14 Yaşında İdamla Yargılandı. 28 Şubatta Zulmü | Bekir Develi ile Peynir Gemisi | Yakup Köse | 4K
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=0wUznmrthkE.
Online alışverişte güven arayanların adresi, Özboyeca Hatun, Bekir Develi ile peynir gemisini sunar. Kadın dedi, burası cami değil o tespihi cebine sok dedi. Dedi Yakup, idam cezası aldın. Ömür boyu hapse düştü. Sonra 18 yıl 8 aya düştü. Ama bu işlerle birlikte olmaz. Şuradaki daracını görüyor musun? Orada asılabilirsin dedi.
Ben o daracını o yaşta cezaevinde açılan bir özgürlük ışığı olarak gördüm ağabey. Öyle birini yargılıyorsunuz ki idamla kalemini kırıyorsunuz ki cezaevi savcısı dile benden ne dilersen dediğinde kıymalı pide ile playstation arasında kalıyor. Yani benden bir şey iste dediğinde o çocuk, çocuk acaba kıymalı pide mi istesem, playstation mu istesem diye düşünüyor.
Ve siz bu adamın kalemini kırıyorsunuz. İnsan değilsiniz yani. Huzura hazirun cemiyeti irfan. Laindir kafirdir dinsizdir şeytan. Şeytanın laimliğine kafirliğine dinsizliğine Rahmanın birliğine eyvallah. Şol gökleri kaldıranın donatarak dolduranın ol deyince olduranın 99 adıyla. Canlı günücüm ağlar, canlarım benim. Nasılsınız? İyisinizdir inşallah. Bizleri soracak olursanız bizlerde iyiyiz şükürler olsun. Henüz nefes sayımız tükenmemiş olacak ki biliyorsunuz ömür Allah katında nefes sayısı iledir. Bizim şu an kullandığımız seküler dünyanın ay, yıl, gün bu mesabede değil. Nefes sayısı iledir. Henüz nefes sayımız dolmamış ki yine Rabbim huzurlarınızda bulunmayı nasip etti. Bugün çok kıymetli bir dostum.
Ben de şöyle dostum diyorum bazı insanlarla hiç görüşemeseniz de birbirinize dost olduğunuzu bilirsiniz. Biz Yakup abiyle daha önce böyle 1-2 defa ayaküstü abi diyorum 5 yaş büyüğün adamla daha önce 1-2 defa böyle ayaküstü görüştük. Ama hiç oturup uzun uzun sohbet edemedik. O niyetimizi bugün yayında gerçekleştirmeye karar verdik. Abi dedim ya gelsene yayına konuk alalım. Hem bir tanışalım uzun uzun konuşalım. Hem de bunu yayında yapmış olalım. İnsanlar da vesile olsun diye. Hoş geldin. Gazeteci yazar Yakup Köse. Nasılsın abi?
İyiyim Bekir abi. Siz nasılsınız? İyiyim abi. Allah’a şükürler olsun. Seni burada görmek ne güzel. Eyvallah. Abi böyle televizyonda fotoğraflarda daha iri yarı görünüyorsunuz ama gerçekte hiç de öyle değilsiniz. Maşallah. Abi yani bilmiyorum ama bunu çok kişi söylüyor. Daha heybetli görünüyor. Basında temsil ettiği misyonla alakalı. Oradaki heybet senin heybetin değil. Yani evet belki misyonla alakalıdır. Aynen öyle.
Bizi nasıl görmek istiyorlarsa öyle görürler. Yani diyecek bir şeyim yok. Eyvallah. Afiyetle. Çok şükür abi. Allah razı olsun. Şimdi Yakup Köse abinin o kadar enteresan bir hikayesi var ki aslında ben bizzat onun Yakup Köse hikayesini yani kendi hikayesini size aktarmak üzere bugün davet ettim. Hani dersiniz ki ya hayat zor ya. İşte şöyle zorluklar çekiyoruz böyle zorluklar çekiyoruz. Allah herkesin hikayesini imtihanla farklı kurguluyor. Nasıl takdir buyuruyor bilemiyoruz.
Öyle bir hayat yaşamış ki bu yaşana kadar yani diyorsunuz ki bir insan bir insan başına bu kadar şey gelir mi? Hakikaten gelir. Gelmiş olmanın ötesinde yaşadığı her imtihanın onun imanını kavileştirmesi de asıl bizi ilgilendiren kısmı. Yani 14 yaşında mı girdin içeriye? 14 yaşında bir insan neden hapse girer? Neden yıllarca yatar? Çıkar sonra bir daha girer.
Bugün bunun hikayesini anlatacağız. Hatta şöyle anlatayım bu bugünkü programın serlevası olsun. 14 yaşında aklını yitirsin çıldırsın deli olsun diye içeriye atılan ve her türlü mobbing’in uygulandığı. Kaç sene hücre de geçti bunun abi? 4-5 senesi hücre de geçti. 4-5 sene boyunca hücreye kapatılan sadece ve sadece aklını yitirsin diye hücreye kapatılan bir adam sonra çıkıyor. Cumhurbaşkanı uçağıyla Beyaz Sarayı gidiyor ve Trump’ın kürsüsünde fotoğraf çekiniyor.
Bu hikayeyi dinleyeceğiz. Abi neden içeriye girdin? Önce buradan başlayalım. 14 yaşında ne yapmış olabilirsin yani? Bir imam hatip öğrencisiydim ben. İmam hatipe gidiyordum 1995 senesinde ailen Erzincanlıyım Anadolu insanıyız. Ailen beni imam hatipe gönderdi. İşte imam hatipler o zaman tabi işte Necmeddin Erbakan dönemi, Refah Farsı dönemi.
İmam hatiplerde o zaman biliyorsunuz MGE ve Milli Gençlik vakıfları vardı. Bu vakıflarda üst sınıflarımızdaki abilerle haşır neşir olmaya çalışıyoruz. Haşır neşir olmaktan kastettiğini söyleyeyim ben size. Bir araya gelme abilerle. Futbol oynama bahanesiyle bir şekilde bir yere gitme. Kendini birden namazla bulma, namaz kılma. Ondan sonra tefsir dersi yapma, karete öğrenme var mıydı sizlere? Vardı karete de vardı. Anlatsana piknik yapma et mangal, faaliyet bu yani. Evet. O dördüncü sınıftaki abilerimizle birlikte bir gün dediler ki o zaman şimdi nasıl Suriye’de bir kıyım varsa……o zaman da Çeçenistan mevzusu vardı. Çeçenlerle alakalı bir gösteri yapılacak dedi. Ben de o çocuk yaşımda o abilerin peşine taktım. Zaten Refah Farsı’nın düzenlenmiş olduğu yasal bir gösteriydi bu. Evet.
Antalya Muratpaşa Cami’sinin bahçesinde işte Çeçenistan’daki zulmü kınadık. Tabi bu kınama sırasında ben oradaki abilerin yaptığı birkaç işareti yaptım. Sonrası olay kapandı. Aradan bir dört beş gün geçti. Yirmi sekiz Şubat dediğimiz o süreci yaşıyoruz bu arada. Aradan bir dört beş gün geçti. Bir operasyon yapıldı bana.
Bir operasyon da gözaltına alındım. Gözaltına alındığımda yani siz de programın başında söylediniz……böyle hani böyle iri yarı bir adam değilim. Hele o zaman daha böyle. Tabi zaten yaş olarak da küçük o zaman. Beni aldılar işte bir arabaya bindirdiler. Koca koca adamlar evimi bastılar. Ondan sonra ne bileyim ailemiz daha önce böyle bir olaya……böyle bir vakaya şahit olmadığı için çok şaşkın. Aldılar arabaya bindirdiler götürdüler. İşte bana orada dediler ki işte sen şu İslami örgütün üyesisin dediler. Yaptığı el işareti o zaman yirmi sekiz Şubat zamanlarında……illegal olarak kabul edilen şiddet yalnız olarak kabul edilen……aşırı radikal İslami bir örgütün el işareti ve sen de buna otomatikman üyesin. Kafasıyla muamele edin. Halbuki çocuk orada gördüğü işareti yapıyor. Yani ne olduğunu bilmiyordun değil mi o zaman yaparken?
Tabii tabii ne olduğunu bilmiyorum. Düşünün yani içi. Nihayetinde aslında bu radikal yapının da bir……uydurma olduğu da sonrasında ortaya çıktı. Aldılar işte dediler ki siz……sen işte dediler şöyle şöyle yaptın işte şu örgütün işaretini yaptın. Yargılanacaksın burada ifade vereceksin bazı ifadeleri zorla aldılar. On dört yaşında tekrar tekrar altını çiziyorum. Fakat şöyle bir mevzu var yani bana orada o ifadeler imzalatılırken……çok da ilginç şeyler vardı mesela diyorlardı ki……ya oğlum işte şunu imzala çıkıp gideceksin. Yani sen oradan cezane gitmeyi tasavvur bile edemiyorsun. Ama on dört yaşındaki çocuğun böyle bir imza selahiyeti var mı ki yahu? Yok işte. Yirmi sekiz Şubat dediğimiz yargı kararlarının sorgulanması gerektiği……o dönemin gerçekten ince iş ince işlenmesi gerektiğine dair……sürekli vurgu yapmamızın nedeni de bu. On dört yaşındaki bir çocuğun avukatı yanında olmadan……ailesinin izni olmadan……sorgulanması veyahut da günlerce nerede olduğu belli olmaması……tamamiyle hukuk dışı. Bu işin başından sonuna kadar tamamen bir hukuk faciası var burada.
Ve hasılı kelam tutuklandım. Antalya Eğitipi Cezaevine götürdüler beni. İşte imzaları attık. Aileniz derdiydi bu üstünata. Onlar da Antalya’dalardı. Sizi Antalya Eğitipi Cezaevine götürdüler. Antalya Eğitipi Cezaevinde o zamanlar……şimdiki gibi bir mahkum koğuşa girdiği zaman ranzısında……yatağını hazır görmüyordu.
Cezaevine giren mahkum yatağını, yastığını, döşeğini alır……hücresine, tahsis edilen hücresine geçerdi. Ben girdim içeriye. Kapı altı dediğimiz bir yer var Bekir abi. Orada gardiyanlar beni karşıladı. Cezaevinin girişi kapı altıdır abi. Ondan sonra……tabi benim gibi bir çocuğun siyasi bir davadan gelmeyeceğini…
…onlar da düşündükleri için……döndü emniyet mensuplarına dedi ki……hırsızlıktan mı geldi dedi. Yok dedi bakarsınız dosyasına dedi. Getirdik işte falan yaptı. Benim gücüme gitti Bekir abi. Ne demek hırsızlık? Dedim ben imam hatipliyim ya. Ne hırsızlığı? Ben dedim buraya dedim bir şeyler yazdılar. Dedim İslami ben İslami davadan geldim dedim. Direkt refleks abi. Direkt refleks. Bana bir kıl oldular abi. Tabii o dönemin insanlarından o dönemin bastırılmış……ve bazılarının uygulamak istediği……sonuçları görüyorum orada ben. Kapı altı muamelesi dediğimiz bir durum var abi. Neydi o? Sakal yani zaten sakal yoktu. Sakal olanın sakalını keserler. Saçı olanın saçını usturaya vururlar. Hala böyle midir? Hayır değildir. Saçım usturaya vuruldu.
Ve usturadan sonra güzel bir dayak attılar bana. Durduk yere mi yani hiç? Tabii bu cezanı şeydir. Eskiden cezalarında kapı altı muamelesi denir buna. Kapı altı muamelesi. Bunu içeride yatanlar ve bu konuyu bilenler iyi bilirler. Tabii bitkinim yürüyecek ta katim yok. Beni bir odaya götürdüler. 150 200 metrekarelik. Bana bir tane döşek gösterdi. Bunu al. Şu battaniyeyi al. Şu yastığı al. Şöyle bir döndü. Baktım. Abi bu döşek benden büyük. Ben bu döşeği nasıl alacağım? Döşeyi aldım. Yastığı kolumun altına koydum. Orada iyi niyetli bir gardiyan battaniyi döşeğin üzerine attı. Bana yaptığı iyilik buydu. O koridorda müşadiye dediğimiz hücreye gidene kadar o kadar zorluk çektim ki.
Saçın üstüreye vurulmuş. Dayak yemişsin. Bir de üzerine senden büyük döşeye almışsın. Hücreye doğru gidiyorsun. Ben bu anı hayatımda hep sırtıma yüklenmiş yük olarak gördüm. Ve o günden tam bugüne kadar bu yük benim sırtımdan hiç gitmedi.
Ama beni hep ayakta tutan motivemi koruyan şu oldu. Allah insanın üzerine çekemeyeceği yükü yüklemezmiş. Demek ki dedim Rabbim benim bu yükü çekeceğimi düşünüyor ve bana bu yükü yükledi. Tam buraya parantez edeceğim. Aileniz ne yapıyor bu esnada? Ailen benim nerede olduğumu bulmaya çalışıyor. Onların hiçbir şeyden haberi yok. Onlar şöyle beni evden aldıklarında annem ve babam bizim çocuğumuz ne yaptı dediklerinde ufak bir kavgaya karışmış. Bilgilendireceksiniz. Bilgilendirileceksiniz. İfadesini alıp tekrar eve getireceğiz diyorlar.
Fakat aradan 8 günlük bir sorgulanma ve terörle mücadele hücresinde ifade alınmamda kesinlikle hiçbir şekilde haberleri olmadı. Antalya adliyesine çıkıyoruz, orada tutuklanıyoruz, oradan Antalya cezahine getiriyoruz. Bunların hiçbirinden haberleri yok. Peki o yolda yürüdün üstünde döşekle. Gittim müşadiyeye yatağa serdim. Bir klözet var tabi pis kokuyor, klözet pis küçücük bir hücre. Şöyle kafamı kaldırdım Bekir ağabey. Bir yazı dikkatimi çekti. Aslanım burası aslanı kediye boğduran yerdir. Ya aslan olursun ya da kedi gibi ciğerklersin diye bir yazı gördüm. O yazıydı hiç unutmam. Tek kişilik hücre miydi? Tek kişilik hücre evet. Benim dedim ki öyle veya böyle dikkat içeri ilk girdiğinde bana hırsız suçlamasına hani bilmiyorlar ya çocuk siyasi davadan gelmez diye. Nasıl ben İslami bir davadan geldim diye reflekt gösterdiysem yavaş yavaş o cezaevinin fiziki şartları sizin ruhi şartlarınıza ve 14-15 yaşında bir çocuğun şahsiyetini tam böyle olgunlaştığı dönemler.
Yani yerleştiği dönemlerde yavaş yavaş oluşmaya başladı Bekir. Yani o refleksler. Sonra beni Nazilli Eğitipi cezaevine. Ne kadar kaldınız orada hücrede? 13 gün kaldım. Tek başına. Tek başıma. Nazilli Eğitipi cezaevine Aydın Nazilli Eğitipi cezaevine götürdüler. Aydın Eğitipi Nazilli cezaevine gittikten sonra yine kuraldır bu eski sisteme göre bu kuraldır.
Yine bir kapı altıda karşılama oldu. Saçlarım usturaya vuruldu halde tekrar saçlarım usturaya vuruldu ve mahkum fotoğrafı dediğimiz o eline senin bir tabaka verip o tabakayı tutup orada bir numara vardır. O fotoğraf çekilmeye götürdüler beni. Benim unutamadığım anılarımdan da bir tanesidir bu. Oturdum mahkum fotoğrafı çekiyorlar.
Bu fotoğrafları koğuşların üstüne önüne koyuyorlar. Hangi mahkum nerede diye. Fotoğrafçı bana dedi ki neyden geldin lan sen? Neyden geldin bilmiyorum abi. Bana dedim bir gösteriye katıldık bu gösteri dediğim bir işaret yapmışım bir şeyler söylüyorlar. Ben bunun çok da farkında değilim. Laik devleti sana mı yıktıracağız lan biz dedi. Senin gibilere mi yıktıracağız dedi. Cezaev fotoğrafçısından bile dayak yedi. Orada da dayak yedi. Tabi.
Sonrasında beni bir koğuşa attılar. Fakat burada ilginç bir ayrıntı var. 18 yaşından küçük çocuklar çocuk ıslah evine koyulurlar. Çocuk ıslah evi yoksa bölgede çocuk koğuşuna koyulurlar. Ben benden yaşça büyük. Suçları ne olduğu belli olmayan insanların içerisine atıyorlar. Bunların içerisinde sapık olan da vardır.
Yani ne olduğu belli olmayan derken her türlü temayülü olan bir sürü adam da olabilir bunların içinde. Evet. Sonra tabi çok uzun hikaye bir 11 yıldan bahsettiğimiz için. Benim iddianamem geldi. Artık Antalya Emniyetinden çıkmış olay bölge İzmir DGM. Gençlerimiz bilmez der DGM. DGM devlet güvenlik mahkemeleridir. Yani 28 Şubat’ın 90’lı yılların istikdal mahkemeleridir diyorum ben onlara. İddianamem geldi. İddianamem de şu yazıyordu. Yakup Köse Türkiye Cumhuriyeti’ni anayasal düzenledi. Silahlı bir şekilde ilgâh ve cebren teşebbüs, yıkmaya teşebbüsten ceza alınması alması gerekiyor diyordu.
Bunu savcı iddia ediyordu. Emin ol Bekir abi. Ben anayasanın, ilgâh’ın, cebrenin ne olduğunu bile bilmiyorum. Hatta layığın bile ne olduğunu bilmiyorum. Layığın bile ne olduğunu bilmiyorum yani. Orhan dedim yanımdakine dedim ki ya bunlar ne diyor? Dediler bunlar seni idamla yargılayacaklar. 146 e 1 madde.
Anam enderesi nasıldır madde. Cumhurbaşkanımızın Recep Tayyip Erdoğan’ın yargılamak istedikleri madde. Mahkemeye çıktım. İlk mahkemem. Kimlik yoklaması yapıldı. İkinci mahkememdi. Savcı mütalasını yeniledi. Yani yazdığı iddiaların doğru olduğunu üstüne basa basa heyet tarafından kabul edilmesini
ve Yakup Köse’nin cezalandırılması hususunda görüşünü bildirdi. Üçüncü mahkememde annemle geldi mahkemeye. İlk defa orada mı görüştünüz? Nazili cezae gelirler yerimi tespit ettikten sonra orada görüştük. Mahkemeye annemle geldi fakat annem mahkemeye çıkmadan önce beni ziyaret ettiğinde dedi ki bana. Oğlum bunların gözleri kör olmuş.
Bunlar senin çocuk olduğunu görmüyorlar galiba. Bir tişört giyer misin? Çocukça bir şey giyer misin? Dedim ki anne şimdi bak ben ceza önündeyim. Bunun raconları biraz daha farklı. Hani öyle veya böyle adapte olmaya çalışıyoruz. Oğlum beni kırma dedi. Tamam anne. Mickey Mouse’lu bir tişört getirmiş bana.
Giydim oğlum Mickey Mouse’lu. Ama bir şey söyleyeyim mi çok zekice. Eğer bir fotoğraf verilecekse de o tişörtle olmalı. Yani meselenin ne kadar trajik olduğunu eğer bir şekilde izah edilecekse görsel olarak da o trajedi çok iyi betimlemiş bence. Bu arada Allah annemize rahmet eylesin. İki ay oldu dostlar. Yakup kardeşim annesini ebediyete uğurladı. Sizler de inşallah içinizden bir Fatiha hediye edin.
Tamam anne dedim. Giydim çıktım. Anamın dediği gibi onların gözleri kördü. Onlar benim çocuk olduğumu görmüyordu. Fakat ilginç bir ayrıntı söyleyeyim. O dönemin yaşları büyük olanlar bilir mi? Manisa’lı çocuklar diye bir davası vardı. Onlar da 16 17 18 yaşında karşı Cenatan sol bir gruptan tutuklanmışlar. Kamuoyu ayakta. CHP ayakta.
O zamanın başkan vekili Sabri Ergül ayakta. Bizim İslami tandanslı STK’lar ayakta bu çocuklar bırakılsın diye. Mahkemelerimiz niyeyse hep aynı güne denk geliyordu Bekir ağa. Şimdi onlar beni gördüler. Ben de onları gördüm. Dediler siz dedim işte ben İslami bir davadan yargılanıyorum. İşte biz de şu davadan yargılanıyoruz. Bırakırlar dedi. Seni bırakırlar çünkü bizi bırakacaklar dedi. Onlar benden 10 dakika önce gitti mahkemeye.
Çıktılar yukarıya. Benim yargılandığım mahkeme şimdi okul. İzmir’de. Tarihi bir bine. Okul. Bir sene önce ziyaret ettim. Yargılandığım odaya da girdim. Ahşaptı böyle. Onlar 4-5 kişiydi askerler onları yukarıya çıkarırken böyle o tahta sesleri kulağımdan hiç gitmezdi. Gittiler. Neşeli bir şekilde geri döndüler. Tahlil olmuş. Biz tahlil olduk sıra sende dediler. İnşallah diyor.
Allah ne takdir ettiyse dedim. Yukarıya çıktım. Dışarıda Türkan Şoray, Yılmaz Erdoğan, Sabri Ergül ve STK’lar ve Manisa’lı çocukların tahlil olması için mücadele veren onlarca insan. Neyse bir delikanlılık tuttu beni. Sonra bir şey söylüyor musun sen dedim. Dedim ki valla dedim. Hakim amca.
Benim dışarıda dedim Türkan Şoray ablam yok, Yılmaz Erdoğan ağabeyim de yok, arkamda onlarca desteğim de yok. Berat’im istiyorum. Ben sussuzum dedim. Sen dedi dışarıdaki insanların bizim buradaki yüce mahkememizi etkileyeceğini mi düşünüyorsun dedi. E dedim talih oldular. O ara annem elinde tespih, tespih çekiyor. Bu anı da unutmam.
Unutmam, unutturmam Bekir ağabey. Tespih çekiyor. Kadın dedi burası cami değil o tespih’i cebine sok dedi. Karar dedi, ayağa kalk dedi. Yakup Köse’nin anayasal düzeni silah zoruyla yıkmaya teşebbüsten idamına. İdam iyi halinden dolayı ömür boyu hapsine. Yaş küçüklüğünden dolayı 18 yıl 8 ay cezalandırılmasına dedi çat kalemi kırdı ağabey. Kırdı kalemi ya ağabey. Benim ve annemin gözü önünde o kalemi kırdı. Bu da yasallı değildi. Çünkü ben idam cezasını madde olarak almıştım. Yüzüme okunan karar ise 18 yıl 8 aydı. Ama sırf size o psikolojik şeyi yaşatmak için. Yaşatmak için o kalemi kırdı ağabey. Çıkarken anam dedi ki o zaman cezalarında açık görüş yoktu. Anam da yaklaşık 1 seneye yakındır benle herhangi bir sarılma vesaire yoktu. Oğluma bir kere sarılabilir miyim dedi. Komutan dedi ki artık teyze dedi o hüküm almış bir terörist.
Size göre terörist olabilir ama dedi. O benim yavrum. O benim oğlum dedi. Cezaevine getirdiler tekrardan. Müsaade etmediler mi sarılmanızı? Yok. Cezaevine götürdüler. İnsan bazen keşke küfür etmek serbest olsa diye içinden ne kadar çok geçiriyor. Bunu o zamanları yaşayan insanlar o kadar iyi anlarlar ki yani. Ağabey cezaevine götürdüler tekrardan. Girdim bir komutan beni bekliyor.
Bakın ben genç kardeşlerime, arkadaşlarıma, o zamanları bilmeyenlere veya unutanlara şunu söylemek istiyorum. Bunların hepsi bir psikolojik harpti. Burada şahsı Yakup olarak düşünmeyin. Ben ve benim gibi olanların üzerinden topluma bir mesaj verildi. Sadece Yakup yoktu. 15 Temmuz’da şehit düşen Halil Kantarcı da benim gibi hayattı. Aynen öyleydi. Benim gibiydi. Zaten benim cezaev arkadaşımdır Halil.
Kapıda beni bir komutan kaptı. Koğuşa götürdü. Birazdan geleceğim dedi. Bir koyumcu olsa, güvenilir olsa, dürünlerinin dörenti süresi up uzun olsa, tasarımları özel, dürünleri çok güzel olsa, bir telefon kadar yakınımda olsa, bir dokunuşla alışveriş yapabilsem. Tüm bunlar ve daha fazlası öz boyacı altında. Öz boyacı altında sen belirle tarzı. Bu arada 28 Şubat yaşanıyor. Tanklar yürüyor, o yapılıyor, bu yapılıyor vesaire. Bu niye gelecek ki dedim. Koğuşa girince dedim ki artık idandok bir mahkumsun. Kalemin kırılmış, büyüdüm. O an büyüdüm. Kocaman oldum. Komutan geldi. Yakup Köse dedi gel bakayım evladım buraya. Gittim. Seninle bir yere gideceğiz dedi. Cezaev Müdürü, baş gardiyan, baş efendi derler. Cezaev komutanı aldılar, yürüyoruz. Hepsinin isimleri bende mahpus. Gittim. Koca bir malta.
90’lı yıllarda daraşları cezaevlerinin anamaltasından kaldırılmamıştı. Abi. Duruyordu. Dedi Yakup. İdam cezası aldım. Ömür boyu hapse düştü. Sonra 18 yıl 8 aya düştü. Ama bu işlere belli olmaz. Şuradaki daracını görüyor musun? Orada asılabilirsin dedi.
Ben o daracını o yaşta cezaevinde açılan bir özgürlük ışığı olarak gördüm abi. Öyle bir psikoloji yani. Öyle bir psikoloji. Akabinde artık ben bir hükümlüydüm. Bandırma cezaevine sevk edildim. Bandırma cezaevinde.
28 Şubat sürecinde kime haksızlık yapılmışsa bir esir kampı usulü ne kadar İslami davadan, iftiralardan insanlar gelmişse oraya atmışlardı. Ve orada benim gibi olan arkadaşlarla buluştum. Daha önce adli mahkumlarla kalıyordum. Adli mahkumla da yatmak çok zordur bu arada. Halil ile orada tanıştım ben. Kantarçı ile Allah gani gani rahmet eylesin. Ben 14’te girmiştim. Halil 15’te girmişti.
Halil ile yollarımızın kesiştiği yerde bandırma özellik cezaeviydi. Bandırma soğuk bir yerde. Ailelerimiz gelip giderdi ziyarete. Bir gün annem dedi ki tabi içeri girince bizi motiv etmeye çalışıyorlar, moral vermeye çalışıyorlar, bunlar geçer vs. vs. Bir de cezaevinde her gün af çıkardı. Cezaevlerinin genel kuralıdır. Bu gün girsin derler ki yarın af çıkıyor.
Ben cezaevine girdiğinde çıkana kadar hep af çıktı. Ama hiç çıkmadı. Çıktı. Bize çıkmadı. Size çıkmadı. Rahşan afından dolayı bir sürü insan talih oldu ama siyasilere çıkmamıştı. Dedi ki, oğlum yarın bugün çıkacaksınız dedi. A burada dedi akıllı durum. Bize dedi, biz de elimizden gelen desteği veriyoruz dedi.
Anneniz diyor değil mi bunu? Annem diyor. Sabırlı olun. Tevekkül edin. Kitap okuyun. Babam hep benim hafız olmamı istemişti. O yüzden beni imam hattime vermişti. Biraz şey bir çocuktum. Ben cezaevinde Kuran’ı da öğrendim. Bunu babama söylediğimde çok sevinmişti. Bir gün babam dedi ki, oğlum biz buraya ziyarete geliyoruz. Çok ince ayrıntılardır bunlar Bekir ağabey. Bizim arabalarımızın yönlerini kuzeye çeviriyorlar. Kar yağıyor. Arabanın yönü kuzeye çevirince de çıkınca çalışmıyor abi araba. Eski arabalar, motor domuyo vesaire. O kadar gücüme gidiyordu ki. Bile isteği gıcık olsun diye yapıyordu. Tabii, kuzeye çeviriyorlardı. Getirdikleri, anam bana yaprak dolmasını çok severdi Bekir ağabey. Yaprak dolması sarmış getirmiş tencereye. Pişirmişti. Ta Antalya’dan Bandırma’ya getirmiş.
Bana da mektup yazdılar dolma getireceğiz diye. Ben de canım çekiyordum dolma gelecek yiyeceğim. Anam geldi biraz böyle üzgün. O zaman yemek alınıyordu dışarıdan içeriye. Anne dedim yemek geldi mi dolmayı getirdin mi? Oğlum dedi dolmayı getirdim de döküldü dedi. Nasıl döküldü anne dedim? Babam dedi ki kandırma çocuğu dedi. Asker tekme ne de oğlum dedi. Yemek döküldü dedi.
Hayırlısı olsun babacığım. Çünkü içeride alışırız biz ağabey. Yani sıkıntı yok. Bu arada hücrede kalmıyorsun değil mi? Koğuşta kalıyorsun. Hücre hayatı eski şerife bol’da başlıyor. Tatar Ramazan gibi gezdim ben. Tamam. Ondan sonra. Ağabey sonra Bandırma cezaındaki yakışıklı hikaye 2.5 sene falan sürdü. Tam 2000 yılının başında milenium dedikleri o yılın başında bir ocağında
Nuhal Baba operasyonu adı altında bizim cezalene bir operasyon yaptılar. Nasıl bir şey? Nasıl bir şey? F tipi cezalarının bir önceki versiyonu özel tip cezaları devreye girmiş. Bunlar işte o zaman Hikmet Sami Türk dediğimiz adam Adalet Bakanı. Bunlar işte koğuşlarında beraber namaz kılıyorlar. Hatta bazı koğuşların şeylerinde bahçesinde ezan okunuyor. Bazen işte birbirlerine kitap okursun. Medrese Yusufi olarak değerlendiririz biz orayı. Toplu aktivitelerde uzak durmak için hücre sistemine geçilecek deniliyor. Ve parçalamak için de şunu bahan ettiler. Bir gün geldiler aramaya. Aramaya da dediler ki önceden bir şey vardı. Aramaya geliyoruz mescitlerinizi kaldırın derdi.
Biz mescidi toplardık. Gelirlerdi o 15 günlük rutin arama içerisinde. Aramalarını yapar giderlerdi. Bunlar hurrağa geldiler gaz maskeli Robocop eşiyle teçhizatıyla birlikte. Biz dedik ki mescitlerimizi kaldırın buyurun girin aramanızı yapın. Zaten yasal bir şey her 15 günde bir rutin arama oluyor. Bunlar böyle hunharca içeriye girdiler. Sadece bir arkadaşımız orada Allah’tan korkun. Mescitlerimizi ayaklarınıza basmayın.
Bunu bir isyan teşviki olarak algıladılar. Ve durduk yere içeriği silahlarla dışarıdaya konuşturttukları silahlarla taramaya başladılar. Orada ateş ediyorlar. Orada sadece bir dergi okuduğu için doktor bir arkadaşımız. Propaganda suçundan 3 ay ceza almıştı. Tahliyesinde 3 gün kalan Hasan Beric göğsünden geğüş mermisiyle vurularak katledildi. Ben yaralandım. Halil Kantarcı hem 15 Temmuz şehididir ama aynı zamanda 28 Şubat kâsidir. Halil yaralandı. Sonra bizi oradan aldılar işte hastaneye. Oradan Eskişehir’i özelteceğizhaneye götürdüler.
Eskişehir’i özelteceğizhaneye artık koiz sistemi değil. Hücresi. 3 kişilik hücre sistemiydi. Burada da yaklaşık 2-2.5 sene kaldım. 3 kişi kaldı o zaman tek başına değil yani. Burada da 3 kişi kaldım. Sonrasında Halil vardı orada, diğer arkadaşlarımız vardı. Sonrasında da Bolufeytib’i cezamine sevk edildik.
İşte Bolufeytib’i cezamine de disiplin suçları karşılığında tek tek hücrelere koyuluyordu. Biz disiplin suçu veriyor adam. Diyor ki sen diyor, şu işlediğin bunu. Hatta size bir disiplin cezamı anlatayım. Çok ilginç bir şey. Şimdi Eskişehir özel tip cezaevinde o zaman PlayStation 1 çıkmış. Abi. Biz de çözüyoruz da 14’te girmişiz abi işte 16-17 yaşlarındayız vesaire. Reklamlarda görüyoruz PlayStation. Bu önemli bir MGK vardı. Ahmet Necdet Sezer’in Bülent Teceviti anayasa kitapçıyı fırlattığı topla. Bu arada bize sürekli dava açılıyor ya. Biz Türk Ceza Kanunu’nun birine bir uzmanı olmuşuz. Yarım avukat. Her şeyi biliyoruz. Hangi maddeye neye tekabül eder? Hepsini biliyoruz bunun. Abi. Ulan bir baktım bunlar MGK’da birbirlerine girmişler. Ben dedim. Bir dakika ya dedim.
Başbakan’a hakaret davası var. Başbakan’a hakaret davası var. Cumhurbaşkanına hakaret davası var. Bunların maddeleri var. Bir cinlik doğdu beynimde dedim ki. Sabah kalktım dedim ki. Başbakan Bülent Teceviti. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e hakaret etmiştir. Şu sayılı maddeye göre suç işlemiştir. Cezalandırması gerekiyor. Öbür dilekçeyi aldım. Ahmet Necdet Sezer başbakanı şu madde doğrultusunda hakaret etmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun şu maddesini ihlal etmiştir. Cezalandırılması gerekiyor diye iki tane dilekçe yazdım. Maceraya ne yapacaksın abi içeride? Ya kitap okuyacaksın ya televizyon izleyeceksin ya spor yapacaksın. Başka bir şeyimiz yok bizim. Sabah gardiyen geldi. Mazgal vardır abi. Mazgala açtı. Dedi ki Yakup Gözü dilekçe var mı? Dilekçe var mı dedi. Var var dedim var. Mektupları verdim. Dilekçeleri verdik. Aldı gitti her sabah zaten öyle oluyor. Aradan bir 15-20 dakika geçti. Bir baktım baş efendi geldi. Yakup gel hele gel. Sen ne dilekçesi verdin dedi. Dilekçe verdin dedi. Anayasal halklara göre dedim ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Anayasal haklarım var dedim. Türk Ceza Kanunu’na göre bu adamla suç işledi. Bunlar hakkında suç durursun da bulunuyorum dedim. Türkiye Cumhuriyeti vatandaş olarak. Allah Allah’a yaptı. Mazgalı çat diye kapattı gitti.
O bir saat sonra müdür çağırdı beni. Bu ne ya Yakup dedi. Ben müdürüm dedim. Ama dedim dilekçeyi verdim. Bunu dedim işleme koymak zorundasınız. Ben dedi kanunları iyi biliyorum. Bir şey diyemiyor. Ya git dedi koştun dedi. Allah’ım yarabbim dedi. Aradan şeyse 5 olmadan saat 3.30-4 gibi beni ceza ve savcısı çağırdı. İyi bir adamdı.
Yakup dedi. Bu ne ya dedi. Dedim ki dilekçeyi işleme koyarsınız koymazsınız. Bunu ben bilmem. He ben dedim vermişim dilekçemi. Şimdi dedim sizin burada yapacağınız şey. Bana dedim bu dilekçeler karşımda bir cevap vermez. Yakup bak oğlum. Seni dedi burada dilekçe vermenin kimse umrunda değil. Ama dedi sen şoanistlik yapıyorsun. Şov yapıyorsun dedi. Çek bu dilekçeyi. Çekmezsem ne olur dedim sayın savcım. Beni mi atarsınız? Hapis cezasını mı verirsiniz? Hücreye mi atarsınız? Ne yapabilirsiniz? Bunların hiçbirini yapamayız. Hepsi sende zaten mevcut dedi. Ama dedi seni zarar görmeni istemiyorum. Bir şey iste vereyim sana dedi. Sen de dilekçeyi geri çek. Allah ağabey kafamda şimşekler çaktı benim. Her hafta bir dilekçe alsak sürekli istediğimizi yaptırırsın.
Ondan sonra dedi ki… Canım kıymalı pide çekiyor. Bütün ceza hani kıymalı pide dağıttı. Diyelim öğlen yemeğinde. Kıymalı pide çıksın öğlen yemeğinde dedim. Bu kıymalı pideyi yiyeceğiz bitecek. Daha kalıcı bir şey isteyeyim dedim. Sayın savcım söyle Yakup dedi. PlayStation verir misin? O ne lan dedi. Oyun makinesi dedim reklamlarda gördüm. Küçük bir televizyonumuz vardı.
Dünya’ya pencere Bekir ağabey. Munafi vardı. Baş efendi vardı. Baş efendi dedi. Ya baş efendi dedi. Bu Yakup dedi play bir şeyler söylüyor dedi. Efendim daha önce de dilekçe verdi dedi. PlayStation istiyor dedi. Ne ki bu dedi dedi. Oyun makinesi dedi. O kadar önemli bir şey değil. Baş efendinin de orada mevzuyu çok önemsememesi. O an savcının psikolojisi PlayStation’ı bana doğru koşturuyor ağabey. Tam burada virgülle araya girmek istiyorum.
Öyle birini yargılıyorsunuz ki idamla. Kalemini kırıyorsunuz ki. Cezaevi savcısı dile benden ne dilersen dediğinde. Kıymalı pide ile PlayStation arasında kalıyor. Yani benden bir şey iste dediğinde. O çocuk çocuk. Acaba kıymalı pide mi istesem. PlayStation mu istesem diye düşünüyor. Ve siz bu adamın kalemini kırıyorsunuz. İnsan değilsiniz yani. Buyrun. Aileme söyleyeceğim.
Kulaklığı getirdiler. Aldık Halil varır hücrede. Ben varım. Bir arkadaşımız daha vardı. Sizin için orası oldu bambaşka bir yer. Bambaşka bir yer. İki tane de oyunumuz var. CD çizilmesin diye ona nasıl bakıyoruz. Çizildim mi tamam. İçeriye sop çıkar bir sürü mevzu. Ağabey sonra şöyle bir şey oldu. 6 ay oynadık da ağabey. İyi yapmışsınız. 6 ay oynadık.
Cezaev savcımızın tayini başka bir cezaevine çıktı. Biraz önce de söylediğim gibi. Her 15 günde bir ürün kontrole geliyorlar. Cezaev savcısı gelince yerine başka bir cezaev savcısı gelince aramaya geldiler. Müdür bey de geldi. Başefendi de geldi. Girdiler konuşuyor. Bizim PlayStation ortada duruyor. Televizyonun karşısında. Savcı bey dedi ki bu ne? PlayStation.
Ne oluyor bu dedi. Oyun makinesi. Bu da kolları. Gri yuvarlak PlayStation’lar vardı ya. Onlardandı. Bu da kollar oyun oynuyoruz dedim. Şöyle bir döndü. Resmi. Cebarut yüzüyle. Müdür bey dedi. Bunu siz mi verdiniz dedi. Efendim bizim bundan haberimiz yok dedi. Nasıl haberin yok? Ondan sonra
başefendiye sordu. Efendim bizim de haberimiz yok dedi. Getirin dedi şu cezanın demirbaş listesini. Koğuşun. Koğuş listesini getirdiler. Demirbaş’ta 3 çatal, 3 kaşık, 3 tabak, 1 karavana. Hani dedi burada PlayStation? Dedim Savcı bey verdi. Vermemiş diyorlar. Dedim ona sorun. Bu müdür bey şahitti. Başefendi onayladı.
Dedi ki Ben dedi listeye bakarım. Yakup dedi. Ben listeye bakarım. Dedim Savcı bey. Ben bunu buraya nasıl sokacağım? Allah’ını seversen. Ben bunu buraya nasıl sokacağım? Nasıl sokmuşsan sokmuşsun. Toplayın dedim. Soruşturma açılmış. Bir de soruşturma açıyor. Abi 6 ay biz PlayStation’da oyun oynadık ya. Bize bir kitlediler abi.
Disiplin cezası. Ziyaret yasak. Mektup yasak. 15 günde bir telefon izni vardı. O yasak. Halil’e dedim ki. Bu kadar ceza alıyoruz ya dedim. He dedi. Değdi be. Oynadık dede. Benim PlayStation hikayem vardı. Disiplin cezaları yani. Sürekli ceza. Ezan okursun. Aşka gelirsin. Ezan okursun.
Disiplin cezası. Ondan sonra ne bileyim tekbir getirirsin. Disiplin cezası. Ya abi. Öyle bir şey ki. Halil Kantarcı’nın bir tweeti vardı. İyi bir şeyler olsa da. Şöyle doya doya bir tekbir getirsek diye. Hatırlıyorum sanki. Biz güzel bir şey olunca cezanı tekbir getirdik. Evet demek ki o motivasyonla atmış onu. Allah gani gani rahmet eylesin. Halil Delikanlı bir uşaktı. Delikanlılığın böyle
Delikanlılığın böyle Rams şahsiyetlerinden birisiydi. Çok uzun yıllarım geçti Halil’imle. Rabbim şefaatine naile eylesin. Sonra ne oldu abi? Aldılar PlayStation’i en iyisi. Abi Disiplin cezasını aldık. Kaç yıl oldu bu esnada sen yatalığa? Şu an hangi yıldayız? Abi 7. yılımda. Ha 7. yılında. Yani tek kişilik hücre şey oldu mu bu esnada? Tabii bu PlayStation’ı aldılar. Bir tek kişilik hücreleri koyuyorlar. Bu arada geçmiş dönemde de yani bu 1995’te başlayan süreçte de ta bandırma cezayene gelen Antalya cezanında, Nazırlı cezanında ara ara tek kişilik hücreleri alıyorlardı. Mahkuma baskı yapılması anlamında. Ya bir gün sabına itiraz ettim. Disiplin cezası aldım. Beni yüzeye attılar. Ya bir gün oturuyorum yüzeye. Geldiler hemen hemen ilk banyolarımdan birisi. O zaman koğuşlarda şey sistemi yok. Banyo sistemi yok. Şu an cezaları lüks. Yani 5 yıldızlı otel son girdiğimde gördüm yani. Çok değişmişti. Ondan sonra Koğuş, kalk, hamam. Dediler. Dedim lan ne hamam? Neyse gittik abi. Dışarıya çıktık terlik verdiler işte. Havluları verdiler. Feştemalleri sardık böyle. Havluları umuzlarımıza attık. Ben böyle küçücük. O zaman 90’lı yıllarda askeri sistem.
Abi rap rap hamama gidiyoruz. Rap rap hamama gidiyoruz. Hamama gitmeden önce de el aç dedi. Öndeki bu hakkımlar deneyimli. Herkes böyle elini açtı. Abi herkesin sabunu bırakabıraka gidiyorlar. Benim elime de bıraktılar. Ben şöyle yaptım bir baktım. Abi köy sabunları var ya taşlı. O gün ne kadar görmemiş ki ben öyle bir sabun. Ya dedim. Abi dedim bu taşlı ya. Bunu kafaya sürülmez ki dedim. Hem kelim dedim acır. Bu dedim.
Lan yürü dedi itiraz mı ediyorsun dedi. Abi rap rap hamama gidiyoruz. Rap rap. Gittik abi hamama. Herkes bir tane iki tane musluğun başına oturdu. Ben o tanıyor mu abi? Neyse ıkın ıkın sıkın a banyomuzu yaptık. Çıktık. Baş gardiyen dedi. Sen biraz önce sabuna mı itiraz ettin dedi. E dedim taş dedi sabun. İtirazdan dedi bunun ilk dismini cezası olsun. Müsaadiyeler böyle yan yanaydı. Diğer mahkumlarla aynadan maynadan birbirimize bakabiliyorduk yani. Aldılar beni tam müşahedeye. Tam hücreye. Şeye gelelim mi yavaş yavaş Yakup? Tahliye olma sürecine. Yani tahliye olma sürecin nasıl oldu? Sen o kadar yatmadın yedinci yedekten. 8 yıl 7 ayıymış. 18 yıl 7 ay. 18 yıl 8 ay yedik. Ne kadar yattın? 11 yıl yattın. 18 yıl 8 ayın 10 yılını yattım. Sonra nasıl tahliye oldun?
Ne değişti? Şöyle oldu. 2002 yılında zaten. Bu arada BOLU FETİPİ CEZAHİNE sevk edildi. BOLU FETİPİ CEZAHİNE’nde. Açık söyleyeyim BOLU FETİPİ CEZAHİNE’nde gördüğüm zulmü başka bir yerde görmedim. Orada niye özel böyle bir zulüm gördün? Çünkü F tipleri açılmıştı. F tipleri bir nevi o zamanki o Ceberus sistemin kendisini kanıtlama yerleriydi. Orada kapağı altından tutun hücreye kadar çok ağır vakalar yaşadık biz. Halil de bu yaşayanlardan bir tanesi. Bana ne yapıldıysa Halil’e de hemen hemen hepsinin aynısı yapıldı. Salih Mirzabi oğluna daha ağırları yapıldı. Ki arşivlerde fotoğraflarından mevcuttur bunlar. BOLU FETİPİ CEZAHİNE’nde yaklaşık bir sene sonra beni Savcı çağırdı. Halil’i beni bir arkadaşımızın Savcı çağırdı. Toplama kazandırma yasası çıkmıştı. Pişmanlık yasası. Bu arada cezan değil 8.5 yıl falan içerideyim. Cezamın bitmesine de daha 10-11 yıl falan var. Tabii ekstra aldığım cezalar falan vardı.
Savcı hanım dedi ki Yakup dışarı çıkmak ister misin dedi. Dedim kim istemez. Tamam dedi bak Antalya’sı demiz var kumsal var. Ondan sonra güneş var hayat var. Dedim kim istemez zaten Antalya’da oturuyorum. Çıkarım dedim. Tamam şuraya bir imza at dedi. Okuyabilir miyim? Buyur dedi baktım. Dedim ben burada pişmanlık dilekçesi diyor bu dedim. Tamam işte dedi katıldığın örgütten pişman olduğunu söyleyeceksin. Çocuk olduğundan dolayı biz de seni bırakacağız. Ben size pişmanlık dilekçesi verirsem yaşadığım bu geride kalan 8.5 yıl ayar etmiş olurum. Bu bir. Ben size pişmanlığım dersem sizin bana attığınız bütün iftiraları onaylamış olurum.
İki üç Allah isterse beni burada bir dakika tutamazsınız. Teklifinizi reddediyorum dedim çıktım. Aynı asil tavrı Halil Kantarcı da gösterdi. Halil’imin fasulyeden böyle çıkarttığı yeşil bir bitkisi vardı. Ona çok iyi bakıyordu Halil. Şu pamukların içinde. Pamukların içinde çıkarttı ondan sonra şeylerden ufak ufak böyle tozlardan toprak yapıp bayağı büyütmüştü.
Sırf onların bize dayattığı iftira attığı suçları tersinden pişman olup kabul etmediğimiz için koğuşa arama geldi. Halil’in o fasulyeden çıkarttığı yeşil bitkisine el koymuşlardı. O zaman çok sövmüştük yani. İyi sövmüştük yani.
Bolu Fethi bir cezaevi maceram tabi ki bir on bir yıllık hikayeden bahsediyoruz. O zaman o imza yatsaydın çıkarırlardı gerçekten. Siz atmadınız. Atmadım. Atmadığın için sonrasında ne kadar daha yattın? Allah dilerse beni burada bir dakika bile tutamazsınız demiştim. Dedim ve yaklaşık bir sene sonra Rabbim o kapıyı bana açtı. Elhamdülillah. Rabbim o kapıyı bana açtı.
Bolu Fethi bir cezaevin deki hikayemde yaklaşık işte bu şeylerle bu kadardı. 2002 yılında AK Parti’nin Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 18 yaşındaki küçük çocuklara verilebilecek cezalar, yargılanabilecekleri pozisyon, bunlabilecekleri şartları düzenleme yapıldı. Yeni bir kanun yeni bir madde hükümlüğe yansıtabilirliğini açtı. Ben de avukatların vesilesiyle bu şeylerden çıkan yasalardan faydalandım ve anlamın akıyla yaklaşık 10 yıllık Medrese Yusuf’ya hayatımı onurlu bir şekilde sınavını vererek çıktığımı düşünüyorum. 14’te girdin 24’te mi çıktın? 14’te girdim 24’te çıktım.
O zaman tabi bu Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde çıkarılan o kanundan sadece sen de faydalanmadın. Bu şekilde içerde zulüm gören onlarca insan vardı değil mi? Hatta binlerce insan faydalandı. Binlerce insan faydalandı. Halil benden 8 ay önce tahliye olmuştu. O mahkemeden tahliye oldu. Halil berat etti. Benim yargılanmam devam ediyor. Bu arada ben berat ettim abi. Pardon dediler. İade itibarımı aldım abi.
Senin zaten bizim nezdimizde her zaman itibarın vardı abi. Eyvallah abi. Devlet nezdinde de aldım. Sen iade itibar almış olsan dahi senin doğrularına itibar etmeyen insanlar için de aldığın iade itibar bir şey ifade etmiyor zaten. Evet. Ha şunu söyleyeyim Bekir abi. Eğer ben o gün Savcı Hanım’ın insani yaklaşımına bir an tuzağa düşüp imzayı açsaydım ben bugün Bekir abinin karşısında konuşamıyor olacaktım.
Çünkü otomatikmen onların bana attığı iftiraları kabul etmiş olacaktım pişmanım diyerekten. O yüzden böyleydi. Sonra çıktım daha büyük bir ceza bile karşılaştım. Belki hürzem 7-8 adımdı ama o daha büyük cezanın adımları hiç bitmiyordu. Hayatın taş galesi, hayatın getirdikleri bunlar hiç bitmiyordu. Yayından önce sohbet ederken dedi ki abi benim sakallarım içeriden çıktığımda simsiyahtı. Dışarıda beyazladı sakallar dışarısı çok zor. Evet. Çok çok çileli dedi ve gerçekten de. Cezainden çıktıktan sonra yaklaşık 5 yıllık süre içerisinde bunu bir arkadaşımıza da anlatmıştım. Buna bir ekleme de geldi. İlk önce Halil’i kaybettim. Halil’i biz hep beraberdik.
Arkasından Salih Mirzabey onu, fikrinin andığım fikri doğrusunda yürüdüğüm Salih Mirzabey onu kaybettim. Arkasından babamı kaybettim. En sonunda annemi kaybettim. Bekir abi babam vefat ettiğinde çok büyüdüm. Annem vefat ettiğinde ise çok küçük olduğumu gördüm.
Yani bir de ben anneme bu yaşantılardan dolayı ona çektirdiği mevzulardan dolayı yani böyle bir şeyim vardı. Yani hiç gülmedi. Yani 14 yaşında çocuğu almışlar. 24 yaşına kadar senden alıkoymuşlar. 24 yaşında bırakmışlar. Tabi bırakılınca mevzu bitiyor mu? Bitmiyor. İnsanların size bakışı, insanların size değerlendirişi. Kim bilir ne yaptı da yattı bu kadar?
Kim bilir ne yaptı da? Sürtsüz olsaydı bu kadar yeter miydi? Benim babam Antalya’nın en önemli müteahhitlerinden birisiydi. Yaklaşık 1996’dan o 2004’lü yıllara kadar bütün servetini kaybetti. Çünkü iş vermediler, bunun oğlu terörist dediler, şöyle dediler, böyle dediler. Elimdeki işleri yetiştiremedi. Yetiştiremediği için icralık oldu.
Onlarca evimiz tatıldı ve benim babam bana bir kere de, bir kere dönüp de sen bizi mahvettin demedi. Ama bana vefat etmeden önce şunu söyledi. Belki servetimizi kaybettik ama insanlığımızı kaybetmedik. Sabrettik. Mevla seni öyle bir yere getirdi ki, Cumhurbaşkanı ile birlikte gezilere gitmeye başladım dedi. Oğlum bir baba için dedi bu en büyük bir şey. Bu ülkeyi kalkındıran, bu ülkeye tarihi boyunca en iyi hizmet eden bir liderin yanında seni görmen benim bu dünyada en büyük servetimdir dedi. Ve helalliklerini öyle aldığını düşünüyorum. İnşallah. Allah gani gadi rahmet eylesin. Tabii ki 7-8 adamlı kürgeden daha büyük kürcelerden daha büyük hapishanelerden bahsediyorum.
Dünya biraz önce siz de söylediniz abi, anne çok farklı. Bana mı anlatıyorsun? Evet. Ve ben hep Bekir abiyi şu söylediği ile hatırlıyorum. O zaman annem vefat etmemişti. O yüzden aklımda kalmıştı.
Anne aradığı zaman telefonunuza bakın. O aramazsa, o telefon çalmazsa o bakmadığınız şeyin ne kadar büyük olduğunu pişman olursunuz dediniz. Ve ben o gece rüyamda o videoyu izlediğimde annemin vefat ettiğini görmüştüm ve ağlayarak uyanmıştım. Şimdi mesela bakıyorum keşke annem beni arasa diyorum. Ve hep aklıma o şey…
Hem o hem halen arada bir elin gider, yolda giderken annemi bir arayayım bakayım ne yapıyormuş diye. Hala benim annem vefat edeli 3 seneye yaklaşıyor. Hala arada bir elimi atarım sonra geri çekerim. Hala elimi atarım geri çekerim. Buraya girmeyelim ben bitiremem programı. Eyvallah abi. Allah razı olsun. Allah sizden de razı olsun. Canım kardeşim benim ya. Rabbim hakkımızı hayırlısına versin.
O Çeçenistan ile alakalı zulme dair yürüyüşlerde biz de Adana’da katılmıştık o zaman. Şöyle bakıyorum pek hala benim de başıma gelebilirmiş senin yaşadığın her şey. Evet Halil’in başına gelen benim başıma gelen diğer benim gibi olan arkadaşım. Ama Halil finali güzel yaptı yani. Bakalım bizim sonumuz nasıl olacak yani. Rabbim bize de şehit tükresiz. Allah bize de nasip etsin inşallah. Amin Allah. İnşallah alnımızın hakkıyla. Eyvallah. Şu bütün imtihana yenik düşmeden onurlu bir şekilde yaşayıp onurlu bir şekilde can vermeyi nasip eylesin inşallah. Onlar güzellerdi yani. Halil çok yakışıklı gitti yani. Yakışıklı gitti güzel gitti. Ona yakıştı yani. Şehitlik ona yakıştı. Yani nerede Halil Kantarcı lafı açılsa sözü açılsa deniyor ki çok güzel gitti yakışıklı gitti. Çok güzel gitti. Allah ganı ganı rahmet eylesin inşallah. Hanımefendiye evlatlarına da buradan selam olsun. Abi teşekkür ederim. Sağolun. Şu Beyaz Saraya nasıl gittin onu anlat da hani başka bir vaat ettik ya. Sanırım Cumhurbaşkanı ile beraber gittik. Aha program bitmedi değil mi?
Yok yok şu an devam ediyoruz bitireceğiz artık ama yani. Onu alalım ola senden. Nasıl gittin Trump’ın oraya? Vallahi abi şöyle söyleyeyim. Yani cezaevine atıp 14 yaşında cezaevine attılar. Delirtmeye çalıştılar. İdam cezası verdiler. İşkence tezgahlarından geçirdiler. Rabbim o Yakub’u aldı. Bu arada benim ismim Yakup. Benim kardeşimin ismi Yusuf. Yakup Yusuf isimlerin kader üzerinde bir etkisi vardır. Evet.
Aldılar yani bu kadar ceremeden geçmiş. İdamdan cezaelerinden şuradan buradan dışarıya çıkıyorum. Ve bir gün cezaevinde bir abim bana dedi ki. Yakup’a çıkarsan dedi hayal de dedi ne olmak istersin dedi. Gazeteci olacağım dedim. Gazeteci olacağım dedim. Benim gibi bütün mağdurları yazacağım dedim. Haksızlıklara karşı geleceğim dedim. Allah bana cezaevinden çıkıp da gazeteci olmayı nasip etti. Gazeteci olarak Cumhurbaşkanı’nın yanında durmayı da nasip etti. Cumhurbaşkanı’nın yanında durarak Cumhurbaşkanı ile birlikte Amerika’ya gitmeyi de nasip etti. Washington’a inmeyi de nasip etti. Beyaz sarayı girmeyi de nasip etti. Trump’un kürsüsüne de çıktım. Ben daha ne yapayım diyorsun yani. Ha şunu söyleyeyim. Orası çok uylviye ulaşılmaz bir yer. Tabii ki bizim umrumuzda bile değil yani.
Yani sistem seni aslında boğmak isterken o sistemin yani seni boğmak isteyen sistemin içerisinden irade ve idareyle nasıl sıyrılıp ta oralara kadar gelinmek için. Buradaki hastamız o makama ulviyet değil umrumuzda değil. Fakat şöyle düşünün 14 yaşında delirtmek için hücreye attığın adam birkaç sene sonra sana Trump’ın kürsüsünü de saldıyor. Meselenin trajik boyudunu tezattan o kontrastı verebilmek için bu örneği veriyoruz.
Allah senden razı olsun. Senden ve tüm kardeşlerinden razı olsun. Yani bizim yaş ortalamamız 28 Şubat’a intibak edemez belki çok uzun süre. Yani genç çünkü çoğu izleyenimiz. Ama hafızayı beşer nisyan ile mağluldür. Tariha not düşelim. O zaman insanlar ne bedeller ödediler o bilinsin diye. Unutmayalım unutturmayalım. Unutmayalım unutturmayalım çünkü insan unuttuğunu yeniden ve yeniden yaşar. Allah da analarımıza rahmet eylesin.
Allah razı olsun. Peki kıymetli dostlar teşekkür ederiz. Hakkınızı helal edin. Ahiriniz evvelinizden hayırlı olsun. Birbirimize dua edelim. Hoşçakalın. Öyle birini yargılıyorsunuz ki idamla kalemini kırıyorsunuz ki cezaevi savcısı dile benden ne dilersen dediğinde kıymalı pide ile Playstation arasında kalıyor. Yani benden bir şey iste dediğinde o çocuk çocuk acaba kıymalı pide mi istesem Playstation mu istesem diye düşünüyor.
Ve siz bu adamın kalemini kırıyorsunuz.
İnsan değilsiniz yani.
İlk Yorumu Siz Yapın