Orta Çağ Avrupası’nda Yaşamak Nasıl Olurdu? Zaman Yolculuğuna Çıkıyoruz!
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=MKCqFskMYsc.
… Geçmişin hikayelerini dinlemeyi seviyoruz. Peki ya o günlere gerçekten gidebilseydiniz nasıl olurdu? Teknolojiye dair hiçbir şeyin olmadığı……ama hayatın çok daha gerçek yaşandığı heyecan dolu yıllara.
Bu zaman yolculuğunda başınıza her an her şey gelebilir……sizi koruyacak kimse yok. Eğer hazırsan, eli kanlı dere beyleri, krallar ve kraliçeler,…Engizisyon, karanlık ve soğuk şatolar……ortaçağı Avrupa’sında hepsinden biraz var ve seni bekliyor. Şimdi birlikte 670 yıl geçmişe gidiyoruz. 1352 Avrupa’nın ortasına, Fransa’ya. Ortaçağı, Kabaca, Roma İmparatorluğunun yıkılışından,…Rönesans’a kadar geçen bin yıllık dönemi tanımlamak için……tarihçiler tarafından üretilmiş bir terimdir. Bu yıllar Avrupa’da herhangi bir birliğin olmayışı……ve ekonominin berbat halde olması nedeniyle……karmaşık ve çelişkilerle dolu zamanlardı. Burası evin. Güzel bir şato değil mi? Ama hemen sevinme. Sen şatodaki baron değil, sıradan bir işçisin. Şatoda bölgenin varlıklı efendisi, Golding’de Simur ve ailesi yaşıyor. Görevin onlara hizmet etmek. Dışarıdan ihtişamlı görünse de bir şatoda yaşamak……o kadar keyifli de olmasa gerek. Güneşin doğumuyla başlayan gün içerisindeki ilk büyük sorun…
…buz gibi duvarları ısıtmak için yakılan onlarca şöminenin……bütün binayı duman altında bırakıyor olması. Fakat duman senin için hiç dert değil. Daha önemli sorunlarımız var. Sen ve hizmetle görevli onlarca aile sıkışık kale odalarında birlikte yaşıyorsunuz. Özel alan sıfır. Beraber uyumak, beraber yemek yemek……ve beraber tuvalete gitmek zorundasınız. Ortaçağ şatolarında tuvalet ya kuyuya açılan delikli bir tahta……ya da duvarın dışına doğru yapılmış bir çıkıntıydı. Pek irjenik sayılmaz. Baronlar, kontlar, vasallar, senyörler……tuvalete giderek zaman kaybetmekten pek keyif almazlar. Bunun yerine kova şeklindeki tuvaletin onlarla gezmesi çok daha pratik değil mi? Efendilerinin kahvaltısı beyaz şarap ve beyaz ekmekten oluşurken……seninki bira ve siyah ekmek. Ekmeğin rengi ne kadar koyu ise o kadar fakirsin demektir. Kahvaltıda bira yerine su içmek iyi olurdu aslında. Ama yok. Çünkü su kaynakları o kadar çok hastalık saçıyor ki……içmemek senin için daha sağlıklı. Avrupa’nın çok büyük bir bölümünde durum aynı. Günümüz Avrupa’sındaki aşırı bira tüketiminin kaynağı da……yine orta çağda başlayan bu kültürel alışkanlığa dayanıyor. Hatta Amerika’da bile çok uzun yıllar fabrika işçilerine……su yerine bira ve viski verilmişti. Sudaki bu eksiklik sadece içme konusunda değil……banyo meselesinde de büyük bir engel teşkil ediyor. Eğer ahşap bir küvetiniz varsa zenginsiniz demektir. İnsanlar banyo yapabildiklerinde mutlu olsalar da bu şans çok ender yakalanıyordu. Hele ki şatoda içi su dolu küvet odadan odaya taşınıyor……ve genellikle insanlar aynı suda yıkanıyordu. Yani yıkanmak bile pek ijenik sayılmaz. Bu arada sen tüm şartlara rağmen halkın şato dışında kalan kesiminden çok daha şanslısın. En azından yatacak yere ve kanını doyuracak kadar gıdaya erişebiliyorsun. Ancak köylü halk ki onlara serf deniyor……geçimlerini kendileri sağlamak zorunda ve kimi zaman açlık tehditiyle karşı karşıyalar. Bir ya da iki odalı küçük evlerde yaşayan serfler……sistematik olarak bölgenin toprak sahibi feodal beylerin arazilerinde kendileri için belirlenmiş işlerde çalışıyorlar.
Yetersiz beslenme, hastalık ve savaşlar nedeniyle yaşam süresi ortalama 30-33 yıl arasında. Bu yıllarda var olan yoksulluğun temel sebebi ise Müslümanların ticaret yollarını kontrol altında tutmasından kaynaklanıyor. İslam dünyası Çin ve Hindistan’ın ticaret noktasına dönüşmüş ve Avrupalılar bu ticaretin dışında bırakılmıştı. Bu da sürecin sonunda hem kültürel hem de ekonomik bir çöküş yarattı. Zaten haçlı seferlerinin nedeni de bu ticaret yollarını Müslümanlardan alarak Avrupa’ya zenginliği yeniden getirebilmekte. Fakat senin şu an ilgilenmen gereken başka dertlerin var. Az ötede ilerleyen askerleri görüyor musun? Bitmek bilmeyen bir savaşta ölmeye gidiyorlar.
İngiltere Kralı 3. Edward’ın Fransa tahtında hak iddia etmesinden dolayı iki ülke arasında köylere hatta evlere kadar uzanacak ve 116 yıl sürecek olan savaşların 15. yılındayız. Bu öyle bir savaş ki yordlar, prensler, baronlar, köylüler birbirlerine girecek ve kim kimin tarafında bunu anlamak bile imkansız bir hale gelecek. Fransa’nın müttefik İskoçyalı askerlerin kılığına girip size saldıranlar aslında İngilizler tarafından kışkırtılan başka bir Fransız lordunun askerleri çıkabilir. Vergiler ve savaş beraberinde açlık ve sefaletten daha fazlasını getirdi. Artık sen ve senin gibi köylüler de silahlandı ve müttefik olsun olmasın topraklarına yaklaşan askerlerin her birini düşman olarak görüyorlar.
Nitekim artık Fransız askerleri de Fransa topraklarını yağmalıyor. Bu korkunç savaşın kaderini ise sıradan bir kız çocuğu değiştirecek. Uzun yıllardır bitmek bilmeyen savaş nedeniyle halk arasında bir inanç yayılmaya başlamıştı. Efsaneye göre küçük bir kız çocuğu ortaya çıkacak ve Fransız ordularını komuta ederek İngilizleri mağlup edecektir.
İlginçtir ki gerçekten de jandark isminde küçük bir kız çocuğu Fransa’nın en kötü zamanında kendisinin bu kişi olduğunu öne sürerek ordular yönetmeye başlar ve büyük zaferler kazanarak Fransa coğrafyasının önemli bir bölümünü İngiliz işgalinden kurtarır. Sonunda İngilizler tarafından 1431 yılında yakılarak idam edilmesine rağmen günümüzde Fransa’nın koruyucu azizisi olarak kabul edilmektedir.
Yakılırken yaşı 19’du. Ama onun gelişine henüz çok uzun yıllar var. Dikkat ettin mi bu savaşçılar arasında çok az şövalye görünüyor. Kanlı yıllar bir çoğunu tüketti ve bir şövalyenin yetişmesi hiç de kolay değil.
7 yaşından önce ayakçı ünvanıyla eğitime başlayan şövalyeler, yüzme, okçuluk, dövüş, satranç, bazen de şiir, müzik gibi eğitimler alır ve 30 ile 50 kilogram arasındaki zırhı taşıyabilecek beden gücüne ulaşmaları sağlanırdı. Onlardan beklenen sadece savaşmak değil, yeri geldiğinde akıl oyunları da yürütebilmek olduğu için bu eğitimleri almaları şarttı.
Şövalyelik kilise tarafından kıymetli bir mertebe görüldüğü için bunlar az sayıda seçkin birlikleri oluşturuyordu. Şövalyelik yemin ise şöyle…
Kiliseyi savunacağıma, kötülerin karşısında olacağıma, papazlara ve papazlık kurumuna saygı göstereceğime, kadınları ve zayıfları koruyacağıma, ülkenin refahını sağlayacağıma ve devam ettireceğime ve diğer şövalye kardeşlerimin uğruna, kanımın son damlasına kadar savaşacağıma, ıssız yerleri düzenleyip bu düzeni devam ettireceğime, yanlışın ve haksızlığın ölçünü alacağıma ve erdemlerimi koruyacağıma yemin ederim.
Yüzyıl savaşlarının bitmesine henüz çok var demiştik. Senin lordların ve kralların birbirlerini yerken, doğudan, Asya’nın ortalarından gelen bir güç durdurulamaz şekilde ilerliyor. Onlar hırslı ve çevik savaşçılar. Henüz küçük bir devletcik olan Osmanlı Türkleri kısa zamanda Avrupa’nın en büyük belasına dönüşecek. Ama sen şimdilik onları bir kenara bırak. Şu anda kendini kurtarmak zorundasın. Çünkü umarım o hissettiğin şey diş ağrısı değildir. Tıp gerçekten berbat durumda. Eğer ağzında bir çürük varsa, seni ağrıdan kurtarmanın tek yolu, oraya vida benzeri bir parça takıp çevirerek dişini çekmek olacak. Tabii narkolsuz ve acı içinde. Eğer böbrek taşların varsa, cinsel organından sokulan demir bir kıskaçla bu taşlar içeride parçalanıp dışarı çıkarılacak. Hiçbir anestese uygulanmadan yapılan bu tedavi yöntemlerinin verdiği acı nedeniyle birçok insan böbrek taşlarıyla yaşamayı tercih ediyordu.
Aynı yöntemler kesilmesi gereken uzuvlar içinde geçerli. Bir uzuvun ampüde edilmesi durumunda, testere ile yapılan bu işlemde acı sonuna kadar hissediliyordu. Ayrıca sivrisineklerden ve farelerden günün hiçbir vaktinde kaçış olmadığını da unutma. Sivrisinekler ne kadar rahatsız edici olurlarsa olsunlar, onlardan kurtuluş yok.
Ve bu nedenle yaz-kış uzun kıyafetler giymelisin. Öyle ki ilk tişörtün Avrupa’da kullanılması için 1920’li yıllara kadar beklememiz gerekecek. Neyse ki Engizisyon mahkemelerinden korkmana gerek yok. Acımasızlığıyla ünlü Engizisyon, sanılanın aksine orta çağda değil yeni çağda çok daha etkindi.
Yani henüz cadı avları başlamadı ve kilisenin insan yakma cezaları çok ender uygulanıyor. Ama bu başına gelmeyecek demek değil. Çünkü feodal yönetimlerin güçlü olduğu bu dönemlerde her feodal bey aynı zamanda kendi bölgesindeki adalet sistemini de şekillendirdiği için zaman zaman şiddetli cezalar uygulanabiliyor.
Kaza oturtma, çarmuha germe, sakat bırakma ve ender de olsa diri diri yakılma gibi. Zaten herhangi bir suçtan zindana atılırsan, aylar boyunca tuvaletini bile bulunduğun odaya yapacağın için çok kötü koşullarda kalacaksın. En iyisi yasalara uymaya devam et ve kimsenin işine karışma. Güvenlik ise hem bölgedeki soyluların muhafızları hem de halkın kendisi tarafından sağlanırdı. Ancak doğrudan doğruya devletin merkezinden bir emir gelmediği sürece, güvenlik görevlileri üniversitelere, kiliselere ve soyluların evlerine girme hakkına sahip değildi. Peki tüm bu zorlukların arasında ortaçağ insanı hiç mi gülüp eğlenmiyordu? Aslında bakarsanız her şeye rağmen mutsuz olduklarını söyleyemeyiz. Neşeli bir hayatları vardı.
Çünkü çok fazla festival ve eğlence düzenleniyordu. Diniyya’da eğlence amaçlı düzenlenen bu festivallerde bol bol dans eden ve gösteriler izleyen halk bir nevzede olsa moral bulabiliyordu. Tabii soylular için çok daha fazlası var. Sıklıkla ziyafetler verilir ve gezgin halk ozanları öğrenirdi.
Bu gezginlerin yolculuklarını ve yabancı diyarların hikayelerini dinlemek sinema filmleri kadar heyecanlandırırdı ortaçağ insanını. Zengin kadınlar günlerini dikiş nakış işleriyle ya da çocuklarıyla ilgilenerek geçirir, şatonun bahçesinde ve kırlarda ufak gezintiler yaparlardı. Soylu bir kadın için yılın büyük bölümü bu kısır döngüden daha ötesi değildi. Bu arada sana çok önemli bir uyarıda bulunmalıyım. Köyüne gelecek din bilginlerinden kendini ve aileni koru. Çok değil senden 100-150 yıl kadar önce ismi kesin olmamakla beraber 12 yaşlarındaki Ethan the Cloys adlı bir çocuk, İsa peygamberi gördüğünü ve ondan bu emri aldığını iddia ederek bazılar vermiş, binlerce çocuğu peşine takarak haçlı seferi başlatmıştır. Evet, 11-12 yaşlarındaki binlerce çocuk, Kudüs’ü Müslümanlardan almak için Akdeniz kıyılarına kadar gelmiş, Musa peygamberin yaptığı gibi denizin yarılmasını beklemiş ama deniz yarılmamış, kutsal toprakların yakınlarına bile varamadan ortadan kaybolmuşlardır. Nitekim çocukların tamamı ya yollarda öldü ya da köle oldu. Kesin olan şu ki hiçbiri evine dönemedi. Coğrafya ve dünyadan hiç haberi olmayan cahil dindarların başlarına neler geldiğini gör ve kendini hayal perestlerin ellerine bırakma. Ufak bir notu da buraya ekleyin. Sana evin olarak tanıttığım şato aslında Almanya’da bulunan Elz Kalesi. Belki gidebilme şansınız olur diye söylüyorum.
Ben Engin Deniz. Kanalıma abone olmayı ve beni Instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Görüşmek üzere.
İlk Yorumu Siz Yapın