02 Aralık 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=SAEI1SG_q9w.
Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, latîf, mübârek, pâk rûh-u tayyibeleni, ehl-i beytin, ishab-ı kirâmın, enbiyâ-i zâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtının, cümle geçmişlerimizin şehidlerimizin rûh-u şerîflerine, dinimizin, vatanımızın, milletimizin selâmetine,
şehirlerin şerîflerinin muhafazısına, bu niyaz, bu duayla, bir Fâtiha şerîf, üç İhlâs, Allah’ımız’ın.
As-salâmü aleyhi ve sellem. Rehmanirrahim, âlâkümmet, tevhîn, âmâdüheş-seyyid, asrâdâ, musallâhü ve sellem. Lâle-i şmevr, mağdur, mâniyâ, mâhâlin, âmâdüheş-seyyid, bismillahirrahmanirrahim. Tevhîn, âmâdüheş-seyyid, âmâdüheş-seyyid, bismillahirrahmanirrahim. Buğdayla’m kardeşlerimiz, Hucurât Sûresi’nden dört âyet okundu.
Bu dört âyette Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimiz’i hatırlatıyor. Bize en büyük nîmet. İslâm olarak Hâdi Sıfat’ın tecellîsi olarak dünyaya gelmeniz, Cenâb-ı Hakk’ın çok büyük bir lûtfu. 124.000 küsur peygamber arasında en yüce peygamberi, Cenâb-ı Hakk’ın en mûtenâ peygamberi, ümmet olmamız,
o da çok çok ayrı bir nîmet. Ve bunların da bir mukâbili olacak. Cenâb-ı Hak, سُمَّ لَتُسُنَ رَيَوْمِ ذُنْ عَنِ النَّيْمِ Bugün verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız. Îman nimeti, Rasûlullah Efendimiz’e ittiba edebilmek, Rasûlullah Efendimiz’i hâliyle hallenebilmek. اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّدْ
Cenâb-ı Hak nasîb eder inşâallah. Rasûlullah Efendimiz’e öyle coşkun bir muhabbetimiz olur ki, O’na inşâallah o zor günlerde, Cennet’te Cenâb-ı Hak beraber olma imkânı, lûtfuyla, kerîmiyle inşâallah nasîb eder. İlk âyet, Allah ve Rasûlü’nün emirlerine ittiba buyruluyor. Yani, Allah Rasûlü’nün, Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Kerîm muhtevâsı üzerinde bir hayatımız olacak.
Yani Kur’ân-ı Kerîm’le buluşacağız. Sıpkı kıraatiyle değil, hâliyle buluşacağız, tatbikatıyla yaşayacağız, yaşatmak vs. Sünnet seneyle buluşacağız. Rasûlullah Efendimiz’in sünnet zenninden, o nurâi niyetinden, o feyzinden hisseler almaya çalışacağız.
Takdim yok, tehir yok. Cenâb-ı Hak ne emrisse, O’nun ötesine gitmek, arkasından şey yapmak yok. Meselâ biz daha çok sevap kazanalım diye, dört rekat, bir farz almakta, altı rekat kılamayız. Tesbihatta, otuz, otuz, otuz, üç, bunları daha çok sevap, kırk, kırk, kırk diye çekemeyiz. Başka zamanlarda Cenâb-ı Hak çok, hep zikredelim, O ayrı.
Bir kişi, kurbanını erken kesti. Sallâllâh’ı yok dedi, namazdan sonra kesecektin dedi, baştan kes buyurdu. Velhâsıl Allah ve huzûn’e ittibâ. Dünya bir ittibâ âlem. Âdem, Efendimiz’in son insanı, ins ve cin, bu imtihan dergâhına geliyor. Herkes imtihan son nefeste bitiyor.
Kabirde ve kıyamette bir imtihan yok. Dünyâvî hâlimizde devam edeceğiz. Yine Cenâb-ı Hak, Rasûlullah Efendimiz’e kalben iyi bir itina göstermek, Rasûlullah Efendimiz’e yakın olabilmek.
Tabi bu ancak takvâ ile mümkün. İkinci ayette, Allah Rasûlü’ne saygı ve edepte itina göstermek. Bunun bir takvâ alâmeti olduğunu Cenâb-ı Hak bildiriyor. Nur Sûresinin 63. ayetinde, kendi aranızda konuştuğunuz gibi, birbirinizi çağırmayın buyuruyor.
Yani konuşmak da bile bir edep. Tabi bu konuşmak, ki Bekir Efendimiz’le, Ömer arasında bir konuşmaya, biraz ses yükseldi, hemen âyet indi. Yani bu konuşmaya, bir konuşma disiplinine, bir sarı ve hadîs-i şerîfe getirirken, Rasûlullah Efendimiz’e bir hadîs-i şerîften bahsederken,
İmam-ı Mâlîk Hazretleri, bir ziyaretçiye geldi, hemen sorardı ona, hadîsden mi, fıkhdan mı? Fıkhtan da gelsin sorsun. Yok hadîsden ise, bir yüksek bir yere çıkardık, sarık sarardık, koku sürerdi, gelsin şimdi, yumuşak dille Rasûlullah Efendimiz’in bu hadîs-i şerîfini okurlardı. Rasûlullah Efendimiz’e kusur edenler de, Allah’ın bu nîmetini idrâk edemeyen, isterse binlerce kitap okusun, bir sürü mastarı yapsın, doktora yapsın. Eğer Rasûlullah Efendimiz’e hürmetle kusur ediyorsa, maalesef bugün var mesela bir Hazret-i Kerîm’e koymuyor başına. Sallâllâhü aleyhi ve sellem’in kelimesini koymuyor. Cenâb-ı Hak, onlar için câhillerdir bu günler. Aklı ermez kimselerdir buyuruyor. Bir cemaat geldi, Tevhim kabilesinden. Efendimiz’in hâniyesi arkasından seslendi, Muhammed çık diye. Bu çağırmayı Cenâb-ı Hak edebe aykırı buldu.
Onlar câhillerdir buyurdu. Aklı ermeyenler de buyurdu. Rasûlullah Efendimiz’i tanımayanlardır buyurdu. Demek ki bu imtihan dergâhı en mühim, Rasûlullah Efendimiz’i yakından tanıyabilmek. Onu hâliyle hallenebilmek. Dördüncü âyette, fâsıkların getirdiği, hâliyle tanıyabilmek, hâliyle tanıyabilmek, hâliyle tanıyabilmek…
Fâsıkların getirdiği haberlere hemen inanmayıp ihtiyat olmamı söylüyor. Zaten hukukta da bu fâsık bir kimsenin şâdeti kabul edilmez. Zaten bir mü’min edip bu yakışmaz. Bilhassa Allah korusun, yalan, hiç hiç yakışmaz. Efendimiz şu iş yapar, şu günah yapar mı yapabilir. Fakat bir müslüman yalan söyleyemez. Yine Bakara, orada Cenâb-ı Hak buyuruyor, o yalan, onun kalbi hastalığını artırır. Cenâb-ı Hak cümlemizi muhafaza buyursun, evlâtlarımızı muhafaza buyursun. Yani en yakınımız dahi olsa, bir mü’min daima doğru söylüyor, doğru olacak. Yine muhtelif âyetler okunanın dışında, âyetlerde birtakım dikkati çekici mevzular var. Meselâ îmânını sevmek. Elhamdülillah ne güzel mü’minim, Allah’a ne kadar şükredesem azdır. Bunun karşısında küfrü çirkin görmek. Bu, Allah’ın kullarının bir lûtfudur buyruluyor. Yine mü’minler arasında birbirinin düzeltme, arasını düzeltme, arasındaki nifâk fitniyi kaldırmak buyruluyor.
Yine kardeşliği zedeleyen hususlardan bahsediyor âyet-i kerîmde aşağıda. Yani burada da bir topluk, bir topluğu alayı almayacak. Yani bir Allah korusun, ibadullah istekâr edilmeyecek. Cenâb-ı Hak, وَلْكُلُمَذِ تُلْمَذِ يَزِقْلِ عَرْبُهُسُنَا وَلْكُلُمَذِ تُلْمَذِ يَزِقْلِ عَرْبُهُسُنَا diyor. Kaçgöz işareti yapan, küçüklüyen veya alay eden.
Ondan sonra kadınlara geliyor, demek ki bu kadınlarda daha fazla bilemiyorum âyet-i kerîmi, kadınlarla diğer kadınlarla alay etmemesi. İsim takmayacak vs. olacak, alay etmeyecek. Birbirini ayıplayıp, incelediği aşağıca kötü lâkaplarla çağırmayacak. Hep insanlık. Suizanda bulunmayacak. Velâ tecessü su, kusur aramayacak.
Aslâ aslâ gıybet etmeyecek. Allah kadının üstünde ırk veya kavimleri değil, ancak takvâ olduğunu bildiriyor. اِنَّا اَكْلَمَكُمْ مِنْ دَالَّٰيَ اَتْقَٰكُمْ Arabın acemi, aceminin araba üstünlüğü yoktur buyuruyor Rasûlullah Efendimiz. Ancak üstünlük takvâdadır buyuruyor. Selmân-ı Fârisî Arap değildi. Fakat Rasûlullah Efendimiz Selmân bizden değil. Bu, اِنَّا اَكْلَمَكُمْ مِنْ دَالَّٰيَ اَتْقَٰكُمْ Allah indiğinde en keremli tâqvâ sahibindir. Bu halde bir köle indi. Medîne’de bir köle satılıyordu. Köle güçlü kuvvetliydi. Müslüman olmuş bir köleydi. Tabi İslam köleliği kaldırmaya çalışıyor. Efendimiz ganimetlerden gelip, köleleri infak ediyor, kaldırıyor. Sahibi de kaldırıyor.
Bak, harp devam ediyor, kölelikle devam ediyor, harp-i esirle devam ediyor. Böyle bir köle satılıyor. Köle dedi ki Müslüman köle, benim iki tane şartım var dedi. Biri dedi, beni alan kimseye dedi, ben dedi hizmet edeceğim dedi, bütün gücümle dedi. Zaten onun mukâbeyle iki şey talep ediyorum. Bir, Rasûlullah, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’le beraber olacak.
Ezan okunduğu zaman onunla beraber namaz kılacağım. Şeyde kabul etti, alan kimseyi kabul etti. Tabi kaplâra adında cez ve incizap kânunu vardır. Efendimiz köleği göremedi. Bakar, çünkü mahkeme yoktu Efendimiz.
Nerede kölen, Efendimiz dedi. Yar-Rusul hasta dedi, gelecek hâli yok dedi. Bütün Ekâbir-i Hadîd dedi, şimdi köleyi ziyâta gideceğiz dedi. O zaman kadar köle, insandan sayılmazdı. Bir müddet sonra tekrar göremedi, tekrar sordu. Yine o sahibi dedi ki, Efendimiz dedi, sekerat hâlinde, ölüm hâlindedir dedi. Tekrar dedi, köleyi ziyâta gideceğiz dedi. Efendimiz vefat edene kadar yanından ayrılmadı. Tekfine gömülene kadar yanından ayrılmadı. Mekkeliler dediler ki, biz her türlü cefaya katlandık, on üç sene. Medenîliler dediler ki, biz canımızı, manımızı bezlettik, fedâ ettik.
Allah Rasûlü ile bu köleye hepimizden çok itibar gösterdi. Hikmeti nedir? Onun üzerine bu âyeti kerîmeye indi. اَكْرَمَكُمْ اِنْدَ اللّٰهِ اَتْقَٰكُمْ Allah indiğinde en keremliğiniz Takvâ’da. Demek ki burada Takvâ’da neyi gördü en başta? Rasûlullah Efendimiz’e beraber olma, O’nda fânî olma. İşte bu köle, Rasûlullah Efendimiz’in fânî olmuştu.
O’nda namaz kılmak istiyordu, O’nda beraber olmak istiyordu. Allah cümlemize inşâallah ihsân eylesin, ikram eylesin inşâallah. Efendim âyetlere baştan başlarsak, Cenâb-ı Hak, Allah Rasûlü’nün önüne geçmeyin, Allah’tan korkunç bir Allah, işitendir, bilendir buyuruyor. Velhâsıl hayatımızın her safhasını kitap ve sünnete mîzan etmelisiniz. Ticâli hayat, ailevi hayat, evlât yetiştirmemiz vs.
İçlimâî mes’ûliyetlerimiz, emr-i bilmârûh nehy-i alîm-i mü’min kerîmiz… Efendimiz buyuruyor ki, ben başka bir maksatla değil, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gülüm. Efendimiz’in farık vasfı buydu güzel ahlâkta. Rûh ve Rahîm’de. Cenâb-ı Hakk’ın Rûh ve Rahîm esmasının en kâmil mânâda tecellî efendimizdeydi. Yani her mü’min kendi hâlinin Rasûlullah Efendimiz’e bir mîzan edecek. Ben ne kadar yakınım? Allah korusun, nefs-i levvâme’den uzaklaşacak. لَا اُقْسِمْ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ buyuruyor. Kıyamet an doğsun, yemin olsun. Çok zor gün, musibetli gün. Buysen kamperira belâlı bir gün. لَا اُقْسِمْ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ Ondan sonra وَلَا اُقْسِمْ بِيَوْمِ الْنَفْسِ الْلَوَّامَةِ Namaz kılıyor, oruç tutuyor. Bakın, muâmelâtında pek doğru düz yamuk tutuklar var. Sözün de öyle, vs. öyle. Aile hayatı öyle, evlât yetişilmesi öyle. Bunlara, bunlara levvâme, Cenâb-ı Hak, levvâme pişman oluyor ama tekrar yapıyor. Hesaba çekileceksin buyuruyor.
Onun bir üstü, nefs-i mülheme, daha ileri gidiyor mü’min, ibadette, tâhattel, muâmelâtta, muâşerette, vs. de. Orada mülheme oluyor. Doğru yol üzerinde istikâmetleniyor. Cenâb-ı Hak ona bir istikâmet veriyor ama o da tam değil, kâmil mânâda değil. Yine istikâmeti devam edecek. Rüyamda şunu gördüm, bunu gördüm, vs. yok. İstikâmet bu. O, Allah ve Rasûlünün itaat, Allah ve Rasûlünün sırâtı mustakîm, fesekîm kemâ ümürte, o şekilde yolun devam edecek. Ondan da nefs-i mü’min ne olacak? Burada mü’min kâmil oluyor nefs-i mü’min ne de. İtmînân, Cenâb-ı Hakk’a huzuru bulacak. Cenâb-ı Hak ne verdi ki? Akıl verdi, idrak verdi, güç verdi, evlât verdi, mal verdi.
Ne verdiyse, onu Allah yolunda sarf edecek. Dünyada bir imtihanın içinde olduğunun idrak ve şuurunda olacak. Yaptığı işi kâfî görmeyecek. Kendisini ashâb-ı kirâmla mukâyesi edecek. Cenâb-ı Hak, Tevbe Sûresi’nin 100. âyetinde, İslâm’a ilk giren muhâcirler, mekkililer, Ensâr, Medîneliler,
fazilette onlarla beraber olanlar, ancak onlar ne güzel arkadaşlardır, buyuruyor Cenâb-ı Hak. Yani demek ki daima ölçüyü toplumdan almayacağız. Topluma göre ben iyiyim, topluma göre cömertim, topluma göre ben iyiyim. Geç bunları! Biz, Cenâb-ı Hak, kendi her hâlimizi, Rasûlullah Efendimiz’in 23 seninde bebe hayatından misal alacağız.
Ashâb-ı kirâm nasıl tatbik etti? Benim durumu mületir. Bu şekilde mutmainini, itmini alacak, huzur bulacak Cenâb-ı Hak ile. Hayatın değişik şartları olacak. Cenâb-ı Hak imtihanı olarak azaltacak, çoğaltacak, râdiyye, Allah’tan râzı olacak. Çoğalttığı zaman ne şekilde olacak? Efendimiz’e örnek alacak. Azalttığı zaman ne olacak? Efendimiz’e örnek alacak. Merdi Allah da O’ndan râzı olacak. Cennetime gir buyuruyor.
Birçok ticaretler var. Fakat Cenâb-ı Hak, muhtelif âyetler, hep îkâsı, hep irşâd. Nasıl bir ticaret hayatımız olacak? Esrât ticareti nedir? Cenâb-ı Hak, Fâtıf’a ticareten lentebur buyuruyor. Umulur ki kurtulursunuz diyor bu ticarette. Nedir bu ticaretin vasıfı da? Bir, Kur’ân-ı Kerîm’i tilâbet edenler. Okurlar, okuturlar, yaşarlar, yaşatırlar. Kur’ân-ı Kerîm’e güç verirler.
Aynı Rasûlullah Efendimiz’in bir ashâb-ı suffadaki, daha da erkamda güç verdiğine benzer bir şekilde güç verirler. İkinci, namazlarını ikame ederler. Bilhassa erkekle namazı cemaatle kırmak. Hattâ Tâbîn’den, Sâdîn-i Mûseyyib, bir gün Tâbîn-i Âlimlerinden bir gün bir namaza geldi, farz namaza.
İmâm selâm vermişti, çok üzülüyor. اِنَّا لِللَّهُ وَاِنَّا عَلَيْهِ رَاجُونَ dedi. Tâ dedi, Medîne’nin çarsında ses duyuldu. Bir pişmanlık. Demek ki ikinci şart, namazlarını ikame ederler. Üçüncü şart, Allâh’ın verdiği nîmetler. Ne nîmet verdi? Onu açık zaruret varsa, farzlarda olduğu gibi, mümkünse gizli olarak Allâh’ını infak ederler.
Değne ve ticareten lentübur, umulur ki bu ticaret yapana kurtuluştadır. Yani bugün en çok ehemmiyet vereceğimiz, işte ticareten lentübur, Kur’ân-ı Kerîm’e bir revaç vermek, namazlarımızı ikame ederek, fahşâdan, münkerden kendimizi kurtarmak, infak ederek, Cenâb-ı Hakk’ın cömertinden, Efendimiz’e rohbu sıfırından bir nasîb alabilmek. Velhâsıl Cenâb-ı Hak, «Ey îmân eden, seslerinizi Peygamberin seslerine yükseltmeyin!» buyuruyor. Birbirinize çağırdığınız gibi, «Peygamber’i yükseltse çağırmayın!» Yoksa siz farkında var mı, amelleriniz boşa çıkarır gider!» buyuruyor. Efendim şöyle bir kıssa naklediliyor. İmâm-ı Mâlik, Mâlikî Mes’âbî’nin imâmı, Ravza’nın imâmı. Halîfe Ebu Cehâfer Mansur geliyor, birtakım sorular soruyor İmâm-ı Mâlik’e. Biraz da istediği gibi, çap da alamıyor herhâlde, biraz da sesini yükseltiyor orada Ravza’da. İmâm-ı Mâlik, «Yâ Halîfe!» diyor, sesini kıslıyor. «Burada diyor, Rasûlullah’ın huzurundasın diyor.
Senden diyor, çok fazîlede, çok üstün insanlığın Allah’ın iftarıyındı diyor. Bu ayet okuyor.» «Peki diyor, yâ İmâm diyor, burada diyor, Kâz-ı İyaz’da aynen var, Şifâ-i Şerîf’te. Burada diyor, dua ederken diyor, Ravza’ya mı döneyim, Kâbe’ye mi döneyim diyor. Her zaman Kâbe’ye döneyim, yalnız burada diyor, Ravza’ya dön diyor.
Âdem aleyhisselâm’dan son mü’mine kadar herkes O’nun şefaatine muhtaç diyor.» Hep bunlar nedir? Rasûlullah Efendimiz’e, sallâllâhu aleyhi ve sellem, ne büyük bir nimet olduğunu idrâk edebilmek, O’nu yakından talayabilmek. Tabi bu ailemiz, bilhassa evlâtlarımıza, bunu çok iyi Rasûlullah Efendimiz’e anlatmamız lâzım.
Hep şikâyetler geliyor. İşte olmuş öyle oldu, kızım böyle oldu filâ. Televizyon, internet şöyle telkin ediyor, böyle telkin ediyor. Çare ne? Çare, bunu aile yuvasından başlayarak Rasûlullah Efendimiz’e sevdirmek. Okul öncesinde öyle, okul öncesinde sevdirecek yerleri tercih etme. İlk okulda sevdiğimiz yerler, okul öncesinde sevdiğimiz yerler, okul öncesinde sevdiğimiz yerler,
tercih etme. İlk okulda sevdirecek yerleri tercih etme. İmam hatiplerde sevdirecek, İmam hatiplerde Kur’ân suresinde tercih etme. İlâyatı bile hangi hocalar daha çok Rasûlullah Efendimiz’i seviyorsa, Siyer-i Nebî candan anlatıyorsa, o fakültelere evlâtlarımızı gönderebilmek. Yani gönlünün anca Rasûlullah Efendimiz’in sevgisiyle dolucak ki, mukâhmet gösterir biz. Aksi hâdise ne oluyor? Yoga’ya gidiyor. Kendine göre bir kandırmaya çıkıyor. Ben diyor, yoga’ya gidiyorum diyor, yoga da diyor, ben diyor, ferahlıyorum diyor. Hâlbuki yoga, meditasyon, dediği şey nedir? Bu bir bâtıl, Hint dinlerinden yani ölü diri diri yakan, öküzü kutsuyu sayan, vs. o dilin geçtiği birtakım hareketler, fizikî hareketler. Ben diyor, buna rahatlıyorum diyor.
Bedeni evet, insan terliyemekle rahatlıyor. Serhûl, içki içmekle rahatlıyor. Ömür kumar kumar mazı rahatlıyor. Ruhuna bir şey verir mi? Yok. Hakîkati bilmediği için yanlış yollara gidiyor. Velhâsıl bu ana-babalar üzerine bugün çok ağır bir mes’ûretimiz var. Yine Efendimiz buyuruyor, İbrahim, Halilullah, Allah dostu, sıfatı, Halilullah sıfatı. Mûsâ, aleyhisselâm, Safiyyullah, Allâh’ın seçip kulu. Bence ise Allâh’ın bana bir ihsan ve bir kramı olarak Habîbullah, Allâh’ın sevgili kuluyum buyuruyor. Nasıl Allah’ın sevgili kulunu, nasıl ona biz râm olursak, ne kadar Allah da bizi sever. Yani buna uzaktan gören bir dağ misali. Meselâ bir Bursa’yı al, Konya’yı al, Kayseri’yi al.
Uzaktan bir dağ, bir yerde erciyesiz uzaktan baktığımız zaman, sülhiyet olarak görürüz. Fakat yanına yaklaştığımız zaman, dağa yaklaşıyoruz, içindeki ağaçları görürüz, sebze, meyveleri görürüz, içinde uçan kuşları görürüz, akarsuları görürüz vs. Yakından tanırız. Rasûlullah Efendimiz yakından tanır, uzaktan tanımamak. Yakından nasıl tanıyacağız? Gölgenin gövdeye olan sadâkati gibi.
Bu neyle olacak? Takvâlı olacak. İbn-i Abbas, bu Peygamber’i kendi aranızda birbirini çağırır, çağırmayın. Nûr suresi 63. âyeti indiği zaman, İbn-i Abbas, bu âyetle alâka olarak şöyle buyurdu. İnsanlar, Allah Rasûlü’ne, ya Muhammed diyorlardı, ya Ebu’l-Kasım diyorlardı. Fakat diyor, Nûr suresi 63. âyeti indikten sonra ismleri çağırmadılar diyor.
Yani bir, ya Rasûlullah diye iddia ettiler diyor. Kur’ân-ı Kerîm’de de her peygamber, يَعْمُوسَٓا يَعِسَٓا يَحْتَبْهُ مُحَمَّدًا Rasûlullah var isim olarak ama, Ya Muhammed diye bir hitap yok Kur’ân-ı Kerîm’de. Demek ki bunlar nedir hep? Edebe davet. Yine bu Rasûlullah Efendimiz’in huzurunda seslerini kısanlar. Allah Rasûlü’nün hissetinde îtinâ gösterenler, onun izinde gidenler,
onlar, Allâh’ın kalplerinde takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır, Cenâb-ı Hak buyuruyor. Din kardeşler muhabbetle yaşanır. Eğer muhabbet olmazsa din iskelet olur. Din muhabbetle yaşanır. Neticesi âdaptır. Allah Rasûlü’nün edebiyle edeblenmektir. Allah Rasûlü’nün hâlini hallenmektir. Takvâ, hayatımızın her sefasında Allah Rasûlü’yle muhabbetle iptibâ etmemiz, neticesine meydana gelir. Durup durup gelmez. Kitap okuyarak takvâ meydana gelmez. Muhabbetle zirveleşen ömrü, fâni hayatlarından sonra da devam eder Allah dostlarına. Bir yunus devam ediyor, Mevlânâ devam ediyor, Bâdîn-i Akşîmet devam ediyor, Azimâ-i Hüdây’ı devam ediyor. Vüddua, Allah seviyor ve sevdittiriyor, sevdiğini sevdittiriyor. Tabi sevgilinin en büyük şahı da Rasûlullah Efendimiz olacak. Daima kendimizi bir mîzan edeceğiz. Allah Rasûlü’ne sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e olan bizim nezâketimiz, hassâsiyetimiz, yavrumun terkimiz,
sünnet-i seniyye itibâmız, Allah Rasûlü’nün ne kadar yakından tanıyoruz, gönülimiz için bir takvâ imtihanı olduğunun farkında mıyız? Evet, ben çok iyi tanıyorum. Aman bir ömreye gideyim de ferahlıyım vs. Sen ömreyi her zaman yapacaksın. Ömreyi kalbinde yapacaksın. Oraya gitmeyin, çarşıya dalmışsın, Ravza’da, Kâbe’de, dünyaya dalmışsın, konuşmuşsun, fotoğraflar çekmişsin. Olur mu bu? Bir de sahâbî Efendimiz’i yakından tanıdı. Büyük bir muhabbetle, canımı sana fedâ olsun yâ Rasûlallah dedi. Canını fedâ etmedi, bir nîmet bildi. Emret dedi. Çin’e gitti, Semerkant’tan gitti, Kerîf’ten gitti, Afrika’ya girdi. Cenâb-ı Hak bir de âyette yine bu Âdem Ali Sûresi’nin, Âraf Sûresi’nin 26. ayetleriyle, ey insanın size avret yani örtecek giysi, süslenip bir elbise yarattık. Çok mühim bu. Bu ne elbise? Takvâ elbisesi buyuruyor. Ondan sonra gelen âyetle, sana odaların arkasından seslenenler, onlar akla ermez kimseler dedi.
Bahsettiğimiz gibi doktor yapmış, mazhar yapmış, vesâhî yapmış. Fakat Hazret demiyor, Hazret dersem taraftar olurum diyor. Tabi taraftar oluyor. Taraftar olan, îmânlı alâmeti. Îmânlı alâmeti taraftar olman…
Allah korusun. Yine Efendimiz, minbere çıktı, Üst sefer âmin âmin âmin buyurdu. Onlardan biri de Cebrâdî dedi, yâ Rasûlâllah! Senin ismin geçer dedi. Bîgâne kalır sana dedi. O da rahmetten uzak olsun dedi. Sünneti seninle tâbî olmak, birbirine tâbî ol.
En kolay, en fazîletli, en güzel bir saltanat. Rasûlullah Efendimiz’in beraberlikten daha güzel bir saltanat olabilir mi? O kadar da bu hayatın her safhasında olacak. Meselâ gündüzün yoruldun. Öğleden sonra bir yatayım dedim, dinleneyim dedim. O kadar da bu hayatın her safhasında olacak. Meselâ gündüzün yoruldun.
Öğleden sonra bir yatayım dedim, dinleneyim dedim. Yattın dinlendin. Fakat bunu sen Allah Rasûlü kayyûle yapardı dedin. Öğle namazından sonra gittin biraz yattın Allah Rasûlü kayyûle yaptığı için. Burada ne olacak? Ecir alacaksın. Yani sünnet size hem ferahlık verir, hem huzur verir. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Rasûlullah’ın de ki diyor, mü’minlere de ki diyor,
Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olunca Allah da sizi seversin, günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlandır ve merhamet edendir. Velhâsıl bir gölgenin beden olan sadâkate gibi sahibi bu vasfıyla saâdetin zirvesine ulaştı. Cenâb-ı Hak onları methediyor. Yine Rasûlullah Efendimiz’in Üst-Riyâsı’nda örnek şahsiyet. Hiçbir insan değmez ki kıyamete kadar,
ya insan, benim başımdan şu hâl geçti de, asr-ı saâdet de bunun bir benzeri geçmedi diyemez. Muhakkak bir benzeri geçmiştir. Cenâb-ı Hak Üst-Riyâsı’na. Kimleri Üst-Riyâsı’na? Herkes mi? Değil. Kimleri Üst-Riyâsı’na? Bir, Allah’a kavuşmayı umanlar. Hayatını Allah rızâsı üzerine mîzan edenler. İkincisi, âhirete kavuşmayı umanlar buyuruyor. Daima âhiret hesabı önümüzde olanlar. Yani zerreden, zerredenin hesabını düşünenler. Allah’ı çok çok zikredenler için Allah rızâsı’nın Üst-Riyâsı’na örnek şahsiyet, örnek karakteri vâti buyuruyor. Câhile insanların pek çok değişik karakterleri sahipti. Efendimiz onların fıtratına göre Kur’ân ve Sünnet ile ihkâ etti. Câhil bir toplumdan bir fazîlyet medeniyeti inşâ etti. Gönüller, Efendimiz’i tanımakta, onlara dost olmaktan büyük bir lezzet duydu.
Kabine dünya arzular azaldı. Daima emret, yâ Rasûlullah! diyerek onların beraber olmanın hazını yaşadık. Bu, şuna benzer. Yani maddî lezzetler şuna benzer. Mânevî lezzetler ayrıdır. Maddî lezzetler, çok acıkırsın, iki kap yemek yersin, iftarda olacak, üçüncü kapta yesen bile o yemeğin lezzetini alamazsın. Doydun çünkü artık. Bak mânevî lezzetler öyle değil. Orada mânevî lezzetler de,
Cenâb-ı Hak da Rasûlullah’a yaklaştıkça susuzluk artar. İşte bütün ashâb-ı kirâmın derdi bu oldu. Acaba ben bu lezzeti kıyamette de tadabilecek miyim? Kim bilir ben nerede olacağım? Sahibi bununla dertlenmeye, Rasûlullah’ı yakından tanıdıktan sonra bununla dertlenmeye başladı. Efendimiz’in el-Merruf, el-Merruf mâ en-Ahâbeki sevdiğiyle beraberdir. Allah Rasûlü’nün yaklaşmaya vesîle olduğunu ashâb-ı kirâm bunun idrâki içindeydi. Oturduğu yer, kalktığı yer, nasıl yâdır, nasıl içeride, nasıl dolaşırdı, ne yapardı? Aynısını. Meselâ Rasûlullah Efendimiz’in hiçbir tatili yoktu. Sahibinde bir tatil olmadığı için. Daima yaşadı, Efendimiz yaşadığı gibi yaşamaya, emr-i mârufda bulunmaya gayret etti.
Yine Efendimiz’in Cenâb-ı Hak nasıl insanlara, insanları İslâm’a davet edecek? Onu bir ateşten kurtaracak. Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, Rasûlüm diyor, onlar îman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın, buyuruyor. Demek ki ashâb-ı kirâm da aynı bu şekilde dünyanın her tarafını doğru sefer etti. Cenâb-ı Hak onu, Rasûlullah Efendimiz’i canlı canlı, bütün vâzı ve rahmet olarak gönderdi.
Öyle ki o câhiliye kıranındaki çöller, O’nun nuruyla hayat buldu. Zulme uğrayan hayvanat, O’nun şefkat ve merhametiyle hayat buldu. Hayvanı bacağından kesiyordu, ciğerini alıyordu, atıyordu katarak. Îmâs-ı ahlâsız cehenneminde bulunan günler, O’nun güzel ahlâkıyla, O’nun sünnetiyle hayat buldu. Cenâb-ı Hak, وَمَا اَرْسَنَاكِ اِلَّا رَحْمَتًا لِلْا عَالَمِينَ buyuruyor. Âlem-i rahmet olarak gönderdi. Bir mü’min de rahmet insanı olacak. İnsanlığa rahmet olacak. Efendimiz’in insanlığı önünde Cenâb-ı Hak, Sirâci-i Münir buyuruyor. Yani karanlıkla aydınlatan bir ebediyet kandili. Bir mü’min de o şekilde olacak. Efendimiz’in yakınlığı şeyinde. Yine buyruluyor, Allâh’ın izniyle bir daveti, bir nur saçan bir kandil olarak gönderdik buyuruyor. Tabi o nuru, eğer kalp, zifiri karanlıkta ise o nuru göremezsin. وَإِنَّكَ لَاٰلٰهُ لُقِنُ عَظِيمًا اَلْمَنَا
En güzel ahlâk üzere buyuruyor. Onun güzel ahlâkına hisse almayan bir kalp, Hakk’a güzel bir kul olamaz. Onun merhamet ve şefkat ile yoğrulmuş hânesinden hisse almayan bir aile yuvası, gerçek saadeti tanımaktan uzaktır. Hep zaten şikayetler geliyor. Hep aldan şikayetler geliyor.
Onun ticaret ahlâkına hisse almayan bir tâcir, kul hakkına girmekten kendini kurtaramaz. Onlara zaman için alışır, haramlar bir musîk gibi hoş gelmeye başlar. Kendine şifa izleneyim de yarın almam der. Onlara da biraz beş on kuruş veririm der, kendimi kurtarım der. Kendini kendine kandırır. Sonra tabi hâle gelir.
Onun eğitim ve terbiyesinden nasiplenmeyen bir kimse, güzel bir şahsiyet ve karakter ortaya koyamaz. Onun rahmet dolu yüreğinden feyizlenmeyen gönül, nezâket ve zarâfetten uzak kalır. Evlâdına maalesef, dinî tahsil yaptırmayan anne-baba da bu ailenin çöküntüsüne sebep olur.
Sevbi orada arayacak, başka yerde aramayacak. Efendim diyor, duâ edin diyor, benim kızım böyle oldu diyor, oğlum böyle olacak diyor. Peki sen ne verdin ki, ne bekliyorsun? Yani bir tohum dikmeden, onun bir fidarını bekleyebilir misin? Ne olur, tarla fâresinin midesinde yok olur gider. Onun engin tevâzun nasıl bir şey?
Yok olur gider. Onun engin tevâzun, nasiplenmeyen bir kalp, kibrin uçurumlarında yok olmaya mahkumdur. Bu sebeple bir mü’min hem dünya hem de ukbâh hayatı sâdeden hâl olabilmek için, hayatın bütün saflarına Efendimiz’e benzemeye muhtaçtır. Neler var? Birkaç tane misal benim kısaca. Daima o yetimlerin hamisi oldu.
Efendimiz dünyayı gözlerine yetim olarak açtı. Ümmetin yetimleriyle bizzat alâkader oldu. Yetimliği tattı. Ben her mü’minlerin kendi nefsinden daha yakınım, buyuruyor. Bir kimse ölürken mal barıkası, o mal, kendi yakınlarına aittir, terkeye aittir. Fakat borç ve yetimler barıkası, o borç bana aittir. Yetimlere bakmak da benim vazifemdir. Rasûlullah’ın ahlâkı ile ahlâkı girmekten bir vasıfı bu.
Efendimiz’in ashâb-ı kirâmîtiyle boş vakti olması istemezdi. فَيذَا فَرَغْتِ فَنْ صَبَّهِ لَا رَبِّكَ فَرْغَبْ Onun için sorardı, bugün bir yetim başı okşadınız mı? Bugün bir aşk doyurdunuz mu? Hasta câinatı bulundunuz mu? Cenâb-ı teşvizinde bulundunuz mu? Bir yoksun, bir kimsin, bir garibin değerli dertlendiniz mi? Bir hidayete vesîle oldunuz mu? Enes, radıyallâhu anh’ın buyuruyor, vefatındayken bir diyor, Efendimiz’in yanındaydım diyor. Öyle bir oldu ki diyor, halbuki el-Yumme’e-Ekmel tâiyeti indi, din tamamen fakat Allah Rasûlü’yle hep böyle ümmeti kurtarma şeyinde. İki şeyden çok durdu, sesi kısıldı, duyamaz hâlde, namaz namaz namaz diyordu. Namaz-ı îtinâ. Kendimiz, evlâdımız, evlâtlarımız ne kadar namaz alıştırıyoruz? Sonra ne olur, sonra ne olur? Yok, sonra olmaz. Toğumu dikmeden fidan çıkmaz.
İkincisi, emrin zâtındakilerin hukukuna dikkat edin. Çalıştığınız insanın hukukuna dikkat edeceksin. Toplumda yetimler var, garipler var, yalnızlığa var, kimsizler var, ona sahip olacaksın. Bugün işte bu dolu işte. Suriye’den gelen yetimler, diğerlerdeki yetimler, Afrika’daki yetimler, memleketin ünlü yetimler… Bir âyet var.
Altını, gümüşü biriktirip de Allah yolunda sarf etmeyenlere acıklı bir azâb ile müjdeli. Altını, gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda sarf etmeyenlere acıklı bir azâb ile müjdeli. Bu âyet indiği zaman, ashâb-ı kirâm hem zekâtları verdi, hem zekâtlarının ötesinde hayır hasenatını artırdı.
Tefsirlerde buyruluyor ki, eğer diyor, toplumda diyor, zekât dışında da ihtiyaç varsa, zekât dışındakilere de sadaka ve îsâr olarak infak etmek lâzım buyuruyor. Efendimiz nezâkete, zerafete bambaşkaydı. Muhâtapların gördüğü kusula yüzünü vurmazdı.
O, tamam bana ne oluyor ki, filânca filânca filânca böyle yapıyor derdi. Niçin böyle yapıyor derdi? Yahu Galat-i Uluyedî kendini, benim gözümün ne var ki, ben böyle böyle böyle görüyorum buyurdu. Sen böyle yapıyorsun buyurmazdı. Onu gizlerdi ifadesinin arasında. Hattâ çok ibretlidir. Bir deve yetiğinde bir kişi gayr-i ihtiyar bir yerlenme oldu.
Tam namazda duracaklar. Efendimiz’e, yellenen yeni başlandan abdest alsın demedi dese, onun ortaya çıkacaktı, onun yerlenmesi. Deve yetiği yenler, yenilen abdest alsın buyurdu. Daima Efendimiz’e baktığında nezâket var, zerafet var, incelik var. Tam kıbleye geliyorlardır, mihrâbe geliyorlardır, bir tükürük gördüler her şeyde yolda. Renk kıpkırmızı oldu. Yani bir Müslüman nasıl tükürebilir? Bu Müslümanların nasıl bir iğrenç, bir sahne sergiler? Sahibi onu hemen kapattı, ondan sonra Efendimiz’in yüzü rengine geldi. E bu kursâfe vardır. Bu, babam ve teyzem diyor, huzura gittik diyor, beyat almak için gittik diyor.
Annem ve teyzem derler ki, bak kursâfe derler, biz dediler, bu kadar güzel bir insan görmedik, nurlu bir insan görmedik. Üstü başı tertemiz bir insan görmedik. Sanki konuşurken ağzından nur saçılıyordu. Ve mü’min Rasûlullah’a yakın insan böyle konuşacak. Allah korusun, en bedses merkeplisin sesidir. Yine âyette geçiyor Lokman Sûresi’nde.
Bir mü’minin öyle bir konuşması olmayacak. Yani daima dillerimiz rahmet dili olacak. Asibiyiz, dışarı çıkacağız. Çünkü dilimiz yılan dili olmasın o zaman. Bir kalpte bir çatlak meydana getirmeyelim. En ağır suç, ibadullâh’ı istihkârdır. Onun kalbini kırmaktır.
Efendimiz daima kardeşliğini yaşıyordu ve kardeşliğini yaşatıyordu. Mübârek hâni senelerine ganimetler geliyor, hediyeler geliyor. Efendimiz geleni dağıtmadan rahat edemezdi. Âişe Vâlidemiz buyuruyor, Rasûlullah’ın aile ifrâdında Medîne’ye geldiği günden vevâd ettiği güne kadar, üç gün arka arkaya, bu da ekmeğin karnını doyurmadı. Bize diyor, ganimetler gelirdi. Beşte bir dolardı. Fakat Allah Rasûlü’nün arasında bir şey yapar. Onları dağıtmadan, onları doyurmadan, onları doyurmanın hazzıyla ancak kendisi o zaman doyardı buyuruyor. Yemek de değil, onları yedirmenin hazzıyla doyardı. İnsan Sûresi’nde de. Adel-i Radıyân’a bir hurma bahçesi oluyor, bir miktar arpa alıyor. Fâtiha Mevâdî’nin onları bir yemek yapıyor, tam yiyecekler.
Yahut oruçlar, iftar edecekler, itirvâyet var. Bir fakir geliyor, Lillâh diyor, Allah için diyor, tamamını veriyorlar. Tekrâ bir Fâtiha Mevâdî’miz, ikinci geliyor, bir yetim geliyor, Lillâh diyor, Allah için diyor. Üçüncü gün, üçüncü sefer bir esir geliyor, onu veriyorlar. Verirken de diyorlar ki, minnet altında sakın kalmayın diyorlar.
Biz bunu Allah rızâsı için veriyoruz diyorlar. Gerekçe bil diyorlar, zira diyorlar, o sert belâlı gün, abû isen kam terîrâ, o sert ve belâlı günden o kıyaminden korkarız diyorlar. Allah da onun gönüllerine sevinç verir, o günün şerrinden korur. Demek ki Îsâr, kendimizden fedakârlık ederek verebilir ve tabi bu zirve oluyor.
Bu peygamberler, evliyâullah ve bunların en güzel vasıfları olmuş oluyor. Yine Efendimiz’in mesela Hende Kalbi oldu. Orada çok açtık vs. soğuk vardı. Cabir geldi, yâ Rasûlâllah dedi, çok açsın mide, isen çökmüş dedi. Gâvet etti, teferratı var. Hadi dedi, hepimiz cabire gideceğiz dedi. Yalnız olarak gitmedi.
Heyecanlandı cabir. Bir oğlak vardı, bir de az bir şey arpa vardı, ikmek yapılmış. Hemen hanımına koştu. Hanım dedi, böyle böyle dedi. Sen Allah Rasûlü’nü söyledin mi dedi, ne olduğunu söyledin. Sen kenara çekil dedi. Allah’ı senden daha iyi bilir dedi. Allah Rasûlü geldi, bir taraftan dağıtıyor, hiç bitmiyordu.
En sonra dedi, bak dedi, cabir dedi, bunu da aileine götür kalın dedi. Açlık var dedi, etrafını dağıt dedi. Burada ne görüyoruz? İnsan nikmin olursa, hodgâm olmazsa, Cenâb-ı Hak onun yaptığı hayrı bereket veriyor, kat kat bereket veriyor. Tabi sahâbetlerden bir şey yok. Bir şey yok. Hodgâm olmazsa, Cenâb-ı Hak onun yaptığı hayrı bereket veriyor, kat kat bereket veriyor. Tabi sahâbî de Efendimiz’e taklit ediyordu aynı. Yani şunu daim, beden, vücut yemekle doyar, ruh ise yedirmekle doyar. Efendimiz’e beraber olabilme. Yine ashâb-ı kirâm, yar mukarminde maulûm, üç şehid, tam elli derece çölün ortasında su su dediler, birbirine o ona o ona işaret ederler. Üçü de bir bardak su içemeden şehid oldu. Mevlânâ diyor, bana diyor, burası çok mühim. Kitaplardan bunu öğrendim demiyor. Bana diyor, şems diyor, bir hâl verdi diyor. Yerde bir üşüyen varsa sen ısınma hakkında sahip değilsin, celâl ettin dedi bana diyor. Ben de bir yerde üşüyenler var, artık ben bir türlü ısınamıyorum diyor. Meş’î de gerçek adâleti O’ndan öğrendi. Nihayet ben de singe bir insanım dedi. Sizin aranızda bazı gibi hakları bana geçebilir oldu dedi. Döndü ashâb-ı kirâmı, şeyi attı arkasından, örtüyor.
Ashâbım dedi ki, kimin malını aldımsa, işte malı mı dedi. Kimin sırtına vurdumsa, işte sırtım gelsin vursun dedi. Yok böyle dünyada bir adâlet. Hattâ birçok gayr-i müslüman bile, ey Muhammed dediler, büyük insan dediler, Sen dünyada tevzî edilen hak, hukuk, adâleti çimdideye kadar hiçbir kimse tevzî edemedi dedi. Bir müslüman âdir olacak, isterse en yakınlı olsun.
Meselâ Efendimiz Üsâmiye’yi çok severdi, Zeydîn oğlu Üsâmiye’yi. Üsâmiye’yi çok sevdiği için Üsâmiye’yi çıkardı Efendimiz’in karşısına. Bir kabilelerinden bir kadın hırsızlık yaptı. Cezâ verilecek. Üsâmiye diyor ki, Allah’ın affetsin diye. Üsâmiye diyor, Allah’ım anlattım diyor, ya bunu affeder misin dediğimi diyor. Efendimiz’in rengi diyor, kireç gibi oldu, bembeyaz oldu diyor. Keşke diyor, hiç söylemezseydim, yar yalasaydım, yarın dibine girip çıksaydım dedi.
O zaman Efendimiz dedi ki, bunu kızım Fatıma yapsa, Fatıma’yı cezalandırırım, elini keserdim buyurdu. Nasıl bir adâlet? İşte bunu tarihinde görüyoruz. Meselâ Fâtiha bir Hristiyan mîmâla mahkemeye çıkıyor, mazlum sandalyesinde oturuyor. Cezâ alıyor, bunun karşısında bu ne büyük adâlettir diyor o Hristiyan mîmâ, müslüman oluyor. Efendimiz zaman zaman bazı tavsiyelerde bulundu.
Bir, bazı tavsiyelerden biri, bu altı tavsiye. Konuştuğunuz zaman doğru konuşun buyuruyor. Efendimiz, yalandan çirkin daha beter bir söz yoktu Efendimiz. Âişe Vâlidemiz, birini yalan söylüyor, duysa ona alâkayı keserdi diyor. Tavbe tövbe edinceye kadar diyor. Yine Efendimiz buyuruyor, vâd ettiğiniz zaman yerine getir. İsterse bir çocuğa vâd et, sana akşamla oyuncak getireceğim de, sana bir çikolata getireceğim de, bunun vâdinde duracaksın. O çocuk senin şahsiyetinle, babasının karakteri, annesinin şahsiyetine, îtimâate edecek. Emânet hususta güvenilir olur. El-Emin, el-Sâdık olur. Peygamber Efendimiz, sallâllâhu aleyhi ve sellem, daha Peygamberler gelmeden evvel, el-Emin geldi, el-Sâdık. En doğru insan geldi, en emîn insan geldi dedi. Ve bir müslümanın şahsiyet karakteri de böyle olacak. İffetir de koruyun buyuruyor.
Tabi bugün de en zor, onun için ufak yaştan erkek olsun, kız olsun evlâtlarımıza bu iffet derken, اَلْحَيَا وَمِنَ الْاِيمَنَ Eğer hayâ giderse, îmanda gidiyor. Sonra, gözlerinizde haramdan muhafaza edin buyuruyor Rasûlullah Efendimiz. Hemen gözünü başka tarafa çevir diyor. Gördün, idâmî nazar yok diyor. İyâde-i nazar da yok diyor. Başını öbür tarafa çevir buyuruyor.
Harama bakış, iblisin zehir loklarından bir oktur buyuruyor. Kim bunu Allah korkusunda seyrederse, terk ederse, Yüce Allah bu davranışlar karşılık ona kalbinin tadını hissedeceği bir îman lezîle bahşeder buyuruyor. Ellerinizi haramdan uzak tutun buyuruyor. Velhâsıl Efendimiz burada altına atış attı. Daima muhataba göre diğerlerden başka şeyler oluyor. Efendimiz savaşta bile rahmet tevhîse eder. Şimdi bugün savaşlara bakın, bir o zamanki savaşlara bakın. Düşünün, savaşta bile bir gün Efendimiz Bedir Harbiyeti’ne su verdi düşmanı. Halk esirleri Bedirli’ye götürürken, 150 km yol, zaman zaman, bazıları da az zaman zaman sahâbî bineklerinden indiler. Bunlar da bizim insanlıkta eşimizdir dediler. O köleleri kendi kılıç çeken, o köleleri develerine bindirdiler.
Ne oldu bu güzel şey? İslâm’a girmesine vesîle oldu. Efendimiz tâhîfîye geldi, tâhîfîye taşlandı. Melekler geldi, şu iki dağ birbirine vuralım, kahrolsun bunun halkı, yâ Rasûlâllah dedi. Sen taştır. Yok dedi, ben dedi, onlardan gelecek müslüman bir nesil için dua ediyorum dedi. Velhâsıl mübârek yönleri muâzen bir okuyonuz dedi. Mekke Fethi’den böyle, kısas yapıyalı zamanda.
Affermanı buyurdu. Sayılı şeyleri de affetti orada. Efendimiz’e büyü yaptılar. Lebil isminde birisi. Efendimiz, bu, beni zuhaika kabili sendir. Hiç kimseye cezalandırmadılar. Ayşe Vâlidemiz dedi ki, yâ Rasûlâllah, seni sihir yaptı, hasta ettiler dediler. Efendimiz buyuruyor, Allah Teâlâ bana şifa verdi dedi. Hem de insanın önünde şerri yaymak, onları kötü yapmak istemem dedi. Talebe yetişmekte örnek, en mühim bu. Ebu Tahlâ diyor, gittim diyor, baktım diyor, Allah Rasûlü diyor, Esâb-ı Sufya iki büklüm olmuş diyor. Bir tarafta diyor, âyetleri terk ediyor, yaşıyordu, yaşatıyordu diyor. Rasûlullah Sultan açlıktan iki büklüm olmuş, beni doğdurma için karnına taş bağlamıştı buyuruyor. Yine Efendimiz’in herhangi birinin elinde bir hurma fidanı varken kıyamet kopacak olsa derhal onu diksin.
Daimâ müslümanlar bir aktif olacak. Efendimiz’in tevâzûh… Yine bir kişi geldi, böyle titredi Efendimiz’in huzurunda mânevî hibîne. Titremedi dedi. Ben dedi, senin Mekke dedi, kulu et yiyen komşunun ben yetimiyim dedi, ben kral-padişah diyelim dedi. Hep bunlar bize ayrı ayrı birer numûne, biz ne kadar bir Efendimiz’in hâlinden hâl alacağız, ne kadar kral-padişah diyelim dedi.
Ne kadar kıyamet günü onunla beraber olabileceğiz. Sevmek, fedakârlık ister. Ben Allâh’ı seviyorum demek ki iş bitmiyor. Seviyorsak, merhametimiz ne kadar? Seviyorsak, şefkatimiz ne kadar? Ahlâkımız hangi seviyede? Evlâtlarımızı hangi seviyeye yetiştiriyoruz? Bir hayr-ül hâlef olacak şekilde mi? Efendimiz’in huzûsiyeti bizde ne kadar var? Hodgâmlıktan, bencikten kurtulabiliyor muyuz? Ümmetin derdiyle dertlenebiliyor muyuz? Diyargâm bir rûha sahip miyiz? Sevgilinizin hâl ve davranışını aksedebiliyor mu? Yoksa sevgiliniz sadece sözde kalır, kuru bir iddî adam oluyor. Sahâbî, sözde sahâbî değildi, fiilde sahâbîydi. Ve Efendimiz’e hâlâ hâlâ kendisine büyük bir lezzet veriyordu.
Aile hayatımız, Allah Rasûlü’nün aile hayatından ne kadar izler taşıyor? İbadet hayatının onun huşû hâline ne kadar yaklaşabiliyor? Fakat Eflâ’nın mü’minine felâ bulunduğun anlarsın ki namazı huşû ile kılarlar, buyuruyor. Sosyal hayatımız, ictimâi hayatımızda garibin, yetimin, yalnızır, biçer ne kadar yanı başındayız? Her zaman ve her mekânda Allah Rasûlü’nün ne kadar kendine kıstas alabiliyoruz?
Onun ibadetindeki rûhâniyet Efendimiz’e, benden gördüğünüz gibi kılın buyuruyor, son namazınız gibi kılın buyuruyor. Velhâsıl onun ibadetindeki rûhâniyet, muammalâtındaki zerafet, ahlâkındaki nezâket, gönlündeki hassâsiyet, sîmâsındaki nûrâniyet, duygulandaki incelik, nazarlandaki derinlik… Velhâsıl örnek, hâl ve davranış, bizleri ne kadar sirâte ediyoruz?
Kendime söylüyorum bunu, daima bunun bir sorgulamaz hâlinde olmanız zarûrî. Rabbimiz bizleri, Yüce Zât’ına samimî bir kul, Nebî-i Muhterem, Sallâllâhu aleyhi ve sellem, lâyık bir ümmet eylesin. Efendimiz’i gönül gözüyle okuyabilmeyi nasîb eylesin. Onun kalbi dokusundan hisse alarak sünnetini vermek için,
kâhmetle onu hamd sancağı altında bulunup, kevser havuzundan kana kana içerek şeffâat-i uzunma azarını edebilmeyi, Cenâb-ı Hak cümlemize, Îsân’ıyla, lûtfuyla Rabbimiz’e ikram eylesin inşâallah. Allah cümleden râzı olsun kardeşler. Oraya Allah rızâsı için geldiniz. Bu Allah rızâsı için olan kardeşleriniz çok emmî ve mükemmel.
Onu bir hadîs-i şerîfte bitirelim. Efendimiz buyuruyor, bir kişi bir yere gidiyor. Giderken kişi daha karşısına çıkıyor. Arkadaşları görüyor, o köye gidiyorsun, ben de diyor, o köye gidiyorum diyor. Eğer bir alışveriş yapacaksanız, bir yere alacağım ama oraya kadar sen yorulma diyor, ben senin alacağını getiririm diyor. Yok diyor, kardeşim diyor, benim de onunla hiçbir alışverişim yok diyor. Ben orada bir kardeşim var, onu Allah rızâsı için ziyâete gidiyorum diyor. O kişi diyor, ben diyor, meleğim insan değilim diyor. Cenâb-ı Hak beni sana gönderdi. Sen nasıl o kardeşini, canlı gürekten seviyorsan,
onun derdine bir derman olma için, gidiyorsan ona, Allah seni öyle seviyor. Cenâb-ı Hak cümle, kardeşliğimizi yaşamayı, tefrikalardan uzaklaşmayı, cümlemize ihsân-ı ikrân-ı lûtfuyla-keremî ile, اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ Kıyamet-i ozor günde de Rasûlullah Efendimiz’e,
yakında civarında olabilmeyi, Allah cümlemizi nasîb eylesin. Duâmızın kabûlü niyâzıyla ilâhe-i teâlâ. Fâtiha!..
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın