"Enter"a basıp içeriğe geçin

31 Ekim 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

31 Ekim 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=E7qU8Z3RAwM.

Rasûlullah, Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, natüfi, mübârek, pâk, rûh-i tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in sahâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtının, cümle geçmişlerimizin, şehidlerimizin rûh-i şerîflerinin,
dinimizin, vatanımızın, milletimizin, bütün İslam dünyasının selâmetine, şerîflerin şerlerinden muhafazasına, bu niyaz, bu duâ ile bir Fâtiha-i Şerîf, üç İhlâs’sı Allah’a müsevhâle…
اَللّهُ رَحْمَنَا رَحْمَنَا اَللّهُ مَعَلِكُمْ اِلَّيْهَا يَعَلَمُونَ Muhterem kardeşlerimiz! Okulan âyet-i kerîmenin muhtevâsında Cenâb-ı Hak yaşamayı cümlemize nasîb eylesin.
Cenâb-ı Hak insanı mükerrem olarak yarattı. Vel-akad keremnâ binî âdem buyuruyor. Biz hakîkaten insanıza mükerrem, şanlı ve şeref sahibi kıldık. Bu şan-i şeref, kul, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşacak. Cenâb-ı Hak’la dost olacak. Cenâb-ı Hak’la dostluğun mükâfâatini kuluna ikram edecek. Cenneti vâd ediyor. Ve Cenâb-ı Hak kendinden birtakım vasıflar veriyor. Yani cemâlî sıfatların tecellîsi. Yani rûhumdan öfürdüğüm zaman buyuruyor. Cenâb-ı Hak o cemâlî sıfatlar güzel vasıfları insanı veriyor. Yine, biz insanı en güzel bir surette yarattık buyruluyor. Ahsenin takvîm üzerine, büyük sanat hârikası. Cenâb-ı Hakk’a yaklaşan bir insan. Onu mahlûk olarak en şerefsi kılıyor ve onu meziyetlerle donatıyor.
Cenâb-ı Hak bu şeref ve hâisiyeti kuluklarına muhafaza edilmesini arzu ediyor. Nefsânî arzular takılmayacak, rûhânî istîdatlarını inkişâf ettirecek. Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki, ey Hak yolcusu diyor, gerçeği öğrenmek istiyorsan, Mûsâ da Firavun da senin içinde. Bugün senin içinde yaşıyorlar. Senin varlığına gizlenmiş durumdalar. Yani Firavun, nefsânî arzular. Mûsâ, rûhânî istikametler. Senin gölgesinde savaşlarında devam ediyorlar. Yani rûhâniyetle nefis bir kavga hâlinde. Bu sebeple birbirine düşman, bu iki kişiyi kendinle araman gerekir. Yani sen Firavun’u ve Mûsâ’yı kendi içinde bul. Yeter ki Mûsâ, Firavun’a gârip gelsin. Fücurla, takvânın içimizde bir kavgası var. İç âlemini, gönül âlemini temizleyen, yani o gönül âleminde Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatları tecellî ediyorsa, o büyük bir kurtuluş. Yani zihni bilgilerle kalbi, hassâsiyet bir âhenk teşkil edecek. Cenâb-ı Hak kullarını çok seviyor. Ve çok sevdiği, kendisi yakın kullarla dostluk istiyor. Bu dostluğun alâmetlerinden biri de وَهُمَا كُمْ اَيْنَ مَا كُنتُمْ Nereye giderseniz gidin, Allah sizinle beraberdir. Yani kul ilâhî kameranın altında, ilâhî müşahidinin altında olduğunun idrak ve şuur hâlinde olacak. Yine Cenâb-ı Hak, وَنَحْنَ اَقْرَبُ مِنْ حَبْلِ الْوَلِيدِ Bir şah damından daha yakın. Yani içimizden geçenleri, düşüncenleri, bir biz biliyoruz, bir de Cenâb-ı Hak biliyor. Başka kimse bilmiyor.
Yani herkesten gizleyebiliriz niyetlerimizi, Cenâb-ı Hak’tan gizleyemeyiz. Demek kul, bu idrâkin içinde olacak. Ve dost olacak. Dostluk, müştereklikten kaynaklanır. Cenâb-ı Hak mü’minleri, kelime-i tevhid ile kelime-i tevhidin yaşamasıyla dostluğa davet ediyor. Kelime-i tevhid, anahtarıyla girilen İslâm dairesinde bir mü’mine yakışan dostluğun gerektiği gibi hareket edebilmek.
Yani takvâ üzerine bir hayat yaşayabilmek. Cenâb-ı Hak, kuldan istediği bir takvâ hayatı. Dostluk nedir? Dostluk, gerçek dostluk, dost dostu unutmaz. Cenâb-ı Hak nefsânî arzulara bertaraf edilecek. O şekilde Lâ ilâhe, baştan mevfî.
Allah’tan uzaklaştığından, her şeyden kalp uzaklaşacak. İllâllah, yalnız kalp Cenâb-ı Hak’la beraber olacak. لَا هَوْفُونَ عَلَيْهُمْ وَلَا عَنْقِمْ يَعْسَوْنُونَ Onlar o zor günlerde korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir, buyuruyor. Cenâb-ı Hak bu dünya baştan başa bir imtihan mektebi olarak teziyin etti. Cenâb-ı Hak kendisine vâsıl olabilecek türlü vâsıl imkânları bu dünyada insan için halketti.
Bunun Süleyman Çelebi merhum ne güzel ifade eder. حَقْ تَعَالَىَ ۚ اَلَمِنْ قِلْدَ عَالَمٍ لِمُسَيَّنْ عَالَمٍ Yani insan için halk oldu bu âlem, bu dünya, bu cihan. Demek ki kul, bu ilâhî azamet, ilâhî kudret akışları, ilâhî nakışların idrâk içinde olacak. Her gördüğü şeyde Cenâb-ı Hakk’a duyacak, aman yâ Rabbi diyecek.
Yani bu kâinat, mücizevî âyetlerle dolu bir tecellî ve bir esrar kitabı. Esmâî-i ilâhînin fîili tecellîsi, âyet-i teâsîsiz bir Kur’ân kâinatı, kevnî âyetlerle, yaratıcılık hikmetlerle dolu. Kur’ân da, kelâmı bölünmüş, konuşan, ümit veren bir kâinat. İnsan ise her ikisinin kavuşanında bulunan bir irfan mihrakı ve bir tecellî âbidesi.
Bu, Allâh’a yakınlaşan bir kul. Yakınlaştığı nisbette. Kul, mü’min bu mektebde nefsânî engellere takılmayacak. Önce kalpten fücur bertaraf edilecek. Daha sonra fücurdan temizlenen bir kalp, takvâ ile istikâmetlenecek. Takvânın fârik vasfı nedir? En üstün vasfın hiçliktir.
Tevâzudur, cömertliktir, ferâsettir, ince düşünüştür vs. Bir Hak dostu, takvâyı şöyle ifade ediyor, Sen çıkınca aradan kalır seni Yaratan. Nefsânî avdodur, bertaraf ettiğin zaman Cenâb-ı Hak’la beraberlik oluyor. Yani bir Sakarya Nehri, Karadeniz’e aktığı zaman, artık orada bir Karadeniz için bir Sakarya bulamazsın.
Sen çıkınca aradan kalır seni Yaratan. Yine Cenâb-ı Hak, ticaretten lentebur buyruluyor. Dünyada birçok fânî hayatın ticaretleri var. Fakat esas ticaretin bir âhiret ticareti olduğunu Rabbimiz bildiriyor. Birinci madde, Kur’ân’ı tilâvet ederler.
Yaşarlar, yaşatırlar. Kur’ân ile hemhâl olurlar. Gönül-âlemlerin kalpleri Kur’ân-ı Kerîm’in müzeyyen hâli gelir. O kalple namazları ikâme ederler. Nasıl ikâme? Kalp ve beden âhengi içinde, yani bir kuşu ile namazlarını îfâ ederler.
Üçüncüsü de, Allah’ın verdiği nîmetlere, eğer zoruriyeti varsa açık, zoruriyeti yoksa gizli olarak infak ederler. Çünkü el-Mürkü lillâh, Mürkü Allâh’a aittir. Kendinde bir şey yok insanın. Yine kâmil mü’minler için Cenâb-ı Hak enfad süresinde beş madde bildiriyor.
Birinci madde, Allah’ı anıldığı zaman, وَجِلَتْ قُلُوَ بِهُمْ قَلْبَرِ تِتْرَرِ Nasıl dünya bir meselede, dünya bir heyecanda kalp titriyorsa, sevinçten veyahut da kederden, üzüntüden. Yine burada Cenâb-ı Hak anıldığı zaman, ilâhî azamet, ilâhî kudret akışları, ilâhî kudret akışları, ilâhî kudret akışları, ilâhî kudret akışları…
Tefekkür edecek, وَجِلَتْ قُلُوَ بِهُمْ bir zikir hâline gelecek, bu zikirdir, kalp titriyecek. وَجِلَتْ قُلُوَ بِهُمْ Allah’ı anıldığı zaman. Bunun en güzel misali, peygamberlerde, İbrahim’ealeyhisselâm’la ve Rasûlullah Efendimiz’i görüyoruz. İkincisi, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman, îmanları artar.
Az önce Ömer Radıyallâhu anh’ın bir âyet indiği zaman diyor ki, toplandık, Allah’ın murâdını nedir bu âyette derdik. Rasıfı, istikâmetlerin de Allah’ın rızâsını kavuşalım. Eve gittiğimiz zaman da hanımlar da, bugün çarşıda ne var, pazarda ne var, dünya ne var sormazlar da, bugün hangi âyet indi? Biz nasıl Allah rızâsını kazanacağız? Allah rızâsını kazanacağız.
Allah Rasûlü’nün fî min mûhsînînâ mübârek ağzından ne gibi kelamlar döküldü? Sen bana onlara söyle denir. Sabah efendiler çıkarken de, sakın ha bize yanlış bir lokma getirme, biz her şeye katılınız dünyada, aşağıda katılınız, fakat biz cehennem azarbından korkarız derler.
Sâlih ve sâlâhâ. Ve câne’le müttakînî imâma. Yani takvâ sahibi olmuş ve takvâyi temsil eden bir mü’minler olmuş oluyor. Üçüncü teslîmiyet. Yalnız Rabbine dayanıp güvenen kimselerdir. Yani hayat medcezirler hâlinde, inişler, kalkışlar hâlinde, sevinçler, ızdıraplar hâlinde.
İstikbâli bilmiyorsun, gaybı bilmiyorsun. Cenâb-ı Hak burada teslîmiyet istiyor. Esrim teslim. Zaten İslâm teslîmiyetten geliyor. Demek ki istikbâli hâlde mevzûlarda da, kulda yürüsen teslîmiyet, Cenâb-ı Hak’tan râzı oluyor, râdıyye. Niçin böyle? Vesâliyede. Böyle olmasaydı, niçin onda yok bende var? Bunu Cenâb-ı Hak istemiyor. Kul, Allah’tan râzı olacak. Bu, sâlih kulların vasfı. Râdıyye. Merdiye, Allah da o kuldan râzı olacak, ondan Cennet’e mi gir? buyuruyor. Ondan sonra Cenâb-ı Hak namazlarını ikame ederler, buyuruyor. Yine beden ve kalp âhengi içinde bir namaz. Fâşâdan, münkerden koruyan bir namaz. Secde edip yaklaş buyuruyor Cenâb-ı Hak.
Namaz, büyük bir kalbin sanatı. Tabi bu, zirvedeki namaz, yıldızlardaki namaz. Bu, İbrahim –aleyhisselâm– istediği namaz. Yani Cenâb-ı Hak, inşâallah, böyle bir namazdan bize de kırıntılar nasîb eder inşâallah. Velhâsıl namazlarını ikame ederler. Beşincisi de, kendine rızık olarak verdiğimizde Allah yolunda harcayan kimselerdir.
Daima imtihan, Allah bana bu rızkı niye verdi? Demek kul-ul-af, ben daima fazlasını infak edeceğim. Riyâzat hâlinde yaşayacağım. Bu varlıkla şımarmayacağım. Çünkü varlık Allâh’a ait. Pindirik de olmayacak, israf da olmayacak. Her an Cenâb-ı Hak’la kalp beraber olacak. Cennet vâdî diyor, dostluk vâdî diyor Cenâb-ı Hak. Onlar ayakta dururken, onların da birbirine bir şey yapacak.
Cenâb-ı Hakk’ı unutmazlar, Cenâb-ı Hakk’ın kendine unutulmasını istemiyor. Dost dostu unutmaz. Tabi bu, göklerin, yerin yarı dışı hakkında derin derin tefekkür ederler. Bu semâ ve âlem, yedi kat semâvât, arş vs. boşluk ve hepsi Cenâb-ı Hakk’a ait. Şuraya iki tane çivi koyuz.
Aralığında bir ip, ucu bıraksak, bu ip nereye kadar ya da sonsuza doğru gider. Yani Cenâb-ı Hakk’ın azır mîtine sonsuz, beşer idrâkinin üzerinde. Göklerin, yerin yarı dışı derin derin tefekkür ederler. Bu tefekkür, yâ Rabbi Sen’in supansın derler. Sen ilâhî bir azamet sahibisin. Sonunda da bir ip ucu bıraksak, bu ip nereye kadar ya da sonsuza doğru gider. Sen ilâhî bir azamet sahibisin. Sonsuz bir azamet sahibisin. Ülperte gelir, bizi Cehennem azarbından koru derler. Velhâsıl hayat, beşik ile tabut arasında, medyazı yerlerle dolu dar bir koridor ve yolculuk. Beşik ile tabut arasında bir yolculuk. Hayat, metrajı belli olmayan bir makara gibi, bir yumak gibi. Ömrün nerede, ne zaman, nihayet bulacağı meçhul.
Bu sefer her an tedârî olmak zarûrî. Belki sen geldiğin zaman, buradaki cemaat kardeşlerinden bir kısım bugün yok. Seneye kimler var, kimler yok, ben var mıyım, yok muyum, o da meçhul. Velhâsıl Efendimiz, yarın diyenler helâk oldu buyruluyor. Yani dünya ve âhiret hayatının sâdîdi ise, kundak ile tabut arasındaki sıkışan idrâk ile ölüm bilmecesini çözmekle başlar. Rasûlullah Efendimiz, bütün zevkleri kökünden yok edenlerimi çok çok hatırlayın buyruluyor. O zaman insanların idrâkinde beliren hayat anlayışı nedir o zaman? Bunun en güzel cevabı, kabir taşları veriyor. Yani dünyaya gelen bir kişi, ölüm iklimine giren bir kişidir. Bir kablistana dolaştığımız zaman, kendi yaşımızdan, hatta çocuk yaşta çok mezar taşlarını görürüz.
Kürlü nefsin zâhîkatül mevhîd, her nefis ölümü tadacak. Kursulacak, kaçacak. Ne dünyada ne âhirette ne kavgas edecek bir yer yok. Bir kaçacak yer var, onu kaçmasını bilirsek, o da فَفِرُوا اِللّٰهِ. Cenâb-ı Hakk’a Allah’a firâl edin, Allah’a koşun buyuruyor. Cebrâl bana geldi diyor Efendimiz. Şöyle dedi,
Yâ Muhammed! İstediğin kadar yaşa! Mutlaka öleceksin! İstediğine sev, mutlaka ayrılacaksın! İstediğin şeylere amel et, ancak onun karşısını elde edeceksin, hayır ve şer. Sen belki mü’min şerefi gecelere kaim olmasında, yani geceleri ihyâsında. İzzeti ise, insanlardan müstahil olması.
Kur’ân-ı Kerîm, kâinat, mektebinin bir ders kitabı. Muallimi ise Rasûlullah Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz. Gerçek tahsil nedir? Peygamber Efendimiz’i okuyabilmek, O’nu yakından tanıyabilmek. İşte ilk âyet, اِقْرَبِ اسْمِ رَبَّكَ لَيْذَا خَلَقَ buyuruyor. Yaratılan Rabbinin adıyla oku. En büyük nîmet, îman. Îmânı okuyabilmek. Nasıl Cenâb-ı Hakk’ın büyük lütfu? Onun muktedâsıyla ben nasıl bir îmanımı güçlendireceğim? Rasûlullah Efendimiz’i okuyabilmek. Gözümüzde dört bin küsur peygamber için en büyük peygamberi Cenâb-ı Hak bize meccânen bir bedel ödemeden ümmet kılındı. Fakat öbür taraftay ise bunun bir mukâbiline bir hesabını vermek durumundayız. سُمَّ لِلسُولُنَ يَوْمِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
Rasûlullah Efendimiz de Üsvüyasen’e. Yani hayatın zengin ol, fakir ol, hasta ol, sağlam ol. Başından birtakım muzafferiyetler geçsin. Ufak tefek mağlubiyetler olsun. Meccezîliler içinde, kıyamete kadar gelen bütün insanlara Rasûlullah Efendimiz’in Üsvüyasen’e örnek şahsiyet. Kimlere örnek şahsiyet ama? Onun Kur’ân-ı Kerîm’i ayırıyor.
Birincisi, Allâh’a kavuşmayı umanlar. Yani Allah rızâsı üzerine hayatını istikâmetlendirirler. Her amelimizde bakış yapıyoruz. Ben Allah rızâsındayım. Kıldığım namaz nasıl? İnsanlığım, münasebetim nasıl? Tefekkürüm, inceliğim, muâşeretim nasıl? Allah rızâsında mı? Birinci madde, Allâh’a kavuşmayı umanlar.
İkincisi, âhirete kavuşmayı umanlar. Âhireti unutmama. Çünkü zerreler hesaba gelecek, zerreler sorulacak. İnsan şaşacak, yâ Rabbi diyecek, bu nasıl bir kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şeyi unutmamış. Demek ki daima âhiret hesabı bir mü’minin önünde olacak. Bir yanlış yapsa onu istiğfarla veyahut da onun bir bedelini ödemekle telâfiyede geçecek.
Bir dedikodu yapmışsa, bir yanlış yapsa, bir kalp kırmışsa vs. Üçüncüsü, çok çok Allâh’ı zikredenler için, Allah Rasûlü, Üsve-i Yâh Senedir. Bunun en güzel meselesi, Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz de, nasıl Üsve-i Yâh Seneden bir nasip aldı. Bu derece derece, ta habeşli vahşiye kadar gidiyor. Bir dostluk isteniyor Cenâb-ı Hak’ta.
Yani bu dostluk neyse, Cenâb-ı Hak ile Peygamber Efendimiz’in dostluğu gibi bir dostluk, zirve dostluk. Peygamber Efendimiz’i, sallâllâhu aleyhi ve sellem, Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz’in arasındaki bir dostluk. Yine Efendimiz’le ashâb-ı kirâm arasındaki bir dostluk. Dostluk, fedakârlık ister. Sahâbî-i Nâzı olan her âyet sahâbî gökten inen bir sofra gibi gördü.
Dostluk, sevenin, sevilenin de kendi husûsiyetlerini görmesinden kaynaklanır. Onun için kalp, tecellî ilâhî olması için cemâlî sıfatlarla dolu olması lâzım. Yusuf aleyhisselâm on iki kardeşti. Yakup aleyhisselâm, kendi husûsiyetlerini Yusuf aleyhisselâm da gördü. Onun için Yusuf aleyhisselâm’ı dinledikçe, Yusuf aleyhisselâm’ın, Yusuf aleyhisselâm’ın,
Yusuf aleyhisselâm’ı da gördü. Onun için Yusuf aleyhisselâm’ı diğer yavrular, evlâtlar farklı olarak gördü. Demek ki dostluk, kendi içindekini sever, kendi içindekini karşısında gördüğü zaman, ona dost olur. Allah ile dost olmak var. Allah korusun beter, şeytan ile dost olmak var. Yani Allah Celleci’nde dost olmak, Rasûlullah Efendimiz’e dost olmakla ancak tahakkû eder.
Zira Nisâ Sûresi’nin 80. âyetinde, مَنْ يُدِي الْرَسُولَةَ فَقَى اَتَى اللّٰهِ buyuruyor Cenâb-ı Hak. Kim Rasûl’e itaat ederse, Allâh’a itaat etmiş olur. İşte burada yine Ebbeker Efendimiz’i görüyoruz. Burada âyette ikinin ikincisi buyruluyor Rasûlullah Efendimiz. Ebbeker Efendimiz, Cenâb-ı Hak. «…Kişi sevdiğiyle beraberdir.» buyuruyor. Daima o zaman kendimizle bir mîzân edeceğiz. Şahsıma söylüyorum.
Ben Efendimiz’i ne kadar çok sevebiliyorum. Namazım, orucum, infakım ne kadar benziyor. Muhâşeretim, nezâketim, edebim, ölçüler. «İnne ekremmekum, inne Allâh’a etkâkim.» buyruluyor. En keremliğiniz, takvâ sahibi olandır. En çok takvâ sahibi olandır. Bu âyet bir köle indi. Kölenin bütün şehri Rasûlullah Efendimiz’le beraber olmaktı. Namazı onun arkasında kılmaktı. Efendimiz de girdiği zaman ravzaya daima gözü gönlü o köleyi arardı. Köleği göremedi. Efendimiz dedi, «–Nerede kölen?» dedi. «–İş mi eriyorsun? İhmal mecnun buraya gelmiş.» «–Yâ Rasûlâllah! Hasta dedi, gelecek tâkâtı yok.» dedi. O zaman ben onun ziyâete gideyim.» dedi. Bir muhabbet. «–Yine görelim» dedi, tekrar sordu.
Efendimiz dedi, «–Sekerat hâlinde, ölüm hâlinde.» dedi. «–Hadi dedi, Ekâbe’ye hadi, ziyâete gideceğiz.» dedi. Köle vefat edene kadar yanından ayrılmadı. Gömülene kadar yanından ayrılmadı. Muâcir dedi ki, «–Biz on üç sene her türlü cefâya katlandık. Fakat Allah Rasûlü’nün bu köleye itibarı bizden daha fazla oldu. Medinlerler derler ki, biz cermizli manımız her şeyimi Allah yolunda bezlettik, fedâ ettik.
Yine bu kölenin itibarı bizden daha fazla oldu.»» Demek ki burada namazı öyle bir kılmak istiyor ki, Rasûlullah Efendimiz’in yanının arkasında kılayım ki, namaz bana büyük bir rûhâniyet versin. İkincisi, Rasûlullah Efendimiz’le beraberliği. Gölgenin gövdeyi bir sadâkati gibi. İbrahim Ehtem Hazretleri, Cenâb-ı Hak’la olan dostun lezzetini şöyle ifade ediyor, «–İlâhî muhabbeti ve istirâkımız müşahhas bir şey olsaydı, bilinen, görünen bir şey olsaydı, onu alabilmek için bütün krallar hazinelerini ve kıraklarını fedâ ederlerdi. Velhâsıl kul Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıkça, nefsânî arzular ömrünü tüketiyor, ömrü iyice azalıyor.» Yani bir sokakta çakıl taşlarına dönüyor o bütün nefsânî arzular. Rûhâniyet bertaraf ediyor.
Büyük mü’min, îmânın bedelini Allah Teâlâ ödemek meczûruyunda. Ceyran, meccânen, müslüman olarak dünyaya geldi. Cenâb-ı Hak Ankebûd Sûresi’nde, ikinci âyette, «…İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece îmân ettik demekle kurtulacaklarımı zannediyorlar.» buyuruyor. Bu, maalesef çok şey var. Evet, ben şöyle söyleyeyim ama kalbim temiz. Yani temiz kalp olan nankör olmaz.
Demek ki hayatımız, bütün bir Kur’ân ve Sûresi muhtavâsı içinde istikâmetlerimizde zorunluyor. Bedeli ödenmeyen bir şeye sahiplik iddiasında kalkışmak ve ödenmeyen bir bedenin karşılığını talep etmek ise, abdestle, iştigâlden başka bir şey değildir. Cenâb-ı Hak bize şah damarından daha yakın olduğunu bildiriyor. Seyyidiyet ve yaklaş bildiriyor.
Kulundan kendisine ihsan edilmiş olduğu mal ve canı, Allah yolunda cömert çağırmasını, bu şekilde ölümü güzelleştirmesini arzu ediyor. Âyetleri buyruluyor, Cenâb-ı Hakk’a ikramını bildiriyor. İnsan olarak yaratılıyor, mü’min olarak, basüb-ü ferîze… Diğer bir ikramını bildiriyor. Câsiye Sûresi 13. âyetinde.
O göklerde ve yerde ne varsa, hepsini bir âmâde kıldık, buyuruyor. Bir lûtuf olarak âmâde kıldık. Emrine verdik insanoğlunu. Bunu düşünen bir toplumun içinde ibretler vardır. Semâ âmâde, güneş âmâde, atmosfer âmâde, toprak âmâde…
Her şeyi insanın Cenâb-ı Hakk’ın emrine verdi. Yani mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfettiği bu imtihan maliyeti düzgün kullanmak mecbûiyetinde. Onun için Rabbini unutmazsa düzgün kullanır. Efendimiz, kızı Fâtımâ’ya şöyle duydu.
Ey Allâh’ın Rasûlü olan Muhammed’in kızı Fâtımâ! Allah katılır, makbul-sâlih ameller işte, amelân-sâlihâ. Sâlih amellerin yoksa, babanın peygamber olduğuna kıyamet gününe güvenme. Çünkü ben kulluk yapmadığım takdirde ise, Allah’ın azâbından kurtaramam. Yine aksine Cenâb-ı Hakk’ın ikram ettiği şeyleri, Hak yolunda değil de, yanlış yerlerde harcarsın.
Bu hâl, nîmeti ikram edenlerin bir ihanettir. İster nankör ol, buyuruyor Cenâb-ı Hak. Yine Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede, O, sizin için kulakları, niye kulakları? Bu vahiyyi işitecek. Gözleri, ilâhî azamet tecellîleri görecek ve gönülleri, gönül bir dergâh hâline gelecek. Yaratan, Allah ne de az şükür ediyorsunuz, buyuruyor. O sizin için kulakları, ne de az şükür ediyorsunuz, buyuruyor. O sizin için kulakları, gözleri, gönülleri yaratandır, ne de az şükür ediyorsunuz. Hazret-i Ömer, radıyallâhu anh, bir gün bir dervişin, «–Yâ Rabbi! Beni azlardan edin, beni azlardan edin, beni azlardan edin!» duâ ediyordu. Ömer, hadîn-i rân, çağırdı. «–Yâ Rabbi! Bu nasıl bir duâ dedi, azlardan olmak?» Dedi ki, «–Yâ Halife! Allah demiyor mu, şükreden kullarım azdır, şükreden kullardan olmak istiyorum. Atâullah İskender-i Nehî Hazretleri vardır. Onun çok güzel ve ciddi bir ifadesi vardır. «–Yâ Rabbi! Seni bulan neyi kaybetti? Seni kaybeden de neyi buldu?» «–Yâ Rabbi! Seni bulan neyi kaybetti? Seni kaybeden de neyi buldu?»» Arif bizatta diyor ki, o kişi ki, o mü’min ki, Allâh’a mahliktir, neden mahrumdur? O ki, Allâh’tan mahrumdur, neye mahliktir?» Tüvbe Sûresi’nin 111. âyetinde. Orada Cenâb-ı Hak buyuruyor ki,
Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını kendine verecek cennet karşısında satın almıştır. Malın sahibi Cenâb-ı Hak. Hayvanlarda bu ihtiras yok. «–Benim malım var, yokum.» diye böyle bir ihtiras yok. Bu, insan da var. Hâlbuki mal mülk Allâh’a âyet, «el mülkü Lillâh». Can da Allâh’a âyet. Hayvanın baktığı zaman o nefsânî arzular için hayatı devam ettirir. İnsan, canını Allâh’a adayacak. «–Allah benden râzım edilecek.» daima.
«–Kendini verecek cennet karşısında satın almıştır.»» Tam bir îman testi burada Cenâb-ı Hak. Mallar ve canlar. Demek ki malı bakış tarzında nasıl olacak? Canımıza bakış tarzında nasıl olacak? Canını veren kim, malı veren kim? Cenâb-ı Hak ölçüyü bildiriyor. Çünkü onlar Allah için savaşırlar, Hak için. Öldürürler, ölürler. Bu Tevrat’ta, İnci’nde, Kur’ân’da Allah üzerinde bir hak vâhettir bu.
Yani Cenâb-ı Hak bir vâhette bulunuyor. Okulun hakkı olduğunu bildiriyor. «–Allah’tan çok daha sözünüzün duran kim vardır?» buyuruyor. «–Allah’la yaptığınız alışverişten sevinin.» buyruluyor. Yani bir fânî yerle yaptığımız alışveriş var. Bir de Allah’la yaptığımız demek ki alışveriş var, Celle-Celâ’ ile. Bu da Allah’la yaptığımız alışveriş. Bu malı ben nerede kullanıyorum? Ne kadar bir riyâzat hâlinde yaşıyorum? Kullû’lu af, ne kadar fazla da infak ediyorum. Malın bir emanet olduğu telâkkitsinde yaşamak. İkincisi can. Canın ne zaman Allah’ın alacağını bilmiyoruz. «Yarın» diyenler helâk oldu. Onun için canın kıymetini bilebilmek, canı da Allah yolunda adayabilmek,
ibadetlerle, muâmelâtla vs. emr-i bilmâv-ı nehy-i ânîm-i münkerle, müsterşede irşâdla, irşâd bekleyenleri irşâd etmekle. Velhâsıl Allah’tan daha çok sözünüzün duran kim olabilir?» diyor. O hâlde diyor, «–Allah’la yaptığınız alışverişten sevinin.» buyuruyor Cenâb-ı Hak. Gerçekten bu büyük bir kazançtır buyuruyor.
Akab-ı biyatında, Abdullah bin Ravhâ dedi, «–Yâ Rasûlâllah! Allah’a beyat ediyoruz. Sana beyat ediyoruz. Bunun karşısında ne var dedi?» Rasûlullah Efendimiz’e cennet var dedi. Onun için bu âyeti kerîmeyin de Abdullah bin Ravhâ ve mü’minler derler ki, «–Yâ Rasûlâllah! Biz ne güzel bir alışveriş yapacağız Allah’la. Biz bu alışverişten aslâ dönmeyiz.» derler.
Hattâ Mûtiye giderken de, Abdullah bin Ravhâ kumandandı, sevinerek gitti. Hattâ bir Yahudî dedi ki, «–Eğer Muhammed dedi, hakîkaten Halb-i Peygamberse, siz üçünüzde şehid olacaksınız.» dedi. Onlar da sevinerek gitti. Bedir’de Efendimiz, Bedir’e girerken, ashâb-ı kirâm yine beyat etti. «–Yâ Rasûlâllah! Sen denize girsen, biz arkandan denize giririz. Hiçbir şeyin içine girmezsiniz.» dedi. «–Uğut hâbininde de Hamza radiyallâhu anh şehid oldu, Musâp şehid oldu, yetmiş sahâbî şehid oldu, Efendimiz mahzun oldu. Hattâ Hazret-i Hamza şehid olduğu zaman gözünden yaş döküldü Efendimiz. Ashâb-ı kirâm toplandı, Efendimiz mahzun görünce, «–Yâ Rasûlâllah! Biz hepimiz şehid olmayız, senle beyat ediyoruz.» derler. Hudeybiyete Osman radiyallâhu anh elçi olarak,
akrabaları vardı, fakat dönmedi. Zan geldi ki, herhâlde onu da şehid ettiler. Ashâb-ı kirâm toplandı Efendimiz’in yanına. «–Yâ Rasûlâllah! Senin gönlünde ne var, senin gönlünde biz beyat hâlindeyiz.» dedi. Demek ki bu, hakikaten düşünmemiz lâzım. İşte bu ashâb-ı kirâm. Bunlar yıldızlar. Demek ki biz de ne kadar Allah Rasûlü’nün beyat hâlindeyiz. «–Even yudur Rasûlâllah fakat etâ Allah.»
Biz kendimizi neyle miyiz? Biz topluma göre şöyleyiz, böyleyiz, öyle mi? Yok değil. Cenâb-ı Hak tevbe-i suresi yüzyılın 100. âyetinde, İslâm dinine girme hususunda, önce giren ilk muhacirler, yani ilk Medîneliler, onlar mal, can, hepsi fedâ hâlinde yaşadılar. Kiminin malı gitti, kimi de zulme uğradı, kimi de şehid oldu.
Bir kardeşliği yaşadılar. Ensâr da üç tane tehlikenin içindeydi. Münafıklar vardı, müşrikler vardı, Yahudiler vardı. Fakat onlar da canların, malların cömertçe bezdettiler. Cenâb-ı Hak onları bildiriyor. Baştan Mekkelileri, ondan sonra Medînelileri, Allah onlardan râzı olmuştur, buyuruyor.
Demek ki Cenâb-ı Hak bizleri de onlar gibi olmayı bize tavsiye ediyor. Onlardan öyle kalmamızı. Sahâbe-i Efendimiz yakından tanıdı. Yaklaştıkça yakından tanıdı. Ferahsat açıldı. Onun üzerine öyle bir lezzet geldi ki, «Canım, malım, her şeyim Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!» deniler. Malımız da fedâ olsun, canımız da fedâ olsun, onların da fedâ olsun, onların da fedâ olsun,
onların da fedâ olsun, onların da fedâ olsun, her şeyim… Ne varlık var, hepimiz Sana fedâ olsun.» dediler. Bir Efendimiz’e bir mektup gönderirken, 7. Hicr-i Senesinde, «Çocuktan ihtiyara kadar yâ Rasûlâllah! Bu şerife bana ver! Ben gidip bunu kelle uçuran krallarına ben okuyayım.» dediler senin mektubuna. Efendimiz buyuruyor ki, «…Benim ümmetim, bereketli bir yağmur gelir. Başımı, sorumu, hayırlıdır bilinmez.»
Demek ki, âhir zamanda da bu ashâb-ı kirâm gibi yaşayanlar olacak. Demek ki bizlere düşen, ne kadar yaklaşabilmek? Vedâ hutbesinde Efendimiz diyor ki, «…Haberiniz olsun, ben önceden gidip, ceddede kevser havuzunun başına sizi bekleyeceğim.» buyuruyor. «…Diyar ümmetlerine karşı sizin çokluğunuzla sevineceğim, iftihar edeceğim. Sakın, sakın günah işleyerek benim yüzümü kara çıkarmayın.» buyuruyor.
Cenâb-ı Hak, nasıl bir candan bir şey, Cenâb-ı Hak bize Kur’ân-ı Kerîm’de Firavun’un sihirbazlarını bildiriyor. Nasıl bir îman vecdiyle Firavun’a karşı çıktılar. Tehdit etti Firavun. Sadece azâbın en çetinliyse tattıracağım dedi. Onlar dediler ki, Firavun derler, sen azâbın bu dünyaya âit dediler. Bizden Rabbimiz’i döndüreceğiz dediler. Öyle bir azâb başladı ki,
çapraz kestiriyordu, hurmadağlarla sıyıyordu. En ufak bir İslâmdan, îmandan tâviz vermemek için, «Yâ Rabbi, üzerimizi, bizim sabır dök. Bizi müslüman olarak Cenâb-ı Hakk’a al.» diye dua ettiler. Yine Cenâb-ı Hak, ashâb-ı uhdudu bildiriyor. Onlar da hendeklerde yakınmaya râzı oldular. Habîb-i Neccâr-ı Bîl diyor, taşlanmaya râzı oldu. Yâsîn’in ikinci sayfasında.
Mekke’leri, Medîne’leri Cenâb-ı Hak bildiriyor. Velhâsıl Cenâb-ı Hak bir candan fedakârlığı bildiriyor. Maldan fedakârlığı bildiriyor. İşte sahâbî gelir de, «–Yâ Rasûlâllah! İşte malım, hepsini vereyim.» derdi. Onu kaldırabileceği kadar vermesi söylerdi. Ebu Bekir Efendimiz geldiği zaman, o «–Yâ Ebu Bekir Efendimiz! İstediğin kadar ver.» derdi.
Çünkü o verdi, ama yarın zorluğa düşerse, imtihan için pişman olmayacak. Yine candan bir misal. Câbîb-i Abdullah şöyle anlatıyor, Âdü’l-Utrâdî diyor, «–Önce gece babam beni yanına çağırdı. Dedi oğlum dedi, ilk şehit düşeceklerden ben olduğumu tahmin ediyorum dedi. Ben dedi, seninle şehit olmanı isterim dedi. Fakat benim borçlarım var dedi. Bir de yetim kızlar kalacak dedi. Onlara ben sana emanet ediyorum.» dedi.
Velhâsıl bunun çok misalleri var. Es-Sâbîkirâm da, Cenâb-ı Hakk’ın bu ikramı karşısında, Cennet vâd ediliyor Cenâb-ı Hak. Cenâb-ı Hakk’a bu ikramının bir teşekkür olarak da, Allâh’ın şahidi olarak dünyaya yayıldı, Sahâb-ı Kirâm. Çünkü Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, «–Siz Allah’ın yerlerine şahitleriniz, Peygamberlerine şahit olsun.» Bu şahidi olmak için Çin’e girdi, Semerkand’ta gitti. İnsanların her yere sefer etmiş.
Ne bu? Îmânın bedelini, Rasûlullah’ın ümmet olanın bedelini ödeyelim demek. Ve âyet-i bunların Allah’ın şahidi olabilmek. Bu nereye kadar olacak? Yine Tevbe Sûresi 41. âyetinde, «Ey mü’minler! Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın. Malın, canlınız da Allah’ın cihâdiyetini. Eğer birisi bu suçlu, daha hayırlıdır.» Velhâsıl dünyada âhiret için varız. Bunu unutmamak lâzım. Âhiret için dünyaya gönderildik. Dünya geçti, dünyaya gittik. Dünya gönderildik. Dünya geçip imtihan dershânesi, Âl-i İmrân 186. âyette, «…Andolsun ki, mallarını ve canlılık konusunda imtihanı çekineceksiniz.»» Efendimiz, mîraçta birçok manzaralar seyrettirildi. Kader seyrettirildi, mazîm-i muzâir-i hâl tek hâline geldi. Orada Abdurrahman’ın afı Efendimiz gördüğümüzde, daha Abdurrahman’ın afı dünyada.
Ben diyor, Abdurrahman’ın afı gördüm diyor, aşağı 25 yereden kendisi. Fakirler arasında diyor, emekleyerek diyor. Mak’a da üzerinde çocuklarının gittiği gibi diyor, onları doğru cennete yürüyordu diyor. Beni gördüğü zaman diyor, Abdurrahman çok sevindi diyor. Yâ Rasûlâllah! Başımdan öyle bir hesap geçti ki, öyle bir hesap verme durumunda kaldım ki. İşte bu, çocukları bir saçlarını ağartan bir zorluklar.
Sen nerede hiç göremeyeceğimi zannettim dedi. Aşağı 25 yereden. O yaptığı zaman diyor, affeyle. Bu, Cenâb-ı Hak çok zenginlik verdi. Bakın, müstâni olarak yaşadı. Bir gün oğlu davet etti iftara. Çeşit çeşit yemekler vardı. Ağlayarak kalktı sofranda. Baba dedi oğlu, bir kusurum mu var? Bir yanlışlık mı yaptım?
Yok oğlum dedi, Musab bin Umayr diye şehid olduğu zaman diyor, örtünün bir kefen bulamadık dedi. O Mekke’nin en meşhur insanıydı dedi. Efendimiz’e sorduk, başını örtün ayağına kokulu otlardan koyun, o şekilde defnettik dedi. Acaba Allah dedi, bana âhirette vereceğini tenkitsediyor, bu dünyada mı veriyor? Onun için bir hüzüllendim diyor. Velhâsıl anda olsun yi, mallarını, canlı konusunu imtihanı çekineceksiniz. Mal kimin, can kimin? Malın sahibi kim, canın sahibi kim? Hayat nasıl olmalı? فَاِنَّ مَعَلْ اُسْرِ الْيُسْرَةِ وَاِنَّ مَعَلْ اُسْرِ الْيُسْرَةِ Demek ki hep zorluklardan sonra mükaat edilecek. Bu zorluk ne? Dünya hayatında, nefsânî hayata mukâhmet edebilmek. Hayat tarzımız nasıl olacak? Zaman kaybedilmeyecek, hayırlı bir iş itirir, bitirmez, diğer hayırlı bir iş edilecek. Arada Cenâb-ı Hak boşluk olmasını istemiyor.
Boşluk olursa, nefsânî hayatında bir câzibesi ortaya gelecek. Ondan sonra Cenâb-ı Hak bu canın malını Allah yolunda vasfedenlere diğer vasflarını bildiriyor. Burada اَتْطَائِبٌ geliyor. Bu اَتْطَائِبٌ, tövbe edenler. Cenâb-ı Hak buyuruyor, sakın dünya hayatını aldatmasın ve şeytan, Allâh’ın affarına güvenleyerek sizi kandırmasın.
Evet Cenâb-ı Hak, Erham’ı râhimin ama o istikâmete bulunmamız da zorur. Kulundan Cenâb-ı Hak, sayın bir tövbe istiyor. Tövbenin en güzel zamanı da gün içinde seherler. Yine Cenâb-ı Hak, Fâtır Sûresi’nin yine benzer bir âyeti gibi diyor. Ey insanlar! Allâh’ın vâdi gerçektir. Sakın dünya hayatını sizi aldatmasın. O aldatacağınız şeytan da Allah hakkında sizi kandırmasın.
Yine bu cenâzesi imamların okuduğu bir âyet vardır. Sümer Sûresi’nde. De ki! Ey kendi nefsi aleyhine haddi aşan kullarım! Allâh’ın rahmetine umut kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesizlikle o çok bağışlanır, çok ezirgelendir. Ondan sonra gelen âyet, size azap gelmeden, çatmadan Rabbinize dönün. Yani şu dünya hayatını, yani tövbe edin, istiğfar edin. Bir samimiyetle, tövbe edin, arzularla nasıl bir şey yapın. Cenâb-ı Hakk’a dönün, O’na teslim olun, sonra size yardım edilmesin. Değerli Pişmanlık, amel-i sâlihlerine teyit etmek. Yani lafta olan, sözde olan bir olmayacak. Muhakkak onun ispatı icap edecek. Ondan sonra, اَلْاَبِدُونَ Bu da ibadetler, bu kalp ve beden âhinin içinde olacak. Namaz ölecek, pâşâdan, mülkâdan meded edecek. Sevinçler, sevinçler, sevinçler, sevinçler… Sejde ve yâkı açanlar var. Oruçla lâ lillekum tettekum buyuruyor. Umurlu ki takvâ sahibi olsun. Cömertliğin artacak, Allâh’ın nîmetini düşüneceksin. Hâmidûn, hamd edenler… Efendimiz bütün sözlerin hamd dili başlardı. Tâhîtâya hamd ile başlıyoruz. Hamd, bütün ibadetlerin sırrıdır. Hamdî esaslı kalbiyle yapılandır. Kalbin, Allâh’ın nûruyla dolması, kalbi, Allâh’ın hamd ile dolmasıdır. Hamd, tefekkürü gerektirir. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de 137 yerde bir tefekküre davet ediyor. Kâinat, ilâhî bir vitrin. Kalp burada her an değişik tecellîlerini seyreder. Her şey tefekküre bir davetiyedir. Bu tefekkür nesnesi sizin kul hamd hâlinde yaşar. Fâtiha’nın ilk âyeti de hamd ile başlıyor.
Cenâb-ı Hak gerçek ilim sahipliğini bildiriyor. Allah’tan geriye girme, ancak mârifet ve irfan sahibi âlemler korkar, buyuruyor. Demek ki kulu bilginin faydası yok. O bilgeye Allah Rasûlü, اَلْإِلْمُ لَّا يَنْفَٓاءَ buyuruyor. Yani menfaat vermeyen, sana yaklaştırmayan, ilimden sana sığınır, buyuruyor. اَلْرَاكُونَ اَسْسَاجِدُونَ Demek ki rükû, ayrı bir güzellik verecek.
Cenâb-ı Hakk’ın kartı eğiliyorsun. Secde edip yaklaş, buyuruyor. Bir Cenâb-ı Hak’la bir beraberlik, bir rûhâniyet. Cenâb-ı Hak secde edip yaklaş, buyuruyor. Mü’min maddî ve mânevî ihtiyaçlarını namazda arz edecek. Beydinlik kutubu ondan isteyecek. Allah ile mü’min arasında bir bağlantıdır namaz. Yine buyuruyor, Ahraf 30, 1000. âyet. Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde veya her secde ediyorsanız güzel elbiseler giyin. Yani kimin huzurunda bulunur, idrâki içinde olacak. Yine Allah buyuruyor, namaz kadar, şu kadar, şu kadar gider diyor, onda bir kalır diyor. Yani namaz, Cenâb-ı Hak’la mülâkatı arttırır. Ey îmân edenler! Sabır, namaz ile Allah’tan yardım isteyin buyuruyor.
Ebû Firas vardı. Bu, Efendimiz’e su getirirdi. Efendimiz’in hâni-i saâdete önüne suyu koyardı. Efendimiz, onun da geceleri ihtiyacını gönderdi, abdest alırdı. Bir gün dedik ki Ebû Firas dedi, ben herkese bedelini verdim. Dile benden ne derdin? Bu dünyada dedi. Ebû Firas dedi, yok dedi yâ Rasûlâllah, dünyada istemem dedi. Ahireti istiyorum dedi. Seninle beraber olmak istiyorum dedi. Senle beraber olmak istiyorum dedi. Ya Ebû Firas dedi, benim müşkül durumumu da bırakma, çok zor şey istedin dedi. Efendimiz mevki orada, peygamberlerin üzerinde Ebû Firas ile beraber olmak istiyor. Yok yâ Rasûlâllah dedi. Ben dedi, dünyada istemem, orada istiyorum dedi. O zaman Ebû Firas dedi, çok çok Rabbine secde ederek bana yardımcı ol buyurdu.
Ben dedi, namaz bu kadar. Çok anne-baba, canım bu daha küçük, sonra kılar, sonra edersin, olmaz. Ağaç yaşkın eğilir. Bir yakına öldüğü zaman bir küslân geliyor, bir üzüntü geliyor. Fakat en büyük üzüntü öbür tarafta gelecek. سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبِّ الرَّحِيمِ Cenâb-ı Hakk’a buyurun diyecek. Büyük selâmla. Baba, oğul, ana vs. eş ayrı. وَمْتَازِ يَوْمِ اَيْوَلْمِ سِلْمُ جُلْمِ لَا بِتْرَبَةِ Cehennemlik bu tarafı denilecek. Bu peygamberlere bir tatdırılıyor bu. Nuh aleyhisselâmın dördüncü karısı cehennemlik oluyor. Lûtf, aleyhisselâmın karısı cehennemlik oluyor. Tahrim Sûresi, bunlar iki sâlih kişinin zevceleri iken cehennemlik oldu, buyuruyor. Yani o iki sâlih peygamber, onu kurtaramadı. Onun için مُكُونُ مَعَثْ صَادَقًا buyruluyor.
Sohbetler çok büyük. Sohbeti ihmal etmek lâzım. Orada mânevî olarak bir rûhâniyetin artması ile sohbetlerle. Sohbet, dört duvarla bir beraberlik değil. Bir rûhâni enerjiyi paylaşmaktadır. Sahâbe en çok terfiye, rûhâniyetini sohbetlerden aldı. Efendimiz onlara, kâğıt, kalem, yadleri yaz demedi. O sohbetlerde kalpten kalpleri inkâs oldu. İlk anne-baba eğer evlâdını seviyorsa, evlâdını merhametliyse, onu ilk defa namaza alıştırmalı. İlk defa onun dîn-i tahsilini vermeli, âhiret tahsilini vermeli. O yavru, dünya tahsilini, âhiret tahsilini içinde yaşamalı. Ondan sonra emr-i bil-mârûf, nehy-i ân-i münker geliyor. Sizden hayrı çağıran, iyiliği emredip, kötülük demene bir topluk bulun, içine bunların kuduşa erenleri buyuruyor. Onun için bu da hekebin bize râzıdır.
Bir mü’min kendisini ihyâ edecek, ondan evlâdından, akrabasından, çevreden, devrin akışından kendisini mes’ûl görecek. Bunun da hesabını verecek. Ebû Hureyre naklediyor. Bir kişi bir kişinin yakısını yapacak. O diyecek ki, ne istiyorsun bende bu zor günümde? O diyecek ki, yok dünya hayatında biz seninle beraberdik. Sen beni ihmal ettin. Bugün ben seninle dâvâcıyım diyecek. Bugün müsterşidi irşad, çok irşad bekleyenler var. Fakat irşad edenlere ihtiyaç var. Yani demek ki vazifemiz, Allah Rasûlü’nün insanları nasıl eğittiğine, terbiye ettiğine dikkat etmeliyiz. Ondan sonra onu seven, onun gibi insan yetiştirmeye gayret ederler. Onun gibi yaşamayı, onun gibi insan yetiştirmeye gayret ederler. İşte câhiliye eden yarı vahşi insanları nasıl bir eğitimi tattırırlar? Onlar göklerdeki yıldızlar gibi de buyuruyor Efendimiz.
Derece derece tabi. Esrâf-ı Sufya’da Efendimiz yaptığı eğitim bizim için en güzeldi. Ezberletiyordu, tatbik ettiriyordu. Hiçbir şey yok. Dağlara çıkıp odun kesiyordu, dağıtıyordu, onu şey yapıyordu. Efendimiz onları cezbederdi, onların bütün problemlerini çözerdi. Açları doyururdu, çıplak giydirirdi, hasta olanlara hastalığa ilgilenirdi. Hâlî bin velet İslâm orduları kumandanı vefat ederken, bir hüzün içindeydi. Ben niçin yatakta ölüyorum dedi. Hayatı dedi, at kişnemeleri, kılıç çakırtlarına geçmiş bir cengâh verin dedi. Hasta insanlar gibi dedi, zayıf insanlar gibi yatakta ölmesi ne fecî bir şeydir dedi. Acaba ben ne kusur işledim ki yatakta ölüyorum dedi. Karşı dedi ki, niçin kederliğin üstünde? Seyfullah sıfatına Allah’a sığmadan vermedi mi dedi.
Mûtiye dedi, üç bin kişiyi ile yüz bin kişiyi bertaraf eden sen değil miydin dedi. Mûtiye dedi, bir kan gönülü çeviren sen değil miydin dedi. Evet doğru ama niçin yatakta ölüyorum dedi. Velhâsıl hep sahâbeye baktığımızda daima kendisini sorguluyor. Her hâlini sorguluyor. Ölümünü bile sorguluyor. Evvelen sahârekî İslâm’a geldim, amın diyor, ben de vefat edinlerdi. En son noktaya beni gömün ki ben de son olarak geldim, İslâm’a sorguluyordum.
Daha öteye gitsin. Ondan sonra, l-hudûdûl-lâh, Allâh’ın hududunu koruyanlar. Onun için Hucurât Sûresi’nin ilk âyet,
Ey îmân edilenler! Allah’ın ve Rasûlü’nün ne geçmeyi? Allah’tan konuşuyoruz, Allah iştendir. Rasûlullah Efendimiz’e ne emretmişse, Rasûlullah Efendimiz’e Allah’ın ne emretmişse onu tatbik etmeli. Biz daha sevabı gelmiyor, otuz üç, otuz üç, otuz üç tespihat çekiminde kırk kırk kırk çekimde olur mu? Olmaz. Daha fazla. Çünkü Allah da otuz üç, otuz üç terk etmiş.
Bir kişi bayram namazından evvel kurban kesiyor, Rasûlullah’ı iade et diyor. Velhâsıl orucu üç saate evvelden başlayasan, üç dakika evvel bulsan olmaz. Efendimiz’in en çok terkiydi varlıkta ve yoklukta. Hem de kalbinde acaba Allah’ın rahmeti gelmeyecek mi diye, Allah’ın yardımı gelmeyecek mi diye, Müslümanlar üzerine bir kuruntu geldi. Onun için Efendimiz Efendimiz, Allah’ım’ın lâ âşî’i lâ âşîbü l-âhirâ buyuruyor. Esas hayat, âhiret hayatıdır.
Sonra Cenâb-ı Hak gözükmeyen ordularını gönderiyor. Yine bu Mekke Fethi’ne girerken, bir gösteriş hâlin değildi, secde hâlindeydi. Etrafına bu Allah’ın büyük bir lütfu olduğunu idrâk etmen için yine Allah’ım’ın lâ âşî’i lâ âşîbü l-âhirâ. Demek ki sevimli işte ânımız. Mahzun ânımız, daima o zaman bize telkîn edilen esas hayatın, âhiret hayatı olduğu.
Hepsi de bir hikmetin olması. Ömer bir gün yaptığınız, diyor ki, kıyamet günü nereye gitmek istiyorsunuz? Ona göre hazırlanır bu dünya. O da son nefese kalır. Kabirde telâfi, kıyamet telâfi yok. Nasıl bir mü’min olmamızı Cenâb-ı Hak istiyor? İnsanlar Kur’ân’ı ile Allâh’a davet eder. Yaşayan ve yaşatan, amel-i sahip sahibi olan, ben müslümanlardayım diye İslâm karakteri, İslâm şahsiyetini tevzi edenden, kimisi de daha güzeldir buyuruyor.
Yani Cenâb-ı Hak bizden farzlar, zâhir ve bâtın ile beraber olacak. Haramlar, zâhir ve bâtın ile beraber olacak. Farzlar, namaz, oruç, zekât, hac gibi. Ve bilhassa seherler seherler unutulmayacaklar. Cenâb-ı Hak rahmetini tecellî ettiği zamanlar. Onlara Cenâb-ı Hak istiğfar istiyor, ver müstâfiri, af kapılarını açıyor. Îmânın tecdidi isteniyor. Kerîme-i tevhid. Bunu gündüz de bunu yaşayacaksın.
Salihât-ı Şerîf Efendimiz’e beraber olmak gayret içinde olacaksın. Tevhîk-i hürmet, ölümü düşüneceksin. Ve tâifler, bu zikir merkezleri canlı tutmak. En nihâyet, murâkabı ilâhî kamerinin altında olduğu bir itirâk hâlinde olabilmek. Bu farzlar, ondan sonra güzel ahlâk farzlar. Seherler geliyor, merhamet-cömertlik geliyor, adâlet geliyor, hak-hukuk geliyor,
tevâzûh, el-emîn, es-sâdık olma geliyor, içtahs geliyor, edep geliyor, sabır geliyor. Zâhirî günahlar. Bunlar içki, kumar, zinâ vs. sirkat vs. Tabi bunlardan da en büyük kaçınacak bâtınî günahlar. Günahların en şeyleri de şirk ve riyâ geliyor. Bu gurur-kibir geliyor. İşte Cenâb-ı Hak, işte âhiret yurdu. Biz O’nun yerinde bübüllenmeyi, bozgunluk yapmayı istemeyenleri nasip ederiz. Ondan sonra kadarnet çıkanlar, falan sakınanlardır. Demek ki âhiret yurdu, gurur, kibir, bozgunluk yapmayı istemeyenler için. Yine Cenâb-ı Hak Lokman Sûresi’nde ki, kibirlenerek insanların yüzü çevirme, yine bübüllerine yürüme. Zira Allah kendini beğenmiş, övüp duran kimseye asla sevme.
Ben şunu yaptım, yüz tane hafız yetiştim, yüz tane hadîb indirdim, vs. Allah senin arasında kalacak. Mecbûriyet varsa bunu söylemek edeceksin. Velhâsıl mümkün mertebe riyâdan kaçanabilmek. Tabi riyâda ne oluyor? Gezi, ufak bir şirk oluyor. Efendimiz buyuruyor, sizce cehennemdeki insanın kimde olduğunu söyleyeyim mi? Katı kalpli, merhametsiz. Kabah, cimri, pul olarak yürüyen kibirli kimseler. Velhâsıl bu usta âyetleri, hadîs-i şerîfte çok fazla. Haset, bu da işte Âdem Ali Sefîm’e iki oğlu, Hâbi’yle Kâbil. Haset ne oluyor? Allah’a isyanın başı oluyor. Allah’ın takdîrine râzı olmamak oluyor. Onda var, bende yok, niye bende yok? Belki bu sende daha gayrı biliyor musun?
Velhâsıl bu yalan, iffetsizlik vs. bunlar Allah korusun, haramlar. Değişikli haramlar. Zâhir-i Alman, bâtınî haramlar. Yani zâhir-i haramlardan kaçınılıyor. Fakat bâtınî haramlar ufak görülüyor. Gıybet dedi kodu, bu da bâtınî haram. Mü’min olmanın mes’ûliyeti. Her medeniyet, kendisi insan tipini meydana getirir.
Bizim medeniyetimiz, asr-ı saâdet medeniyeti. Fazîlet ve medeniyeti. Şahsiyet ve karakter ve biz de bu asr-ı saâdet medeniyeti temsil etme mecburiyetindeyiz. İnsanlığa fazîlet ve güzel ahlâklı numûnet olabilmek, gayret içinde olabilmek. Zira Cenâb-ı Hak buyuruyor, siz insanlığın içinde çöküp en hayırlı ümmetsiniz, mârufunu emreden mümkâneden nehya edersiniz. İkincisi, İslâm’ın bağlı samimiyetimizi ilâh ediyoruz.
Muhammed-i Âd, muâşeratle daima İslâm ahlâkı üzerinde bulunacağız ve o bulunmayı terkin edeceğiz. Üçüncüsü, İslâm umdelerini, İslâm prensipleri bazı yerlerde unutup kalmamalıyız. Mîrastı, vesâliatı, âhilâyatı, fâizleri şuydu buydu, vay… Allâh’ın haram kıldığı şeylere takılmamamız da. Ben bunu şöyle telâfî ederim, şöyle hayır edelim, yok olmaz. Allah sana çok zengin ol demiyor. Sana mevcuttan seni İslâm’a benzer bir şey yapacağım.
Sana çok zengin ol demiyor. Sana mevcuttan seni İslâm’a yaşamanı istiyor. Âlâ hayatımız nasıl, evlâtlarımız nasıl, nasıl iyi geçiştirecek evlâtlarımızı? Ana-baba olarak başlar, onu hangi tahsil ile yaptığını görür. Zira âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, şeytanın kendisine tâbî olan ve yalnız vâlelerine, kuluk verenlere, mal ve evlâtlara, şeytana ortak olacağını bildiriyor. Hakîkaten evlâtlarımızı gerçekten kendi evlâtımız olarak mı yetişiyoruz?
Ve onu onların şahsiyet ve karakterlerine, internet vs. oradan mı almalarını göz yumuyoruz? Değer husûsuz, Peygamberlerle kıyametle bizim hâlimizden şahit olacağını, sizlerle Allah’ın şahitliği ise, Allah Rasûlü’ne ise şahit olsan. Hiçbir zaman Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacağız, Sünnet-i Seniyyeyi ihmâl etmeyeceğiz. Âliyeti unutmayacağız. Ikra kitâbek. كَفَابِ الْنَفْسِكَالْ يَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا Kitabını oku, bugün sana nefsin kâfidi. Göz konuşacak, kulak konuşacak, delilerek konuşacak, mekânlar konuşacak. Ferden kendimizi ihya edeceğiz. Takvâ ile ihya edeceğiz. Toplumdan kendimizi mes’ûl göreceğiz.
Ancak ilâhî yardım bu sırada tahakkûk eder. اِيَّا كَنَا بِذَوْلُوْسَ وَاِيَّا كَنَا سَنْيْنَا وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَاِنَّهُمْ وَ
Şimdi ihya ile toplumdan kendimizi mes’ûl göreceğiz. Demek ki, iyyâ-kenâb büdû olacak. Allâh’a kulluk oluyor toplu hâlde ve iyyâ-kenâb’a sayın Cenâb-ı Hak’tan yardım gelecek. Kendimizin muhâsebesi. İslâm, bizleri ne kadar büyük bir nimet olduğunu tefekkür etmemiz icâb ediyor. اَقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ رَبِّكَ لَّذِي خَلَقَ Cenâb-ı Hakk’ı hiçbir zaman mü’min unutmayacak. Şayet Rasûlullah bizim yanımızda olsa,
bizim davranışlarımıza, ev hâlimize, evlât geçiştirmemize, ticârî hayatımıza tebessüm eder miydi? Kaptelâk gelecek, her gördüğü şeyde Cenâb-ı Hakk’ı hatırlayacak. Elhamdülillâh en büyük nîmet, en yüksepeygamber ümmet olduk, en güzel kitap Kur’ân-ı Kerîm’e muhatap olduk. Cenâb-ı Hakk’ın dediğinde mükerrem yarattığını bildiriyor. Ve mükerrem bir kul olmak, gayret içinde olmak.
İslam’ı ne kadar tanıyoruz? En mühimi burada. İslam hakkında kültürümüzü arttırabilmek. Zira en büyük kültür, İslâm kültürdür. İslam, dünyada görüşürüz, ne kadar bilebiliyoruz? İslam’da işin şeyler hayatımızda giriyor mu? Günümüzde insan ruhuna zehir serpen programlardan, modalardan, reklamlardan ne kadar tesirâda koruyabiliyor muyuz? Toplumumuzun bugün zerk edilen âhiretsiz bir dünya telâkisi karşısında bizim takvâımız ne kadar?
Yapımıza gereken Kur’ân’a sarılmak. Zira Kur’ân’a, اَنْ لِلْمُتَّكِينَ buyuruyor. Kur’ân-ı Kerîm’in müttakil için bir rehber ne kadar? O rehberin izindeyiz. Bizden takvâ sahibinden Cenâb-ı Hak bize yardımını bildiriyor. Düşünce, İslâm’ın hayatımızda girmediği bir alan var mı? Musâbe olsaydı nasıl bir hizmet arayışı gayretçi olurdu? Bunu tefekkür etmemiz lâzım.
En mühim hizmetimiz ne kadar? Zira zekâtın nisâbını biliyoruz ama Allâh’ın verdiği bize nîmetlerin nisâbı ne kadar? Tehâsîhâ, o nisâbı ödemek için dünyanın her tarafına girdi ve insan aradı. İslâm’ı bizden arzu ettik. Karakter ve şahsiyet sahibi, güzel bir mü’min olabilmek. Kur’ân kültürüyle kendimizi tezkin edebilmek, şu vasıflarda olmalı, ahsen olabilmek,
yani her işini en güzel surete îfâ edebilmek ve bir mü’minin etrafına daima güzellik tevzî etmeli. Cenâb-ı Hak, ahsinû buyuruyor. Demek ki her şeyimizin en güzel olması. Ecmel olacak, yani helâl, her hâl ve davranacak, gönlüne huzur ve ferahlık verecek, zarâfet ve letâfet içindeki bir mü’min olacak. Ekmel, yani her hususta olgunluk olacak, mükemmelik olacak, her hâlimizde İslâm’ın ihtişamını sergilecek.
İslâm’ın ihtişamını sergilemeyi Cenâb-ı Hak nasîb eder inşâallah.
O’nuzun kabûlliğini yazdık. Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir