"Enter"a basıp içeriğe geçin

Allah Katındaki Değerimizi Nasıl Anlarız? – Serdar Tuncer

Allah Katındaki Değerimizi Nasıl Anlarız? – Serdar Tuncer

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=UxMdz7nCUFw.

Selamun aleyküm Erenler ve dahi Erenlerin gönlüne girenler. Hatta ve hatta o gönülde bir ömür kalanlar. Girmek iyidir de kalmak asıl marifet çünkü girmek bir an. Kalmak uzunca bir gayret ister diyorlar. Hoş geldiniz. Bu hafta sizi May Mecrâ’da fakirin odasından selamlıyoruz. Birkaç program meselesiyle aşına olduğunuz bir oda zaten burası. Hoş geldiniz, hafalar getirdiniz. İnsan Allah katındaki değerini bilebilir. Şimdi bu soruya ne cevap vereceğimizi merak ediyorum.
Bir insan şimdiden Allah-u Teâlâ’nın katındaki değerinin ne olduğunu anlayabilir mi, bilebilir mi? Cevaplar alayım. Cevaplar yorum olarak bir aşağı düşsün ama buradan sonrasını daha seyretmeden yorum olarak aşağı düşsün. Olur mu? Derler ki büyükler tahmin edebilir. Bir tane ölçü mesela. Birkaç ölçü var. Şimdi bu ölçüleri koyalım önümüze. Hatta bu ölçüleri hem bir ayna gibi karşımıza koyalım. Bakalım biz bu işin neresindeyiz? Hem de bir tartı gibi koyalım.
Bu ölçülerin terazisine çıktığımızda bakalım ki değerimiz kaç dirhem geliyor. Ya da geliyor. Ölçü 1. Allah-u Teâlâ’nın katındaki değerini merak ediyorsan Allah’ın senin ne ile meşgul ettiğine bak demişler. Yani hayırla mı meşgulsün? Güzellikle mi? İyilikle mi? Allah’a itaat edilen bir mekânda mısın? Allah’a itaat edilen ifadelerin konuşulduğu yerlere mi gidip geliyorsun?
Yoksa günahın, isyanın, sıkıntının orta yerinde ve bu işlerle alakadar olarak bir ömür mü sürüyorsun? Şimdi ölçü bu derler. Allah’ın senin ne ile meşgul ettiğine bak. Eğer iyi şeyle meşgulsün Allah katında bir değerin var. Kötü şeyle meşgulsün Allah katında yine değerin var da gayret et. İşte iyiliğe dönmek… Meşgul, enteresan bir kelime. Arapça mesela işgalle meşgul aynı kökten geliyor. Sadece işgal meşgul değil. Meşgale, aynı kökten. İştigal, aynı kökten. Yani senin ne işgal ediyor? Seni işgal eden şey ne? Bakın bu defa insanın normal meşgul olduğu şeyin ötesinde başka bir kapı açıldı. Seni işgal eden şey ne? İşgal, senin geceni gündüzüne katan. Aldığın, verdiğin nefes boyunca en çok aklına gelen. Gün içerisinde en çok düşündüğün. Bir işi yaparken ki en fazla öne aldığın kriterin. Yani seni ihata eden, işgal eden şey ne ise sen onunla meşgulsündür. O iyi bir şey ise Allah katında iyilerdensindir. Kötü bir şey ise Allah ve Rasul’ünün ölçüsünce Allah muhafaza. Kötülerden olma ihtimalin vardır. İyilerden olmaya gayret et. Eskiler kıymetli şeyleri gizlerlermiş. Kıymetli şeyleri gizlerlermiş. Bu ne demek? Mesela çok güzel hitabeti olan bir zat önüne bir defter alırmış, bir kitap alırmış, koyarmış. Arada bir de dönermiş, oraya bakarmış böyle. Bir kitaba bakar filan. Dinleyen de dermiş ki ya bildiği bir şey yok bu adamcağızın da ya. Bilseydi kitaba bakmazdı. Bizim Anadolu’da çok olur böyle. Çok güzel bir vaaz dinlersin, dışarı çıkarsın. Adam ne vaaz ettik? Ya la kitaptan okuyordu oğlum görmedin mi? Şimdi mesela insanlar okuduğu kitabı saklayarak kitaptan okuduğunu belletmemeye çalışıyorlar. Vaktiyle o kitapları yazacak kadar ilmi olan insanlar bir tane önlerine kitap, defter bir şey alarak oradan okuyormuş gibi yaparlar. Niye? Bunun iki sebebi var. Bir, nazar değmesin diye. Nazar çok çok enteresan bir şey. Mesela ivaaz eden zatlardan bir tanesi. Allah rahmet etsin. Allah makamını âle etsin Tahir Büyükkörükçü Hoca. Dostlar anlatmış geçen bir röportaj vesilesiyle bir vaaz verecek. Ertesi gün bir rüya görüyor. Rüyasında bir adam cemaatin arasından kendisine bir taş atıyor. O taş büyüyor, büyüyor, büyüyor kendisine kalan kocaman oluyor filan. Böyle bir rüya. Rüyayı da kafasına takmış acaba nedir ne değildir filan diye.
Ertesi gün vaaza çıkıyor hakikaten rüyada gördüğü adam karşısında oturuyor. Adam böyle bakınca dili tutulmuş, bildiğini unutmuş, söyleyeceğini söyleyememiş. Zar, zor Mevla’nın inayetiyle o vaazı bitirmiş. Sonradan diyorlar Sami Efendi Hazretlerine anlattığı vakit Hazret kızmış demiş. Bu nazar. Aman dikkat et. Ondan sonra hep böyle bir defterle, bir kitapla, önünde bir bir şeyle vaaza çıkmış ki o nazardan kurtulabilmek için.
Şimdi bu nazar meselesi hakikaten kıymetli bir mesele. Azami dikkat etmemiz gereken mesele. Bediüzzaman Sayyid Nûr-Sûresi Hazretleri 30-40 talebesi gelecek kendisini dinleyecek. Onlara dermiş ki aman çocuklar arkadaşlar sohbet esnâında çok fazla yüzüme bakmayın. Siz gittikten sonra böyle hâlim kalmıyor. Düşüp kalıyorum. Bu nazar haktır. Zannediyoruz ki sadece kemgözle bakanın nazarı değer. Halbuki öyle değildir. Çocuğa en çok anne babanın nazarı değer diyorlar. Muhabbetle bakanın da nazarı değer.
Onun için bir güzel gördüğünüzde, bir güzellik gördüğünüzde, bir iyi bir şey gördüğünüzde hemen maşâAllah maşâAllah deyivermek lazım. Hatta büyükler şöyle demişler. Ne kadar güzel maşâAllah deme maşâAllah. Ne kadar güzel de. Çünkü önce güzel deyip sonra maşâAllah dersen güzelle maşâAllahın arasına nazar girer. Önce maşâAllah de kafanı çevir. Yani o güzelliği bir Allah’a hamlet. Ondan sonra ne kadar güzelmiş. Hatırlatmış olalım. Bu programın bir bereketi olsun.
Nazar duası diye bildim. Bismillahil ladeela yadurru ma’asmihi şey’un fil ardi vela fissamâi ve huves semiyyil alihi. Bu duayı insan sabah uyanınca üç defa. Gece yatmadan evvel üç kez okursa Allah nizile geceden sabahı, sabahtan geceye, nazardan emin olur. Cüha bunu da böylece hatırlatmış olalım. Birinci ölçümüz neydi bir daha hatırlayalım. Allah’ın katındaki değerini merak ediyorsan, seni neyle meşgul ettiğine bak. Bu aynaya bir bakalım. Bu teraziye bir çıkalım.
İkincisi Efendimiz aleyhisselatü vesselamın ortaya koyduğu bir ölçüm. Bir sahabe efendimiz gelip sormuşsa, ya Resulallah Allah katında makbul bir kimse olup olmadığımı nereden anlayabilirim diye. Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyurmuş ki, ahiret işleri sana kolay geliyor. Dünya işleri zor geliyorsa makbul kimselerdensin. Ama ahiret işleri zor geliyor. Dünya işleri sana kolaylaşıyorsa makbul olmayan kimselerdensin.
Efendimiz aleyhisselatü vesselamın şaşmaz ölçüsüyle bakın bir mihenk daha çıktı karşımıza. Kendimizi bir tartalım. Allah-u Teala’nın nazarında her kim değerini bilmek istiyorsa kendisinin Allah-u Teala’ya ne kadar değer verdiğine baksın. Bu da bir ölçü. Hemen şöyle demeyin ama Serdar ağabey biz Allah’ımızı çok sev… Elhamdülillah biz Rabbimizi çok sevmeye gayret ediyoruz. O bizim en kıymetliğimiz ende kabul. Tamam ama samimi bir şekilde içimize doğru eğilip bir sorgulama yapmamız icap eder burada. Mesela Allah’ı çok seviyorum demek Allah’tan başka olan sevgileri kalbe koymamayı icap ettirir. Öyle miyiz? Allah benim şaşmaz ölçümdür demek nefsin Allah’ın emrinin hilafına istedikleri şeyleri yapamamak demektir. Öyle miyiz? Delil isterler. Çok seviyorum. Delilin ne? Hani gittin sevgiliye dedin ki senin için öldüm, bittim, aşkından yandım, yakıldım. Delilin ne? Dediği vakit dudağının söylemesine gerek kalmamalı. Olur ya hani bir deri bir kemik kalmışsın. Ağlamaktan gözaltlarında iz oluşmuştur. Saçın sakalını ağarmıştır. Ne bileyim uykusuzluktan gözlerin şişmiştir, kan çanağına dönmüştür filan. Delilin ne diye zaten o zaman sana sormazlar. Çünkü sen baştan aşağıya delil kesilmişsin. Anlatabiliyor muyum? Burada da bir delil isterler.
İbn-i Atallah El-İskenderî Hazretleri bir başka ölçü koyuyor. Diyor ki iyi amelleri kaçırdığı vakit insanın üzülmemesi, kötü bir şey yaptığı vakitte pişmanlık duymaması onun kalbinin öldüğünün alametlerinden bir tanesidir. Allah korusun. Allah-u Teala’nın kuldan yüz çevirişinin alametlerinden birisidir. Anlatabildim mi? Bir vakit namaz ciğerine hançer saplanmış gibi olmuyorsa
olmaz öyle şey de müslümanın bir vakit namazı kaçırmak gibi bir bir şey. Unuttum falan bir şey oldu da kılamadın. Şuraya hançer saplanmış gibi bir şey oluyor. Bak kalp hâlâ diri. Ya da bir günah ona meyledin, tevessül ettin ya da o günahın için parça parça oldu. Gözlerin kan çanağı, Gecen gündüzün birbirine karıştı. Ben nasıl bunu yaptım diye kalp hâlâ diri. Orada bir değerin var. Bu da bir başka ölçü. Ayrı bir ölçü daha koymuşlar. Bu pek güzel bir ölçü.
Diyor ki Allah sevdiği kuluna sevdiklerini sevdirir. Allah’ın sevdiklerine karşı kalbimizdeki muhabbet nasıl? Bu da bir ölçü. Şahı Nakşibend Hazretleri deyince, Abdükadir Geylani Hazretleri deyince, Hz. Mevlana deyince, Yunus Emre deyince, Mevlana Khalid-i Bağdadi Hazretleri deyince. Yani bu Evliyullâh Hazeratının, Kadısı Allahu Esrâruhu Mecme’nin isimleri anıldığı vakit kalbimize böyle bir güzellik, bir halavet, onlara dair bir muhabbet yayılıyor ise, yaşadığımız çağdaki velî zatlardan birisiyle de bir münasebetimiz, bir hukukumuz, bir şeyimiz varsa falan. Bu Allah’ın bizi sevdiğinin, Allah katında sevilenlerden olduğumuzun bir değeriymiş. Çünkü Cenab-ı Mevla bir kulunu sevdiği vakit, onu sevdikleriyle buluşturulmuş ki, o onlara gide gele, gide gele onların hâliyle hallensin de, o da sevdiklerinden olsun. Mevzu bu. İnsan Allah katındaki değerini bilebilir mi? Bu haftaki biri bir gün ilk sorusuydu. Tahmin edebilir.
Tahmin etmenin ölçü ve aynalarından bir tanesi işte bu. Bir diğer meselemiz vardı. Ona gelelim. Allah-u Teâlâ’nın yarın kıyamet günü yaşadık, bir gün öleceğiz. Hatta demeyin ki ağabey bir biri bir gün anlatmadan geçti gitti, program nasihat ediyorsun, ne yapayım sırası gelmiyor demeyeyim, mazeret olmasın siz de bana kızmayın diye bir şey anlatayım size. Padişah’ın biri bir gün vefat edeceğini hissedince, zalim bir adammış. Etrafındakileri toplamış. Demiş ki ben öldüğüm vakit korkarım demiş. İyi bir hayat yaşamadım.
Öldüğümde toprağın altına girmekten korkarım. Benim tabutumu sakın ha toprağın altına koymayın. Ne yapalım efendim? Sarayda demiş ben üst kata bir oda yaptırdım. Dört duvarı mermer. Penceresi yok. Girişi yok. Çıkışı yok. Bir kapı var oda mermer böyle kale kapısı gibi böyle bir kapı. Oraya demiş havaya, yere de koymayın, havaya bir ip bağlayın, benim tabutumu dört taraftan da çakın, sağlam demirden bir tabut, onun içine koyun, havaya asın kapıyı da kilitleyin. Adam ölmüş. Vasiyeti üzere o odayı yapmışlar, o odaya çıkartmışlar, tabutunu koymuşlar, saray ahalisi yatmış, gece bir homurtu böyle müthiş bir homurtu. Gürültü böyle, bahşiş bir hayvan sesi gibi filan. A a bu nereden geliyor? Arıyor otobaka falan. Yukarı odadan geliyor mermer oda. Varıyorlar, tabutun içinden geliyor. Hemen tabutun düzeni ayarlamak, açmışlar kapağını ki, bir yılan, kocaman bir kara yılan,
padişahın kafasını yutmuş, gövdesini de yutmaya çalışıyor filan. Tabutu indirmişler, yılanı öldürmüşler, atmışlar, tabutu daha sağlam bir şekilde çakmışlar, yeniden yerine asmışlar. Bir müddet sonra, bir öncekinden daha yüksek bir gürültüyle böyle, bir hayvan sesi böyle, bir gürültü, bir patır falan, anlamışlar ses nereden geliyor, koşmuşlar yukarıya, kapıyı açmışlar, tabutu indirmişler, düzeneye açmışlar, baksalar ki bu defa daha büyük bir kara yılan, kafadan başlayarak padişahın gövdesini karnına kadar.
Yutmuş. Yılanı zorla çıkarıp, öldürmüşler, daha sağlam çakmışlar, kapatmışlar kapıları falan, gitmişler, sonra bir gürültü daha, müthiş bir gürültü, bir yukarı çıksalar, tabutu açtılar ki, böyle, kömür haline gelmiş, hani bir hayvan sanki onu yemiş, yakarak yemiş ve sonra posistini bırakmış gibi, tabutun içerisinde kömür haline gelmiş bir ceset. Asmışlar tabutu yerine, ertesi gün olduğunu da, bu işlerden biraz anladığına vehmetlikleri birisine,
sordukları vakit böyle böyle bir şey oldu, odaya kimsenin girme imkanı yok, ihtimal yok, o hayvan oraya nasıl geldi, nasıl… filan. Hazret demiş ki, ah be evlatcığım demiş, o padişah efendinin amelleridir, dünyadayken yaptıklarıdır. Ne yaparsanız yapın, o ameller gelecek ve onu bulacak. Böyle. Şimdi bir gün emri hak baki olacak. Dünyadan göçeceğiz. Hadi o toprağın altı vs. bir ayrı bir şey. Mahşer günü olacak. Hesap, kitap görülecek. İşte orada acaba Allah-u Teala bize nasıl muamele edecek? Bunu bilebilir miyiz? Üçüncü sorumuz buydu. Daha evvel biri bir günlerden birisinde bir parça bundan bahsedip geçmiştik. İzleyenler hatırlayacaklar. Derler ki bilemeyiz ama tahmin edebiliriz. Tahminin bir ölçüsü şu mesela. Diyor ki, aslında tek ölçüsü diyelim de, anlaşılsın yeter çünkü.
İkinci bir ölçüye gerek yok. Bugün sen Allah-u Teala’nın yarattıklarına nasıl muamele de bulunuyorsan, Allah-u Teala da muhtemeldir ki, mahşer gününde, yawmid dinde, hesap gününde sana öylece muamele de bulunacak. Şimdi bunu böyle söyleyip geçmek kolay bir şey ama birazcık açalım. Yani diyor ki, sen bugün Allah’ın yarattıklarına merhametliysen, Allah da o gün sana merhametli olacaktır. Ümit edilir ki.
Merhamet. Kime merhamet? Anneye, babaya, aileye, akrabaya, Müslümanlara, insana, yaratılmış her şeye. Hayvana, kediye, kuşa, karıncaya, ağaca, çiçeğe, bastığın toprağa, içtiğin suya, namaz kıldığın seccadeye, oturduğun ev. Yaratılmış ne varsa hepsine birden merhamet. Sen merhametli olursan, o orada merhametli olacak.
Efendimiz Aleyhisselam bir ölçü daha koymuş. Men la yarham la yurhaml. Merhamet etmeyene merhamet olunmaz. Tehdit gibi. Sen bugün merhamet etmiyorsan, o günde merhameti hangi yüzle dileneceksin? Diğer bir şey mesela, o gün insan istemez mi? Emirhan, sen pek günahın yoktur da hani günahımız var. Yani Allah affetsin. Onun inayetine sığınıyoruz. Affına sığınıyoruz. İhsanına güveniyoruz. Affeder diye ümit ediyoruz. Niyaz ediyoruz.
Öyle ama bir şey de yapmak lazım. Bir şey yapmak lazım o gün affedilmek için. O ne? Onu da şöyle söylüyorlar. Sen bugün affet diyor. Kimi affet? Personel. Bir yerde amirsin, memur hata yaptı. Ya işi istismar etmiyorsa bir yanlış var ama kasıt yoksa affediver. Bir akraba bir şey yaptı. O bana böyle yaptı da ben de ona çok… Deme affediver. Bir komşu bir şey… Deme onu da affed…
Yani affedebileceksin. Karı koca arasındaki mevzular mesela. Affediver, kafanı çevir görmeyiver. Kulağını böyle yap. Duymadım hayatım filan de. Zaten gözünü dört açıp, kulağını tam açıp da kavga etmeden bir evlilik sürdürebileni ben görmedim. Gözü hafif kapatacaksın ağabey. O bir şey yapıyor ya. Yanlış mesela cedel çıkacak kafayı çevireceksin böyle. O da diyecek bak yaptım ama bir şey demedim. Bir şey söylüyor mesela rahatsız olacak. Efendim? Duymayı vereceksin mesela. Affet her meselede.
Sen affedersen umurlu ki o da seni affeder diyorlar. Bunu programlarda anlattığım vakit en çarpıcı misal şu oluyor. Günah örtmek. Sen başkasının ayıbını, günahını, kusurunu örtersen dünyada. Allah da ahirette senin ayıplarını örter. Şimdi dünyada ben bir yanlış yaptım.
Doğan dön sonra Emirhan’a anlatsan olur, anlatmasan olur. Anlatınca ne geçiyor Doğan eline? Niye böyle yapıyorsun Doğan? Eline bir şey geçmiyor. Peki anlatmadığın vakit eline ne geçiyor? Sana öyle geliyor. Anlatmadığın vakit hiçbir şey geçmiyor değil. Anlatmadığın vakit ahiret gününde ağabeyciğim Allahuteala bir ayıbını örtecek. Düşün şimdi ahirette oturuyorsun. Sen varsın. Yenge var, anne var, baba var, komşular var, sevdiklerin var.
Ben de olurum oralarda bir yerde. Bakayım bu Doğan’ın vaziyeti neymiş falan. Bakıyoruz şimdi. Senin hayatın böyle bir büyük ekrandan seyrettiriliyor Doğan’cım. Saniye saniye ama boşluk yok. O süre sen böyle debeleniyorsun. Şuraya geldi, az sonra yandık, apı da yuttuk falan diye. Orada film kesilmiş mesela. Oraya atlıyor. Mutlu olmaz mısın böyle? Allah’ım şükürler olsun bana. Tamam mı? Kesilmiş bir film. İş bittikten sonra sana diyorlar ki sen dünyadayken bir şeyleri örtmüştün, kapatmıştın. Biz de burada seninkileri kapattık. Ya şunun için değer. Bak şüka ettiğin vakit eline hiçbir şey geçmiyor da yanlışı, kusuru, hatayı. Gizlediğin vakit çok büyük bir devlet var. Anlatsabildim mi? Yani ölçüyü şöyle koyabiliriz. Sen bugün affediyorsan umudur ki Allah o gün seni affedecek.
Sen bugün merhamet ediyorsan umudur ki Allah o gün sana merhamet edecek. Sen bugün başkasının hata, kusur, ayıbını setredip örtüyorsan umudur ki ve vaad olunmuş ki Allah o gün senin ayıbını, kusurunu, hatanı örtecek ve setredecek. Bunu tersinden bir okumayla şöyle ifade etmek de mümkün. Yarın Allah’u Teala’nın sana nasıl davranmasını istiyorsan sen bugün Allah’ın yarattıklarına öyle davran. Affedilmek istiyorsan affet. Setredilmek istiyorsan setret.
Merhamet olmak istiyorsan merhamet et. Cömert olunmasını istiyorsan cömert ol. Bu da böylece. Şöyle diyelim ve bu haftanın biri bir gününü böyle bitirelim. Mevla o gün nasıl muamele edilmesini istiyorsak bugün öylece yaşamayı cümlemize nasip etsin inşallah. Katında neyle meşgul olduğumuz vakit, neyin bizi işgal ettiği vakit bizi kıymetlilerden yazacaksa,
bizi onlarla meşgul etsin, onların bizi işgal eylemesini nasip etsin. Niyazımız budur.
Dua eder dua bekleriz Erenler eyvallah.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir