Aşık Olan Neylesin? – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=dBrFYsmvV6w.
Selamün aleyküm Erenler ve dahi Erenlere gönül verenler. Bir borcu ödemenin vaktidir şimdi. Yavuz’la Hasancan’ın hadisesini, bu sahiplik meselesi üzerinden anlatacağımıza dair bir söz vermiştik. Ödeyelim borcumuzu. Kapatın gözlerinizi düşünün. Topkapı Sarayı’ndan Saltanat Kayığı yola çıkıyor. Sefere gidilecek. Büyük bir sefer. İki yıl, sekiz ay sürecek. Memluk seferi. Memluk’lar hilafetin kendilerine bağlı olduğu yer. Fakat Portekiz saldırıları vesaireden dolayı Harameyn-i Şerifeyn’i koruyamayacak durumdalar. Yavuz’la da cedelleşiyorlar. Yavuz Sultan Selim Han bu. Buna tahammül edemiyor. Gönlünde Harameyn-i Şerifeyn derdi var. Memluk seferine çıkacak. İki yıl, sekiz aylık bir sefer. Saltanat Kayığı’na kurulmuşlar. Karşısında Hasancan. İki dost susarak gidiyorlar gecenin bir yarısı. Bir ara Yavuz Sultan Selim Han, Hasancan’a döner ve bir soru sorar. Yumurta sever misin? Beli Sultan’ı. Cevap bu kadar. Geçilir karşıya. Ordunun başına geçer Yavuz Sultan Selim Han. Çıkılır sefere. Zor bir sefer. Mercidabu’yu var. Ridaniyesi var. Sonrasında geleceğiz. Sinat Çölü var. İşin neticesinde Khadim-ül Harameyn-i Şerifeyn olmak var. Ve bu yola da öyle kolayla çıkılmıyor. Yavuz Sultan Selim Han bu seferin öncesindeki günlerden birinde sabah kalkmış, Hasancan’ı çağırttırmış. Hasancan gelince, bakıyor diyor ki bu gece ne rüya gördün Hasancan? Hasancan bir düşünmüş. Bir rüya görmedi kulunuz Hünkarım.
Allah Allah demiş Yavuz tâcüble. Sabaha kadar öyle uyudun ve bir rüya görmedin öyle mi? Görmedim Hünkarım. Hele bir düşün bakalım belki yadına gelmiyordur. Hünkarım kulunuz öyle bir rüya görmedi. Yavuz biraz kaşını çatmış. Bir rüya görmemiş demiş. Sabaha kadar uyumuş bir rüya görmemiş filan. Hasancan, şimdi yıllardır bir aradaki dostluk, muhabbet olduğundan dolayı
Yavuz’un bunu boşu boşuna sormayacağını biliyor. Sormasında bir hikmet olduğunu da biliyor. O hikmeti kendisinin karşılayamadığında farkında bunun başka bir şeye tahalluk ettiğini de düşünüyor. Bilir dost böyledir bilir. Çıkmış böyle giderken bakmış orada işte Kapıkulu, Harem ağları falan oturuyorlar. Kapıkulu Hasan ağa biraz gözleri yaşlı, kızarmış, bitkin vaziyette oturuyor. Hayrolsun diyor Kapıkulu Hasan ağaya. İyi diyor ya bir şey yok elhamdülillah. Hayırdır filan. Niye diyor sen bu haldesin? Yok bir şey anlatmak istememiş adam. Diğer yanındaki ağalar diyor ki anlatsana. Bize anlattın bu kadar mütesir olduğun şeyi. Belki hünkârın da bundan haberdar olması lazım. Hasancan bilsin bu rüyayı. Rüya deyince, Hasancan anlat hele demiş ne gördün. Anlatıyor Kapıkulu Hasan ağa. Rüyamda diyor oturuyorduk, kapı birden açıldı. Dört heybetli zat girdi. Ellerinde bir sancak, arkalarında bir ordu. Kendilerini tanıttılar. Sancağı tutan Hz. Ali efendimiz, Hz. Ebu Bekir efendimiz, Hz. Ömer efendimiz, Hz. Osman efendimiz. Bir arada dediler ki var git Yavuz’a söyle. Harameyn-i Şerefeyn’in hizmetçiliği ona taksim olundu. Mübarek olsun. Hasancan bunu duyunca ha demiş hünkârın sorduğu rüya bu. Koşa koşa gidiyor Yavuz’un yanına. Devletlum bendeniz bir rüya görmedim ama sorduğunuz rüyayı başka bir Hasan kulunuz görmüş. Kim görmüş diyor? Kapıkulu Hasan ağa. Hele ne görmüş ki söyle bakayım. Rüyayı anlattıkça Yavuz Sultan Selim Han rahatlamış. Rüyayı anlattıkça yüzüne bir tebessüm gelmiş. Rüyayı dinledikçe omzuna bir yük binmiş. Rüya bitince Elhamdülillah demiş. Re Hasancan biz demez miyiz bir yere emrolunmadıkça sefer etmeyiz diye. Bizden evvelkiler bu işlerden behreder kimselerdi. Bizim velayetten nasibimiz yoktur. Ama dün gece rüyamızda benzer bir şeyi biz de gördük. Bize denildi ki rüyayı kullarından Hasan da görmüştür. Teyid. Olur mu rüyayla sepe? Olmuş. Olur. Allah dilerse olur. O mânâ ile neler olur? Şimdi böyle bir rüyadan sonra
çünkü Yavuz tamam Memlük Devleti’nin ihtiyacı var. Tamam, Harem-i Şeref’in sıkıntıda, Portekiz sıkıntılar var da gene de gitmekte bir tereddüt ediyor. Neticede halifenin ülkesine savaş açıyorsun. Bu rüya bu işin cevazı olmuş. Çıkmışlar yola Mercidabı, Gridaniye o yolda da neler neler yaşanmamış ki. Neler neler yaşanmamış. Yavuz Sultan Selim Han’a atfedilen bir şiir vardır. Hatırlar mısınız? Çok güzel bir hadisedir o.
Hadisenin tarihi bir gerçeklik olarak doğru olup olmadığından emin değilim ama yakışıyor. Doğruluğunu tarihçilere bırakalım. Edebiyatçıların doğru olduğuna vehmediş zevki üzerinden biz mevzuya anlatmaya devam edelim. Yavuz Sultan Selim Han’ın otağı kurulmuş. Otağın hizmet işleriyle uğraşan bir halayık kızcağız var. Kız gelir gider temizliğini filan görür oradan. Bir gün Yavuz erler arkada girmiş otağdan içeri bakmış. Çadırın direğin üstünde deri ile direğin arasına bir kağıt sıkıştırılmış.
O kağıt oraya tevekkeli konmaz. Bu da padişah otağı. Belli ki biri onu oraya sıkıştırmış. Çıkartıp bakmış. Aşık olan ne eylesin? Yazı bu. Yavuz düşünüyor bunu kim yazar? Bu kızcağız yazmıştır demiş. Altına yazmış. Hiç durmasın, söylesin. Kağıdı yerine koymuş. Sabah kızcağız gelmiş. Ya kağıt yerindedir ya da kağıt yoktur. Eyvah eyvah sıkıntı vardır. Yavuz bu.
Bakmış kağıt orada duruyor. Almış heyecanla. Aşık olan ne eylesin? Hiç durmasın, söylesin. Yüzü gülmüş. Hemen altına yazmış. Korkuyorsa ne eylesin? Yavuz gelmiş akşam. Bakmış kağıt orada. Korkuyorsa ne? Hiç korkmasın, söylesin yazmış. Altına kağıdı koymuş tekrar oraya. Divayet o ki, işte bu şiir böylece yazılmış. Yavuz Sultan Selim Han o halay kızcağızı nikahına alacak olmuş. Ne diyebiler? Hazırlamışlar kızı. Nikah merasimi yapılacak.
Yavuz Sultan Selim Han o sıra böyle bir başını uzatıp içeri bakınca çadırdan kız onu görmekle heyecandan nasıl aşıksa. İşte aşık böyle bir şey. Nefesin gider. Nasıl aşık olmuşsa Yavuz’un o bakışını, heybetini görünce kızcağız kalpten gitmiş. Oracıkta can verdi. Yavuz’un o meşhur dörtlüğü bunun üzerine yazdı rivayet edilir. Merdum idiği deme bilmem ne füsun etti felek.
Giryemi kıldı füzun, eşkimi hun etti felek. Şiirler pençeyi kahrumda olurken lerzan. Beni bir gözleri a’huya zebur etti felek. Dörtlük bu. Sebebi de bu denilir. Doğru mu diyeyimi bilmem. Ama Yavuz malum büyük şairdir. Sadece kılıcı iyi kuşanmış bir zat değildir. Sadece oku yatmış bir zat değildir. Osmanlı padişahlar için de en çok okuyanın Yavuz Sultan Selim Han olduğu rivayet edilir. Gece yatarken kendine kitap okuturmuş. Ya da kendisi kitap okurmuş. Memluk seferine çıkarken yirmi develik bir Katar’ın kitap taşıdığı rivayet edilir. Hatta Hz. kitap okumaktan gözleri bozulmuş. Gözlük henüz icat edilmediği için mercek kullanılmış. Böyle. Yani bir el kılıcı tutuyor, öbür el kitabı tutuyor. İkisi birlikte olacak ki cihan hükümdarlığı gerçekleşebilsin. Neyse. Yavuz aynı zamanda büyük bir şair. Şair hikmete kızmış bir gün. Celallenin ordu duruyor da, dursun sinatçı önüne çıkartırız birazdan. Şair hikmete kızmış. Celalleniyor. Sürdük gitti demiş. Sürgün etmiş şair hikmeti. Yağuz bu celalli zat. Bir gün sonra da özlemiş. Hikmet nerede? Sürgün ettik Sultan’ım. Ya bırakın alın gelin demiş şairi. Gidiyorlar ki şairin sürgün edildiği yere şair yok. Girişi kırmış kaçmış. Şair de biliyor. Yavuz diyor nasıl olsa yarın bir sebepten beni affeder, özler.
Geri getirmek ister. Koskoca padişaha da gelmiyorum denmez. İyisi mi ben? Beni sürgün ettiği yeri terk edip gideyim başka bir yere. Arayınca beni bulamasın. Yani kendince padişah cezalandırıyor da. Nereye gitmiş? Van’a gitmiş. Van kadısının yanında katiplik yapıyor şair hikmet. Gidiyorlar geliyorlar. Efendim hikmeti bulamadık. Ya nasıl bulamazsınız? Bulamadık hünkârım gitmiş. Ben onu bulurum diyor. Yazmış bir Mısra.
Bütün dünya benim olsa gamım bitmez. Nedendir bu? Ülkenin dört bir yanına tellallar çıkarmışlar. Padişah bu Mısra’yı yazdı. Aynı vezinle bu Mısra’ya cevap olacak şekilde şiir yazana da şu kadar ihsanda bulunacak. Kise-i Hümayun’dan. Deyince şairler sağdan soldan cevapları göndermeye başlamışlar. Yavuz’a geliyor. Bakıyor, bırakıyor, bırakıyor. Gelen cevaplara bakıyor padişah. Bir tanesinin dikkatini çekmiş.
Çün ezelden türabı gamla yoğrulmuş bir bedendir bu. Kim göndermiş bunu? Efendim Van Kadısı’nın katibi göndermiş. Kadıya diyor beş yüz altın gönderin hikmeti bize göndersin. Biliyor o cevabı kim yazar? Hikmet yazar başkası yazamaz. Bunun farkında. Yani kaybettiği dostunu şiirindeki üsluptan tanıyan bir padişah. Yavuz Sultan Selim Han.
Sadece sekiz sene de, yahu sekiz sene tahta kalmış. Sekiz sene de babasından aldığı iki buçuk milyon kilometre karelik yüz ölçümünü altı buçuk milyon kilometre kareye çıkartmış. Derler ki Yavuz Allah ona bir sekiz sene daha ömür verseydi. Yeryüzünde iman etmemiş insan kalmayacaktı. Öyle bir Yavuz. Sultan Selim’i evveli rahmetmeyip ecel fethetmeliydi alem-i şan-ı Muhammed’i. Yahya kemalede selam olsun.
Yavuz Sina çölüne geldiğinde Mısır ordusunu hallediyor. Fakat Sina çölünden içeri kaçıyorlar. Geri dönse sıkıntı olacak. Çünkü gelip arkadan vurma ihtimalleri var filan bu çöle girelim diyor. Hünkarım girilmez diyorlar. Çöl dediysek şöyle bir çöl düşünün. Atların nalına, çeçeden ayakkabıcıklar yapmışlar ki nal erimesin diye. Öyle bir sıcakta ordu ilerliyor. Niye? İlahi kelimetullah nizam-ı alem derdiyle. Niye? Khadim-ül haremeyni şerefeyn olmak derdiyle. Ordu ilerliyor. Gelmişler çölün ortasına. Yeniçeri vezirlerden birini doldurmuş. Hünkar sizi sever. Söyleseniz de buradan geri dönsek zaten buradan daha önce geçen dolmadı. Halbuki var Timuçin geçmiş aynı çölden. Bir söyleseniz sizi kırmaz filan. Vezir de gaza gelmiş. Gelip söyleyince vurun kellesini. Bak aldığı kellerlerden birisi bu. Almazsa ne olacak? Ya isyan çıkacak. Ordu birbirine girecek. Ya geri dönecekler.
Bir yandan çöz sıcağı bir yandan Memluk ordusu Osmanlı Devleti’nin son padişahı Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri diye şimdi anlatmak durumunda kalacaktık. Neyse. Varılmış. Memluk memleketi fetholunmuş. Hilafet emanetleri, mukaddes emanetler alınmış. Yavuz Sultan Selim Han, Khadim-ül haremeyni şerefeyn olmuş. O zamana kadar şöyle diyorlar. Hakim-ül haremeyni şerefeyn. Yani Mekke ve Medine’nin hakimi.
Yavuz bunu değiştirmiş. Biz oranın hakimi değil ancak hizmetçisi oluruz. Khadim-ül haremeyni şerefeyn oluruz. Böyle. Halep’te kılınan gücuma namazında hatibe söylüyor bunu. Hutbede hakim-ül haremeyni şerefeyn diyor. La diyor. Khadim-ül haremeyni şerefeyn diyeceğiz. Neyse.
Dönüp geri gelirlerken Yavuz’un hocalarından birisi onun atı bir ara çamurun içinden geçerken nasıl ettiyse at bastığı gibi yerdeki çamuru Yavuz’un kaftanına sıçratır. Kaftan çamur olur zaman durur. Eyvah eyvah eyvah eyvah eyvah. O hoca Yavuz hocasına hürmetkar. Ama padişah kaftanı zaman durur böyle. Herkes gergin tedirgin.
Yavuz Sultan Selim Han devletli döner der ki şu kaftanı saklayın. Biz ölünce sandukamızın üstünü örtersiniz. Üstünde hocamızın atından sıçramış çamur vardır. Ola ki Allah’ın rahmetine Resulullah’ın şefaatine vesile olur. Aziz Allah. E tabi padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş.
Bir veliyye bende olmak cümleden âlâ imiş. Beytinin şairi olan Yavuz Sultan Selim Han’dan da o kaftana böylesine bir değer biçmesi, hocanın atından sıçrayan çamura böylesine kıymet vermesi beklenir. Yavuz Sultan Selim Han dönmüş Mısır seferinden. İki sene sekiz ay sonra Üsküdar’dan kaya binmişler. Gidiyorlar Hasancan’la. Bir ara Hasancan’a bakmış. Diyor ki nasıl? Rafadan Sultan’ım demiş. Baa! Güzelliğe bir bak ya. Şimdi birisiyle sohbet etsen, 30 saniye sohbete ara versen, nasıl diye sorsan cevap şu. Ne nasıl abi, nasıl derken? Anlayamadım abi falan. Bak soruyor. Diyor ki yumurta sever misin? Severim. İki yıl sekiz ay geçiyor. Dönüyor. Nasıl? Rafadan Sultan’ım diyor. Sohbet kaldığı yerden devam ediyor. Bununla da aynı iyileşmektir.
Bunun adı kalplerin aynı dertle atmasıdır. Bunun adı iki gönlün bir olmasıdır. Bunun adı dostluktur. Bunun adı tevhiddir. Bunun adı ne derseniz odur işte. Güzelliktir, muhabbettir, odur. Nitekim Hasancan Yavuz Sultan Selim Han’ın son nefesinde de yanındadır. 48 yaş. Göçüyor dünyadan. Başucunda Hasancan anlamış son nefesler veriliyor.
Cenab-ı Hak da birlikte olma vaktidir Sultan’ım. Diyince Yavuz bu. Sekeratül Mevttede Yavuz. Sen bizi şimdiye kadar kiminle bilirdin Hasancan? Vay, vay Hasancan kalmış. Hele bana Yasin-i Şerif oku. Hasancan başlamış. Bismillah. Ya Sin vel-Gur’ânil-Hakîn. İnne kalemün el-Murşalin. La hür la yeh.
Selamun kavlem mir Rabbir Rahîm. Ayet-i cellesine gelince Yavuz Sultan Selim Han, kelime-i şehadet getirmiş ve dar-ı bekâya irtihal eylemiş. Mekân-ı cennet olsun, derecâtı âli olsun. Mevla sancak düştüğü yerden kalkar diyorlar ya, layık olmadığımızın farkındayız.
Ama muhtac oluşumuzun hatırına bizi onlara benzesin.
Eyvallah.
İlk Yorumu Siz Yapın