YERALTINDAN NOTLAR – 10.Bölüm | Ölüm Her Şeyin Sonu Mudur?
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=TOhczorcAWA.
Hiç çok sevdiğiniz birini kaybettiniz mi? Nasıl geçti yazınız? Benim bok gibiydi. Yazın başında çok sevdiğim birinin kanser olduğunu öğrendim. Yazın sonunda ise çok sevdiğim başka bir dostumu aniden kaybettim. Haliyle ölüm kavramı hakkında epeyce düşündüğüm bir yazdı bu. Neler düşündüm hepsini anlatacağım. Geçen haftalarda Bodrum’daki evinde küçük İskender’i ziyaret ettim. O gelmiş geçmiş en büyük şairlerden biridir. Açıp okuyun herhangi bir şiirini fark edersiniz zaten. Peki şair nedir? Başka bir şair olan Bodler şöyle tanımlıyor bunu. Çayınat gizli bir şifre ile yazılmış bir metin ise şair bir şifre çözücüden başka kim olabilir?
İskender’e küçük hücreli akciğer kanseri teşhisli konuldu. Biraz ileri bir evresinde. Onunla tanışıldı neredeyse 10 sene oldu. Eskiden şiir geceleri olurdu. Böyle karanlık bir sokağın izbe bir barında, sisler puslar içindeki bir sahnede şiir okuyan, birbirlerinin şiirlerini dinleyip alkışlayan, hatta bazen gaza gelip şiir ve edebiyat üstüne uzun uzun bağıra çağıra tartışan tiplerdik hepimiz. Bir yazar için okul gibidir o şiir geceleri.
Hatta bizim kuşağın çoğu yazarı şairi o tuhaf yer altında yetişmiştir. İskender düzenlerdi işte o şiir gecelerini. Genç yazarların üstünde çoktur emeği. Bence iyileşecek. Güçlü o, iyileşecek. Aksi olursa da üzülme dedi bana. Güzel yaşadım, sen de güzel yaşa. Yaşam ve ölüm gündüz ve gece gibi birbirini takip ediyor. Gene bir şaire kulak verecek olursak, Rilke demiş ki, insan bir meyvenin çekirdeğini taşıması gibi ölümü kendi içinde taşımaktadır. Evet hepimizin yeryüzündeki serüveni bir gün bitecek. Ölüm hepimizin ortak noktası olan, her şeyi eşitleyen bir gerçek. Peki bu çok korkulası anormal bir şey mi? Ya da hepimizin ölümlü olması bu dünya üstündeki her şeyi anlamsız mı kılar? Bence hayır. Bence hayatın ölümlü olmasından daha kötü bir şey varsa, o da ölümsüz olma ihtimaldir. Lakan, yaşamın anlamı ölümdür der. Çünkü korkunç ya da mükemmel bir hayatımız da olsa, bir noktada bitmesi gerekir. Aksi takdirde sonsuza kadar yaşasaydık çektiğimiz acının da, aldığımız keyfin de bir anlamı kalmazdı. Haydager’e göre ölüm bilinci sadece insanlarda var. Yani hayvanlar mesela bir gün öleceklerini bilmiyor, ölümden ya da tehlikelerden içgüdüsel olarak kaçıyorlarmış. Ve Haydager insanların bu bilinçle yaşamasını dehşet verici değil, özgürleştirici bir bilgi olarak yorumluyor. İslam felsefesine bakacak olursak, ölüm bir yok oluşu olarak tanımlanmaz. Hatta aksine gerçek varoluşu açılan bir kapı olarak görülür. Bu konuyla ilgili Mevlana şöyle söylemiş.
Ey ölümden korkup kaçan can! Sen ölümden korkmuyorsun, sen kendinden korkuyorsun. Çünkü ölüm aynasında görüp korktuğun ölümün çehresi değil kendi yüzündür. Senin ruhun bir ağaca benzer, ölüm ise o ağacın yaprağıdır. Ve her yaprak ağacın cinsine göredir.
Yani tasavvufa göre ölümle birlikte insan ve yaratıcı arasındaki perde kalkar, dünyaya sürgüne gider gibi gönderilmiş olan ruh, bedenin ölümüyle ait olduğu yere geri döner ve bu şekilde aslında kendi kendisiyle de buluşmuş olur. Eski Mısırlılara bakacak olursak, ölümden sonraki hayatta dünyada onları mutlu eden ne varsa aynen devam edeceğine inandıkları için ölen kişileri altınlarıyla ya da kıymetli eşyaları ile birlikte gömüyorlarmış. Ya da şu anda dünyada 1 milyar kadar insan reenkarnasyona yani öldükten sonra başka bir bedende yeniden doğacağına inanıyor. Gene aynı şekilde 1 milyar civarında da ateist var. Onların görüşüne göre ise öldükten sonra tek bir şey olacak. Hiç. Şahsen kendi adıma hiçliğin orada değil de burada olduğunu düşünüyorum.
Çünkü bugüne kadar 100 milyardan fazla insan doğup ölmüş. Dünyada şu anda bizden başka 8 milyon canlı türü daha yaşıyor ki bir çoğu zaman içinde yok olmuş. E dünya desen 4.5 milyar yaşında ama insan denen canlı türü ortaya çıkalı daha 200 bin yıl falan olmuş. Bir de şimdi uzayın genişliğini düşününce, neyse düşünmeyeceğim.
Yani demem o ki, tarih sahnesine sırayla çıkıp vakti doğduğunda yerini başkalarına devreden canlılardan fazlası değiliz. Hani şu çok satan kişisel gelişim kitapları hep gazlıyor ya insanları. Aslansın kaplansın sen, evrenin merkezisin, sen olmasan boku yerdik diye. Hayır abi bence tam tersi. İnsan acizdir, muhtaçtır, fazla artistlik yapmamalıdır. Zaten insan türünün de en fazla bin yıl ömrü kalmış.
Hatırlayacak olursanız Stephen Hawking yapmıştı bu tespit. Velasım insan doğar ve ölür. Bazıları ise doğar, yaşar ve ölür. Güzel yaşayalım, aynı zamanda iyi ve akıllı insanlar da olalım ki ölüm gelip kapımızı çaldığında o kapıyı açacak yüzümüz olsun. Çünkü Tanrı insanı yaratmış ancak yüzünü ya da yüzsüzlüğünü tamamlamayı kendisine bırakmıştır.
Peki gidenler gitti, kalanlar ne yapacak? Bu boşlukla, bu kayıpla nasıl mücadele edecek? Edemeyecek. Ki zaten bu kitaplardan okuyup, yazarlardan öğrenebileceğimiz bir şey değil. Ben de bilmiyorum. Sadece her şeye rağmen bir şekilde devam etmem gerektiğini biliyorum. Hem zaten ben insanların tek bir doğum ya da ölüm tarihi olduğuna inanmıyorum.
Bakmayın siz mezar taşlarındaki o rakamlara. İnsan sık sık ölür ve yeniden doğar aslında. Yeni kitap önerileri gelsin, onlara da bir bakalım. İzninizle ben bu bölümdeki şu sisli puslu havayı biraz dağıtmak istiyorum. Hani ilk bölümlerde Ki Gegard’tan bahsederken onun hayatın acımasızlığı karşısında absürde ve mizaha sığındığından bahsetmiştik ya.
Biz de şimdi öyle yapalım. Artık size her bölümde 5 tane soru soracağım ve hepsini bilene hiçbir şey vermeyeceğim. Adı da ödülsüz sorular olsun bu kısmın.
İstediğiniz sorudan başlayabilirsiniz ancak şoker hakkınız yok.
3. Aşk yoktur, libido vardır. Sözünü kim söylemiştir?
A. Şahin K. B. Faruk K. C. İsmail Y. K. D. Freud. 4. Aşağıdaki eşleştirmelerden hangisi yanlıştır? A. Toplum ateştir, şöpenar. B. Toplum hastalıktır, niçe? C. Toplum sıradanlıktır, sart. D. Aşk bu kızıl ötesi, yaralı müzesi, hareket edemem, Shakespeare.
5. ve son soru geliyor. Dostoyevskiye göre dünyanın en zor hissi nedir? A. Ayak serçe parmağını bir yere vurmak. B. Tam evden çıkmışken tuvaletin gelmesi. C. Ait hissedilmeyen bir yerde bulunmak zorunda kalmak. D. Hoşlanılan kişinin kanka naber diye mesaj atması. Gördüğünüz gibi gayet kolay sorulardı. Bu sezon formatı bir ekleme daha yapmak istedim.
Artık bölüm sonundaki şiirleri ben okumayacağım. Çünkü kamera karşısında şiir okurken kendimi şöyle hissediyorum bazen. Sen etlenmişsin kalbime, ilmek ilmek işlenmiş gibisin hasretinle yüreğime. Nereye böyle bileğim söyle.
Hadi biraz dışarı çıkıp hava alalım. Bir sonraki bölümde görüşürüz.
Yaşam belki uzun bir caddedir. Her gün filesiyle bir kadının geçtiği. Yaşam belki bir urgandır, bir adamın daldan kendine astığı. Yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur. Yaşam belki iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaratır. Ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi, şapkasını kaldırarak başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle günaydın diye.
Ellerimi bahtaya dikiyorum. Yaşaracağım, biliyorum, biliyorum, biliyorum. Ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda yumurtlayacaklardır. Küpeler takacağım kulaklarıma. İkiz, iki kızıl kirazdan. Ve tırnaklarımı papatya çiçekleriyle süsleyeceğim. Bir sokak var orada. Aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar. Bir gece rüzgarın alıp götürdüğü. Bir sokak var benim yüreğimin çocukluk mahallesinden çaldığı. Zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu ve bir oylumla gebe bırakmak zamanın kuru çizgisini.
Bilinçli bir imgenin oylumu, aynanın konukluğundan dönen. Ve böylecedir. Birisi ölür ve birisi yaşar. Hiçbir avcı, çukura dökülen hor bir arkta ince avlamayacaktır. Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum. Okyanusta yaşayan ve yüreğini tahsa bir kavalda usul usul çalan, küçük, hüzünlü bir peri geceleri bir öpücükle ölen ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan.
İlk Yorumu Siz Yapın