Atlantik Köle Ticareti – Okyanus Ötesine Yapılan Açgözlülük Seyahatleri
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=2zWJrKGXVKQ.
15. Yüzyıl değişimlerin yüzyılıydı.
İtalya’da başlayan rönesans hareketi sanatsal ve düşünsel bir devrimi beraberinde getirmişti. Florence, Milano, Pisa gibi İtalya’nın ünlü şehirlerinde gelişen fikirler hızlı bir şekilde tüm Avrupa’ya yayıldı. Bunların arasında tehlikeli olanlar da vardı ve bu fikirler her geçen gün daha şiddetli bir şekilde dillendiriliyordu.
Gelecek yüzyılın ilk çeyreğinde başlayacak olan reform hareketinin kıvılcımı yavaş yavaş tutuşmaya başlamıştı. En sonunda tüm bu değişiklik çağının ortasında Avrupalı kaşiflerin öncülüğünde yapılan seyahatlerle dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir dönemin kapısı açıldı. Kısa süre içerisinde dünyanın eskisinden olduğundan çok daha büyük olduğu anlaşıldı ve bu yeni dünyada ele geçirilmeyi bekleyen pek çok toprak vardı.
Kıta Avrupa’sındaki siyasi ve ekonomik kriz Avrupalı devletlerin deniz aşırı topraklara yönelmesine sebep oldu. Hollanda, Danimarka, İngiltere, İspanya, Fransa ve Portekiz gibi ülkeler, başta Amerika kıtası olmak üzere dünyanın pek çok yerinde koloni ve sömürgeler kurdular. Yeni dünya verimli topraklarla ve değerli madenlerle doluydu.
Ancak bölgedeki kalkınmanın sağlanması ve üretimin arttırılması için Avrupa’dan gelen göçler yeterli değildi. Daha fazla insan gücüne ihtiyaç vardı. Başlangıçta yerli halklar köle işçi olarak kullanıldı. Fakat çalışma koşullarının ağırlığı ve Avrupalıların Amerika’ya getirdikleri hastalıklar yüzünden çok geçmeden büyük bir bölümü hayatını kaybetti. Sözleşmeli kölelik adı verilen sistem ise ihtiyacı karşılamak için yeterli değildi.
En sonunda Avrupalı tüccarlar insanlık tarihinin en eski uygulamalarından biri olan köleliğe başvurdular ve bu amaçla dümenlerini Afrika’nın batı kıyısında yer alan sahillere çevirdiler. Afrikalı köle ticaretine resmi olarak başlayan ilk ülke Portekiz’di.
1441 yılından itibaren Ghana’da bulunan madenlerde kullanılmak üzere köle alım satımına başlamışlardı. 1500-1535 yılları arasında 10.000 civarında köle satışı gerçekleşmişti. Zamanla İspanyollar da köle ticaretine ilgi duymaya başladı. Ancak dünyayı Portekiz ve İspanya arasında ikiye bölen Tordesillas anlaşması Afrika kıyılarında Portekiz hakimiyetine verdiği için
İspanyol tüccarlar bu alanda Portekizliler kadar aktif olamadı. Başlangıçta köleler İspanya’daki Sevilla’ya ya da Atlantik açıklarındaki Kanarya adalarına naklediliyorlardı. 1525’ten itibaren Afrika açıklarındaki Saatome’ye oradan da Karayipler’de yer alan Hispanyola adasına nakledilmeye başladılar. 1642 yılından itibaren Hollandalılar köle ticareti faaliyetlerini Afrika’nın diğer bölgelerine yaydılar.
Bu yıllarda İngiltere’de özel şirketler aracılığıyla köle ticaretine başlamış durumdaydı. Özellikle Londra, Bristol ve Liverpool köle ticaretinde önemli rol oynayan limanlar haline geldiler. 1695-1807 yılları arasında köle ticareti yapmak amacıyla Afrika’ya sefer düzenleyen gemilerin 5300 tanesi Liverpool’dan, 3100 tanesi Londra’dan, 2200 ise Bristol’den hareket etmişti.
Buna karşılık aynı yıllar içerisinde Avrupa’nın diğer limanlarından Afrika’ya gitmek için yola çıkan gemilerin sayısı yalnızca 450 idi. 1700’lerin başında Britanyalı köle tüccarlarının çoğu Londra ve Bristol’dendi. Ancak 1730’lardan itibaren bu alandaki hakimiyet Liverpool’u tüccarların eline geçti ve 19. yüzyıl başlarına dek bu üstünlüklerini sürdürmeye devam ettiler.
Öyle ki 1807 yılında köle ticareti yasaklandığında Liverpool bu ticarete karışmış limanların başını çekiyordu. Atlantik köle ticareti tarihçilerin üç ayaklı sefer ya da köle ticareti üçgeni adını verdikleri üç ayrı aşamadan oluşuyordu. Birinci aşama Avrupa’da işlenen bazı malların Afrika’ya ihraç edilmesini kapsıyordu. Bu aşamada Avrupa limanlarından kalkan gemiler, Afrika’nın batı kıyılarına silah, mühimmat, alkol, tekstil ürünleri ve tencere tava gibi işlenmiş mallar taşıyorlardı. Bunlar genellikle ikinci el pazarlardan toplanan düşük kaliteye sahip ürünlerdi ve bölgede köle ticaretini destekleyen Afrikalı kralları uygun fiyata satılıyor ya da köle ticaretinde kullanılıyorlardı. Avrupa’da yüklenen mamul malların elden çıkarılmasıyla köle ticareti üçgeninin ilk ayağı tamamlanmış olurdu. Bir sonraki aşama Afrika’dan temin edilen kölelerin gemilere yüklenerek kara iplere ya da Amerika kıtasına taşındığı orta geçiş adı verilen ikinci aşamaydı. Yerel köle tüccarları genellikle istihdam ettikleri silahlı çeteler sayesinde iç bölgelerden siyahi köleler topluyorlardı. Ayrıca Afrikalı kabileler arasında yaşanan çatışmalar da köle ticaretini canlı tutan unsurlardan biriydi. Çatışmadan üstün çıkan kabile yenilgiyi uğrayan tarafı esir alarak köle tüccarlarına satıyordu. Avrupa’dan kalkan gemilerin en sık uğradıkları köle pazarları Güneybatı Afrika’da yer alan Senegal ve Angola arasındaki bölgeydi. 15. ve 19. yüzyıllar arasında başlıca köle ticareti merkezleri Senegambia, yukarı
Güney, Vinvart kıyısı, Altın Sahili, Benin Körfezi, Biafra Körfezi, Kongo ve Angola idi. Afrika sahillerinde satın alınan bir köle için tüccarlar genellikle 3-4 pound civarında ödeme yapıyordu. Buna karşılık kölelerin Amerika’daki satış fiyatı 25-30 pound arasında değişiyordu. Yolculuğun en kârlı aşaması orta geçiş adı verilen bu aşamaydı. Ancak Avrupalı tüccarlar için bu yeterli değildi. Bu yüzden seferin 3. ayağında Amerika ile Karayiplerden Avrupa’ya şeker, rom, tütün, keresle ve pamuk taşınıyordu. Bu aşamada köle taşınması çok yaygın değildi. Ancak 18. yüzyılda İngiltere’de zenginlerin malikanelerinde en az bir siyahi köle bulundurmaları moda haline gelince gemiler seferin bu aşamasında tek tükte olsa köle taşımaya başlamışlardı. Amerika’dan ayrılan gemiler Avrupa limanlarına yanaştığında 3 ayaklı seferde tamamlanmış olurdu. Atlantik aşırı köle ticareti büyük oranda orta geçiş adı verilen 2. aşamada gerçekleşiyordu. Bu ticarete karışmış olan şirketlere ait gemiler boyut olarak büyük farklılıklar gösteriyordu.
Köle ticaretinin yeni başladığı 15. yüzyıl dolaylarında Amerika kıtası ve Batı Hint adalarına mal taşıyan gemilerin kargo bölümlerinde köleler için 20-30 kişilik yerler ayrılıyordu. 17. yüzyıla gelindiğinde ise en büyük köle gemileri 400 köleği taşıyacak kapasiteye ulaşmış durumdaydı. Ancak koşullar berbattı. Köleler gemilere bindirilmeden önce son bir kez beslenir ve ayaklarına zincir vurularak
gemilere yüklenirlerdi. Kargo bölümünde her biri için ayrılmış olan alan yarın metrekareden daha azdı. Bu alanın ne kadar küçük olduğunu anlayabilmek için gece yatarken kullandığınız yastıkları gözünüzün önüne getirebilirsiniz. Bu yastıkların standart ölçüsü yarın metrekareden biraz daha küçüktür. İşte köleler bu alanda uyuyor, bu alanda yemek yiyor, seyahatin büyük bir kısmını da bu alanda geçiriyordu.
Ayrıca kargo bölümünün yüksekliği de nadiren yarın metreye aşan bir uzunluğa sahip olurdu. Bu yüzden köleler yolculuğu uzanarak ya da çömelerek tamamlamak zorundaydı. Gün içerisinde doktorlar eşliğinde sıra sıra güerteye çıkarılarak gerekli gün ışığına almaları sağlanıyordu. Kölelere günde iki öğün yemek verilir ve beslenmeleri kontrol edilirdi. Aç kalarak zayıflamaları ya da hastalanmaları istenmezdi. Orta geçiş eğer hava koşulları uygunsa ortalama 45 gün civarında tamamlanıyordu. Ancak hava koşullarının kötü olması durumunda yolculuk iki aydan daha uzun sürebiliyordu. Bu yüzden gemilerde erzak kısıklaması uygulamıyor ve öğün sayısı ya da miktarı azaltılıyordu. Ancak dönem dönem daha kötü uygulamalara da rastlandığı oluyordu. 1781 yılında yiyecek ve su sıkıntısına düşen bir köle gemisi kaptanın 136 köleyi denize atarak bu sorunu çözmeye çalışmıştı. Kadın ve çocuk köleler erkeklerden ayrı bir bölümde taşınıyordu.
Kadınlarla mürettebatın cinsel ilişkiye girmesi yasaktı. Ancak kayıtlar bu kuralın birçok kez ihlal edildiğini göstermektedir. Köleler götürüldükleri sömürgelerde madem ve tarım alanlarında kullanılmaktaydı. Bunun yanı sıra ev işlerinden bina yapımına, denizcilikten hamallığa kadar pek çok alanda köle emeğinden faydalanılıyordu. Köle ticaretini yaygın olarak yapan ülkeler arasında İngiltere, İspanya, Portekiz,
Fransa, Hollanda, Danimarka ve İsveç’i saymak mümkün. Bu ülkelerin Afrika’dan taşıdıkları kölelerin %40’ı Karayiplerde, %38’i Brezilya’da, %17’si İspanyol Amerika’sında ve %6’sı Kuzey Amerika’da istihdam edilmişti. Afrika kıyılarından Amerika’daki plantasyonlara getirilen kölelerin sayısı her geçen yıl artıyordu.
1580 yılından önce Afrika’dan sömürgelere getirilen köle sayısı yaklaşık 68.000 civarındaydı. 1580-1640 yılları arasında bu sayı 607.000, 1640-1700 arasında ise 829.000’e ulaşmıştı. 1700-1760 yılları arasında ise Afrika’dan Amerika’ya getirilen köle sayısı 2.846.000’i bulmuş durumdaydı.
Afrika köle ticareti sırasında toplamda 11.700.000 civarında Afrikalı ülkelerinden koparılarak zorla gemilere bindirilmişti. Bunların içerisinden yaklaşık 9.700.000’i Atlantin’in öte yakasına ulaşmayı başarabildi. Geri kalan 2.000.000 kişi yaklaşık 300 yıl boyunca devam eden bu açgözlülük seyahatlerinin kurbanı oldu. İsimleri ve hikayeleri denize atılan cansız bedenleri gibi Atlantik okyanusunun derin sularında kayboldu. Avrupalılar genel olarak Amerika ve Afrika’daki koşullardan haberdar değillerdi. Özellikle İngiltere’deki malikanelerde istihdam edilen kölelere oldukça iyi davranılıyordu.
Edward Colston ve Foster Coonlife gibi köle tüccarları ülkelerinde hayırsever vatandaşlar olarak biliniyor, öldüklerinde arkalarından dikilen heykellerin altındaki kaidelere hayatları boyunca yaptıkları hayırseverlik hikayeleri kazınıyordu. Ancak halkın gerçeği öğrenmesi pek uzun sürmedi. İngiltere’de 1770’lerden itibaren köleliğin kaldırılması için çeşitli kampanyalar başlatıldı.
Britanya’daki kölelik karşısı propaganda büyük oranda Thomas Clarkson ve William Wilberforce tarafından yürütülüyordu. Ahlaki, dini ve insani argümanlar gittikçe daha fazla destekçi buldu. Ve en nihayetinde köle tüccareti 1807 yılında İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde,
1814’te Hollanda’da, 1815 yılında Fransa’da, 1820’de İspanya’da ve sonraki yıllarda ise diğer Avrupa ülkelerinde birer birer yasaklandı. Ancak bu yasaklar kölelerin satışlarını kapsıyordu. Yasaklanan köle ticaretiydi. Kölelik değil. Ve sömürgelerdeki plantasyonlarda çalıştırılan kölelerin özgürlüklerini kazanması çok uzun yıllar alacaktı.
Tüm bunlara karşın köleliğin kaldırılmasını yalnızca radikal kölelik karşıtı hareketlerle açıklamak mümkün değildir. Atlantik köle ticareti Batı Hint adalarında ya da Amerika kıtasında yer alan plantasyonlarda ve madenlerde çalışacak insan gücünü karşılamak amacıyla başlatılmıştı. Sona ermesinde ya da büyük oranda azalmasındaki temel faktör insan gücüne duyulan bu ihtiyacın artık ortadan kalkmış olmasıydı. Sanayi devrimi Avrupalı tüccarlar ve burjuva sınıfı için yeni olanaklar, yeni fırsatlar sağladı. 1790 yılında Eli Whitney çekirdeği pamuk tiftiğinden ayıran bir alet olan çırçır makinesini icat etti. Bu makine bir plantasyon kölesinin bir günde ürettiğinden 50 kat daha fazla pamuk üretiyordu. Plantasyonlardaki kölelerin yerini zamanla bu tarz yeni icatlar ve buluşlar aldı.
Yani köleliğin kaldırılmasındaki asıl etken dini, ahlaki ya da insani olmaktan ziyade ekonomik ve pratikti. İnsanlık tarihi boyunca kölelik pek çok medeniyet tarafından kabul edilmiş ve uygulanmıştı. Bu medeniyetlerden bazıları ağır şartlarda köleliğe hukuki olarak müsaade ederken,
diğer bir kısmı ise kölelik kanunlarını iyileştirmeye çalışarak sistemin devamlılığını sağlamıştı. Ancak Atlantik köle ticareti tarih boyunca görülen kölelik türlerinden çok daha ağır, çok daha acımasızdı. Okyanus ötesine sefer düzenleyen gemiler arkalarında milyonlarca ceset bırakmış ve yine milyonlarcasını kötü koşullarda ömürlerini tüketmek üzere yeni dünyadaki plantasyonlara taşımışlardı.
Bu ümitsizlik ve açgözlülük seyahatleri tam 300 yıl boyunca devam etti. 18. ve 19. yüzyılda yaşanan gelişmeler ve kölelik karşıtı hareketler sayesinde bu utanç çağı en nihayetinde kapandı. Ancak izleri insanoğlunun tarihinde sonsuza dek görülmeye devam edecek. Bu izlerden gereken dersi çıkarıp çıkarmamak ise bize kalmış.
Bir sonraki videoda görüşmek üzere.
İlk Yorumu Siz Yapın