 2. göç dalgası Rusya’da Yahudilerin uğramış olduğu baskılardan sonra olmuş. 40 bin kadar Yahudi Rusya’dan Filistin topraklarına göç etmiş. 1919-1923 arasında İngiltere’ne Filistin’i ele geçirmesiyle Rusya’daki 37 bin Yahudi daha Filistin’e göç etmiş.
1924-1929 Polonya, Macaristan ve Amerika’dan toplamda 48 bin Yahudi İngiliz mandasındaki Filistin topraklarına göç etmiş. 1929-1948’de 5. ve en büyük kitlesel göçün nedeni 1933’te Almanya’da bu adamın başa gelmesi ve Avrupa ülkelerinin kapılarını Yahudilere kapatması olmuştur. Bu dönemde Filistin’deki Yahudi nüfusunun iki katından daha fazlası tek seferde Filistin’e göç etmiş.
Yahudi nüfusu 170.000’den 470.000’e çıkmış ardından 153.000 Yahudi daha kaçak yollarla buraya gelmiş. Sonunda 1948 yılına gelindiğinde İsrail Devleti kurulmuş. Bunun neticesinde Doğu Avrupa’da ve Arap ülkelerindeki 500.000 Yahudi İsrail topraklarına göç etmiş ve bu göç sırasında Yemen’deki 49.000 kişilik bütün Yahudi nüfusu uçaklarla İsrail’e getirilmiş. Aynı şekilde Irak’tan 114.000, İran’dan 30.000 kadar Yahudi İsrail’e katılmış.
1985’teki Musa operasyonunda 6 haftada 8.000, 1991’deki Süleyman operasyonunda ise bir günde 15.000 Yahudi Etiyopya’dan İsrail’e taşınır. Filistin mandası İngiltere’ye verildiği sırada 1918’lerde nüfusun %93’ünü 708.000 kişiyle Araplar, %7’sini 57.000 kişiyle yabancılar oluşturuyordu. 1948’de 30 yıllık İngiliz manda yönetimi 1 milyona yaklaşan Yahudi nüfusuyla son bulmuş
ve İsrail Devleti’nin bağımsızlığı ilan edilmiştir. Günümüzde İsrail 8.7 milyonluk nüfusa sahiptir. İsrail Devleti’nin ilanından 11 dakika sonra devleti tanıyan ilk ülke ABD olmuş ve ABD’nin bu tutumu İsrail’in uluslararası alanda tanınmasının yolunu açmıştır. İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etmesinden hemen sonra Arap Birliği’ne üye ülkelerden Suriye, Mısır, Ürdün, Lübnan ve Irak askeri birliklerini harekete geçirerek
bu devleti ortadan kaldırma kararı almışlar ve İsrail ile Arap devletleri arasında
yıllarca sürecek mücadelelerin ve perde arkasındaki çıkar dostluklarının fitili ateşlenir.
İlk Yorumu Siz Yapın