YERALTINDAN NOTLAR – 17. Bölüm | Yazarların Mezar Taşları
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=DTqJNTNoldE.
Ne haber? Nasılsınız? Bu bölümde biraz dışarı çıkalım. Ormanın bu temiz ve sessiz havasını birlikte solayalım istedim. Size öncelikle Nietzchenin hayatındaki dönüm noktasını anlatmak istiyorum. 1889’un Torino sokaklarında Nietzsche düşünceli adımlarla yürüyordu. O zamanlar tabi her yerde at arabaları var. Ulaşımın çoğu bu şekilde sağlanıyor. Nietzsche öylece yürürken bir köşe başında böyle kalabalık bir grupla karşılaşır.
Bu kalabalık aldığı tüm kırbaç darbelerine rağmen hareket etmeyi reddeden bir atı izlemektedir. Derken öfkeden kuduran faytoncu, kalabalıktan da aldığı gazla kırbaç darbelerini iyice arttırır. Hatta bunu öyle abartır ki at yorgun düşüp yere çöker. Nietzsche kalabalığın arasından koşarak sıyırılır ve faytoncuyu durdurup atın yanına kıvrılır. Boynuna sarılır onun. Gözlerinin içine bakmaya çalışır. Ve tam ona ağlayarak bir şeyler söylerken bilincini yitirip bayılır.
Nietzsche bu olaydan sonra tam 10 yıl boyunca kimseyle konuşmaz. Akıl hastanesine yatırılır ve orada ölür. Dünya hassas kalpler için cehennem gibidir demişti Göthe. Nietzsche de o asi bıyıklarının altında böyle bir duygusallık barındırıyordu aslında. Peki size bunu neden anlattım? İnsanın egosundan bağımsız, hiçbir karşılık ya da beklenti duymaksızın yaptığı herhangi bir eylemi var mıdır diye sormuştum ya. Varmış budur. Milan Kundera var olmanın dayanılmaz hafifliğinde Nietzchenin bu eylemini şöyle değerlendirir. Gerçek insan iyiliği ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflıyla ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı onun merhametine bırakılmış canlılara olan davranışların da gizlidir. Mesela hayvanlara.
Dünya üstünde her gün karşılaştığımız şiddet haberlerine bakacak olursak insan türünün ne kadar boktan bir halde olduğunu fark edebiliriz. Ama kötüler olduğu kadar elbette iyi insanlar da var hala. Bakın mesela geçenlerde şöyle bir habere denk geldim. Köylülerin değişik biri dediği Diyarbakırlı çoban her yere taştan kuleler yapıyor. 6-7 metre yüksekliğinde ve bir mimarın elinden çıkmış gibi duran kulelerin yapılış amacı görenleri bir hayli şaşırtıyor.
Durum şu. Diyarbakır’da bir çoban, leyleklerin yuva problemine bir çözüm getirmek için gittiği her yere onlarca kule dikmiş. Açıklaması ise şu şekilde. Leylekler buralara geliyor ama yuvaları olmadığı için çok zorlanıyorlar. Bazıları elektrik direklerine yuva yaptığı için akıma kapılıp telef oluyor. İçim el vermedi ve taşlarla kuleler oluşturarak onlara yuva yapmaya başladım. Bahar aylarında geliyorlar ve hiç zorlanmadan yuvalara konup kuluşkaya yatıyorlar.
Yaz ayları bitince de göç ediyorlar. Bu kuleleri yaptıktan sonra buraya gelen leyleklerin sayısı arttı. Sonuç olarak durum şu. Nietzsche ve bu ağabeyimiz adamdır. Ne zaman böyle uçsuz bucaksız yerlerde dolaşsam kendimden çok daha büyük bir şeyin parçası olduğumu hatırlıyorum. Edmund Burke diye bir filozofun Sublim ismini verdiği bir kavramı var. Devasa bir dağa baktığını ya da bir uçak penceresinden aşağı izlediğini düşün. Ya da mesela büyük bir fırtına kopar ya bazen. Rüzgar koskoca ağaçları devirir ve biz insanoğlu olarak doğanın bu dehşeti ve kudreti karşısında aslında koca bir hiç olduğumuzu hatırlarız. İşte bu filozof bu tür hissiyatların yararlı ve onarıcı olduğunu söylemiş.
Çünkü bir fırtına ile karşılaştırıldığında gündelik hayatımızdaki sıkıntılar daha önemsiz görünür ve bakış açımız yenilenir. Edmund Burke insanın bu tür eylemler karşısında kendisini önemsiz hissetmesinin tuhaf bir hoşluğunu yakalamıştı. Ve bu o güne kadar fark edilmemiş bir deneyim alanıydı. Olay büyük resmi görmek aslında. Ufak bir detaya takılıp kaldığımızda göremediğimiz o evren denen büyük resim.
Mesela şu an yağmur başladı bu da bir doğa olayı. Ya aslında işte tam da bu yüzden seviyorum bu tür yerlerde olmayı. Bana hem varlığımı hem de hiçliğimi hatırlattığı için. Bakın şu çember içinde görünen şey hepimizin üstünde yaşadığı dünya. Carl Sagan soluk mavi nokta ismini takmış ona ve demiş ki insandaki kibirin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur.
Çünkü gezegenimiz uzayın karanlığı içinde yalnızca bir toz zerresi. Bu açıdan bakınca mezarlık gezmek de insanı yaşam karşısında bilinçlendirebilir. Bir varmış bir yokmuş. Hayat dediğimiz şey tam da bu aslında. Ölümün, ölüm kavramının ve ölüm gerçeğinin bilincinde olmak lazım. Yazarların mezar taşlarına baktınız mı hiç? Bazılarının mezar taşı yazıları bile edebi.
Mesela Emily Dickinson’ın mezar taşında şu yazar. Doğum 1830, geri çağrılma 1886. Wellesinki biraz matraktır. Kar olasıcılar, size bunu söylemiştim. Yazar. Dorothy Parker’ın bedeni öldükten sonra yakılmıştı. Bu yüzden onun mezar taşında toz yüzünden özür dilerim. Yazar.
Frank O’Hara’da doğmak ve olabildiğince farklı yaşamış olmak bir lütuftu yazıyor. Yet’s’te ise şu yazar. Yaşam ve ölüme şöyle bir bakar ve geçip gider atlı adam. Şimdi bir de size yaşayan yazarlarla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Bu programı para kazanmak için yapmadım. Zaten para kazanmak isteseydim böyle bir program çekmezdim. Bugüne dek okumadığım tek bir kitabı bile önermedim size. Birçok reklam teklifini içeriğimle uyuşmadığı için reddettim. Şimdi ise size mutlulukla Storytel’in reklamını yapacağım. Storytel nasıl bir şey biliyor musun? Bir uygulama düşün. İçinde binlerce kitap var ve sen birkaç parmak hareketiyle istediğin kitabı seçip dinleyebiliyorsun. Denemek isteyenler için bu videonun altına linkini koyacağım. Zaten ilk 14 gün boyunca ücretsiz olarak kullanabiliyorsun. Beni bu konuda en çok heyecanlandıran şey ise bazı kitapları yazarın kendi sesinden dinlemek oldu. Hasan Ali Toptaş mesela. Bence bu topraklarda yetişmiş en önemli yazarlarımızdan biri. Ve ben bu uygulama sayesinde istediğim zaman açıp yazarın kendi sesinden kendi yazdığı kitabı dinleyebiliyorum. Canların oğulsuna karışan yumruk hirriliğindeki can sesleri de gelir, süt bakraçlarının içinde yankılanırdı.
İnsanlar süt sağıyoruz, kaymak ve yoğurt yapıyoruz ya da tulumlara peynir basıyoruz bahanesiyle sanki ruhlarını havalandırırlardı orada. İçlerine aylarca rüzgara, yıldızlara ve tabiata tutarlardı. Telefonuma koca bir kütüphane indirmemi sağladıkları için Storytel’e teşekkür ederim. Bence mutlaka deneyin. Şimdi gelelim 15. bölümde bana yönelttiğiniz sorulara. Bahadır Şaban
İnsanlar aşkın sonlu olmasını bilmesine rağmen neden devam ediyor? Bir gün ölecek olmamıza rağmen neden yaşıyoruz? Bittiği için üzülme abi. Yaşadığın için sevin. Ben mesela bazı insanlar öldüğünde öldü demiyorum. Yaşadı diyorum. O hesap. İkbal Kocalar Sizi hala bu yaşamda tutan kimdir? Annem Bir insanın annesi hala hayattaysa bence her zaman geri dönecek bir yeri vardır demektir. Berat Abi iki saat konuşamaz mısın ben sıkılmadan dinlerim çok iyi. İki saat konuşursam ben sıkılırım. İsmini okuyamadığım birisi şöyle yazmış. Lan oğlum senin yaşın kaç ki kalkmış genç yazarlara tavsiyeler veriyorsun. Haklısın. Bence de yani insanlara tavsiye vermekte beni de rahatsız eden bir şey var. Ama hayatta hiçbir şey yaşla alakalı değildir. Bedirhan Çalış
Başkalarının gülücü hayallerin peşinden koşmak saçma mı? Evet saçma. Ama gene de yap. Absürt iyidir. Şevval Emen Kendini hangi ülkede buldun? Hala arıyorum. İnsan nerenin yerlisidir. Big Bang Bu adam neden hep mutsuz? Mutsuz değilim. Mutlu değilim. Ali Mesut Demir Bizi hayvanlardan ayıran özellik nedir? Hayvanların bizden daha iyi canlılar olması. Ferhat Merde Bana bir sebep söyle ki bu yığının içinde kaybolmayayım. Gözünü aç. Rukiye seçilmiş. Bir kitap okudum hayatım değişti dediğim bir kitap var mı? Öyle kolaya kaçmak yok. Hayatın bir değil. Birçok kitap okursan değişir. Onur Ünal Sizce özgürlük nedir? Bunun cevabı için ilk sezona gidelim.
Ancak vicdanı rahat bir insan özgür olabilir. Dünyayı da geziyor olsa, dört duvar arasında hapsedilmiş olsa da özgürlük vicdanının rahat olması. Abdullah Zorlu Dert çekmeden bir eser yaratılabilir mi? Yazarlar illaki çok dertli mutsuz insanlar olmak zorunda değil. Yazdığı şeyin bir derdi bir nedeni olsun yeterli. Müpem TV İsminiz neden yer altından notlar? Dostoyevski’nin hastasıyım.
Mert Kaan Taşdemir Çok tatlı bir kız bana selam yazmıştı. Üç gün konuştuk sonra yazmadı. Nerede hata yapıyorum? Son olarak yeni kitap önerileri gelsin. Onlara da bir bakalım. Bir öğretmen
Her sabah öğrencileriyle birlikte iyilik, güzellik ve sevginin doğası üzerine konuşuyordu. Bir sabah tam konuşmasına başlayacakken pencere pervizine bir kuş kondu. Bir süre şakıdı ve uçtu. Öğretmen sınıfa şöyle dedi Bu sabahki konuşma sona erdi. Bu bölümde şiir yok çünkü şiir zaten burada.
Kendinize iyi bakın.
Yeni bir video izlediğiniz için teşekkürler.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın