"Enter"a basıp içeriğe geçin

07 Mart 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

07 Mart 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=kTvdqd6kdxE.

Rasûlullah, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in mübârek pâk rûh-u tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in ashâb-ı kirâmını, Enbiyâ-ı Zaman’ın sâdât-ı kirâm azâatını, cümle geçmişlerimizin ve şehidlerin rûh-u şerîflerine,
inşâallah yakında kavuşacağımız Ramazân-ı Şerîf’in ümmeti Muhammed için bir bereket, rahmet olması,
niyaz ve duâsıyla bir Fâtiha-i Şerîf, üç İhlâs, Allah’ın Resûlü’nün sebebine.
Muhterem kardeşlerimiz, ilk başta Bakara Sûresi’nin 186. âyeti okundu. Orada hem müjde var, hem de îkaz var. Bir bedevî geldi. Yani cahil bir bedevî. Yeni İslâm’a girmiş. Rabbim de benden uzakta mı, yakında mı dedi. Ben dua ederken fısılda hâlinde mi edeyim, yoksa beni duyması için bağıra bağıra mı dua edeyim?
Onun üzerine bu âyet-i kerîme indirir, âyete göre. Cenâb-ı Hakk’ın kullarını bana, seni sorduğunda, Sen o kullarıma söyle, ben onlara çok yakınım. مُعَلِفَتُنُ لِلْحَوَادِثِ Yani yattığı kulları benzemeyerek Cenâb-ı Hakk’ın zamandan, mekândan münezzeh. Sekiz buçuk milyar insan var, o kadar hayvanat var, o kadar melek var, vesâire var, cemâdat var, nebâdat var.
Cenâb-ı Hak hepsinin aynı yanında. Yani sonsuz bir güç. Cenâb-ı Hak, ben çok yakınım kullarıma buyuruyor. Bana dua ettikleri vakit, dua edenin dileğine, arzuna karşılık veririm. Çok güzel burası. Bunların bir şart geliyor. O hâlde kullarım da benim davetime uysunlar. Kullarımın davetime uysunlar. Yani bütün hayatın, bütün muhtevâsında Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet yaşanacak.
Yani bir yerde eksik kalmayacak, bir ticârî hayatta eksik kalmayacak, aile hayatta eksik kalmayacak, evlât yetişirmeye de eksik kalmayacak. Takvâda, ibadette, muâmelâta eksik kalmayacak. Cenâb-ı Hak işte buyuruyor, o hâlde kullarım da benim davetime uysunlar. Bu dünyaya gelişimiz, Allâh’a kul olmak, Allâh’a katletenebilmek. Bu cihan, insan gelmeden evvel, dünya yaratılmadan, Âdem aleyhisselâm’da, Havvavâ’nın dünya gelmeden evvel,
dünya insan için tanzim edildi. Dershânî olarak tanzim edildi. Nebâtât, hayvanât vs. ne varsa insan için. Cenâb-ı Hak buyuruyor, göklerde ve yerde ne varsa, biz âmâde kıldık diyor insanın. İnsan emrine verdik buyuruyor. Düşünen bir toplum için. Toprak âmâde, hava âmâde, hayvanât âmâde, her şey âmâde.
Demek ki burada, önümüzde inşâallah yakında Ramazân-ı Şerîfe gireceğiz. Ramazân-ı Şerîfe çok büyük bir nîmet. Biliyorsunuz malum Rasûlullah Efendimiz’in dua hâlinde, Recep’in başında, Allah’ım barikina enfîr-recebe ve şâbanın bellikine arama sağol. Bir hazırlık safhası, iki ay. Birinci ay bitti, Recep ayı bitti. Şaban ayındayız. Yine bu hazırlığımızı da vaat edecek, önümüzde Berat Kandili var.
En mühim mühimlerin mühimmi, kalp Ramazân-ı Şerîfe hazırlanacak. Kalp neyle Ramazân-ı Şerîfe hazırlanacak? En başta Kur’ân-ı Kerîm. Kur’ân-ı Kerîm yaşanacak ve yaşattırılacak. Kur’ân-ı Kerîm’e emek verilecek. Cenâb-ı Hak yine diğer bir âyette, Fâtiha Sûresi’nde, ticareten lentebur buyuruyor. En hayırlı bir ticaret.
Umudur ki bu ticareti yapanlar kurtuluşa ermişlerdir. Bu ticarete üç vasıf buyuruluyor. Birincisi yetliliğine. Kur’ân-ı Kerîm’i tilâvet edenler ve Kur’ân-ı Kerîm’e umuz verenler, emek verenler. İkincisi, namazı ikâme edenler. Tabi namazı kılabilmek için de kral şarttır. Yani kral’siz bir namaz olmaz. Onun için kral düzgün olacak.
En mühim anne-babalara iş düşüyor. Anne-babalar, evlâtlarını küçük yaşta mümkünse hafız yapacak. Ne mutlu! Üçüncüsü, mâli problemleri geliyor. Mürk Allah’ın. Mürk ne toplumundur, ne fertlerindir, ne başka bir şey içindir. Mürk Allah’ındır, el-Mürkü Lillah. Demek ki Cenâb-ı Hak burada da infak ederler buyuruyor.
Yani Cenâb-ı Hak mülkü veriyor. Herkes durumuna göre, herkes durumuna göre infak edecek. Yine az verdim, çok verdim diye de bir şey yok. Esas, biz hepimiz cömertiz buyuruyor. Rasûlullah Efendimiz yok diyor, esas cömertiz. Allah’ın bütün varlıklarına merhamettir. Yine Efendimiz buyuruyor, bir dirhem, yüz bin dirhemini geçti.
Yarın sonra nasıl bir dirhem, yüz bin dirhemi geçebilir? O bir dirhem veren, zorlukta vermiştir. Yüz bin dirhem vermekten kolaylıkla vermiştir. Demek ki önümüzde gelen bu Ramazân-ı Şerîf, inşâallah, bir taraftan Kur’ân-ı Kerîm ile hemhâle olur. Kur’ân-ı Kerîm’de hemhâle olan kimse Kur’ân-ı Kerîm’i yaşatır. İbadetle yaşatır, muâmelâtla yaşatır, muâmelâtla yaşatır.
Hal olan kimse Kur’ân-ı Kerîm’i yaşatır. İbadetle yaşatır, muâmelâtla yaşatır, muâmelât, haram, helallere dikkatle yaşatır. Demek ki böyle bir Ramazân mevsine girmiş olmuş oluyoruz. Ben şunu da ifade etmek isterim ki, bugün evlâtların terbiyesi çok mühim. Ancak küçük yaşta anne-babalar buna emmiyet verirse rahat olur.
Yok zamanla yapar efendim, zamanla yapar. İşte camiler vs. Ramazân gibi falan zamanla yapar. Bunu derse büyük bir yanlışlık olur. Yavrularımızın küçük yaşta İslâmî umdeleri alıştırmamız lâzım. Bir defa Kur’ân-ı Kerîm’i alıştırmamız lâzım. İbrahim Dessîkî Hazretleri buyuruyor ki, Kur’ân okumak isteyen kimse evvela dilini kötü ve çirkin şeylerden temizlesin. Demek ki evlâtlarımızla hem kendilerini ölecek, dilimizde hiç çirkin bir söz çıkmayacak.
Çıkarsa Kur’ân-ı Kerîm’in feyzine mâni oluyor. İstirafa kaçmamalı. Malı verdi Cenâb-ı Hak, az verdi çok verdi, israf etmeyecek. Haram ve şüpheli şeylere kalsa teyakkuz hâlinde olacak. Haram bellidir, helâl bellidir. Siz şüphelerden kaçarsınız efendim, buyuruyor. Şayet eğer bunları dikkat etmezse Kur’ân-ı Kerîm’e karşı edepsizlik etmiş olur buyuruyor. Demek ki Kur’ân-ı Kerîm’i yaşamak ve yaşatmanın gayreti içinde olur.
Bilhassa Ramazân-ı Şerîf’te. Yine bu evlâtlarımızın terbiyesinde. Bu da kız evlâtlarımızı iyi yetiştirmek. Onlar hayırlı bir anne olacak. Kadınları mânevî terbiyesinde ihmal ediyor toplularda. İnsanlık baharı açmaz. Kadın gerçek değerini kaybederek sokağa düşer. Bu ise bir pırlantanın çöp tenekeşiyle atılması kadar tâlihsiz bir hâdisedir.
Kadın ve erkek ailenin iki yaratığını teşkil eder. İyi ayakkabıların biri vursa, diğeri bir iş görmez. Dolayısıyla aile huzurunda sâlih erkek ve sâliha hanımlar ile tesis edilir. Demek ki hayatın bütün muhtevâsını yaşamak ve yaşatmak, aile hayatı, ticari hayat vs. Bu okunan Mümîn Sûresi’nde on tane vasıf bildiriliyor.
Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, bu on vasfı taşıyan, yaşayan cennete girer buyuruyor. Demek ki her zaman dikkat ediliyor. Ramazan’da daha çok üzerinde duracağız. Demek ki bu on madde çok mühim. Tabi bu maddî durumla beraber mânevî durumlar zikrediliyor. Hazret-i Ömer naklediliyor. Arı fısıltısı gibi bir ses işitirdik diyor.
O zaman diyor, Rasûlullah’a vahiy geldiğini anlardık diyor. Efendim şekli, rengi, her şeyi değiştirdi. Bir de yanan gibi fısıltı bir ses, bir arı sesi gibi gelir diyor. Böyle oldu diyor, Mümîn Sûresi’nin başında âyet inmeden evvel. Rasûlullah kıbleye döndü diyor. Anladık ki vahiy geliyor. Ellerini kaldırdı. Ya Rabbi! Bize çoğalt ve eksiltme! Bu tabi Mekke’de evliliği Müslümanlar az çok. Değerimizi arttır, hakir eylem bize. Devamlı müşrikler zulmediyor. Bize ver, mahrum eyleme. Hep Müslümanların sıkıntılı durumdaydı. Başka birisi, bizim için tercih etme, razı ol, razı ol diye dua etti Rasûlullah Efendimiz. Sonra bize döndü buyuruyor Ömer, radıyallâhu aleyhi ve sellem.
Ömer, radıyallâhu aleyhi ve sellem, bana on âyet indirildi şimdi. Kim bu âyetleri muktedâ yaşarsa, Dağ helâl cenne, cennete girer buyurdu. Ardından âyetleri okudu. Katt eflâ l-mümînîn, mü’minler felâh buldu. Dünya hayatı bu. Dünya hayatında kitap ve sünnet muhtevâsında hayat yaşanacak. Bu şekilde katt eflâ l-mümînîn, mü’minler felâh bulacak.
Kolay yerde gidene, bir çiçek bahçesinde geçene kurtulduğu denmez. Zorluklar içinden selâmete çıkan kimseye aman kurtuldun denir. Allah seni korudu, bazıdan kurtuldu denir. Demek ki bizim için de en mühim bu eflâhı felâh bulmak son nefeste olacak. Bütün hayat bu son nefese bir hazırlık. İmtihan dünyası içindeyiz.
Kurtuluşa erebilmek, hayat düz bir çizgi hâlinde devam etmek, devam etcezirler, iniş ve çıkışlar hâlinde. Birinci, Cenâb-ı Hakk’ı unutmamak. Akâdimiz sağlam olarak devam etmesi. Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimiz’in yanında bulunanların birinci şartı, onlar küffara karşı bir şedid. Yani İslâm’ı muhafaza etmek için onları bir taklit etmezler. Maalesef bu da çok.
Yani İslâm’ın bir bütündür. Cenâb-ı Hak yine buyuruyor, Ankevû Sûresi’nin ikinci âyetinde, İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece îmân edek demeyin kurtulacaklarını zannediyorlar. Benim îmânım var. Cenâb-ı Hak amel istiyor, muamelât istiyor, muâşer istiyor, ukubat istiyor. Îmanda sebâat edilecek, îmândan bir tâviz verilmeyecek. Gail-i mâdûbî aleyhim ve lât-tâlinin dalâlette olanları benzemeyecek bir mü’min.
Cenâb-ı Hak misallarını veriyor, sihirbazları misal veriyor. Nasıl bir firavun-akar da tavır koydular. Eshâb-ı ufduğdu bildiriyor. Yâsîn, ikinci âyetinde Habîb-i Neccâr bildiriliyor. Taşlanmaya râzı oldu, îmândan bir tâviz vermedi. Eshâb-ı keyf bildiriyor. Bütün makam mevkifisinden vazgeçerek bir mağaraya sığındılar. 309 sene o mağarada kaldılar. Cenâb-ı Hak ona bir misal veriyor. Nasıl îmân muhafaza edilecek.
Mekkeli muhacirleri bildiyor. Nasıl îmânı korumak için 13 sene bütün zulümlere katlandılar. Medeniler malılarının canlarını Allah yolunda bezletti, cömertler açtılar. Cenâb-ı Hak da bizlere de toplumdan misal almamızı değil, asr-ı saâdetten misal almamızı, Mekkeliler nasıl bir İslâm’ı yaşadı, medeniler ne şekilde yaşadı. Bu şekilde yaşamaya gayret ettiğimiz zaman bizlere de Cennet kapısı, Açılmış oluyor. Efendimiz, Fâtihîm’i ve Vâlidemiz’i çok severdi. Bir seyyâte giderken ziyaret ederdi, dönüşte tekrar ziyaret ederdi. Hâdis Sâfîye vardı, Sâfîye’yi de çok severdi. Dedi ki, kızım Fâtihîm’e dedi, benim dediğim Peygamber olduğuma güvenme dedi. Halam Sâfîye dedi, sen de benim dedi, yeğenim olduğuma güvenme dedi. Siz amel-i sâlih’i eğer işleyemezseniz benim size yapacağım bir şey yoktur dedi. Yani Efendimiz Cehâpı Âdüme Fâtıhîm’i ve Vâlidemiz. Velhâsıl demek ki inşâallah bu Ramazân-ı Şerîf, gayretlerimizi arttıralım, istiğfalarımızı arttıralım inşâallah. Seherlerimize ayrı bir ehemmiyet verelim, amel-i sâlihlere ehemmiyet verelim. İnşâallah kat-eflâr mü’minler felâh buldu. Hayatımız bu minval üzerine devam eder ve bir felâh buluruz inşâallah son nefesimizde. Hattâ bir Allah’ın sâcih kulu, biz Ramazan gelmeden 6 ay evvel Ramazan’a mülâkî olmak için dua ederdik. Ramazan riskten sonra 6 ay yeni Ramazan için kabul olması için dua edelim buyuruyor. Efendimiz’in hayatı da Ramazan için bambaşka bir hayal. İbadet, tâat, muâmelâ çok ayrı olurdu.
Amelde fedakârlık isteniyor. Hattâ bu Tebük Seferinde kalbinde dünyevî heves olanlar, dediler bu Tebük Seferi yaz günü yapılıyordu. Hurmadan piştiği mevsimde. Bin kilometre sahâbî geciktik, bin kilometre dönecekti. İçinde nifak alâmeti olanlar, böyle bir sıcaklıkta sefer yapılır mı dedi. Cenâb-ı Hakk’ın âyette Tebûs Sûresi’nin 81’e cehennemde bir sefer yapılır. İşte Tebûs Sûresi’nin 81’e cehennem ateşi daha sıcaktır buyuruyor. Demek ki bütün dünyevî meşgâleler karşısında, zorluklar karşısında, sabırların zorlandığı zaman da daima düşüneceğiz ki, bir imtihan hâlindeyiz, esas hayat âhiret hayatıdır, cehennem ateşi daha sıcaktır. Yani her birimiz, günün şartlarında bir Tebûk Seferinde olduğumuzu unutmamız lâzım.
Zor zamanlar olur, tahrikler olur. Karşı cinsin tahrikleri olur. Malın mülkün tahrikleri olur. Mahkam-ı mevkiyin tahrikleri olur. Bu zamanlarda da, yani nefsenin baskın çıktığı zamanlarda, günahlara, haramların cazibesine, paranın makamın ihtirasına, karşı cinsi olan temelülere karşı, kalbim bir mağazalâh diyebilmesi, Yusuf aleyhisselâm’ın Cüleyhâd’ı olduğu gibi.
Daima şunu unutmayacağız ki, zor zamanlarda îmânımız test ediliyor. Muhabbetin necisi olan fedakârların ölçüldüğü Cenâb-ı Hak ile dost olunan seviyesini gösteren vakitlerdir bu imtihan vakitleri. Demek ki son nefese bir felâh bularak çıkabilme. Efendimiz’in bu nefesine nasıl yaşarsan öyle ölürsünüz, öyle haşrolursunuz.
Burada ben namaz yüzünden biraz daha fazla durmak istiyorum dersin biraz daha ötesinde. Namaz, 99 yerde zikrediliyor. Efendimiz vefat anında bile sesi iyice kızıldı, devam namaz, namaz, namaz buyururdu. Oruç 13 yerde geçiyor. Helaller dahi asgari ölçüde kullanılacak. Ruhânî hayat güçleyecek. Oruç, Rabbimizin bize ihsân ettiği nîmetler karşısında bir şükür dersidir. En basit bir hediye verene karşı bir teşekkür ediyoruz. Cenâb-ı Hak bize en büyük hediyeyi verdi. Bundan daha büyük hediye düşürülemez. Cenâb-ı Hak Rasûlullah’a, sallâllâhu aleyhi ve sellemize, 124.000 küsur peygamberine, en güzel meccânen bir bedel ödemeden,
bizi elhamdülillah Ümmet-i Muhammed’e eyledi. Fakat, Sûr-i Meclis’e önüne yöme izleyen Ali’l-Nayîm, o gün verdiğimiz sözden soracaksınız buyuruyor. En mühim burada ashâb-ı kirâmın üzerine çok durdu. Acaba ben Allah Rasûlü’ne benzeyebiliyor muyum? İbadette, tâhitte, muâmelatta vs. Hep bunun endişesindeydi. Dünyadaki onunla beraber olmanın güzelliğini vermeye.
Hep ibadetler, bizim için Cenâb-ı Hak yaklaşma vesîle. Cenâb-ı Hakk’ın ihtiyacı yok, bizim ihtiyacımız var. Cenâb-ı Hakk’ın umulur ki diyor, ittikâ edersiniz, korunursunuz buyuruyor. Gözü korumak, kulağı korumak ve makbul bir oruç tutabilmek, günahlardan temizlenen bir oruç tutabilmek.
Geleniz zekâsı, sadaka, infak bunu Allah için verebilmek. Bu da en zor bir test. Bu da 125 yerde Kur’ân-ı Kerîm’de geçiyor. Veren el olmamızı Cenâb-ı Hak istiyor. Âyet-i Kerîm’e de Kasas Sûresi 77. âyetinde, Allah’ın size verdiğinden. Onun için Cenâb-ı Hakk’ın o kadar da
hâlde harcayarak âhiret yurdunu iste. Güç kuvvet verdi, mallar verdi, vesâire verdi, evlât verdi, vesâire verdi. Allah’ın sana verdiğini, onun için de hâlde âhiret yurdunu iste. Ama dünyadan da nasip unutma. Allah için çalış, beni Allah için infak et. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara ihsan et, iyilik et.
Yerde bozgunculuğu arzuları, yani bir fesat, ihtiras dolu bir bozgunculuğa çıkmasın. Çünkü Allah bozguncuları sevmez, buyruluyor. Yerine bu infak âyetleri içinde, sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça biri Allah’a yaklaşamazsın, buyuruyor. Ne harcadığınızı Allah bilir, buyuruyor. Allah sana bu hâlde âhiret yurdunu iste. Allah sana bu hâlde âhiret yurdunu iste. Allah sana bu hâlde âhiret yurdunu iste. Allah sana bu hâlde âhiret yurdunu iste. Allah sana bu hâlde âhiret yurdunu iste.
Ne harcadığınızı Allah bilir, buyuruyor. Allah sana mal verdi, malıyla Allah’a yaklaşacaksın. Allah sana evlât verdi. Evlâdınla Allah’a yaklaşacaksın, evlân expecting Allah’a yaklaşacaksın. O da ufak yaşta olur. Kartlaştığı zaman olmaz. Ağaç yaş ki ne gelir? Efendim, sonraymışım, dünya bir işi kazansın, dünya bir işi kazanacak ama, dünya bir işleri kazanırken ne olacak? Bak birçok son hadise, çok gençte vefat etti.
Cenâb-ı Hak son nefesi mesûl bırakıyor, her an, her mü’min hazırlık hâlinde olacak. Zira yarın diyenler helâk oldu. Yarın var mısın, yok musun? Tabi bu sahâbî, bu âyetler indiği zaman, infak âyetlerinin bir seferber hâlinde oldular. Yine, Adil Kutsî olacak. Allah Teâlâ, Adil Cennetini eliyle yarattı. Yani gücüyle, kuvvetiyle yarattı. Çünkü Adil Cennet’e en yüksek bir cennet. İçinde meyvelerini yarattı, nehirlerini akıttı.
Sonra ona nazar edip, konuş dedi. Yani Allah’ı zikretmeyen, Allah’ı tanımayan hiçbir insanın gafilden, cinnin gafilden başka yok. Konuş dedi. O da, قَدْ اَفْلَى الْمُؤْمِنِ مُمْمِلَّا فَلَٓا حَيَرَةٍ buyuruyor. Ne ihsan var, bu da 194 yerde geçiyor. وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَعَكُمْ Nereye gitsin Allah sizinle beraberdir. Yani ilâhî kameranın altında olduğumuzu hiçbir zaman unutmayacak kul.
Bak kalp o kıvâma geliyor, o zihinle o kıvâma gelmez. Bu kalbin bir sanatıdır. Tefekkür. Cenâb-ı Hak bu dünyayı bir ibretler âlemi. İlâhî azamet, ilâhî kudret akışları, ilâhî nakışlar. İnsan tefekküre ilim veriyor Cenâb-ı Hak. Basit ilimler. Allah’ı bulmanın yanında basit ilimler. Matematikti, coğrafyaydı, kimyadı, fizikti vs. her sayı bildiğin kadar. Cenâb-ı Hak diğer mahlûkâda vermiyor bunları. Çünkü kul buradaki ilâhî azamet tecellîine bakacak. Bir dünyayı düşünerek coğrafyayı okuyor, içi ateş dolu muhâma. Velhâsıl devamlı bir Cenâb-ı Hak bir tayyapkus hâlinde olmamız. Daima cehennem daha sıcakta. Güneş bir ateş topu. Velhâsıl fazla olsa eksik olsa ne olur? Yani kul devamlı bir tefekkür hâlinde olacak. 137 yerde bu kevnî âyetler, yalıştırdıklarında âyetler bir tefekkür hâlinde olacak. Kur’ân-ı Kerîm’in kavli âyetlerini Cenâb-ı Hak bu kâinatta bize fiilen çoğunu bildiriyor.
Kul, kalpte mesafe katılacak, şeytânî vitrinlerden, gözünü ve kalbini koruyacak, daimî râhmânî vitrinler, yani ilâhî azamet, ilâhî kudret akışlarını seyredip tefekkürü derinleştirecek. Şu içli suya bakın derinleşecek. Ya Cenâb-ı Hak gökten tuzlu indirse ne yapardınız? buyuruyor. Aş, iki oğul. Biri hidrojen, biri oksijen. Biri yanıncı, bir cihâk. Serbest olsa ne olurdu? Cenâb-ı Hak bütün mahlûklar, her şeyin altında bir cihâk.
Ne olurdu? Cenâb-ı Hak bütün mahlûkat bu suyla devam ediyor. Onun için Cenâb-ı Hak, ey îmân edenler, bu 89 yeryada Kur’ân-ı Kerîm’de, Cenâb-ı Hak hâlık, kullarına hitap ediyor. Kulluğun kurtuluşunu istiyor. O kul, ilâhî ben kurtulmak istemiyorum derse o zaman yapacak bir şey yok. Takvâ, 254 yerdeki. Takvâ nedir? Allah’ın sana verdiği. Rûhânî istîdatları inkişaf ettireceksin. Nefsânî arzuları bertaraf edeceksin. İlâhî kameranın, ilâhî müşahidenin altında olduğu kalpte şuur ve idrak hâlinde olacak. Bu da takvâ olmuş oluyor. Cenâb-ı Hak, fettûkullâh buyuruyor. Eğer siz takvâ sahibi olursanız, yuhâlim-i hûkûnî. Allah sizi öğretiyor. Hak ve bâtıl size ayağın oluyor ve bir merhale almanıza sebep oluyor. Velhâsıl takvâ neticesinde Cenâb-ı Hak kim üstündür?
Kim üstündür? Âmet mi Mehmet mi yahut hangi ırk üstündür? Cenâb-ı Hak, اِنَّ اَكْرَمَكُمْ اِنَّ اللّٰهَ اَتْقَاكُمْ buyuruyor. Takvâ neticesinde mü’minler de, sizin Allah yanında en kıymetliniz takvâ sahibi olursunuz. Demek ki inşaallah bu Ramazân-ı Şerîf’te bu bir takvâ mevsimine girmiş oluyoruz. İşte takvâ neticesinde neler olacak insan rûhunda? Duygulu bir vicdan olacak.
Cenâb-ı Hak en çok Rahman ve Rahîm esmasını tebliğ ediyor. Demek ki âm ve şâmil merhamet. Bütün mahlûkata karşı İslâm’ın o güzelliğini neşredebilmek, İslâm’ın merhametini tivzi edebilmek. Rasûlullah Efendimiz bir dirhem, yüz bin dirhemi geçti buyuruyor. Her şey gönlüne göre Allah için bir gayretin içinde olabilmesi. Demek ki birine duygulu bir vicdan.
Vicdan nedir? Kendi kendini bulabilmek. Bir insan şahsiyetine kavuşabilmek vicdan. Vicdan, insana ait bir keyfinet. Diğer mahlûkat da var, yok. Ancak yavru büyüyene kadar var, o kadar. Fakat insanda son nefese dahî bir merhamet olacak ki, Allah’ın merhametinden kalp bir tecellî alacak. O merhametle yaşayacak.
İkincisi, şuurda berraklık. وَمَا كُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُ اِلَيْهِ اِلَّا يِقَمَرَنَا عَلَيْهِ اِلَّا يَعْبَدُونَ İlahi kameranın altında olduğu, kul da idrak hâlinde olacak. Ferâsiyet sahibi olacak, ince düşünüşü olacak. Zarif bir insan olacak, zarif bir mü’min olacak, mü’mine olacak. Üçüncüsü, بَيْنَ الْحَوْفُ وَالْرَجَاءَ Muhafakiyetler karşısında şımarmayacak.
Yâ Rabbi! Sen lûtfettin!” diyecek. Zor zamanla ümitsizliğe düşmeyecek. Dâimâ her hâlde, ahvâlde, esas hayatın, âhiret hayatı olduğunun idrâki içinde yaşayacak. İşte gerçek tahsil, Cenâb-ı Hakk’ın arzu ettiği tahsil, takvâ tahsilidir. İşte Evliyâullah Azimâmefidhî Hazretleri, diğer bütün Evliyâullah, derecesi Sami Efranci Hazretleri vs. Bunların hepsine baktığınız zaman, bunlar hangi tahsildi oldu? Takvâ tahsilinde oldu. Takvâ tahsil olunca, o tahsil bütün tahsilleri içine alır. Bütün düğümü tahsil içine alır, kulu derin bir tefekküre götürür. Mârifetullah’tan bir nasip gelir. Yani kâinat, hikmet, ibret ve sırlara kul âşinâ olmaya başlar.
Evliyâullah’ın farıkbazı, yani kırıntı bilgiler. Bunlar irim değil. Bunu Cenâb-ı Hak bildiriyor zaten. Hikmetlerini bildiriyor. Gerçek ilim, kulu Cenâb-ı Hakk’a götüren ilimdir. O da mârifetullah’tır. Cenâb-ı Hak o hâlde gerçek mü’minler sizinle Allah’tan korkun, arzuna düzen bir kardeşliği yaşayacak. Şikâyet yok. Bana bunu yaptı, şunu yaptı, yok. Eğer affolmak istiyorsa, o da Allah için affedecek. Hiçbir evliyâullah da, daha önce peygamberler de gazikin yok. Mekke Fethi bunu en güzel gösteriyor. Mü’minler nasıl bir mü’min olacak? Allah’a anladığı zaman kalpleri titriyecek. Nasıl insan dehşetli bir hâlde göre, bir yangında, mangında vs. bir kalbi titrer. Aman yâ Rabbi!
Zulüm gözleme kalbi titrer. Demek ki bir mü’minin daima kalbi titriyen her gölünün manzarası karşısında ve cilit kulübüyüm kalbi titriyecek. Kalp, periyodik olarak Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacak. İkincisi, Allâh’ın âyetleri okunduğu zaman imanları artar. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’i şifâ ve rahmet ve bir hidayet kitabı olarak gönderir. Üçüncü, değişen şartlar, hayat düz bir çizgi hâlinde geçmiyor.
Mecciziler hâlinde tevekkül ve teslimiyeti artar Cenâb-ı Hak. Ondan sonra zor, namazlar ikam ederler. Bu nasıl ikamlı olacak? Zâhirle bâtın beraber müşterek olacak. Yani zihni, zâhirî bilgilerde. Kur’ân-ı Kerîm’i okuduğunda kıraat var vs. var, kıyam var vs. var, secde var.
Bununla beraber kalbi hayat olacak. Kalbi hayatta, zihni hayatta, âhen içinde olacak namazlar. Cenâb-ı Hak, huşû ile kılarlar buyuruyor mü’minler. Hangi mü’minler? Kurtuluşa eren mü’minler. Sonra kendilerini verdiğimiz şeylerden de infak ederler buyuruyor. İşte bunlar gerçek mü’minlerdir Cenâb-ı Hak buyuruyor. Diğer bir vasıfta mü’min nasıl olacak? Onlar ayaktayken, ayakta dururken, otururken, yanlarında yatarken her vakit Allah’ı zikrederler. Yani neyi görse, göz açık tabi, göz görüyor, Cenâb-ı Hakk’ı hatırlayacak. Gözü kapattığı zaman düşüncesinde Cenâb-ı Hakk’ın verdiği kendi nimetleri hatırlayacak. O göklerde ve yerde ne varsa âhmâde kalır, düşünen bir toplum için buyuruyor. Velhâsıl zikrederler, göklerin yerinden yerinden derinden derine tefekkür ederler.
Şu semâdaki trilyonlarca yıldızlar nasıl bir periyodik hâlde. Her birinin fonksiyonu nedir? Çoğu da belki yüzde doksan dokuzu bilinmiyor. Bir ay, güneş vs. onlar bile bilinen bilinmeyen karşısında çok az. İnsanın göklerin yerinde, yerde Cenâb-ı Hakk’ın nimetler, bütün kâinattaki bütün mahlûk hâlde sofralar hazırlanıyor. Hattâ nebâtahta bile sofralar hazırlanıyor ki, yağmurlar inecek, yağmurlar da duyacak, insanlara hizmet edecek, meyvesinin, sebepsenin, çiçeğini verecek. Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın derler. Nasıl insan bir aynaya baktığı zaman bir bedelini görür. Kâinatta baktığı zaman da ilâhî endam aynası, Cenâb-ı Hakk’ın azamet-i ilâhisi, kudret akışları, ilâhî Cenâb-ı Hakk’ın lütufları, ihsanları tefekkür etmesi lâzım. Demek ki gerçek tâhsil, mârifetullah. Mahrifet, tâhsili, kendini bilmek, Rabbini bilmek. مَنْ عَرَفَ نَفْسَ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّةَ Kendini bilen, Cenâb-ı Hakk’ı bilmeye başlıyor. Yok Cenâb-ı Hak bilmiyorsa kendisini de bilmiyor. Diğer mahlûk, belki de Adâl Cenâb-ı Hak buyuruyor, diğer mahlûkattan bir farkı yok. Rabbimizle dost olabilmek için takvâ zarûrî. Ahiret için varız, dünya için var değiliz işte. Gelen gidiyor bir taraftan. Kurtuluş nerede? مَنْ يُوْدُ الرَّسُولَ فَقَدْ اَتَى اللّٰهِ Kim Allah Rasûlü’ne itaat ederse, Allah’a itaatmiş olur. Kim sevdiğiyle beraberdir. Demek ki bir mü’min nasıl olacak? Yani mü’min nasıl olacak? مَنْ يُوْدُ الرَّسُولَ فَقَدْ اَتَى اللّٰهِ
Allah Rasûlü’ne itaat, Allah’a itaat. Demek ki gölgenin vücuda sadâkati gibi olacak. Gölge nasıl vücuda bir sadâkat hâlindedir? Gölge bir taraftan, sen bir taraftan gidemezsin. Demek ki bir mü’min yüreği de, fiili de, o şekilde bir Rasûlullah Efendimiz’e bir sadâkati içinde olacak. Yani tasavvuf, takvâ, zühd nedir? Kalben safhaya ermemek, zâhiren ve bâtinen, gönül âlemine sahip olacaktır.
Safhaya ermemek, zâhiren ve bâtinen gönül âlemine, Peygamber Efendimiz’in benzemek gayretidir. Yani o nasıl olacak? Ona tâbî olmakla olur. Tâbî olmadan olmaz. Yani tasavvuf, Allah Rasûlü’nün kalbe hayatını kalbimize nakşedebilmenin eğitimidir. Hayatın baştan sona aynı Peygamberler yaşadığı gibi rûhânî bir iğtidâr yüzüne yaşayabilmek, ziyaretle o beşeriyeti rehber ve âlemler rahmet olarak gönderildi.
Yine düşüneceğiz. Bir zorlukla karşılaştık. Zulme uğradık Allah korusun. Düşüneceğiz yani Efendimiz yeri geldi, bir insanın başından geçebilecek en ağır imtihanlardan geçti. Lâkin tevekkül ve teslimiyetini bozmadı. Arkadan felâh geliyor, kurtuluş. اِنَّمَا الْعُسْرِيُسْنَا اِنَّمَا الْعُسْرِيُسْنَا… Yeri geldi taşlandı. Kendisi bu zulmü revâ görenler beddua etmedi. Bile ki nesillerinden İslâm’a hâdim neferler çıkması için Rabbine ilticâ etti.
Yeri geldi, bir çile çemberinden geçirildi. Fakat sabır ve şükürle zirve bir örnek oldu. Yani yeri geldi, Putperest kavmi tavanından en ağır hakaretle zulme mâruz kaldı. Fakat o davasından aslâ vazgeçmiyordu. Daima Rabbine sığındı ve Rabbine teslim oldu. Kendisi üstüne namaz kılarken deve içken birisi atıldı. Hattâ kaldıramadı kendini. Belki doksan kilo, seksen kilo bir deve içken birisi atıldı. Hiçbir zaman kibirlenmedi. Cenâb-ı Hakk’ın âlemleri rahmet olarak gönderdi. Cenâb-ı Hakk’ın en büyük dostu. İnsanların zirvesinde, bütün mahlûklerin zirvesinde. Fakat hiçbir zaman da kibirlenmedi. Hayatın hiçbir anında ben olmadı. Bilekânsız daima tevâzunun zirvesinde yaşadı. Daima sen yâ Rabbi, sen yâ Rabbi, sen yâ Rabbi! Senin lûtfundur, ihsanın da ikramındır dedi.
Kalb âlemi Efendimiz’in bütün mahlûkâtı pamuktan daha yumuşaktı. Bir merhamet ummanıydı. Bedir Harbinden dönerken esirleri zaman zaman Müslümanlar develerinden indiler. Bunlar da bizim insantlık, eşimizdir dediler. Onları develerine bindirdiler. Onlar İslâm’ın güzelliğini, o şekilde fiiler naklediler. Yine Efendimiz buyuruyor, ben her bir ümine kendi nefsinden tanımamışım.
Yani bir babanın, evlâdının sevmesinden daha yakınım. Bir ikimiz ölürken mal bırakırsa, o mal yakınlarına ait mi? Miras. Fakat borç ve yetimler bırakırsa, o borç bana ait mi? Yetimlere bakmak da benim vazifemdir. Demek ki Efendimiz’e benzemek isteyen bir insan, yukarıda sahip bir masumda, bir de bu vasfı, daima kendisine yetimleri, borçları, garipleri, kimsesleri, yalnızları kendisine bakar.
Yetimleri, borçları, garipleri, kimsesleri, yalnızları kendisine zimmetli olarak bilecek. Allah bana verdi, ona vermedi, o bana zimmetli. Bu da Ramazan’ın şeyden bir ayrı güzel bir ihyâsı. Efendimiz ne kadar bir gücünü harcardı? Yine Hazret-i Ali buyuruyor, Bedir de diyor, savaş da öyle bir şiddet hâle geldik diyor. Hazret-i Ali en güçlü olduğu hâlde, peygamberin arkasına bazen sığınıyorduk diyor.
O hepimizde en cesuruydu, düşman safında en yakın o bulunurdu buyuruyor. Beşerî hayatta da incelik, zerafet, tabiatı, asli hâlinde. Meselâ bir tükürük geçti, oradan geçmedi. Yüzü kızardı Efendimiz, utandı. Yani bir müslüman, bir îmân eden bir kimse nasıl o insanların geçtiği yer, onların iğrendirici bir hâl yapar diye. O tükürük geçti, efendim yüzü kıpkırmızı oldu. Utandı bir müslüman böyle yapmışsında. Hemen sahibi o tükrüğün üstünü kapattı, ondan sonra yere yerine geldi ve devam etti. Yani tasavvufun gayesi, gönül âlemini bu şekilde selîm hâle getirebilmektir. Yani Rasûlullah Efendimiz’in gönül ikliminden hissedâr olunan gayreti içinde olabilmektir. Yani gönül muhabbetullah, mârifetullah merhaleler kat edecek, bu kavamla ulaşacak. En mühim şikâyeti unutma sen adına. Şikâyet yok. Cenâb-ı Hak şikâyet istemiyor. Kaderdir, ilâhî azamettir. Ya terfîdir veyahut tövbeye vesîledir. Velhâsıl kul daima şikâyetçi olmayacak. Hep evlâla baktığınız zaman evlâla toplumdan bir şikâyet, yelengiden şikâyet yok.
Hattâ şikâyet yok da tersine gel diyorlar, dergâha çağırıyorlar, davet ediyorlar. Velhâsıl ilim, bu dün liyârufun Allâh’a yaklaşmaya vesîle olacak. Takvâ bu. İlim de bu. Bu Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmaya vesîle olacak. Daima ilim, kulun Rabbini yâd etmesine sebep olacak. Hiçbir zaman onu unutmamasına vesîle olacak. İlim, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz lûtfunun sayısız nîmetlerini hatırlamaktır. Velhâsıl o kul ne olacak? Hamd hâlinde olacak. Elhamdülillâh, Rabbil-i âlemîn. Şükür hâlinde olacak. Abdî âcizlik için, kendisine verilen bütün nîmetleri lûtfeden Cenâb-ı Hak. Onun için bir âciziyet ince olacak. Ya Rabbi! Daima Sen diyecek. Yani kul, bu dünya bir arz-ı endam, mal, mülk vs. gösteriş, şubu, sukses, konfor, bunlar için gelmedi. Ne olarak geldi? Arz-ı hâl hâlinde geldi.
Yani dünyayı âcizliğinin idrâki içinde mahfiyete bürünerek dolaşacak. Gördüğü her menzara kadar, aman yâ Rabbi! Sen diyecek. Kul olduğunu unutmayacak. Onun için âyette Cenâb-ı Hak, hiç bilenlerle bilmeyenlerle bir olur mu? buyuruyor. Esas bilinenler bunlar. Tabi bütün şerîati yaşayacak. Bunun yanında hangi vasıflar olacak? Birincisi, Sâcıdan kâinmen buyururuz. Seherlerde uyanak olacak.
Vel-Mustâfirinem il-Esâr. Ahiret endişesi olunca, Yahsûl-i âhiret. Peygamberler bile ahiret endişesi içindeydi. Onlar da emr-i bilmâfı da nehy-i âcîm-i mükeller, onlar da endişesi içindeydi. Onun için Efendimiz üç sefer bedâdü tebliğ ettin mi dedi. Duymayan, etmeyen var mı dedi. Aman dedi, bilenler bilmeyenler öğretsin dedi. Yani kâinat sayfalarını çevirmeyi öğrenmek, âhiret endişesi. Eğer kâinat kitabını, kâinat sayfalarını çevirmeyi öğrenebilirsek ne mutlu bize? Her şey fânî, fânî, fânî, unutma, bâki, yanı, Cenâb-ı Hak. Üçüncüsü, ilâhî rahmet dileyenler Cenâb-ı Hak’tan. Kul daima bir âcid için dua edecek. Peygamber bile zalemnâ diyor. Ya Rabbi diyor, ben kendime zulmettim diyor.
Düşünmek icap ederse, meccânen hiçbir bedel ödemem, mü’min olup dünyaya geldik. Hedef, mü’min olarak can verebilmek. Cenâb-ı Hak ne buyuruyor? Ey îmân edenler! Allah’tan ona yakışır şekilde, ona yakışır şekilde korkun, ancak Müslümanlar olarak can verin. Sakın hâl başka türlü ölmeyin. Ancak Müslüman olarak can verin buyuruyor. Demek ki bütün şu dünyadaki gayret, dünya malı mükvesi, şu Allah’ın adı, Allah’ın adı,
bütün şu dünyadaki gayret, dünya malı mükvesi, şu Allah’ın verdiği kadar razı olacak, dünya ve şartlarda bütün endişe Müslüman olarak can verebilmek. Bütün sermayem, hiçlik. Sıfır sermayeden gelir. Her şey Rabbimiz’e ait, nefsâli arzularımızı bertaf edebildiğimiz ölçüde hiçliğimizi idrâk etmiş oluruz. Hiçliği idrâk eden bir kul ne hâlde o, daima hamd hâlinde olacak.
Bak Cenâb-ı Hak bize her rekatla Fâtiha tekerlerinde ilk elhamdülillâhü ve sellem, bir Cenâb-ı Hakk’a senâ hâlinde olacak. Aman yâ Rabbi diyecek. Azam-ı İtiyâ’yla Kalsın’a kendisine verdiği ikramlar karşısında. Daha bir senâ hâlinde yaşayacak. Şükür hâlinde yaşayacak. Şükür hâlinde yaşayan nedir? Allah’ın verdiği nîmetleri, yaratılış gayesini kullanabilmek. Cenâb-ı Hak insan sûresinde şüphesiz bir şüphesiz, biz ona yani insana doğru yolu gösterdik buyuruyor.
Şu kâinattaki ilâhî muazzam manzaralarla, yaratılıştaki hikmetlerle, peygamberlerin irşadlarıyla, gelen hitaplar ve suuflarla biz doğru yolu gösterdik buyuruyor. İster diyor, şükredici olsun, isterse nankör olsun buyuruyor. Allah korusun, nankerlik çok filî. Onun için bize ne elâ, dinin şükrü lâzım.
Ya susacaksın, ya hayır söyleyeceksin. Sustuğumuz zaman tefekkürümüz artacak. Fahrikânî’de Efendimiz’in şükrü tefekkürü. Gözün şükrü, gözünün haramlardan şeytânî vitrinlere korunacak. Gözümüzün istikâmini rûhânî vitrinlere çevirecek. Aman yâ Rabbi! diyecek kul. Bir hayvana bakacak, herbine ayrarî bir istîdat, ayrı bir fıtrat özelliği bütün mahlûkatı. Aman yâ Rabbi! diyecek.
Gözün şükrü, kulağın şükrü, dedikodu, gıybet, tecessüs, nemîme, kulağı dinlemeyecek. Oradan hızlı geçecek. Kur’ân-ı Kerîm, sohbetler, ezanın faydalı tilâvetlerle Kur’ân-ı Sedâ’dan tefkileyecek. Hâlin şükrü. Meselâ öyle bir teslimiyet ki, o teslimiyet de İsmail a.s. Peygamber oldu.
İsmail a.s. Peygamber oldu. Sulbünler, Rasûlullah Efendimiz geldi, asırlar sonra. Kâbeyi yapmaya vesîle oldu. Demek ki bunları baktığımız nedir? Hep teslimiyetin getirdiği lûtuflar. Bedenin şükrü. Allah sana bu güç ver, bunu soracak, nerede harcadın diye. Rasûlullah Efendimiz, Ravza’ya taş taşıyordu. Efendimiz, taşırız dedi.
Sağdı. Yok dedi, siz taşıyın ahmet dedi. Benim de sizden daha fazla ihtiyacım vardı Allah’ın rahmetine.” buyurdu. Kalbin şükrü, verdiği nîmetleri kul daima tefekkür edin. Rasûlü ile zikir hâlini Cenâb-ı Hakk unutmayacak. Nîmetlerimi sayamazsınız, buyuruyor. Ondan sonra, اَلَّذِي وَنُحْمُ فِي الصَّلَاتِيمْ حَاشُونَ En zor tarafa geldik.
Namaz, Mekke Devri’nin sonunda hicreti bir buçuk sene kala namaz farz oldu. Yukarıda farz oldu. Semâ’da farz oldu. Mîraç’ta farz oldu. Ve Cebrâil de arada yoktu. Her ay Cebrâil’le namaz Cebrâilsiz geliyordu. Onun için namaz çok mühim ki, Efendimiz’in mü’minin mürâcedir buyuruyor. Cenâb-ı Hakk’a secde et ve yaklaş buyuruyor. Yine Cenâb-ı Hak kim? Peygamberlerin yanında, Fetih Sûresi sonunda. Orada ibadet kısmında, sen onları secde ederken, rükû ederken ve secde ederken görürsün buyuruyor Cenâb-ı Hak. Fakat bu namazda işte Cenâb-ı Hak huşû istiyor. Huşû nedir? Kalbî hassâsiyettir. Tevekkül teslîmiye tarttırır. Cenâb-ı Hak huşû sahibi bir mü’minin sığınak barınağı, kalplâ bir liman hâline gelir.
Böyle bir kul, yüce kudreti sığınmakla ebedî huzûl iklimine girmiş olur. Onun için secde et ve yaklaş. Felâ eren kulun huşû ile namaz kılınca haber veriyor. Tabi bu ibadetlerimizin kabulü çok mühim. İbadet-i kabul nisbetinde mâsibâdan uzaklaşıyoruz. Cenâb-ı Hak bizim rûhânî istîdatlarımızı inkişâf ettiriyor.
Meryem mâdemiz 34 yerde Kur’ân-ı Kerîm’de geçiyor. Cenâb-ı Hak Meryem’e de bir tâlimatı var. Ey Meryem! Rabbine ibadet et! buyuruyor. O şeyde ibadet de geçiyor hep. Mescid-i Aksâ’da. Secdeye kapan buyuruyor. Onun huzûnuna secdeye kapan. Rûkû edenlerle beraber rûkû. Yani o sâlih kimselerin kıldığı namaz gibi, rûkû secdeleri gibi rûkûn-i secdeleri gibi rûkûn-i secdeleri gibi.
Rûkûn-i secdeleri gibi rûkûn-i secdelerimiz olacak. Yine bunun da en büyük fârikası, iffetini koruyan Meryem buyuruyor. Yani bedenin kıblesi olurken, neresi bedenin kıblesi? Kâbeye dönüyorsun, başka yere dönmüyorsun. Fakat nasıl orada bir titizlik ve bir fardır kıbleye dönmek? Demek ki kalbin de Cenâb-ı Hak’la beraber olması. Secde et ve yaklaş. Cenâb-ı Hak Efendimiz’e öyle bir muhabbet verdi ki namaza, namaz gözümün nurudur buyuruyor. Namazın huşû ile infâ demokrasi toplumunda psikiyatrik bir rahatsızlık yok. Efendimiz’e zamanında psikiyatrik bir rahatsızlık yok. Zekât, sadaka, infâ ibadetine gelen toplumda da sosyolojik bir anarşi yok.
Şimdi bunu Asr-ı Saâd’da görüyoruz, Ömer bin Afz-i Zaman’ı görüyoruz, Osman’ın ilk üç asrını görüyoruz. Efendimiz işte namaz mü’minin mirâcıdır buyuruyor. Abdullah İbn-i Mektûm, âmâ. Gözü görmüyor. Efendimiz müezzin oldu sonra. Efendimiz ona hicrette şey gönderdi. Orada Kur’ân-ı Kerîm’i öğretmesi için midine gönderdi. Öyle kıymetli bir sahâbî, müezzin aynısı. İlk hâli zamanında dedi ki, ”Ya Rasûlullah dedi, benim evim uzak dedi, gözüm âmâ dedi, benim mescide kimse yok dedi, yolda dedi, bana zarar verecek haşarat hayvanlar var dedi, ben evde namaz kılsam olur mu dedi.” Bu çok mühim bir hâdise gözü görenler için.
Efendimiz buyurdu ki, biraz sükût etti. ”Hayyâle salâye, hayyâle el-felâye duyuyor musun dedi, duyuyorum yâ Rasûlullah dedi, o zaman dedi, ne hâl olursa olsun camiye cemaate devam et.” buyurdu. Bizim gözlerimiz görüyor. Ehlâmeen, Bursa’da ezan sesi ulaşmayan bir yerde yok. Hakîkaten bize de düşündürmesi lazım bu Efendimiz’in bu tâlimatı.
Yani namaz mîraçtır, kulun ilâhî huzura davettir, edep ile namaz hazırlanmaktadır. Gençler güzel, pasaklı şekilde hazırlanmamızı Cenâb-ı Hak istemiyor. Bu da Arâf suresi 31. âyetinde, ”Ey âdemoğulları! Her mescide girişinizde, bir de her secde edişinizde güzel elbiseler giyin.” buyuruyor.
Nasıl bir fânînin huzuruna çıkarken dikkat ediyoruz, Cenâb-ı Hak’ın huzurundayız. Biz onu görmüyoruz, O bizi görüyor. Bir hadîs-i şerîfte Rasûlullah Efendimiz, Allâh’ın râzı olduğu üç kişiyi şöyle beyan ediyor. Bunu hem kendimiz yaşamalıyız, hem de evlâtlarının bu hadîs-i şerîfe şumbûne dâil etmeliyiz.
Bir, gece tevcude kalkan kişi. Tabi bu gece tevcude kalkan kişinin, tabi demek ki bu bütün İslâm muhtevâsında yaşıyor demek, yaşamaya gayret için demektir. İki, bir, erkekler için namaz için saf tutan mü’minler. Bu da mü’minler, namazlarını cemaatle ifade etmeye gayret edecek. Üçüncü, düşmanlar için namaz için saf tutan mü’minler.
Namazlarını cemaatle ifade etmeye gayret edecek. Üçüncü, düşmanlar için savaş için saf tutan mü’minler. Geriye çekilmeyecek. Düşmandan korkmayacak, Allâh’tan korkacak. Anne-babaların, evlâtların namaza alıştığı çok mühim. İmâm-ı Mâlik, bana diyor, bir hediye verirdi babam diyor, bir hadîs-i şerîfte belledi. Öyle bir hâle geldim ki diyor, vermese bile diyor, ben diyor, zevk ve ruhânet almaya başladım diyor.
Ahmed-i Mülhâmbel diyor, Bağdat diyor, çok soğuktu diyor. Annem diyor, çarşı varına giyinir, beni sabah namazına kaldırır. Bir de bana su ısıtır, ılık su. Beni ta câminin kapısına kadar götürürdü diyor, ben küçüktüm diyor. Dokuz yaşında hafız oldum diyor. Huzeyfe ayrı. İbrahim aleyhisselâm’ın duası, beni ve soyumu sopumu namaz kalanlardan eyle. Namaz çok zor fakat ecdik çok büyük. Zorluğu nerede? Huşuyla kılabilmekte. Yani yine Cenâb-ı Hak insan anatomisini iskelet yapıp en rahat secde edecek şekilde hareket ediyor. Hiçbir hayvanda bu bir anatomi yok. Kulum bol bol secde etsin. Yine kıyamet günü hiçbir gölgenin bulunmadığı bir zamanda, en zor zamanda,
bunlardan yedi kişiden biri de kalbi mescidlerde asılı olanlar. Yani daima namazlarını mescidde kılmayalım. Tabi mesciden uzak vesâre iş şeyleri, orada cemaatte kılmak. Hatta Said bin Müseyyep var. Bu yedi tane Medîne âlimlerinden biri meşhur. Bu zâtın pişmanlığı nasıl, bizim pişmanlığımız nasıl?
Camiye geldi, bir baktı ki cemaatte namazı kaçırmış, imâm selâm vermiş. O kadar üzüldü ki, اِنَّا لِللَّهُ وَاِنَّا لَيْهِ رَاجُونَ dedi. Bu hâli, tâ diğer mahallelerden duyuldu ızdırabı. Yani bir namazı cemaatsiz kılmak. Tabi burada yalap şalap, namaz kılanları, riyâh gösterişi vesâire. Cenâb-ı Hak, fev’l-i l-il-mussâlim’e yazıklarla sonra namaz kılınır buyuruyor. Allah’ın verdiği bu nimet, bu cennet nimetin ziyân ediyor.
Âişe Vâlidemiz’de Rasûlullah diyor, namaza durduğu zaman diyor, sanki yüreğinden kaynayan bir su duyardık diyor. Bir tanımaz hâle gelirdi diyor. İbrahim –aleyhisselâm- da kendisine yüksek bir takvâ namaz kılması, zorlu namaz kılması için, mâlum, o zaman, ey Rabbim! Benim ve soyumdan gelenler namaz kılanlarla nereye buyuruyor? Müddesir Sûresi, Allah korusun. Evlâdımız namaz kılmıyorsa bunu çok düşmemiz lâzım.
Cenâb-ı Hak bu müddesir Sûresi’nde bu Sakar Cehennemi var. Oraya gidenlere, cennete girenler uzaktan sonra sizin için cehennemlikseniz diyorlar. Bu kadar nimet kadar, dünya bir nimet. Onlar beş şey sayıyorlar. Birincisi, biz diyor namaz kılanlardan değildik diyorlar, hafızan Allah. Cenâb-ı Hakk’a muhafaza buyurdu. İkincisi, merhametsiz diyorlar, fukara yemek yedirmezdik diyorlar.
Menfaat kendine ait. Hotgam. Üçüncü, bâtılı dananlarla beraber. Bugün de maalesef bazı programlar nasıl insanı bâtılı gönderiyor. Birtakım Allah korusun. Lût Kalbinin halkının özellikleri ortaya çıkıyor. Cenâb-ı Hak muhafaza buyurdu. Ve tabi kalp karıyor, ceza gününde yalanla yandan olduk diyor. O hâldeyken ölüm diyor, geldi diyor, bizi tuttu diyor.
Ebû Firas var. Bu, Efendimiz çok hizmet ederdi. Efendim, Ebû Firas dedi, ben herkese mukâbile veriyorum, sana veremedim. Ya Rasûlallah dedi, ben ne olursun dedi, Cennetle seninle beraber olmayın, benim için dua et dedi. Firas dedi, çok zor şey istedi benden dedi. Şimdi Peygamber mevki bütün Peygamberlerin zirvesinde.
Bana yardımcı ol dedi, madem bunu istedin dedi. O zaman bol bol dedi, Allâh’ı seyîd ederek dedi, bana yardımcı ol buyurdu. Bilhassa seherler, vel mustâfirin bil-essâr, istiğfar zamanı. Cenâb-ı Hak kapıları açıyor istiğfâra. Zaten mâlum şimdi, sahur olacak, hemen arkadan sabah eczan olacak. Demek ki,
sonra kalktığımızdan baştan bir tevcud kılalım inşâallah. Virdimiz varsa, virdimizi de yapalım inşâallah. Onun için vel mustâfirin bil-essâr, estağfurullah aleyhi ve sellem, estağfurullah aleyhi ve sellem. Kelime-i tevhidle tekrar ederek îmânımızı yenileyelim. Lâ ilâhe illâh, melekul hakkul biîn. Peygamberlerin selâmlaşma, Peygamberlerin yaklaşma için sarı vas-şerîfe getirelim.
Efendim, ben mukabele ederim.” buyuruyor. Havanın yoş kararında kabir iktiği birine girebilmenin ön hazırında bulunalım. Ben öldüm, işte beni tabuda koydular, yıkadılar, beni omuzlarda, son yolculuğa gönderirler. Artık tüm alâkalarım kesildi. Bu hâlde düşünmek lâzım ki, insan yaptığı hatalara karşı hep istiğfar hâlinde olsun.
Tevhîf edin, üstü merkezini biz sâlih edin. Buyuruyor Yusuf aleyhisselâm. Nasıl vücudumuzda maddî merkezler var? Akarkları, akçâları, akar-ı câmiği de var. Bu şekilde mânevî merkezler de var. Bu mânevî merkezlerine zâkir hâle gelebilmesi. Yani bu mânâda seherler daima rûhânî merkezlerimizi, zikirler tazim etmelerini.
Cenâb-ı Hak buyuruyor, اَلَا بِذِكْ لَا تَطْمِنُوا الْكُلُوبُ Yani seherler, mânevî rızık kazanma zamanları. Mânevî rızık kazanacak, gündüzleri de nefsânî arzulara karşı kalpte bir mukâmmet olacak. Bu şekilde gündüz, geceyi hazırlanacak. Geceyi hazırlayan gündüzler, nefsânî arzulara karşı kalpte bir mukâmmet olacak.
Bu şekilde gündüz, geceyi hazırlanacak. Geceyi hazırlayan gündüz olacak. Gecede seherlere hazırlık olacak. Yani sanki gece, gündüz bir vardıya değiştirecek mânende. Yine bir büyük zat diyor, seherlere diyor, uykuya mahkum edenler diyor, şöyle denize, kayalar üzerinden yağın, bereketli yağmurlar gibidir diyor.
Ona kayalar üzerinden yağar, denize akar, bir fayda vermez. Seherleri kaçıranlar için. Yine Efendimiz buyuruyor, yeniden dirilme günü çok sıcak bir gündür. O gün ferahlanmak için şimdiden oruç tut. Kabir yandığı için gece karanına iki rekat tevcud namazı kıl. Yine diğerleri diyor, gece ibadete kalkmak Allâh’a yakınlıktır.
Bu ibadet, günahlardan alıkoyar, hatalara kefâret olur. Bedenden dertleri giderir. Efendim, orucumuz var. Meselâ Cenâb-ı Hak huzurla bir oruç tutmaya nasip eylesin. Bakın, namazın şeyi yok, terki yok. Ayakta kılamadığın, oturarak kılacaksın. Olmada imâla kılacaksın, illâ kılacaksın eğer bayılmamışsın. Bayılmamışsın. Şimdi oruçtaki farikalar ne olacak? Ramazan, Kur’ân-ı Kerîm ile hemhâl olacağız. Kur’ân-ı Kerîm’in nazî olan başladığı bir ay. Hamd ve şükür talimimize, nîmetlerin kadrini bileceğiz. Bak, yarım bardak suya, yarım bardak ekmeği muhtac olacağız. Cömertlik ve diyargâmla Allah cömert, biz de nasıl bir cömert olacağız?
Merhamet, şefkat, cömertlik, tohumları filizlenecek. Sabır talimli olacak. Nefsân-ı aradan frenlenecek. Bu frenleme irâdesini kalp kazanabilecek. Tenni talimli olacak. Sabır taliminde bir sabır olacak. Tenni hâlinde olacak. Tenni Allah’tandır, acele etse şeytandır buyuruyor.
Mâneviyat talimli olacak. Rûhâniyetin, nefsâniyete, bâki fâniyeye, takvayı fücûre gâlip getirmek için nefse karşı gelişen büyük bir cihâd oruçu. Güzel ahlâk talimi, bilhassa kalbin iştirakiyeti oruçlarda, Allah’la beraberlik şuuru gelişecek.
Yüksek bir takvâ olacak. Bu şekilde ihlâs artacak ve riyâzat da olacak. Demek ki riyâzat da göreceğiz ki, helâllik gıdalar, keraatlere karşı ne kadar bir hassas olacağız. Onlar ki boş ve yaratı seyreden yükseğe verirler. En kıymetli varlığımız zaman. Âhirette de en çok pişman olacak bir kulun, zamanı boşa geçirmesi. Gıybet filân değil, boşa geçirmesi. Boş laflarla geçirmesi ya boşa geçirmesi.
Cenâb-ı Hak, onlar yani o Allah’ın sâlih kulunu, kalplerin ve gözlerinin Allak bloku olduğu bir günden korkarlar buyuruyor kıyamette. Onun için sâlihlerle beraber olmak gayret ediyor. Oradan inke salınacak. Allah’a îmân, Allah’tan korunan sâlihlerle beraber olur. Yani fizik boşluk kabul etmediği gibi gönüllerde boşluk kabul etmez.
İmâm-ı Şahı Fîzîd diyor ki, «Sen nefsini Hak ile meşgul etmezsen, bâtı seni işgâr eder.» Mücaffert Sâdık Hazretleri, «…Baban beni üç şeylere terbiye etti. Bana dedi, oğlum gâfil ve fâsılık arkadaşlarla beraber olma, selâmet olma.» Bugün de en çok problem o. Aynı analardan baban gelen şekâyet. Çocuğunu alıyor oğlunu, kızını. Biri gâfil bir zümrenin içinde kalıyor, felâkete gidiyor.
Demek ki oğlum gâfil ve fâsılık arkadaşlarla beraber olan, selâmetle olmaz. Ünâ işlerine yere girip çıkan, tövbe-i teâlâ da kalır. Birine sahibi olmayanlar pişmanlık duyar. Bu yüzden tabi çok âyet var. Tabi burada her şeye dikkat edilecek. Çok hassas bir nokta var. Hak dostlarından biri ağırlayacağı âmâ bir misafir geldi. O âmâ misafirler oldukça gösterip bir sofra hazırladı. Mükellef bir sofra kurdu. Etrafında bir der ki, «–Efendim?» dediler. «–Gelecek olan misafiriniz âmâ. Peki, niçin bu kadar ihtiyarla gönderip zahmet buyurdunuz o âmâya?» «–O onu ancak önüne konudan alacak. O sizin bu zarif sofrasını görmez ki.» dediler. O ârif saatte dedi ki, muhteşem bir cevap verdi. «–Evet, hazırladığım ikramları o âmâ görmez. Fakat âmânı Rabbî görür mü, görmez mi?» dedi.
Tabi en küçük sevaba, en küçük günaha daha îtinâ göstereceğiz. Zira Cenâb-ı Hak kitap ortaya konmuştur. Suçlar, onda yazılı olanlardan korkmuş olduğunu görürsün kıyamette. Vây hâlimize derler. «–Bu nasıl kitapmış?» derler. Küçük, büyük hiçbir şey bırakmazlığın, yaptıklarımızın hepsi yazılmış.» diyecekler.
Böylece yaptığının karşılığını da bulmuşlardır. Sizin Rabbiniz hiç kimseye zulmetmez. Hergün yaptığının karşılığını bulur. Demek ki muhterem kardeşler, birçok şeyi unuttuk, geçti gitti. Biliyorduk, bilmiyoruz, birçok hatalar var. Bir istiğfar mevsimine giriyoruz. Fakat Cenâb-ı Hak ne istiyor? Sıradan bir istiğfar istemiyor. Tövbe ten nasuhâ buyuruyor âyette. Yani büyük bir pişmanlık, göz yaşı ile bir nedametle bir pişmanlık. Bir de o yapılan cürme yaklaşmamak. Onun için Efendimiz hiç boşluk istemediği için, Cenâb-ı Hak boşluk istemediği için, Efendimiz de hiç istemezdi. Daima soru sorar. «–Bugün bir yetim başı hoşladınız mı? Bugün bir aşk doyurdunuz mu? Bugün bir Hazret-i Ziyade bulundunuz mu? Bir câziden teslim bulundunuz mu?» Hatta bunu bazen o kadar ince hâlde sorardı ki, mesela sabah namazından sonra sorardı bunu. Bir gün sabah namazından sonra cemaat selâm verdi. «–Bugün dedi, bir oruçlu var mı için?» dedi. «–Şahsiyete bir ibadet ve nâfile bir oruç.» «–Ömer o dedi.» «–Yok değilim dedi, nâfile olayım değilim.» dedi. Ebû Bekir Efendimiz, «–Oruçtum yâ Rasûlâllah!» dedi. İki tane iştemâî soru soruyor. «–İşte bir şey mi?»
Efendimiz, «–Oruçtum yâ Rasûlâllah!» dedi. İki tane iştemâî soru soruyor Efendimiz. «–Bugün diyor, bir aç doyuran var mı?» diyor. Şimdi hava daha karandık, güneş doğmamış. Ömer Radâ’nın diyor ki, biraz itiraz eder gibi, «–Yâ Rasûlâllah!» diyor. Daha gidip de bir fokarayı doyuracak ziyaret için bir daha zaman olmadı diyor. Ebû Bekir Radıyallâh’ın «–Evet yâ Rasûlâllah!» diyor. Ravzaya namaza gelirken, bir aç insan yolun kenarında gördüm. Oğlumla çocuğumla geliyordum. Bir arpey ekmeği vardı. Oğlumun elinden aldım. O aç insana verdim.» Üçüncü soruyor Efendimiz, «–Bugün bir hasta ziyaret edip bulunan var mı?» Yine Ömer Radâ da «–Yâ Rasûlâllah!» diyor. Gün doğmadı diyor. Ebû Bekir Efendimiz «–Evet diyor. Gelirken, Abdurrahman ibn-i Âfîn’e hasta olduğunu duydum, ziyaret ettim. Şifâdim, oradan geliyorum.» diyor.
Efendimiz buyurdu ki, «–Ebû Bekir, sen cennetliksin!» «–Eyvah vah vah!» diyor Hazret-i Ömer. «–Yok diyor. Allah diyor, Ömer’e de rahmet eylesin.» diyor. Yani bunu Efendimiz’in böyle erken vakitinde, demek ki insan daima hedefleyecek. Bugün ben şunlara şunlara dikkat edeceğim. Bilhassa bugün hidâyette şaşıran insanlar var. Hidâyeti bilmeyen insanlar var. Onlara gidip onları inşâallah İslâm’a tebliğ etmek.
Yine bu dedikodu Abdullah Delevî Hazretleri var. Bu bir yerden geçerken hızlı olarak geçiyor. Tarih etmiyor ki, üstad diyor, ne oldu, niye böyle hızlı geçtiniz? Dedi, bir dedikodu ediliyordu. Oradan dedi, zarar gördüm dedi. Üstad dedi, ne dedikodu bulundunuz, ne orada bulundunuz, hemen geçtiniz. Oradan bir esinti geldi.» buyurdu. Efendimiz buyuruyor, hep töhmet olan yerlerde bulunmayın.
Üç türlü insanın Allah’ı göreceği, rûhiyetullâh’a nâil olacağı müjdelenmiştir. Ve en cihazı, saf ve samimî kalpler. Berrak kalpler. اِلَّا مَنَتَ اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ Kalbi selîm olan kalpler. İkincisi, gecenin karanlığında güneşi bulanlar. Yani gecenin karanlığında Allah ile aydınlananlar, Allah ile huzur bulanlar.
Gecenin karanlığında güneşi bulanlar. Seherleri ihya edenler. Üçüncüsü, ölüm ve ölüm ötesini hiç unutmayın. Ömür boyu havf vereceğe, korku ümit hâlinde yaşayanlar. Rasûlullah Efendimiz’in bir duâsı vardır. اَللّٰهُمَّ اَمُوذُ بِكِ مِنْ عَظَابِ الْقَبْرِ عَظَابِ الْنَّارِ Ya Rabbi! Kabir azabından ve ateş azabından sana sanırım.
Hatta Efendimiz buyurdu ki bir kişi vefat ettiği zaman, aman derdi, bu gece onun en zor gecesidir. Onun için Cenâb-ı Hak’a çok istiğfar edin, buyurdu. Efendimiz’in en mühim Ramazân-ı Şerîf’te tabi, tebliğinin ehemmiyeti. Cenâb-ı Hak, Sen Rabbinin yolunu hikmet ve güzel öğütle çağır diyor. Demek ki Müslümanın dili bir rahmet dili olacak, yılan dili olmayacak.
Kavga, dövüşle değil, hikmet ve güzel öğütle çağır diyor. Onlarla en güzel şekilde mücadele et diyor. Yani tebliğ eden yüksek bir idrak sahibiyle kimselere hikmetle tebliğ etmek, Mesnevî’nin, mesela Allah dostunda tebliğ ettiği gibi. Umum insanları nasıl güzel öğütle tebliğ etmek, sert mîzaçları ise, Firavun gibi vs. hemselliğine, kavlen legîna buyuruyor Cenâb-ı Hak.
O şekilde bir yumuşaklıkla başlayıp onların olmamasına mâni olacak. Yine kardeşler, mâlum depremden korkuyoruz. Aman diyorlar çürük evler diyor, vs. doğru bu. Yani Müslümanın işi âsir olma, en sağlam olacak. Virüsten korkuyoruz. Cenâb-ı Hak virüsle imtihan ediyor. Virüs bizi nereye götürecek? Rabbimizden korkmaya. Dilimizden çıkan yanlış sözlerden korkmalıyız. Merhamet ve şefkat fukarası olmaktan korkmalıyız. İslâm şahsiyet ve karakterini tevzî edemekten korkmalıyız. İslâm’ı bize göstermemekten korkmalıyız. Bütün bundan korkmalıyız ki son nefeste, medet-i müjdeye korku ve hüzünden emin olan, لَاَهَ بُعْلَحِمْ وَلَاَهِمْ يَحْشَرُونَ Mü’min, boş sözlerden, facihatlarından işlerinden kendini uzatıyor. En başta iki şey. Birincisi, helâlde gıda, kalpte rûhâniyet olacak. Diğeri ise beraberinde bulunduğu kimse, o sâlih kimse ise olur. Eğer fâsıl kimse ise, Allah korusun, o da fıskâ gider. Kul, her mahlûkâta baktığı zaman Allâh’ın lûtfunu düşünecek. Bir kediye, köpeğe, yılana, akre baktığı zaman, o şekilde ben dünyaya gelebilirdim.
Her gördüğü şey, gönle yansıyacak. Aman yâ Rabbi diyecek. Yumuşak gönüllü olacak. Yeryüzünde tebessüm edecek, sükû olamayacak. Aslâ kalp kırmayacak, kimseden de kırılmayacak, affedici bir kalbe sahibi olacak. Yalnız kendini düşen, hodgân bir insan olmayacak. Kardeşi için kendisinden ferâkat eden Îsâ sahibi olacak. Hazret-i Ömer radiyallâhu anh, geçerken Seleme radiyallâhu anh, Medîne’de yollar dar ki, Güneş’in ferâretinden, kışın soğuğundan kurumak için yollar da, o zaman otomobil falan da yok. Deveyle geçiliyor, şey ile geçiliyor. Bu Seleme yolu kapatmıştı, konuşuyordu arkadaşları. Hazret-i Ömer Halîfe gece gece şöyle, Deynî ile Havîce bir itti. Bak Seleme dedi, mü’minlere zarar vermezdi.
Kenar içeri, kenar içeri konuş dedi. Bir sene sonra Ömer radiyallâhu anh, Seleme dedi, bu sene hacca gidecek misin dedi. Emkân olursa falan der gibi oldu. Gel dedi, 600 dinar verdi. Halîfe, bu nedir dedi. Hani sana bir sopayla laf içeri vurmuştum ya dedi. Onun bedeli olarak dedi, bunu sana veriyorum dedi. Halîfe dedi, ben çoktan unuttum gitti ona dedi. Yok dedi, yok dedi.
Onu unutmadım dedi. Ve en âsıl hakikaten geçmişlerimizde olan yansıtıkları hatırlamak, Cenâb-ı Hak’tan mağfiret dilemek. Yine burada birçok hatalarımız oluyor. Bize karşı yaman hatalar oluyor. Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Cenâb-ı Hak buyuruyor.
Demek ki bir kul kendisinden yapılan birtakım hataları affedecek ki, Cenâb-ı Hakk’ın affına mazhar olacak. Konuşması ne olacak? Nasıl bir mü’minlerin dili olacak? Yani bir yabancı dil için, o kadar masrafları da diyor hocalar. Fakat mânevî dil için de ne şekilde mânevî dilimiz olacak? Cenâb-ı Hak, قَوْلًا كَرِيمًا buyuruyor.
Bilhassa ihtiyar anne-babalara. İkramkâr konuş diyor. İltifatkâr söz söylüyor diyor. قَوْلًا مَيْسُورًا buyuruyor. Birisi geldi, sana bir şey talep etti, hiçbir şey veremedi, hiçbir şey yapamıyorsun. Gönül alıcı diyor, onun rûhânı dinlendiği birkaç söz söylüyor. قَوْلًا مَعْرُوفًا buyuruyor Cenâb-ı Hak. Yani güzel bir söz, tatlı dilde konuş diyor.
Yerinde konuş diyor, uygun bir söz söyle diyor. قَوْلًا لَيْنَا buyuruyor. Yani yumuşak bir sözle başladı diyor. Yani bir mü’minin lisanı nâzık olacak, latif bir dil olacak, aslâ kaba olmayacak. Cenâb-ı Hak zıttan bir misal buyuruyor, zıttından. En kerihsiz merkemlerin sesidir buyuruyor.
İmâm-ı Rabbânî bir îkazı var. Şunu iyi bilin diyor, kalp diyor, Cenâb-ı Hak’ın komşusudur diyor. Kalp Cenâb-ı Hak’ın komşusudur diyor. Yani tecellîler kalbe olur, Cenâb-ı Hak’tan gelen tecellîler. Gerek cemâlî, gerek celâli. Onun mukaddes zâtına kalpten gelen yakın bir şey yok. O hâlde ister mü’min ister âsî olsun, kalbe gelip,
o hâlde ister mü’min ister âsî olsun, kalbe eziyet etmekten sakının buyuruyor. Velhâsıl Gülsün… Yunus Semr’in de ne güzel şey vardır. Gönül, çalımın tahtı. Çalıp Allah. Gönül, Allah’ın tahtı. Çalıp, yani Allah gönülle baktı. İki cihan betbahtı. Kim? Gönül, yıkarısı.
Tabi burada evliya-Allah’ın ayrı ayrı ifadeleri var. Yani nasıl bir mü’min güzel bir kul olacak, hassas olacak, kendisinin zimmetli olduğunu bilecek. Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, siz diyor Ramazân-ı Şerîf’e geliyoruz zaten. Sada kalanınız, zekâtlarınız, infaklarınızı kendisinin İslâm’a adayan mü’minlere verin buyuruyor başta. Onların bir kısmı, hâlini gizler diyor. Onlar teâfîk, iffet sahibidir diyor. Herkes de onu zengin zanneder diyor. Fakat onu iffet sahibiyle isteyemez diyor, mahrumdur o diyor. Orada bir hassas nokta var âyette. Cenâb-ı Hak, sen onu da sîmâlarından tanırsın buyuruyor. Demek ki mü’minin kalbi şeffaf olacak, kristal gibi olacak. Karşısındaki hâle ona aksiyecek, inikâs edecek.
Yani mü’min daima bir gönlü, çok muhteşem bir gönül olacak. Hiçbir zaman Allah korusun, ibadullâh’ı istikkâr olmayacak. وَاَيْلُ لُكُلَّ هُمَزَةٌ لُمَزَةٌ Her insanın nazırda kalbinin rengine göre değişir. Kimi rahmetle bakar, duala bak, kimi de hasetle bakar. O da istediğimiz bir nazardır. Tabi burada yine Hazret-i Âişe Vâlidem’in güzel bir şeyi var.
Biz diyor, Rasûlullah’ın aile-i efrâdı Medîne’ye geldiğimiz günden beri, üç gün arka arka buğday ekmeği ile kanını doyurmadık. Birleştirecek doyurduk, çok da nimetler geliriz diyor. Fakat Allah Rasûlü diyor. Yani dünyevî lezîde bir tarafı atardı diyor. Bir mü’minin derdinden halâs etmek onun için en büyük nimetti diyor. Yani Allah Rasûlü’nü yedirmekle doyardı. İşte bizim medyadiyedir, bizim İslâm medenisidir.
Daima bütün toplumlar, İslâm coğrafi toplumlar, hepsi bir hizmette de olmuştur. Herkes bir hizmet aramıştır. Sultanlar bile, padişahın hanıları bile öyle bir yetiştiler ki pırlanta, gümüş yüzük, tek taş filmemle hiçbir zaman düşünmediler. Onun câmileri, çeşfeleri vs. bize bıraktığı mîrat ve eserler de onların sadaka-i cârisidir.
Yani rahmet mala yansıyacak ve olanın bir teşekkür edâsı içinde olmalıdır buyuruyor. Verirken sevinerek verecek. Yat yardım etti, taş taşıdı vs. bir câmi yapılır gitti, taş taşıdı ona. Yani bunu sevinerek yapacak. Para verdi bu fakire, bir gıda verdi. Çünkü alanın nasibi dünyevî ihtiyacının gidermesidir.
Ona veriyorsa o dünyevî ihtiyacını gidiyor. Fakat verenin nasibi ise, uhrevi sonsuz Cenâb-ı Hakk’ın lûtufları olacak, ilâhî rıza olacak. Bunun ivatsız, garetsiz hasbeti için verebilmesi, riyadan uzak. Böyle olunca veren, alandan daha kârlı duruma geliyor. Onun için de muhatabaların bir teşekkür edâsı içinde.
Baktım eskiler, babalar, eserler dedeler, büyüklerimiz, daha bir zarfın içine koyarlardı, bir nezâkette verirler, terslerimizin içinde. Kabul ettiğiniz için, hediye ve teşekkür edersiniz diye yazarlardı. Acımak ve affetmek, kalbin tekâmini bir ifadesidir. Günün içinde ısıtmamak nasıl imkansızsa, güçlü ruhlar içinde, evliyâullah için de öyle. Onun için çok mühim.
Onun için hizmet, minhâsıl Bahâüddîn Nakşibiyânî Hazretlerinde, hasta insanları tedavi ederdi. Ceraatte hayvanları tedavi ederdi. Yolları temizlerdi. Bu nedir? Hâlık’ın adı, mahlûkâta bakış tarhanıdır, bir tecellisidir. Onun için çok mühim.
Toprağına merhamet tohumu serpilmeyen ülkeler, gerçek mâtem ülkeleridir. Bugün küresel güçler gerçekten bir mâtem ülkesidir. Ne yapıyor? İşte bir yerde bitiyor, öbürünün toprağına, öbürünün petrolüne, öbürünün şehrine sahip olmaya çalışıyor. Onun için toprağına merhamet tohumu serpilmeyen ülkeler, gerçek bir mâtem ülkeleridir.
Merhameti bilmeyen insan, en büyük hazineyi ve saâdetlerin kapısını açan anahtarı kaybetmiştir. Merhamet, müslümanın kalbini hiç sönmeyen bir ateş gibidir. Müslümanın gayrı müslümiyelerden farkı da esas da budur. Merhamet, insanlığımızın âlemde şahidi olan ve kalbimiz Allah’a yaksana ile, ilâhî bir cevherdir. En çok Rahman-Rahîm geçiyor. Yani merhamet, insanlık cevherini ortaya koymaktır. Kardeşliğin mâşeri vicdandaki yaşanmasıdır. Yani kardeşliğin mâşeri vicdanı, toplum vicdanında yaşanmasıdır. Musa –aleyhisselâm- «–Yâ Rasûlullah! Ben seni nerede bulayım? Nerede ararım?» dedi.
Musa –aleyhisselâm– «–Sen beni Musâde’de, kalbi kırıkların yanında ara buyur. Onun için Ramazan’ın şeyleri, bu hizmette yoksullar, kimsesizler, gelen muhâcirler, bunlar hizmette çok ayrı bir emmîiyet kazanıyor. Tabi bu zekât, çok mühim yani. Zekât vermemek büyük bir çürüm.
Yani en kötü hırsızlık, fakir manı çalmaktır» buyuruyor. Ondan sonra Velizyünü’nü, Lîfruci’n, Hafizûn, onlar iffetlerini korurlar. Toplumun en güçlü ünitesi ailedir. Milletimiz aile yapısının, manevî yapısıyla büyük devlet oldu. Tarih 600. yıllık,
insan etrafını nach Bu Gotta related to GEx Absolutely following this, paraIPeren Fakidden ne Vamos Hq Isan birனَ Bu Since past 어�EMB Connect the next
Tarih altı, üç sene devam ediyor, hiçbir devlet yok Osmanlı’dan başka. Ertuğrul Gazi’nin Osman Gazi’nin Kur’ân-ı Kerîm’e tazim başlaması, mukaddes emanetlerini İstanbul’a getirmesi, büyük bir tazim yapması, Kur’ân-ı Kerîm’in huzurda okunması… Bu şekilde toplum, tasavvufun, takvânın zengin rûhânî huzur buldu. Hattı 20 sene devam etti. Dergâhlar, vakıflar toplumun bir ağa gibi ördü. Bugün vazifemiz de bu yapıyı güçlendirmektir. Gönlümüzü bir dergâh hâne getirmektir. Cenâb-ı Hak insanı iffetli olarak yaşamasını ister. İffet, mahlûkâta ait insana ve cinlere ait bir keyfiyettir. Toplumların düzenini, fertlerini iffetli yaşamasına bağladır.
Şöyle çok mühim, Rasûlullah Efendimiz zekât olarak toplanan hayvanlara bir çoban koydu. Bir ziyarete gitti. Ne yapıyor o çoban diye. Bak dedi, çoban yarı çıplak hâlinde. Çoban dedi, kaç gün çalıştın dedi. Çoban anladı. Yâ Rasûlullah! dedi. Hizmetinde kusur mu var dedi. Hayır, hizmetinde kusur yok dedi. Yani senin vazifenin yapmamandan değil. Lâkin ben aramıda yaşayan insanların yalnız kaldıklarında bile
Allâh’ı Teâlâ’yla hayâ eden kişiler olmasını arzu ediyorum, buyurdu. Yalnız kaldığında Allâh’ı Teâlâ’yla hayâ etmeyen kişinin yaptığı işi istemiyorum, buyurdu. Çobanın ücretini verdi, ayırdı orada. Yani iffetli yaşamak, insanlığın şânındandır. Erkek de kadın da fazilet imzali olacak. Maalesef önümüzde kadın bir vitrin malzemesi olarak kullanıyor. Cenâb-ı Hak kadının bir fazilet imzali olmasını, toplumun temeli olan ailesinin umûnû olmasını istiyor.
Ahlâk ve nâmus, bütün ahlâk fazîletlerinin can damarıdır. Efendimiz de misal şöyle dua talim ediyor. Allah’ım sana hidayet, takvâ, iffet, iffet ve gönül zengini isterim, buyuruyor. Demek ki iffet de çok mühim. Fakat maalesef işte günümüzdeki durumunu görüyoruz. Boşanmalar artıyor, vs. oluyor.
Hayâ-i imandandır, bu hadîs-i şerîf maalesef yaşanmıyor. Vahyin ışığında yaşandığı kimse Allah dostu olur. Nefsinin arzuları doğdurulur, kulun arzuları da, şeytan arkadaşı olur. Cenâb-ı Hak, Cebrâil geldi, üç tane husûyet verdi. Birisi ilim verdi, bu kalbe yerleşti. Bu ilim kul olacak, mârifat ondan nasîb alacak. Akıl verdi, akıl beyneye yerleşti. Akıl kalbin durumuna göre vasiyet alır.
Ya takvâ, yâd-ı fucûr’a yöneler. Üçüncüsü iffet, burada diğer bir mahlûkatta yok, burada göze yerleşti. Ondan sonra gelen âyet, yine onlar, o mü’minler, emanetleri ve âhidleri rivâyet ederler. Demek ki mü’min, el-emîn, el-sâdık olacak. Efendimiz’i bile bazen daha evvelden, yani câhiliye devrinde bile Efendimiz’le bahsettikçe, el-emîn, el-sâdık geldi, en iffetli insan geldi buyrulardı. Cenâb-ı Hak, Allah’tan korkun, beraber olun buyruluyor. Emanet olmayanın îmânı yoktur, âhidleri rivâyet etmeliğin dîni yoktur buyruluyor. Bu da da çok sert. Yine Mâhid-i Asr’ın 119. âyetinde, bu sâdıkların sadâkatini faydaya verecek gündür. Ne günü? Kıyamet günü. Demek ki bir mü’min eğilmeyecek, bükülmeyecek, daima dümdüz olacak.
Şurada deşikette bir manzara. Ebû Sufyan, düşman orduları kumandanıydı o zaman. Hazret-i Ömer de İslâm ordularındaydı. Eskiden bunlar arkadaştı. Fakat öyle bir hâl oldu ki, Rasûlullah vefat etti diye bir şâhiyâ yayıldı. Bu sefer Ebû Sufyan, Ömer’e radiyan-ı sezten uzaktan,
Ömer de, ben kendi avararımdan çok sana îtimâat ederim dedi. Muhammed sâmadır değil midir dedi. Yani bu çok büyük, düşmanla kılıç kılıca gelen kimse, burada Ömer ben sana îtimâat ederim diyor. Yani müslüman daima el-Emin olacak, es-sâdık olacak. Ondan sonra bunlar gerçek varislerdir bu.
Namazlarını yuhâfizliğe muhafaza ederler. Baştan huşû ile kılarlar, son maddede yuhâfizliğe namazlarını muhafaza ederler. Demek ki namazı zâhirle, bâtınlığıyla yine dikkat edilecek, yine namaz zamanı geçirilmeyecek, namaz zamanında kılınacak. İşte bunlar varis olacaklardır. Nereye? Firdevs Cennetlerine varis olacak buyuruyor. Ondan sonra Cenâb-ı Hak insan yarı dışına geçiyor. İnsan bu sayılan maddî mânî ve sıfatların mücehhez olacak. Ondan sonra Cenâb-ı Hak bir tefekkür’e davet ediyor. Anlıyoruz, bir insan çomurdan sonra bir çöp bir özden yarattık. İnsan maddede toprak. Topraktan çıkanları bir insan. Topraktan çıkanları yiyen hayvanların etleri, sütlerini içiyor. Madde bu.
Topraktan insan lütfesi meydana geliyor. Aynı toprakta hangi elementler varsa, o elementlerin son nefeste o vefatdan sonra tekrar uçurtan bir şey kalmıyor, elementler olduğu yere dönüyor. Sonra Cenâb-ı Hak fasılları bildiriyor. Bunun bir alâka, mudgâh, çürülü merhalelerden geçmesi, izahlarından geçtiği zaman, çürülü merhalelerden geçmesi, izah kemikler, onların etlerle kaplanması, sonra onu bir yarılışta insan hâline getirdik buyuruyor. Yabuk yatağından en güzel, Allah’ın tebriklerine Cenâb-ı Hak burada sanatını bize bildiriyor. Yani o çirkinlikler, ana rahmindeki, oradan nasıl bir güzel bir insan çıkacak?
Yani halaklığa, halaklığa, halaklığa. Burada bir yarılıştan bir yarılış şey Cenâb-ı Hak geçiyor. Lûtfâ alâka, mudgâh, izâm lüvvî lâhim. Cenâb-ı Hak ondan sonra soruyor, İnfitâ Sûresinde. Ey insan diyor, seni yaratıp, seni düzgün ve dengeli kılan, seni istediği şeyle birleştiren ihsan-ı bol Rabbine kadar seni aldatan nedir diyor. Niye aldanıyorsun diyor. Şu mâzine bak, sıfır yaşındaki durumuna bak.
Nasıl senin bir sîmâ verdi, ilk bir sîmâ birbirine benzemiyor, parmak izi verdi, o da benzemiyor, benâne. Sonra Cenâb-ı Hak bu dünya hayatı, yine Cenâb-ı Hak bir cevap veriyor burada, Tur Sûresinde. Acaba onu herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar, yoksa kendilerini mi yaratıldılar bu kâfirlere için? Sonra Cenâb-ı Hak mutlaka diyor, bunun ardından elbette siz öleceksiniz diyor.
Yani Kavf Sûresinde ibretli âyet var. Ölümsehr hoşluğu gelir de, işte ey insan bu senin öteden beri kaçtığın şeydir ölüm. Sûr-a üfrülür, işte bu geceye vâd eden gündür. İbret sahnesi, dünyaya tek olarak geliş. Saf ve îman berrahliyle tertemiz bir mâsumâni bir hayat. Ölüm bile amelleri ebedî bir yolculuğa istikâmetlenmek. Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin. Sonra diyor Cenâb-ı Hak, size kıyamet günü tekrar dildeceksiniz diyor. Yine kitabını ok, bugün nefsin sana kâfidir deniyor. Unuttuk birçok şey, o zaman karşımızda çıkacak. Velhâsıl Peygamber Efendimiz’in terbiyesinde kemâlâ olmuş büyük münvatsıflara şöyle hülâs edilir. Bir sâdık kulum, bir sâdık kulum, münvatsıflara şöyle ifade edilir.
Lisanında halâvet, yani bir mü’min tatlı dilli olacak. Yılan dili olmayacak, rahmet dili olacak. Ahlâkında letâfet, yani güzellik, incelik sahibi olacak. Daima bir tefekkür derinliği içinde olacak. Hikmetleri âşinâ olmanın gayreti içinde olacak. Sîmâsında beşâretli, yani bir tebessüm sahibi olacak. Daima müjde olan bir alâka ve bir muhabbet gösterecek.
Edâsında zerafetli olacak. Muhammediyatıyla şefkat, merhamet ve sahâbet sergisi ve diğergâma olacak. Özür kabul edişinde de cömertçe affedici olacak. Yani kısacası toplam, mahlûkâta, hâlık-ı nazar ile bakış tarzı kılınacak. Velhâsıl ömrümüzün sınırlı olduğunu unutmayacağız. Ne zaman davet geleceğini bilemiyoruz.
Onun için Efendimiz, yarın diyenler helâk oldu buyuruyor. Hayatımızı sâlih amellerine geçemeziz lüzumun içinde olacağız. Tevbe ve duânın ehemmiyetinin idrak hâlinde olacağız. Sufliye âzıları düşâr olmaktan kendimizi korumaya Cenâb-ı Hakk’a sığınarak gayrette inşâallah. Hazret-i Ali radıyallâh’ın şöyle bir güzel misali var.
Sâlih ve sâdık insanlarla beraber olun. Onlarla oturup kalkın ki onlara karakter ve şahsiyetleri sizlere serâat etsin. İnsanlar hayatta iken sizleri özlesinler. Vefat ettiğinizde sizlere hasret duysunlar. Demek ki ne mutlu, şu gök kuvvete hoş bir sedâ bırakıp âhiret yolucuna çıkanlara.
Allah, Rabbimizin cümlemizde bu âyet-i kerîmelerinin muhtevâsında bir hayat yaşayabilmek, o gibi bir ihsan duygusu içinde olabilmek, irfan sahibi olabilmeyi, Cenâb-ı Hak Ramazân-ı Şerîf’i ihya edebilmeyi, Ramazân-ı Şerîf’ten bol istiğfar ve tövbelerle dert emrini çıkabilmenin gayreti içinde olabilmek.
Ramazân-ı Şerîf’ten bol istiğfar ve tövbelerle dert emrini çıkabilmenin gayreti içinde olabilmek. Fakat tabi kardeşler kul hakkı maalesef o, affın dışında kalıyor. Borçlar affın dışında kalıyor. Mâli borçlarımız varsa o borçları helâlleşmemiz lâzım. Yok borcu olayı ölmüşse, onun yerine sadakalar vermemiz lâzım. Bol bol sadakalar vereceğiz ki, bir de kendi amel-i sâlih’i işleyeceğiz ki, çünkü o bize günahlarını verecek kul hakkı işleyişi için. Bize bol bol amel-i sâlih işleyelim. Şurada Hasan Basâretleri’nin bir güzellikçisi var. Sizden önce yaşayan sahâbî nesli, Kur’ân-ı Kerîm’in, Rabblerinden gelen bir mektup gözüyle bakarlardı. Rabb’in mektubu Kur’ân-ı Kerîm. Geceleri o mektubu okuyup üzerinde düşünürler tefekkür ederlerdi. Gündüzleri ise ondan öğrendiklerini uygularlardı.
Burada yine güzel bir şey var. Efendimiz’in Tirmizi’yi naklediyor. Bak bu gelen Suriyeliler var vs. var, diğer Balkanlar var, Beşâre var. Birçok aynı Osmanlı olduğu gibi memleketimize gelen tahsil görmeye olan insanlar var. Efendimiz buyuruyor ki, bu hizmet için, dünyanın dört bir yeri yanında insanlar gelip dini iyice öğrenmek, ona derinleşmek isteyerekse tâbii olacaklardır. Onlar saygıde gelince kendilerine îtirâ gösterin, daima hayırlı muamele edin. Yine bu nasıl bir müslümanın gayreti olacak Allâh’a yaklaşmak için? Abbas’la da yandan var bu Efendimiz’in amcası. Bunun yedi tane oğlu var. Bu, Sümmele-i Essel’in önüne gömüye zinlayın, verdiğimiz nimetlerden soracaksınız. Allah’ın verdiği bu nimet, ihsâm nimeti, Rasûlullah Efendimiz’e ümmet olmanın nimet, nimetin en büyüğü.
Bunun da bedelini ödemek, îman nimetini. Abbas radiyallâhu aleyhi ve sellem oğullarını Abdullah Tâif’e gönderdi. Vefatı da orada. Übeydullah’ı Medîne’de bıraktı, orada tebliğ etmeye. Fadıl’ı Suriye’ye gönderdi. Mâmet ve Abdurrahman’ı İfrikaya, yani Tunus civarında bir yere gönderdi. Kussem radiyallâhu aleyhi ve sellem Semerkant’a gönderdi. Kabili de oradadır, Semerkant’tadır. Kesirik Kız denilinden, Yenbu denilen eski bir limanı vardı, orada metrundur.
Demek ki bir mü’min de evlâdının derdinde olacak. Ben, Allah’ın merhâsı, bu nimetlere karşı nasıl bir kul olacağım? Yine Mevlânâ Kur’ân-ı Kerîm’e âyet denilme, Hazret-i Peygamber’in hadîs-i şerîflerini okuma denilen evvel, kendini düzelt buyuruyor. Kendini düzelt, ondan sonra Kur’ân-ı Kerîm hadîsini oku. Gül bahçelerindeki güzel kokuları duymuyorsan, kusuru bahçede, gönlünde ve burnunda ara buyruluyor.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak inşâallah arkamızdan hayırlı evlâtlar bırakmak, Ramazân-ı Şerîf’i idrâk etmek, lâyıkıyla yaşamanın gayreti içinde olabilmek… Belki şunu düşünmek, belki ölümleri görüyorsunuz, belki bu sene bizim son Ramazan’ımız olabilir. Onun için inşâallah Efendimiz namazını bir son namazın gibi kıl buyuruyor. Bütün hadiseler de son halimiz gibi.
Cenâb-ı Hak inşâallah, bir Ramazân-ı Şerîf’de güzel bir kulluk ömrünü cümlemize nasîb eder inşâallah.
Duâmla kabul-i nîzîn, Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir