Bir Sandık Dolusu Altın Bulabilmenin Yolu – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=U3Gzyv7NI_E.
Selamun aleyküm Erenler ve dahi Erenlere gönül verenler. Hatta ve hatta gerçek hazinenin nerede saklı olduğunu bilenler. Diyeceğiz ki bu ne demek şimdi? Bugün size biri bir günde bir sandık dolusu altın bulabilmenin yolunu anlatacağım. Gerçek şaka etmiyorum. Bir sandık dolusu altın. Hani böyle olur ya şurayı kaz şuradan kırk adım yürü buradan elli adım geri gel.
Öbür taraftan işte güneşin doğduğu yerde, pek anlamam bu işlerden de meraklıları pek güzel bakıyorlar. Onu var ya aramak, bulmaktan daha keyifli. Benim gördüğüm o. Birkaç arayanla oturup sohbet etmişliğim var. Böyle defini ararlar meraklı. Abi o bulmuş, abi öbürü de bulmuş, beri ki de bulmuş, aga bizde bulacağız filan. Oturup onların sohbetlerini dinleyeceksin. Güzel bir hobi, lüzumsuz bir uğraş.
Ama bizimkinde öyle değil, bir hikayenin üzerinden, haritanın üzerinde değil, bir hikayenin üzerinden bir sandık dolusu altın nasıl bulunur, onu konuşacağız. Bilgelik hikayeleri insan kitaptan çıkmış. Ne anlatsam bu hafta biri bir günde diye düşünürken, karşıma bu hikaye çıktı onu paylaşacağım. Efendim gelelim bir sandık dolusu altının nasıl bulunacağına. Vakti zamanında Ali isminde bir delikanlı yaşamış.
Ali daha böyle küçük yaşlarda dedesinden güzel hikayeler dinlemiş. Dedesinin anlattığı hikayelerden bir tanesi şu. Diyor ki Ali’cim, kırk canlıya kırkar iyilik yap ve bir sandık dolusu altının olsun.
Kırk canlıya kırkar iyilik. Ali bu hikayeyle büyümüş. Hani bir altın sandığını bulabilmenin haritası gibi. Kırk canlıya kırkar iyilik yapacak. Kırk farklı iyiliği kırkar kişiye yapacak ve altınlara kavuşacak. Şimdi biraz büyüyüp akliyetmeye başlayınca dedesinin anlattığı bu hikayeyi hatırlamış. Dedem demiş hani boşu boşuna bir şey anlatmaz bana.
Ben hadi bunu yapmaya çalışayım. Bismillah demiş ve çıkmış yola. Kırk fidan dikmiş. Kırk yetimi donatmış. Kırk fakiri doyurmuş. Kırk ihtiyarın müşkülünü halletmiş. Kırk âmanın derdini görmüş. Kırk dulün imdadına yetişmiş.
Böyle böyle böyle böyle 39 ayrı iyilik yapmış kırkar kişiye. Ali bu iyilikleri yapıyor ya yaşadığı belde de adı Hızır Ali’ye çıkmış. Hızır ile Ali de ne güzel. Ali’ye de Selman Selman ne güzel uymuş. Adı Hızır Ali’ye çıkmış. Herkes seviyor sayıyor. Fakat Ali’nin bir derdi var.
Kırkıncı iyiliğin ne olması gerektiğini bulamıyormuş. Aklına gelen yapabileceği her şeyi yapmış. Yalnız hazineye sahip olabilmek için o kırkıncı iyiliği de yapması gerekiyor. Fakat aklına gelmiyor hani yapılacak her şeyi yaptım diyor. Demiş ki sorayım insanlara sorayım. Çıkmış böyle yoldan geçenlere durdurmuş. Bir iyilik bana bir şey anlatın şunu yap demişler yaptım demiş. Bunu yap yaptım ötekini yap yaptım berikini yap yaptım.
Bakmış olacak gibi değil. Millet de böyle deli muamelesi yapmaya başlamış Ali’ye. Gecenin bir vakti böyle bir yerde oturmuş. Dertli dertli düşünüyor. Kime ne yapsak bu arkadaş hazine sandığının da ucuna kadar geldik. Yani az bir şey kaldı şu kırkıncıyı da yapsak. Hazineye kavuşacağız. Dedem de yanlış bir şey söylemez. Ama kırkıncı iyilik aklıma gelmiyor. Keşke bunu da dedeme sorsaydım filan. Böyle düşünürken bir ses gelmiş. Hey delikanlı selamun aleyküm. Bakmış şöyle karanlıkta bir ihtiyar. Aleyküm selam baba demiş. Evlatcım be demiş şu tepede oturuyorum. Çuvalım var çıkaramadım yukarıya. Bana yardım eder misin? Ali demiş acaba kırkıncı iyilik bu mu? Fakat kırk kişiye yapmam lazım bunu bu ihtiyar bir kişi. Neyse demiş ne zararı var kalkayım adamcağaza yardım edeyim. Almış çuvalını yüklenmiş yukarıya kadar gitmişler. Kulübede ihtiyar adam bir çay demlemiş. Oturmuşlar çayı yudumlarken bakmış bizimkine. Demiş ki evladım senin bir derdin mi var? Öyle tek başına oturmuştun karanlıkta. Düşünüyordun endişeliydin. Nedir mevzu nedir yavrum? Baba demiş benim dedem bana bir hikaye anlatmıştı. Ben o hikayenin gereğini yapmaya çalıştım. Ama geldim geldim geldim son durakta takıldım. Ne anlatmıştı deden yavrum? Bana dedi ki kırk ayrı iyiliği kırkar kişiye yaparsan bir sandık altının olacak. İhtiyar bakmış böyle. Sen ne yaptın demiş. Otuz dokuzu yaptın demiş kırkıncı aklıma gelmiyor. Peki demiş ben bu konuda sana yardım ederim. Ali’nin gözleri hışıldanmış.
Sen de mi şimdi burada kal sabah erkenden kalkacağız bir işimiz var. Hay hay baba demiş. Ali oracıkta bir köşeye kıvrılmış yatmış heyecan içinde. Sabah daha güneş doğmadan ihtiyar Ali’yi kaldırmış bir çuval var. Çuvalın içinde kırk tane paket var. Hadi demiş beraber köye gidiyoruz. Köye vardıklarında böyle muhtelif evlerin önünde durmuşlar.
İhtiyar Ali’ye diyormuş ki şu paketi şu kapının önüne bırak hay hay. Bakıyormuş şu paketi şuraya bırakacağız hay hay. Öbür paketi diğer tarafa bırakacağız hay hay. Böyle kırk ayrı paketi evlerin önüne bırakmışlar. Geri dönüp gelirlerken ihtiyar demiş ki neydi o paketler biliyor musun? Bilmiyorum baba.
İşlerinde kitap vardı demiş. Herkese ihtiyacı olan kitabı bıraktık. Cimri bir kadın vardı mesela onun kapısına cömertliğin ne kadar güzel olduğunu anlatan bir kitap bıraktık. Böyle sert etrafındakileri kıran birisi vardı. Onun kapısına merhamet ve şefkatin ne olduğunu anlatan bir kitap bıraktık. Kimin neye ihtiyacı varsa o kitabı onun kapısına bıraktık ve biliyor musun? Biz tam kırk tane paket bıraktık.
Yani kırk ayrı iyilik yapmış olduk. Kırk kişiye iyilik yapmış olduk. Bu da senin kırkıncı iyiliğin oldu demiş. Ali’nin gözleri iyice ışıldamış. O zaman demiş tamam hazine sandığı kolay. O iş bende demiş. Nasuh bende. Al demiş şu anahtarı. Bu dün gece kaldığımız kulübenin anahtarı.
Şimdi buradan git kulübeye var ortadaki masayı kaldır. Ahşap parkeyi arala orayı kaz içinde bir sandık bulacaksın. O sandığın içinde de altınlar dolu. Değip puf diye ihtiyar kaybolma. Olur mu öyle şey? İhtiyar kaybolma. İhtiyar orada duruyor. Gerçek. Ali anahtarı kaptığı gibi koşturmuş kulübeye.
Varmış masayı kenara çekmiş. Parkeyi kaldırmış orayı kazmış. O zaman sandık. Sandığı açmış. Altın. Altınları hemen bir çuvala doldurmuş. Yüklenmiş. Koştura koştura aşağı gelmiş. Dedemin hikayesi doğruymuş demiş. Evet bak kırkıncı iyiliği de tamamladım ve hazine sandığına kavuştum. İhtiyar demiş ki ne yapacaksın sen şimdi bu altınlarla? Ali böyle bir düşün. Siz olsanız ne yaparsınız? Düşünsen bir çuval altın. Allah Allah.
Altın ne kadar oldu? 966 filan değil mi içinde? Öyle değil mi? Bak takip ediyoruz biliyorduk da yani. Bire yaklaştı. Bir çuval altının var Emirhan. Ne aracın onlarla? Araba alırsın, motor alırsın filan. Yusuf sen ne yaparsın? Allah Allah bilmiyor musun? Araba. Sen de mi araba? Bu erkekler arabacı oluyor anahtar. Neyse. Araba iyi değil. Şimdi ihtiyar sormuş ne yapacaksın demiş şimdi bu altınlarla. Ali de demiş ki böylece çok güzel çok büyük bir ev alacağım. Ev önemlidir. Geniş ev. Allah herkese versin. Olmayana da versin. Çok güzel arabalar alacağım demiş. Atavrat silah. Başka ne yapacaksın? Gezeceğim dünyayı gezeceğim dolaşacağım demiş. Başka eğleneceğim onu yapacağım bunu yapacağım. Hadi demiş yolun açık olsun. Fakat demiş senden bileceğim var. Nedir?
Hani şu kırkıncı iyiliği bulmana yardımcı oluşumun hatırına bir isteğimi kırmazsan sevindiririm. Buyur baba demiş ne yapacağız? Seninle bir sene sonra burada buluşalım demiş. Hay hay demiş Ali. Vedalaşmışlar ayrılmış. Ali hakikaten evini almış, arabalarını almış, gezmiş, tozmuş, dolaşmış, etmiş. Fakat Ali mutsuz. Her şeyi var. Fakat içinde bir şey eksik. Huzursuz. Bir sene sonra orada buluşmuşlar. İhtiyar demiş ki nasıl vaziyet? Ya param var demiş. Arabayı aldım, evleri aldım, dünyayı gezdim, farklı yerleri gördüm, insanlarla tanıştım, eğlendim falan filan. Ama ben bu sandığı ararken daha mutlu bir insandım.
Bulduktan sonra bir kaçtı, tadım kaçtı. İhtiyar demiş niye kaçtı tadım? Bilmiyorum demiş hani bilsem. Peki demiş ararken nasıl? Çok mutluydun demiş. Niye mutluydum biliyor musun? Niçin? Her insana yardım edişinde, her yaptığın iyilikle beraber, insanların yüzleri aydınlanıyordu. Sana dua ediyorlardı.
Tebessüm ediyorlardı. Memnun oluyorlardı. Onların memnuniyeti de senin kalbine bir neşe, bir safa, bir mutluluk olarak yansıyordu. Huzurun vardı. E be yavrum sen bir senedir kime yardım ettin, ne yaptın, ne ettin ki? Sen kendi derdine koştun bir senedir. Kendi mutluluğunun ardına düştün bir senedir. Ondan olmadı.
Bana sorarsan demiş deden sana şunu anlatmak istiyordu. Kırk farklı iyiliği kırkar kişiye yapmakla sana iyilik yapmanın tadını aldırmaya çalışıyordu. Başkasına iyilik yaptığın anda, birisinin yüzünü güldürdüğün anda, birisinin duasını aldığın anda, birisi sana Allah razı olsun dediğin anda, bir insanın müşkülünü gördüğün anda senin kalbine sandıklarca altınla alınamayacak bir huzur gelip yerleşiyordu. Altınlar alamaz o huzuru. Dedenin sana anlatmak istediği şey belki de buydu demiş Ali. Ali demiş ki peki o hani kırk iyiliği yaptık sonra sandık.
Evlatcığım demiş o sandığın dedenle alakası yok. O benim birikimimdi. Bana miras kalandı. Ben senin bunu öğrenmeni istediğim için onu verdim demiş. Kırk iyilik yaptın da ondan dolayı böyle bir altın buldun falan değil. O zaten vardı orada. Hani senin şunun farkı. Ali demiş ki ha şimdi oldu. Anladı.
Hani bir söz var diyorlar ki parayla mutluluk olmaz. Doğrudur. Para mutsuzluğa mani olur. Mutluluğu getirmez. Hani paran yok. Faturanı ödeyemiyorsun. Efendim istediğini alamıyorsun. İhtiyaçlarını göremiyorsun. İnsan mutsuz olur bunda. Parasızlık mutsuzluktur. Ama para mutluluk getirmez.
Paranın mutluluk getireceği yer bir başkasını mutlu edebildiğin zamandır. Hakikaten öyledir. Yani şu Hızır Ali’nin hikayesi öyle boş bir hikaye değil. Bir şeylerin üzerinden bize bir şey anlatmaya çalışıyorlar. Adamın birisi vaktiyle demiş ki oğluna oğlum demiş. Gittiğin her yere bir ev yaptır. Hay hay baba. Böyle dermiş sürekli. Oğlum gittiğin her yere bir ev yaptır falan.
Gün gelip yaşı erişmiş, zengin olmuş falan. Hakikaten nereye gitse oraya bir ev yaptırıyormuş. Nereye gitse oraya bir ev yaptırıyormuş falan. Bir gün demiş ki baba tamam. Ne tamamı oğlum? Her yerde bir evimiz var. Nasıl evimiz var? Ben demiş nereye ticaret için gidiyorsam, nereye ziyaret için oraya bir ev yaptırıyormuş. Ah demiş oğlum sen bunu böyle mi anladın? Evet baba. Bu değildi benim kastım be yavrum. Mecaz. Neydi babacım kastınız? Her yerde bir dostun olsun.
Teklifsiz kapısını çalabileceğin. Seni misafir edip ağırlayacak. Derde düştüğünde merhaba dediğinde derdini çözebilecek. Mahzun olduğunda yüzünü güldürebilecek. Bir dostun olsun. Ev yaptırmaktan kastım buydu demiş be evladım. Sen çok yanlış anlamışsın mevzu. Sen gitmişsin her yere bir ev yaptırmışsın. İşte Ali’nin dedesinin sandığı adamın çocuğuna nasihati. Her yerde bir evimiz olsun. Olmaz mı?
Birer sandık da altınımız olsun. Altınların bile satın alamayacağı kadar kıymetli ve değerli. İyilik yapmak deyince hemen şu geliyor haklı. Yok ki ne yapalım? Töbessüm edecek yüzün de mi yok? Yolda kalmışa yol gösterecek takatin de mi yok? Susuza su verecek imkanın da mı yok? Yazın, sıcak, hava perişan.
Kapının önüne iki parça ekmek, buğday koyacak mecalin de mi yok? İnsan yeter ki öyle bir derdi olsun. Derdi olursa derman akar gelir onu bulur. İyilik yapmak fark eden insan için kolaydır. Fark etmeyen insan için de trilyon dolarlık adam olsa, nasip olmayınca olmaz. Ves selam.
Allah’a emanet edenler eyvallah.
İlk Yorumu Siz Yapın