"Enter"a basıp içeriğe geçin

Asyanın Kandilleri-Ali Şir Nevai

Asyanın Kandilleri-Ali Şir Nevai

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=-3if4XCyHXc.

Altyazı M.K. Altyazı M.K.
Türkçe’nin oluşumu ve konularında pek çok incelik özgünlük vardır. İnce farklar, en uçucu kavramlar içimde kelimeler yaratılmıştır ki, bilgili kimseler tarafından açıklanmazsa kolay anlaşılmaz. Türk’ün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel seyirlerle, ve birbirlerine çok güzel bir ilişki verilmiştir. Bu, Türkçe’nin en uçucu kavramlar içindeki kelimelerden birbirine çok güzel bir ilişki verilmiştir.
Bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak farzça şiirler söylemeye özeniyorlar. İyi ve etraflı düşünseler, Türkçe’de bu kadar genişlikler, incelikler, derinlikler ve zenginlikler durup dururken, bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin daha kolay şiirlerinin daha beğenilir olacağını anlarlar.
Bu satırların yazarı, 15. yüzyılın büyük sanat ve kültür şehri Herat’ta doğan bir Uygur Türk’ünür. Kaşgarlı Mahmud’dan sonra Türk diline en büyük hizmeti geçen kişi olarak tarihe geçti Ali Şirnevayi. Eserin adı Muhakemetü Lügate’nin. Kitap Türkçe’yi bırakarak eserlerini farzça verenlere ithaf edilmişti.
Ama biz bu kitabın bütün zamanlara ithaf edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nevayi’nin yaşadığı dönemde farzça, edebiyat, Arapça ise bilim diliydi. Bunu bilmek bile yaptığı işin büyüklüğü hakkında bir fikir verir. Nevayi’nin başlattığı çığır bütün Orta Asya’da ve Anadolu’da yankılarını buldu. İran ve Hindistan saraylarında eserleri oldu. Öyle ki Çağatay lehçesine Nevayi dili denildi. Onun eserlerini anlamak için sözlükler, gramer kitapları yazıldı. Osmanlı hükümdarı ona hediyeler gönderdiler. Nevayi’nin eserleri İstanbul’un edebiyat ve sanat mahvillerinde büyük rağbet kazandı ve tanzimata kadar süren bir modayı başlattı. Çağatay lehçesiyle Nevayi’ye nazireler yazmak konusunda şairler birbirleriyle adeta yarış ettiler. Birinci Selim’den başlayarak Hafız, Selahi, Hazani gibi şairler Nevayi’ye nazireler söylediler. Fuzuli, Nedin gibi büyük şairler ondan etkilendiler. Ali Şir Nevayi’yi etkileyen iki önemli isim ise İran Klasik şiirinin zirvesi olan Molla Camii ile Ali Şir Nevayi’nin şair hükümdarı Hüseyin Baykaradır. Molla Camii hem Fatih Sultan Mehmed’in hem de 2. Bayezid’in İstanbul’a gelmesi için her türlü fedakarlığa razı oldukları bir şair, mutasavvuftur.
Tüm hükümdarların davetle yarıştığı bu İslam dünyasını Voltaire, sultanların lütuflarını dervişani bir dua ile karşılamış, onlarla ilişkisini sürdürmüş ama hiçbir hükümdarın himayesine girmemişti.
Ali Şir Nevayi’nin çocukluk arkadaşı ve daha sonra hükümdarı olacak Hüseyin Baykaray ise 15. yüzyılda Orta Asya ve İran’da yaşanan ilim ve sanat renesansının en önemli temsilcilerinden biridir. O hem bir şairdir hem de bütün ilim ve sanat adamlarının hamisi.
Mezarları birbirine çok yakın olan bu 3 şair bugün Herat’ın siluetinde birer hüzün imgesi olarak duran minarelerin gölgesinde yatıyorlar.
1438’de Hüseyin Baykaray, 1441’de Ali Şir Nevayi Dünya’ya geldi.
Baykaray, Timuriler Hanedanı’nın bir üyesi olarak doğarken Ali Şir Timur Meliklerinden Sultan Ebu Said’in vezirinin oğludur. İkisi de küçük yaşlarda babalarını kaybettiler, ikisi de Babür Han’ın himayesinde meşhette eğitimlerine başladılar.
Ancak Babür Han 1457’de ölünce hamisiz kaldılar. Bu ölüm iki arkadaşın bir süreliğine yollarının ayrılmasına neden oldu.
Ali Şir Nevayi bundan sonraki yaşamına babası kadar seveceği Timurluların kuşçu emirlerinden Seyyid Hasan Erdeşir himayesinde devam ederken, Baykaray Semerkand’a gitti.
Nevayi, İmam Rıza Medresesi’nde okurken pek çok İranlı alim ve şairle tanıştığı bir çoğundan dersler aldı.
O kendisini çağlar ötesine taşıyacak eserlerinin zihinsel hazırlığını yaparken öte tarafta Hüseyin Baykar’a Herat’ı almak için Ebu Said Mirza ve oğulları ile mücadele ediyordu.
Nihayet 1469 yılında Herat tahtına oturduğunda ilk yaptığı işlerden biri Ali Şir Nevayi payitahta davet etmek oldu. Ve Herat, Hüseyin Baykar’a’nın saltanat yıllarında parlak bir medeniyet merkezi olarak yükseldi.
Bu iki genç adam, Herat’la hem kendi eserlerini verdiler hem de sanatın hemen her alanında büyük isimlerin ortaya çıkması için sonsuz bir cömertlik sergilediler.
Kendisine herkes tarafından hürmet edilmesi için Baykar’a tarafından ferman çıkarılan Ali Şir Nevayi, böyle bir haminin koruyuculuğu ve teşviki ile onu edebiyatta zirve yapan çalışmalarıyla meşgul oldu. Bir süre nişancı, Divan Bey’i daha sonra vali olarak yönetimde görev alsa da devlet işlerinden hiç hoşlanmadı.
Sahip olduğu sınırsız serveti ise bilim ve sanatı himayeye, hayratlara harcadı.
Her şeyin içindeki şairatın içinde camiler, medreseler, köprüler, mescitler, hastaneler, hamamlar, bahçeler, havuzlar ve kervansaraylar bulunuyor.
Şair hayattayken bu kervansaraylarda konaklayanlara yemekler verilir, yılda bir kez giyecek dağıtılır. Üstelik sadece heratta değil, cam, cürcan, estirabad gibi şehirlerde de. Şiirlerinde canlandırdığı bu mimari eserlerden neredeyse hiçbiri günümüze kadar gelmedi.
Oysa Herat, Orta Asya’nın en zengin, eski ve etkileyici abidevi eserlere sahip şehriydi. Bu şehirde güneş, yeşim taşıyla kaplanmış sarayların, altınlı tuğlalardan yapılan binaların kubelerinde kızla dönerdi. Dünya bir vücutsa, Herat onun ruhuydu. İşte bu şehirde bir hükümdar Türkçe şiirler yazıyordu. Bir taraftan da şairlerin bundan böyle Türkçe yazmaları konusunda ferman çıkararak Nevai’yi destekliyordu. Kendisini zu lisaneyn, yani çift dilli olarak tanıtan Nevai, 15 yaşında başladığı şiir serüvenine ölünceye dek sürdürdü. Dördü Türkçe, biri Farsça olmak üzere beş divan hazırladı. İlk divanının başında bulunan ön sözde, caminin ve Sultan Baykaranın tavsiyesiyle divanlarını yılın mevsimleri gibi hayatın da mevsimleri olduğunu düşünerek dörde ayırdığını söyler. Divanlarından başka 18 eseri daha var Nevai’nin. Mesneviler, sufilerin hayat hikayeleri, anılar, edebiyat tarihi ve tezkireler. Mecali Sünnefais, Türk dilinde yazılan ilk şairler tezkiresi.
Molla Camii’nin sufiler tezkiresini çevirdiğinde ise Arap ve Acem sufilerine, Türk ve Hint sufilerine de Nevai’yi ekler. Bu düz yazı eserde 34 kadın olmak üzere 770 Veli’nin hayat hikayesine yer verir. Yine 40 hadis yazma geleneğini uyarak caminin aynı adlı eserini Türkçe’ye çevirir.
Nevai’nin ölümlerinden çok etkilendiği iki insandan biri, çocukken ona babalık yapan Seyyid Hasan Erdeşir, diğeri ise Molla Camii’ydi. Erdeşir için halatı Seyyid Hasan Erdeşir Big adlı Risale-i Kalem’i aldı.
Edebiyat serüveninde ve kimliğini bulmasında çok büyük rolü olan Molla Camii için ise Hamsetül Mütahayyir’ini yazdı. Eserleri Herat’ın Büyük Hattatları tarafından yazıldı. Onun nezareti altında seçkin nakkaşlar ve ressamlar tarafından süslendi. Özel nakkaşları vardır şairin. Bunlar Alişir ve Baykıranın kütüphanelerinde Herat minyatürcülüğünü zirveye taşıyan isimlerdir. Resimlerindeki incelik ve minyatürlerindeki renk çeşitliliğiyle tanınmış Behzat ve Şah Muzaffer ün kazanmış iki ressamdır. Nevai’nin birçok eseri ise yazı sanatının büyük üstadı Ali Meşhedi tarafından yazılmıştır.
Gazelleri ise daha sağlığında musik işnarslar tarafından bestelenmişti. Dost toplantılarında bulunanları heyecanlandıran bu gazeller hem o devrin hayatını aksettirirler hem de Nevai’nin hayata, aşk’a dair kendini ifade etme biçimi hakkında fikir verirler. Ona göre insan hayattan zevk almalı, güzelliklerini sevmeli ve onlar için yanıp tutuşabilmeli.
Edebiyatın bir amacı da bu değil mi? İnsanların ruhunu alevlendirmek. Bununla iftar eder Nevai. Hiç evlenmedi. Mevzacının asabi ve hassas olduğu aktarılır. İnce ve zariftir. Elbette aşık oldu hem de birçok kez aşklarını ve yakarışlarını gazellere döktü.
Bu gazeller Özbekistan’da hala söyleniyor.
Bir müzik işine hasta, hattattı ama asıl sevdası edebiyattı.
Ve elbette bu edebiyatın malzemesi olan dil. Kaşgarlı Mahmud nasıl Arapça’ya karşı Türkçenin yarış atları gibi koşabileceğini göstermek amacıyla büyük lügatini kaleme almışsa, Nevai de dilden abideler yükseltmiştir. Türkolog Bartolud’un ifadesiyle Türk şairlerinden hiçbiri en azından Orta Asya’da buna cesaret edememiştir. Muhakemetü Lügate’inde dilin hakikati üzerine düşünmeyi teşvik eder gençleri.
Kelime türetmeye yarayan eklerin bolluğunun, Türk dilinin zenginleşmesini sağlayan belli başlı yollardan biri olduğunu söyler. Kolayı değil, zor olanı gösterir. Orijinal temel haklısı bu şiir dehası, Türk dilinde meydana gelecek olan şiiri düşündükçe heyecan duyar. Perdeler iner ve binlerce alemden çok daha geniş bir alem açılır önünde. Henüz kimsenin ayak basmadığı bu alemi, bu çok değerli hazineyi yırtıcı ejderler beklemektedir. Bahçenin nadide gülleri sayısız dikerlerle dolu. Böyle bir bahçeden güller derlemek güçtür. Bu esnada İran edebiyatı klasik devrini dostu ve mürşidi camiyle kapamak üzeredir.
Yani İran dili işlenmiştir, Türk dili ise yılanlarla, dikenlerle dolu batir bir bahçe. Nevae böyle hazır işlenmiş bir yazı dili bulmamıştır. O bir lehçeye edebi dil olma özelliğini ve gücünü kazandırmıştır. Başkalarını kaçırıp korkutan Nevae’yi korkutmaz.
Uğraşır, çalışır ve dört büyük divanını meydana getirir. Mecnun olup peşine düşer Türkçenin, Ferhat olup ejderhalarla, yırtıcı güllerle dolu bahçeye girer. Sonra mesnevilerine başlar. Divan edebiyatında beş mesnevinin bir araya gelmesinden oluşan eser olan ham sesini tamamlar.
Bunlardan Hayret-ül Ebrar sosyal eleştiri ve öğüt içerikli felsefi bir yapıttır.
Ferhat-ül Şir’in, Doğu dünyasında çok bilinen ve hakkında mesneviler yazılan bir efsanenin, Nevae tarafından yeniden ortaya konulmasıdır. Nevae bu eserinde yarattığı Ferhat tiplemesinden o kadar etkilenir ki,
öldükten sonra mezar taşının Ferhat gibi bir sanatkar tarafından yontulmasını hayal eder.
Leyla Vü Mecnun, Fars edebiyatında işlenen bir efsanenin iki ayrı kaynaktan yararlanılarak yeniden ortaya konulmuş şeklidir. Seb’a-i Seyyare daha önce işlenmiş olan Behram-ı Gür hikayesi üzerine kurulmuştur.
Seb-i İskender’in en önemli özelliği ise hikaye kahramanının İskender değil Hüseyin Baykara’yı temsil eden bir Türk kanu olmasıdır. Yani onun Türkçeye verdiği değer sözde kalmadı.
Türkçenin imkanlarının nasıl kullanılacağını da gösterdi, bu dille ölümsüz eserler meydana getirilebileceğini de. Türkçenin engin denizlerinden çıkardığı elden ele geçen ucuz inciler olmadı. Onun ifadesiyle sultanların kulaklarına küpe olacak inciler çıkardı.
Edebiyatın malzemesi olan dili öyle büyük hünerle işledi, dilin imkanlarını öyle genişletti ki Türkçe onun kaleminden en mükemmel ifadesini buldu. Ondan sonra hiç kimse Çağatay lehçesinde onun kadar iyi eserler veremedi.
Böylelikle 15. yüzyılda Nevai, Çağatay edebiyatının son büyük temsilcisi oldu.
O’nun çabalarıyla Türkçe, Orta Asya Türk dünyasının ortak yazı ve edebiyat dili haline geldi. Klasik Çağatay Türkçesi ve edebiyat diliyle bir ilaç bir son.
Bir müzeye, bir üniversiteye, bir şehre, bir metroya adının verilmesi bir şey değildir. O hiçbir ölümleye nasip olmayan bir onura sahip oldu. Bir dile adını verdi.
Klasik Çağatay Türkçesi ve edebiyat dili haline geldi.
Bir müzeye, bir üniversiteye, bir şehre, bir metroya adını verdi. Ünlü sufi Feride’ddin Attar’ın Mantık-ı Tayr adlı eserini daha küçük yaşlarından başlayarak Türkçeye çevirmek istemişti.
Eser, hakikati arayan otuz kuşun sonunda simurga dönüşmesini konu ediyordu. Nihayet altmış yaşında bu eserin tercümesine başladı ama onda birçok değişiklik ve ilave yaptı.
Hakikati bulmak üzere yola çıkan kuşların çok büyük sıkıntılar çekerek yaptıkları yolculuğun sonunda aradıklarına dönüşmesi gibi,
Mecnun’un Leyla’ya dönüşmesi gibi nevayede sonunda dile dönüşmüştü.
Alt yazı M.K.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir