"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ordu (Fatsa) – Bir Kasaba Hikayesi 34.Bölüm

Ordu (Fatsa) – Bir Kasaba Hikayesi 34.Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=6e0r7Em2iPs.

www.feyyaz.tv
Müzik Müzik
Müzik Serin bir Fatsa sabahında kapılar Allah adıyla açılıyor evvela. Gün güzel insanların tebessümüyle, karşılamasıyla başlıyor. Bir bardak çayın sıcaklığıyla tanış oluyoruz Karadeniz’in güzel insanlarıyla.
Candan bir şekilde tutup elimizden hoş gelişlerimize eşlik ediyor sohbet. Koyu bir sohbete dalıp işte diyoruz, medeniyetimizin incisi bir yerde büyüyecek anılarımız yine. Sokaklardan geçip doğanın kalbinde bir yolculuğa çıkıyoruz. Fındık bahçelerinden, yamaçlarda verilen emeklerden dem vurup, balıkçıların döndüğü deniz izlenir uzun uzun.
Müzik
Müzik Şimdi Karadeniz bölgesi engebeli ve dağlık bir arazi olduğu için siz de gezmişsinizdir, görmüşsünüzdür. Evlerde böyle yüksek yerlerde birbirinden kopuk kopuk yapılmıştır ve insanlar dağınık olarak yaşarlar, beraber yaşamazlar. Bunun gerekçesi arazilerin engebeli bir dağlık oluşudur.
Bu dağlık alanlarda da ürün olarak da o zamanki dönemin hükümeti fındığı öngörmüş burada ekilmesi için ve bu dağlık arazinin yayane tek ürünün fındık olduğuna karar vermişler ve insanlara fındık ekmelerini istemişler. Yani özetle fındık dağ ürünüdür. Bunun için de çok bakıma falan ihtiyaç yoktu o zamanlar. Normal işte dikiyordun büyüyordu belki hayvan gübresi veriliyordu o zaman tariflerde, yüzyıl öncesinde falan filan. İşte günlük bakımlar yapılıyordu falan. Onlar da o dönemlerde yetişen fındıklara da o insanlar geçiniyorlardı. Tamamen geçimleri bu fındığa bağlıydı. Ama ilerleyen dönemlerde teknolojilerle de işte gübre çıktı. Sonra gübre ikinleri başladı. Gübreyle beraber bakımlar yapılırken bu sefer ürün arttı. Ama biraz tabii doğallıktan da uzaklaştı. Yani doğal ürün yerken biraz daha kimyasalılarla karışık bir ürün yenmeye başlandı. Daha ilerleyen yıllarda da bu sefer mirastan dolayı da fındık arazide bölünmeye başlandı.
Atıyorum 50 sene önce 10 ton fındık üreten bir büyüğümüz dedemiz sizin çocukları yerlere ayrıldıktan sonra 5 tonu düştü. Onların çocukları ayırdığı yerlere üretim 2,5 tona düştü falan gibi işte yavaş yavaş arazide bölündü. Kişilere düşen fındık miktarı da azalmaya başladı. Dolayısıyla da fındıktan geçinememeye başladı insanlar. Ne yaptılar bu sefer? Göç başladı. İşte şehirlere köylerden göçler başladı. Başka işlere girdiler. Ön emmim mesela işte okuldum köyde fındık topluyorduk yıllar önce geliyorduk. Onunla işte geçiniyorduk ediyorduk fakat geçim kaynağımızın o olmadığını gördükten sonra.
İşte şehir dışına çıktık. İşte Ankara’ya gittim ben. Abim İstanbul’a gitti. Diğer işte kuzenler birisi Ankara’ya gitti biri İstanbul’a gitti biri Samsun’a gitti. Bir de dağıldık gittik. Ama fındık her zaman ata toprağı olduğu için ve ata ürünü olduğu için de her yazın fındık zamanı geliriz.
Minimum 15 günde bir ay arasında köyümüzde kalırız, fındığımızı toplarız, satarız ve gideriz. Derseniz ki geçim kaynağınız bu mu? Hayır. Ama dedelerimizin geçim kaynağı buydu. Babalarımızın geçim kaynağının yarısı buydu. Şimdi bizim geçim kaynağımızın anca yüzde 10’u fındık şu anda.
Fatsa Karadeniz’in önemli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Cenevizlilerin Karadeniz hakimiyetleri Fatih döneminde sona erdiği için Fatsa’dan da muhtemelen bu dönemlerde ayrılmışlardır.
Fatsa’da Türk hakimiyeti dönemi 1380’lerde, Hacı Emiroğulları’yla Osmanlı dönemi ise 1427-28’de başlamıştır. Arkadaşlarımıza salçasını soğanını kavurduktan sonra kavrulmuş etimizi katıyoruz.
Gürcü kavurması özelliği cevizi olması. Ondan sonra cevizi, mısır unu kavrulmuş, kuymaklık inceltilmiş baharat çeşitlerimiz.
Bahçemde kendim üretiyorum. Sonra karabiber, kırmızı biber, çörek otu, kinci, bir de çekilmiş rondoda cevizimiz var. Hepsini birleştireceğiz. Unumuz var kavrulmuş. Onlarla yine buluşturuyup güzel bir gürcü kavurması yapacağız. Arkadaşlar hep beraber göreceğiz inşallah. Evet yemek istiyorlar gerçekten çok güzel. Damak tadınız varsa harika bir şey denemenizi öneririm. Çok güzel bir şey oluyor. Böyle suyunu ilave ediyoruz. Evet bakır tenceremizde bakır güğünde kaynamış kuzunedi.
Böyle bu da birazdan kaynayacak. Kaynadıktan sonra gir kalan malzemelerimizi koyacağız. Kendim yapıyorum. Kendim tiken ucu kendim topluyorum. Bahçeden domatesler, biberler, patlıcan, fasulye hep kendim yetiştiriyorum. Organik olarak da yetiştiriyorum. Gelen arkadaşlara kahvaltı, yemek ama telefon üzerinden alıyorum.
Ondan göre ben de hazırlık yapıyorum başka gelen arkadaşlarda sıkıntı olmasın diye. Hepsi uzaktan da gelen var. Sivas’tan gelenim vardı bu hafta. Ondan sonra Giresun’dan gelenim vardı. Ben gördüm diyor yöresel yemekler yemek istiyorum diyor. O kadar uzaktan geliyorsunuz diyorum. Olsun çok memnun kaldık yine de geleceğiz bizim için uzak değil diyorlar istedikten sonra.
Güzel bir sunum benim için ben seviyorum. Uğraşmayı bu ürünleri işte telefon ediyor bana arkadaş hemen ben onu yarım saat bir saat içinde taze çıkartıyorum. Taze yapıyorum çünkü öbür türlü lezzetini kaybetiyor. Baharat kokuları gidiyor. O etin tazeliğini bulamıyorsun. O aramayı o yüzden ben tazelikten yanayım. Soprana onlar Gürcü yemeklerine katılıyor. Gürcistan’dan kökenli geldiğini biliyoruz. Ondan sonra onları kullanıyoruz. O da sağlık açısından da çok faydalı bir bitki. Ölü hücrelerin bile yenilendiğini söylüyor uzmanlar. Profesörler daha doğrusu. Yani biz de onlara sağlık açısından baktığımız zaman yaşlarımız daha uzun süre yaşıyorlar. Gerçekten faydalı bir bitki. Burası tarihiyle ünlü eski zaman evleriyle. Gelenlerimiz çok eski tarihi yaşamak istiyorlar. Gelip o kültürleri görmek istiyorlar. Gerçekten gelenler de çok memnun kalıyorlar. Güzel olması, mis gibi kokması, o tazeliği yakalamak bir de mısır ekmeğiyle bir de kö yoğurdum var. Yani derler ya yeme de yanında kal o şekil.
Evet kızgın tereyağımız da oldu. Gezdiriyoruz arkadaşlar üzerinde. O su tazeliğe bakın mis gibi. Bu yeterli tamam. Yemeğimiz oldu. Mis gibi sizleri bekliyor. Mısır ekmeğimiz haşlanmış, çekilmiş undan yapılmış yapılıyor.
Mis gibi sizler için böyle tereyağında hazırlıyorum. Kızardığı zaman kavurmanın yanında sizlere sunum yapacağız arkadaşlar. Çok severek yapıyorum. Gerçekten her işimi çok severekten yapıyorum. Zilk alıyorum. Boş kaldığım zaman şu zafranaları topluyorum.
Dane topluyorum, kurutuyorum. Yani bir şeylerle uğraşmak çok güzel bir şey benim için. Eşim yardımcı oluyor her konuda. Eşim yardımcı oluyor her konuda sağ olsun. Tabii ki yalnız olmaz yani birilerinin yardım etmesi gerekiyor. Eşim bu konuda çok destekçim. Gaga Gölünü dolaşırken sohbetimize katılır gökyüzü. Gökten başımıza iner bereket. Yağmur buralarda haftada iki kere yağar.
Lakin yedi gün sürer diye gülüşür fatsalı dostlarımız. Islanmak kendi toprağımız üzerinde bir başka keyiflidir. Uzaktan duyarız kemençe sesini. Türküler katılır bereketli yürüyüşümüze. Yeşil doğanın içinde kardeşçe yaşayan kültürlerin şahidi oluruz. Gürcü köylerinde lezzetli yemeklere, tarihi manastır, kale ve şato kalıntılarını inceleriz.
Tarihi konakları izleyip insanın hikayesini anlamaya çalışırız.
Bolaman Pidesi’nin nasıl doğduğunu anlatayım. Eskiden burada doğarmış beyler onlara has pideler yapılırmış. Buna biz sonradan değiştirdik bunu içine malzeme koyarak. Ama boş pide yapıyoruz. Yani beyler boş pide olarak gidermiş bunlara. İçine yumurta kırılırmış.
Bol tereyağıyla beraber yerlermiş. Ama bu pideyi tabi sadece bunlar yermiş. Bizim maraba dediğimiz yani halktan insanların bunu yeme şansı yokmuş. Yani o bolaman pidesinin başlangıç şey budur. Böyle başlamışlar. Bolaman pidesi deyince bizim aklımıza boş içi yumurtalı bol tereyağlı pide gelir. Eskiden burası bellikmiş. Buranın zenginleri yani zengin olan kısımlar yermiş. O da belli bir yerde yaşarlar. Bizim şu kısımlarda ada gibi bir yer vardır orada yaşarlardı. Onlara hasta. Yani diğerler de onların yardımcılarıyla. Sonradan bizim buranın halkı tabi toprak sahibi. Onların sayesinde oldu. Onların vermeleriyle oldu. Ben dedemi hiç görmedim desem yeridir. Yani fırınımız varmış eskiden. Hani o anlatılarına dolayı diyorum. İşte o şeyler de o fırınlarda yapılırmış.
Böyle pide salonları diye bir şey yokmuş. Bu fırınlarda yapılıyormuş. Oradan fırınlardan yapılıp tepsiler halinde. Ama her gün değil. Onların özel bir günleri varmış. Böyle pazar günü cumartesi günü gibi. Evlerinde ya da misafirleri geldiği zaman. O zaman yapılıp evlerine gidermiş. Bolaman’a pidenin gelişi 86’dan sonra. Gerçek pide hani biz Bolaman’a pidenin gelişi 86’dan sonra. Biz buraları 86’dan sonra kurdu. Deniz kenarında pidecileri.
Ama daha önce de faslada vardı. Yani fasla bizim ilçemiz. Biz na’i olarak geçiyoruz diye. Burası 86’dan sonra meşhur oldu. Ama pideler şeyde yapılıyordu. Sonra biz o uzun pidelerden ziyade yuvarlakları şey yaptık. Kendimiz uydurduk. O da Bolaman pidesi olarak geçmeye başladı. Hani pide Bolaman pidesi, çarşamba Perşembe pidesi diye bir pide yok. Pide nerede yapılıyorsa Oranandır.
Perşembe’de yapılıyorsa Perşembe pidesi. Sadece malzeme ve hamuru farklı. Gerisi hep aynı. Pide, pideydir. Bazı yerlerde çiğ malzeme kullanılır. Ama bizde pişmiş kullanılıyor mesela. Kıymayı biz pişirip de yaparız. Bazı yerlerde de çiğden kullanılırlar kıymayı. Siz ne isterseniz mesela kıyma istiyorsanız kıyma. Kuşbaşı istiyorsanız kuşbaşı. Ama orijinali karışık. Bir bölümünde kıyma vardır. Bir bölümünde kuşbaşı.
Ortada kaşar, sucuk, isteğe göre pastırma. Sizce nasıl ne istiyorsa yumurta isterseniz yumurta kırarız. Kullandığımız malzemeleri özellikle seçiyoruz. Kendimiz özel seçiyoruz. Kasabımız ayrıdır. Yani kendimiz pişiririz. Soğanı özel alırız. Tereyağı özeldir. Yani bunlar olmadı mı hepsi bir araya gelmedi mi bu güzellik çıkmaz. Biz 97’den beri burayı işletiyoruz ama yabancılar çok şey bilmiyorlar.
Mesela Arap turistler geliyor. Arap turistler bize güvenene kadar kaşarlı yerler. Bize güvendikten sonra kıyma, kuşbaşı. Yani eğer müessesede güveniyorsa onlardan nasıl bir özelliği var bilmiyor. Et çok gitmiyorlar ete. Şeriden çok fazla gelen olmuyor mesela. Öyle Hollandalı’yı da Alman’ı da onlar çok yok. Ama yerli turistimiz çok. Buranın bu yöreye özgün olan Mısır ekranı farklıdır. O şeyi yaparız. Bizim Guzine dediğimiz Guzine ateşlerinde bazı yerlerde çömleklerin içinde yapılır.
Ama biz bunu günübirlik yenecek şekilde yaptık. Yani bizim yaptığımız Mısır ekranı üç gün sonra bir şey yaramaz. Taze tüketilir. Turşumuz da öyle. Onu da biz kendimiz ürettik mecburen. Çünkü dediğimiz Mısır ekranı yaparsak yetişmiyor. Bunu yaparsak hem hızlı yapıyoruz hem de daha çok üretiyoruz. O yüzden yani bu çay bahçelerinin şeyi bu. Buluşuyor ya da balıkçı arkadaşlar vardı. Onlardan öğrendik. Sonra biz kendimiz geliştirdik. Onlar balığın yanında veriyorlardı. Biz onlardan alıp şeyin yanında, pidenin yanında farklı olarak geliştirdik. Vaktin sesi duyulur köyden köye dolaşır Allah’ın çağrısı. Genci yaşlısı abdestli adımlarla buluşur kubbelerin altında. Osmanlı mimarisinin bir örneği olan Bolamandaki Konağı görmek isteriz. Taş duvarlar tarihin çok eski devirlerinden beri varlığını korurken,
Osmanlı mimarisinin örneği olan Ahşap Konağı’nı eklenmesiyle sembol yapılardan biri olmuştur.
Fındık üretiminin yaygın olması ile tanınan ilçe, bu özelliği ile Türkiye’nin dünyada en fazla organik üretim alanına sahip 30. ülke olmasına önemli derecede katkıda bulunmuştur.
Yıllar önce fındık ekildiği zaman fındığın bakımını aynı bireyleri yapıyordu. O zaman toplu insanlar bir arada yaşıyordu. Mesela biz şu gördüğümüz arkadaki evimizde yaşıyorduk. İki kardeş, dede, babaanne, onların çocukları hep beraber burada yaşıyorduk. Bir evde 10 tane insan yaşıyordu. Fındık sanalinde 10 tane insan hep beraber fındığa giriyordu, fındığı topluyordu.
Yani masrafı da az oluyordu. Bakımını da o evin büyüğü yapıyordu. 12 ayın 12 ayı köyde oturduğu için her gün bakımını bir vesile yapıyordu. Fındığın bakımı toplandıktan sonra başlar.
Fındık toplamış, satıldıktan sonra ürünü az veren dallar kökünden kesilir. Yeni dalların çıkması beklenir. Bir ay boyunca bir dal budama işlemi yapılır. Ondan sonra kış gübresi dediğimiz kış gübresi vardır, o vurulur. Daha sonra Mart ayına kadar falan beklenir.
Mart ayını geçtikten sonra Nisan ayında bir de bahar gübresi deriz. Bahar gübresi vururuz ürünü arttırmak için. Ondan sonra tırpan dediğimiz büyüyen otlar. Otlar alınır, temizlenir. Zaten Nisan son itibariyle de fındık ürün vermeye başlar yavaş yavaş ve içini doldurmaya başlar. Ondan sonra ürünümüz dolmasını ve büyümesini bekleriz.
Ta ki Temmuz ayının sonuna kadar, Ağustos’un ilk haftasına kadar. O dönem içerisinde toplamadan önce tekrar tırpan dediğimiz büyüyen yavani otları olur, tikenler olur. Onların bir daha temizliği yapılır. Temizliği yapıldıktan sonra fındığın toplanmasına başlanır. Dediğim gibi eskiden aileler kalabalık olduğu için fındığı kenleri topluyorlardı veya imece usulü yapıyorlardı.
Atıyorum önce yan komşunun topluyorlardı orada 10 kişi vardı o mahallede başka bir 10 kişi vardı. 30 kişi bir araya giriyordu yan komşunun fındığını bitiriyordu. Sonra öbür 30 kişi tekrar giriyordu, öbürünü bitiriyordu daha sonra diğerini bitiriyorlardı. O zaman tabi ki maliyette çok az oluyordu. Ama şimdi öyle olmadı artık dışarıdan gelen işçilere toplatıyoruz. Maliyette oldukça yükseldi.
Baştan da söylediğim gibi eylül ayındaki dal budamasını dışarıdan gelen işçilere yaptırıyoruz. Göbreleme işlemini dışarıdan gelen işçilere yaptırıyoruz. İlaçlama işlemini dışarıdan gelen işçilere yaptırıyoruz. Tırpan işini dışarıdan gelen işçilere yaptırıyoruz. Toplama işini dışarıdan gelen işçilere yaptırıyoruz. Bunların maliyetini düşünebiliyor musunuz? Yani fındığa verilen tabağın fiyatın 3’te 2’si bu masraflar dolayısıyla elimizden gidiyor.
Çok cüzgü bir para kalıyor köylüye. Köylüysek tabi biz artık köylü değiliz yani. Artık şehirlerde yaşıyoruz. Yani toplumun bu fındık işini yapanların %60’ı dışarıda yaşıyor. O dönemde Ankara’dan İstanbul’dan Ayçin Ağustos döneminde Türkiye’nin dört tarafından hatta yurt dışından herkes kalkar gelir.
500 kilo da fındığı olsa, bir ton da fındığı olsa ate yadigarı düşüncesiyle gelir burada fındığını toplarlar ve giderler. Bazı insanlar fındık gelirinin 2’si para fazlasını harcarlar ve giderler. Yani amaç fındığı tam para kazanmak değildir o insanlar için. Mesela ben de onlardan biriyim.
Ama tabi ki fındık dediğimiz gibi varsa bakacağız, varsa toplayacağız ve ondan sonra satacağız.
Güneş batarken başladığımız yerde aynı sofrada buluşuruz, Fatsa’mızın güzel insanlarıyla.
Ordu dereleri yukarı aksa bizi ellere vermez, bir dost meclisinde şükürle kapanır anı defterimiz. Hikayesine dalıp gittiğimiz Fatsa insanıyla şehrin bir bütünlük içinde yaşadığını anlarız. Tarih ve doğa içinde şimdiki zamanın tadını çıkarırız. Yine akşam, yine çay, yine güzel dostluklar kalmıştır heybemizde.
Bir daha görüşmek için verilen sözlerle Reşadiyye caddesinden uğurlanırız başka şehirlere.
Altyazı M.K.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir