Denizlerimizi kurtarmak mümkün mü? | Teke Tek Bilim
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=GRX0i_YrwY4.
Tekir, tek! Tekir, tek! Tekir, tek! Tekir, tek! İyi geceler değerliler. Tekir, tek! Bilim’e hoş geldiniz bu akşam. Bazılarının sınırlarında burada bilim mi diyeceksiniz belki ama tam anlamıyla bilim. Balıkçılığı konuşacağız. Bütün dünyada balık türleri tehlike altında şöyle ki balık üretimi artmıyor. Gerek iç denizleri, gerek kapalı denizleri, gerek okyanusları son derece kötü biçimde kullandığı için insanlık ve endüstriyel balıkçılık tabii ki balık türlerinde ciddi bir sıkıntı var. Dünyanın toplam su ürünleri hacmi ne yazık ki bir yerde tıkandı kaldı.
Ve hatta belki yavaş yavaş bazı bölgede gerilemeye de başladı. Bu bir yandan da gelecek acısından tehlikeli bir şey çünkü su kıyısında yaşayan özellikle yoksul ülkelerin en önemli geçim kaynaklarından bir tanesi, besleme kaynaklarından bir tanesi deniz ürünleri eğer orada da bir sıkıntı olursa dünyadaki göç hareketlerinde bambaşka bir şekilde hızlanması, farklaşması, terör faiyatının artması bile mümkün. O yüzden bu akşam balıkçılığı konuşacağız. Türkiye’de nereden aklınıza geldi bu konu? Geçtiğimiz günlerde ilginç bir karar alın Türkiye’de biliyorsunuz. Çok alakasız bir bakanlık. Ulaştırma Bakanlığı Boğaz trafiğini kapatarak balıkçılık yapılmasına izin verilmesi belli gün ve dönemlerde izin verilmesi yolunda bir karar aldı. Bu aslında Türkiye’de yapılabilecek bir şey değil çünkü Türkiye’de balık tutma izni, balıkçılık iznleri Ulaştırma Bakanlığı’nın il tarım bakanlığına bağlı
ve Boğaz İstisi’de de belli bir bölgenin dışında balık tutmak yasak ki Türkiye’de su ürünleri üzerine çalışanlar bu yasağın bile aslında yetersiz olduğunu, Boğazların tamamen balık avına kapatılması gerektiğini, endüstriyel balıkçılığa kapatılması gerektiğini düşünüyorlar ve bu tartışılmaya başlandı. Allah tarafından burada Tarım Bakanı’nın aklı senin bir ağır bastı ve bu karardan geri adım atıldı. Ama yine de bunu konuşacağız tabi bu akşam.
Ve değerli konukları var balıkçılık meselesini ele alacağımız tabi müslüdeciyle konuşalım onu da merak etmeyin. Profesör Doktor Saadet Karakulak, Hocam hoş geldiniz. İlk defa geliyorsunuz. Evet. Mustafa Sarı Profesör Doktor, Hocam siz tabii ilk defa gelmiyorsunuz müslüdeci konusunda bizi ilk ürensiz olmuştunuz daha müslüdeci böyle her yere sarmadan dikkat edin geliyor demiştiniz. Nitekim sizlikten sonra bütün Marmara’yı hatta Ege’nin Marmara’ya yakın bölümleri kaplamıştı. Şimdi yine konuşacağız ve
Akdeniz Üniversitesi Su Ününleri Fakültesi Öğretim üyesi Profesör Doktor Mehmet Gökoğlu da Antalya’da o da Skype’la bize katılacak. Mehmet Hocam hoş geldiniz. Hemen siz de başlayabil isterseniz. Teşekkür ederiz. Sağ olun var olun. İyi yayınlar diliyorum size. Sağ ol Hocam hepimize. Hemen şeyle başlayabil isterseniz size onu sorayım başlangıçta. Bu Boğazlar’daki balık avının serbest bırakılması ve gemi trafiğin durdurulması ilgili. Sizin düşünceniz nedir? Ve arkasından Akdeniz’deki balıkçılara zaten geleceğiz. Şimdi İstanbul Boğazı balık göçlerinin İstanbul ve Çanakkale Boğazları balık göçlerinin en çok ve en yoğun görüntü yerler. Zaten Boğaz gemi trafiğinden dolayı balık göçleri bundan olumsuz etkileniyor. Şimdi Boğaz’ın suyun altında ses karadakinin yani hava ortamındakinin yaklaşık 5 kat daha hızlı gider. Ve Boğaz’ın bir vadi gibi düşünürsek su içerisinde ki öyle zaten suyun altı akustik bir yansıma yapacaktır. Yani 5 kat daha hızlı gittiği için bir de akustik etkisi olacaktır.
Boğaz’da gemilerden, motorlardan çıkan piston sesleri, motor sesleri, bundan zaten göç yapan balıklar olumsuz etkileniyordu. Üstüne üstlük biz bile bu şekilde hareket edersek tamamen balıkçılığımızı bitirmeye doğru gideriz. Bu yanlış çünkü bazı balıkların rahat bir şekilde geçmesi lazım oradan.
Göçünü yapması lazım, kışlaması lazım, üremesi lazım. Kaldırılma kararı gibi karardır ona katılıyorum. Peki hocam Boğaz gibi balıkların geçiş yaptığı bir yerde balıkçılık sizce tamamen yasaklanmalı. Bunu savunanlar da var. Kardeşim bu bizim geçim kaynağımız ve bu balık buradan geçip giderse bize ekonomik faydası olmuyor. Biz bu balıklarda mümkün olduğunca fazla yakalamalıyız diyenler de var. Hangisi haklı sizce? Boğaz’da da yakalamasınlar diyorum. Geçtikten sonra Marmara’da, Karadeniz’de, Ege’de yakalasınlar. Boğaz’da yakalamasınlar. Katılmıyorum bu görüşe ben. Boğaz açık kalmalı hep. Peki hocam şimdi mesela bu Boğaz’daki durumun savunanların yani ağ olması gerektiğini, savunanların söylediği bir şey var.
Bu sene ki Palamut bolluğu. Bu sene gerçekten benim çocukluğumdan beri görmediğim derecede bir Palamut bolluğu var. Ve diyorlar ki bu Palamut Boğaz’dan geçip gittikten sonra bizim buna ulaşma imkanımız yok. Ekonomik faydasını sağlamamız lazım. Şunu merak ediyor herkes. Bu sene ki bu Palamut bolluğunun sebebi nedir? Biliyorsunuz bir pandemi süreci geçirdik. Bu süreçte Lenz’de avcılık yapılmadı.
Özellikle Ukrayna ve Rusya savaş halinde oralarda da dürüst balıkçılık yapılmıyor şu anda. Hatta bu ülkelere daha yakın yerlerde de balıkçılık yapılmıyor. Yine mayınlar geçti o bölgeden. Millet o tarafa doğru da yaklaşmıyor. Bizim balıkçılarımız da o taraflara doğru yaklaşmıyor. Diğer devletlerin balıkçıları da o taraflara doğru yaklaşmıyor. Dolayısıyla bunların etkisi oldu.
Tabii bazı yıllarda da hava kuşulları, iklim, denizdeki plantondurumu değişir bol olur. O dönemlerde de iyi yavru yapar balıklar. Bu yavrularda muhtemelen bu yıla denk geldi. Peki hocam şöyle bir laf vardır. Ben çocukken bu konuşulurdu. Palamut bol olunca kış serp geçecek diye bir alakası var mıdır?
Hep bunu söylenir. Tabii bunun bilimsel bir veriye oturtulmadı bu. Bilimsel bir veriye oturtulursa bu sene göreceğiz işte kışın nasıl geçeceğini. Kışın nasıl geçeceğini göreceğiz. Evet. Peki yine merak ettim için soruyorum. Ne soruyorsa da meraktan soruyorum hiçbir şey laf olsun sormuyorum da.
Dediniz ki iki senelik bir pandemi süreci vardı. Geçen sene de Bahar aylarında bu bölgede mayın ve savaş nedeniyle avuculuk yapılamadı. Bu artışın nedeni o. Burada ilgimi çeken şu. Yaklaşık bir buçuk, iki yıllık bir süre içerisinde yani pandemi iki yıl sürdü. İşte bunun işte bir kısmı da şimdi savaş nedeniyle orada avuculuk yapamaması. Bu kadar kısa süre içerisinde balık nüfusu bu kadar fazlasıyla artabiliyor mu? İnsanın aklının ermeyeceği olan bu kadar. Bir sene, iki sene doğanın kendini toparlaması ve balık nüfusunu artması için yeterli bir süre midir? Şimdi avlamadığınız sürece, oradaki balığı tutmadığınız sürece o ana açtır ve yumurta bırakır. Bunun biz burada da yani Antalya bölgesinde de bunun etkilerini geçenlerde ben o görüntüleri verdim. Pandemi süreci ve bir dönem Lagos balıkları avcılığı yasaktı. İki yıl kadar yasaklandı. Daha sonra açıldı balıçıların şikayeti nedeniyle. Bu sene Antalya kıyılarında oldukça bol Lagos yavrusu var. Her taşın altında Lagos yavrusu var. Bunu görüyoruz. Bunlar onun göstergeleri zaten. Yani dediğim gibi yakalamadığınız her balık anaçtır. Doğaya yavrusunu verecektir. Bunun etkileri bunlar. Yani çok hızlı bir şekilde etkisini görürsünüz diyorsunuz. Tabii. Bir balık çok miktarda yavru verir. Yani yavru miktarı çok miktarda balıkların.
Dolayısıyla doğaya bir anaçtan milyonlarca yavru verebilir bir anaç. Bu balıkta avlanmadığı sürece doğada dediğimiz gibi anaç olarak üretime katkıda bulunacaktır. Hocam siz bunda iyi bir şey söyleyeceksiniz. Buyurun. Bir katkı vermek istiyorum. Hedeflediğimiz türe göre değişebilir. Eğer hamsi için yapılacaksa hamsi zaten ömrü 4 yıllıktır. Bir yıl etkili bir kural alındığında veya yasak getirildiğinde ertesi yıl hamsi de bir artış olduğunu görebiliriz. Ama balıkların ömrü eğer uzun olursa bir orkinozu kılıcı korumak için 10 yıl veya 15 yıllık bir sürece ihtiyaç var.
Palamuta gelirsek av miktarı incelediğimizde her 4-5 yılda bir artışın olduğunu görüyoruz. Abi hocam böylesini görmedim. Böylece uzun zamanda görmedim. En son 2005 yılında 70 bin ton avcılık yapılarak Palamuta avcılığı yapılmıştı. 2005 yılından sonra uzun bir dönem göremedik. Ama hep bir dalgalanmalar var. Bunun da nedeni işte balıkların kendini yenileme kapasitesi var. İlk üreme boylarını düşürebiliyor. Yumurtlama periyodunu geniş tutabiliyor. Kendi neslini korumak için yumurta verimini arttırabiliyor. Biz bundan yararlanarak aslında iyi bir balıkçılık yönetimi yaparsak her zaman balık stokların artması mümkün. Bu özelliği iyi kullanmamız lazım.
Ama son yıllarda eskiden 4-5 yıllık olan devirin Palamut için artık 7-8 yıl lüferde de daha uzun olduğunu görüyoruz. Bu da bize aslında stokların git gide azaldığını göstermekte. İşte İstanbul Boğazı için ben ufak bir yorum yapacak olursam İstanbul Boğazı’nda geçmişten günümüzde hep avcılık yapılmış. Ama nasıl yapılmış? En eski kaynak bizim için 17. yüzyılın ünlü gezginlerinden Evliya Çelebi’nin İstanbul Seyahat Namisi’ne bakıyoruz. Eskiden geleneksel avcılık yöntemleriyle avcılık yapılıyormuş. Dalyanlar var, küçük tekneler var. Ama endüstriyel balıkçılık o dönemlerde yok. Şu anki yapılan endüstriyel balıkçılığın balık stokları üzerinde olumsuz etki ettiğini düşündüğümüzde
biyolojik koridorda balıkların biyolojik ihtiyaçları için göç gerçekleştiriyor. Üreme göçü veya beslenme göç esnasında avcılığın yoğun yaptığımız takdirde balık stoklarına maalesef olumsuz etki yapacağız. Mümkün olduğunca dar bir koridorda avcılıktan ziyade balık geçişine gerçekleştirsin.
Balık geniş alana yayıldıktan sonra tüm Marmara Denizi’nin balıkçısının tutmasının daha yararlı olacağını düşünüyorum. Öbürü zaten tuzak yani. Şimdi şey gibi böyle daracık bir yerden geçerken Hunni’nin önünde. Bunu yıllar önce Rusya’da bir avcılar yapmıştı hocam. Belki birisiniz haberiniz vardır. Rusya’da bir grup avcı ördeklerin geçiş yaptığı bir vadiyye boydan boya ağa geliyor. Yanlış hatırlamıyorum ya yıllar önce olan bölgeye 250 bin bendeyim 50 bin sizdeyim tam rakam atıyorum ama 100 binin üstünde olduğunu söyleyebilirim. Ördeyi ağlarla yakalıyorlar o şeyde. Hiç yaptıkları vadinin içerisinde. Bu da aynı şey. Bu katliam yani. Peki hocam şimdi bunu size sorayım.
Palamut’u hemen bir şey söyleyeyim. 5 numaralı ben slide’imi alabilir miyim? Usta Hoca’nın 5 numaralı slide’i arkadaşlar. Şimdi sadece Palamut değil aslında bizde dalgalanan. Bütün türler dalgalanıyor. Burada 5 numaralı slide’e baktığımız zaman sağ üst köşedeki Palamut’un 2000 yılından 2021 yılında kadarki avcılık rakamlarını görüyorsunuz. Bu size ne söylüyor? Yani baktığınız zaman bir böyle Palamut bol olmuş. Pelaçik balık demek. Pelaçik denizin yüzey kısmını daha çok kullanan balıklar demek. Demersal’de dip kısmını kullanan. Yani Hamsi yani İstavrit yani Palamut. Palamut, Koliö, Lüfer. Evet bunlar bizim daha çok avladıklarımız yani. Şimdi buna baktığımız zaman buradaki aslında grafik bize her şeyi söylüyor. Bak yani bir bol avlıyoruz, bir kaç senes öte öyle avlıyoruz ki ama yani iflahını kesiyoruz. Hayvanın popülasyonunu artıracak hali kalmıyor. Sonra toparlanıyor bir daha vuruyoruz. Toparlanıyor bir daha vuruyoruz. Peki şeyde farklı mı diğerlerinde? Hamsi aynı, İstavrit aynı, aşağıda Lüfer, sağ alt köşede Lüfer’i görüyoruz.
Yani hocalarımız söylediklerinin hepsine katılmakla birlikte bizim burada bu göçücü tür olmasından dolayı ya nasıl olsa bu balık geçip gidecek kardeşim yani benim ve ben ne yapayım yani? Ben de burada oturuyorum bu benim hakkım değil. Balıkçıya bunu diyor. Bir kısım balıkçı. Şurası balıkçıya bunu diyor. Çünkü ona göre balıkçıya göre bunu söyleyen balıkçılara göre denizin sahibi onlar, balıkların sahibi onlar kendilerini tanrı yerine koyuyorlar.
Öyle bir şey yok. Yani boğazdan geçip marmaraya dağılan balık da bizim. Marmaradan Ege’ye geçen de bizim. Atlantı’ya giden de bizim. Pasifikteki de bizim. Hepsi bizim. İnsanlık olarak yani doğanın bir bütünlüğü için de bunu düşünmemiz gerekiyor. Buna vurgu yapmak isterim. Palamuk bolluğuyla kış ilişkisi de aslında Lalnina etkisi bu.
Yani Avustralya ile Büney Amerika kıtası arasındaki sıcak su akıntısındaki değişim. Lalnina yılları çiftçilerin ihya olduğu yıllar. Lalnina yılları balıkçıların ihya olduğu yıllar. Çünkü akıntıların yeri değişiyor. Akıntıların yeri değiştiğinde bizim mesela bakın şu anda ta Kasım’a geldik daha doğru düzgün yağış yok.
Tipik işte meteorolog hocalarımız bunu daha iyi izah ediyorlar. Yani Aralık ayına kadar, ocağa kadar belki bizim böyle bir kurak geçecek. Ondan sonra birden bastıran Marta kadar belki devam eden kışlar olduğunu biliyoruz Lalnina yıllarında. Eskiden geleneksel gözlemlerle insanlar bunu görmüşler. Palamut niye bu kadar peki bu yıllarda bol oluyor?
Bunlar göçücü türler olduğu için su sıcaklığı istediği dereceye düştüğünde hayvan sürü oluşturarak göçe başlıyor. Karadeniz’de ben bu kışı zor geçiririm daha ılman olan Boğaz’a, Marmara’ya ineyim, güneye doğru ineyim diyor. İnerken hayvan da orada bizi yakalıyoruz bolca. Bir gecede 450 ton, 1000 ton balık yakaladık. Yani şimdi önümüzdeki yılda diyeceğiz ki canım bu gayet doğal ya. Bir bol olur, bir kıt olur. Peki bunda bir kota vermiyor mu devlet şu kadar yakalayabilirsiniz diye? Kota sistemi bizim gibi ülkelerde uygulanan bir sistem değil. Çünkü biz denizde ki ağaların derinliğini daha ölçemiyoruz.
Yani şu anda mesela gırgırların derinliğinin 90 kulaç yasal sınırı. Hadi bir yüreği yeten varsa gelsin beraber çıkalım denize. 90 kulaç gırgır olan bir tane vatandaş bulabiliyor muyuz? Belki vardır bir tane iki tane. O da teknesi küçük olduğu içindir. Yani 180 kulaç 200 kulaça çıkan. Ne demek 200 kulaç? 200 kulaç ne demek? 1.8 ile çarpın efendim. 360 metre derinlikte demek bu.
Yani tabii ki 360 metre derinliğe bunu indirmiyor. Bu salınacak boğa. Yukarıdan aşağı saldığımızda salınacak. Ama gırgırın kullanılmasının özelliği dibe değmemesi gerekiyor bu aracı. Bu avaracı dibe değmeyecek. Dime değdiği zaman troll etkisi yapıyor. Troll yapıyor. Şu anda efendim işte Marmara’da troll de kullanılmıyor ama Marmara’da niye türlerimiz bitiyor?
Sen gırgırı troll gibi kullanırsın. Troll gibi kullanıyorsun zaten. Troll’a ihtiyaç yok ki. Troll ile gırgır arasındaki farkı bir anlatır mısınız? Biliyorum ben de izleyiciler bilmeyenler olabilir. Gırgır, şu böyle sarı sarı mantarları da özellikle İstanbul Boğazı’nda ya da Karadeniz’de, Egede,
Karadeniz’den baktığımızda bir daire şeklinde çevrilmiş ağlara biz gırgır ağa diyoruz. Onlar daha çok bu pelajikteki… Balık süs etrafını çeviriyor. Evet. Sürü tespit ediliyor. Sürünün etrafı çevriliyor. Sonra ağın altı toplanıyor. Bir tava haline getiriliyor. Sonra üstü büzülüyor. Kovay gibi oluyor ve kovayla çekiyor. Kovayı çekiyor ya da hiç çekmiyor şimdi hamside falan. İçine balık pompasını atıyor. Taşiyici tekneyi çağırıyor. Oradan basıyor ambarlara. Bu gırgır. Yani yüzeyde daha yüzeye yakın olan balıkları avlamada kullandığımız av araçlar bunlar. Troll denizin dibindeki balığı avlamak için kullandığımız av aracı. Onun dip trollüyse iki tane büyük kapısı var. Arasında ağ var. Arkasında da bir torbalı ağ var. Denizin dibini süpürüyor. Taraya taraya gidiyor. Ne varsa aşağıda. Bir de onun benzeri bizim Marmara’da kullanmamamız gereken,
Algarna var mesela. Çerçeveli troll. Onun da mantığı aynı. Ama Marmara’da boğazlara troll yasak. İç sularda Marmara’da boğazlarda troll avcılığı yasak. 1380 sayılı su ürünleri kanunu madde 24. Ama Algarna serbest Marmara’da. Onu çünkü trollden saymayıp kanuna aykırı tebliğ ile serbest etmişiz. Tebliğ kanuna aykırı olabilir mi? Olmuş.
Rektem arası. Hocam bir reklem için durayım sonra devam edeceğiz. Hemen Mehmet Hoca’ya devam edelim. Hocam size biraz Akdeniz’i sormak istiyorum şu açıdan. Şimdi Akdeniz’de siz dediniz ki, Lagoslarda, Laoslarda, diğip balıklarında artış gözlemlendi.
Onlar halbuki uzun yaşayan balıkları bu kadar kısa sürede artması bile son derece ilginç. Ama şimdi serbest bırakıldı. Bir yandan da Ege ve Akdeniz’de özellikle birkaç seneden beri bir istilacı tür paniği var hocam. Balon balıkları, aslan balıkları, birtakım söylenen deniz anaları var. Ve benim son zamanlarda, son iki yıldır çok fazla dikkatimi çeken dev uzun dikenli deniz kestaneleri var. Bunların istilası ne anlama geliyor? Bu küresel ısınmayla aşağıdaki suların çok fazla ısınmasından kaynaklanıp, bu canlıların daha alışık oldukları direnciler için yukarı çıkmak, kuzeye gelmediler mi? Yoksa başka nedenli mi? Nedir bu istilacı türler, riski nedir? Evet, tabii istilacı türlerin neden göç ettiğine bakmak lazım.
Öncelikle bilindiği üzere Nil Nehri üzerine aslan barajı yapıldı. Ve Nısır’ın topraklarını Nil artık sulamaya başladı. Dolayısıyla eskiden Nil’den çok miktarda bir su yükü geliyordu. Ve akıntılarla bu, Süveyş Kanalı’nın ağzına doğru sürükleniyordu bu su. Ayrıca Süveyş Kanalı’nın açıldığı güzergâha baktığımız zaman da,
güzergâh tuz göllerinin üzerinden açıldı Süveyş Kanalı. Dolayısıyla tuz göllerinde de yüksek oranda tuz vardı. Bu tuzlar süreç içerisinde yıkandı. Nil’in suları, Süveyş Kanalı’nın ağzına doğru sürüklendiği için o bölgede tuzluk düşüktü. Önde de, yani kanalın içerisinde de yüksek tuzluktan kaynaklanan bir tuz bariyeri vardı.
Süreç içerisinde bu yıkandı. Daha sonra Aslan Barajı yapıldıktan sonra da, Nil’in suları artık düşük tuzluluktaki bariyeri de ortadan kaldırdı. Küresel ısınmada bir gerçek, bunu hepimiz görebiliyoruz zaten, deniz suyun sıcaklığında da bir artış ses konusu. Ayrıca yine tüm Akdeniz’e akan taklid su kaynaklarını biz ne yaptık? Bunların büyük bir kısmının üzerine barajlar yapıldı. Eski ki gibi artık Akdeniz tatlı su alamıyor. Dolayısıyla bariyerler ortadan kalkmış oldu. Kalkınca göçler başladı. Şimdi giren türlerin balık türü olarak, bizim Antalya’da kaydettiğimiz tür, Antalya köprüsünde şu ana kadar kaydettiğimiz tür 70′ tür. Yani bunların çok büyük bir kısmı artık popülasyonunu oluşturdu. Akdeniz’in balığı haline geldi. İskenderun’a doğru gittiğimiz zaman oradaki balık türü sayısına baktığımızda bu yaklaşık olarak yüze yaklaştı o bölgede. İsrail’de yüzü geçti. Binin üzerinde de şu anda Akdeniz’e çok ücreli organizmanın süveyş kanalı aracılığıyla Akdeniz’e girdiği bilim adamlarınca sürekli olarak söyleniyor. Her geçen gün Akdeniz’e geçen yeni türler keşfediliyor.
Dolayısıyla balon balıkları balıkçılarımızın büyük bir baş belası haline geldi. Hem balıkçılarımızın yakalanan balıklarına, ağında veya tapraketasında çıkan balıklarına zarar vermeye başladı. Hem balıkçının al malzemesine de zarar vermeye başladı. Bunun yanında deniz kestaneleri çok arttı. Korkarım inşallah olmaz kıyıda bir müddet sonra kayalık bölgelerde de artık
denize giremeyecek şekilde, hızlı bir şekilde çoğalma söz konusu ve kuzeye doğru bu yaylım devam ediyor. Yani üst taraflara doğru, Marmara’ya doğru Marmara’ya da girdiğini biliyorum deniz kestanesinin. Dolayısıyla bunlar var. Ayrıca deniz anaları söz konusu, deniz anaları belli bir dönemde özellikle bizim bu açıklarımızdan Mayıs gibi, Nisan-Maysa gibi büyük geçişler oluyor. Yani İskenderun körpüze’nde, İsrail kıyılarında, Zuriye kayıt kıyılarında gelişip büyüyen deniz analarının açıktan akıntılarla geçişi var. Yörüngeden çıkan, ana akıntıdan çıkan deniz analarının kıyıd aramıza vurduğunu biliyoruz. Allah’tan yani hürizm sezonuna denk gelmiyor bu. Dolayısıyla troll ağını yahut da bir balıkçının ağında çıktığı zaman balıkçı bunu ağında bir kütlesel yığılma söz konusu, yani deniz anası kaynaklı bir troll ağını düşündüğümüz zaman onu çeken bir motor var. Bir kütleyi çekiyor. Ayrıca bu deniz anaları ağlardaki seçiciliği de etkiliyor. Buna benzer etkiler var. Yine kıyılarımızdaki kayaların üzerlerinde çok miktarda pasifik midyelerin inşa olduğunu görüyoruz. Balıkçımız artık, ufak balıkçımız, yani uzatma ağa atan balıkçılarımız kıyıd ara ağa atamaz oldu. Bunun nedeni, attığı zaman o ağlar oraya takılıp yırtılıyor veyahut da o ağ orada kalıyor.
Yani hayalet ağı şekline dönüyor. Birçok olumsuz etkisi var. Giren türlerin çok büyük bir kısmı ekonomik olarak değerlendirilmiyor. Değerlendirilmediği için de sürekli balıkçıya bir zarar verme, ekosisteme zarar verme var. Yerli türlerin yerini ağır ağır yabancı türler almaya başladı. Örneğin bizim bir zamanlar ıspari balığımız vardı. İspari balığımız oldukça azaldı. Bunun yerine çizgili gırt gırt dediğimiz yahut da balıkçılarımızın Iskender’ın tarafında gargur olarak isimlendirdiği Kızıldeniz göçmeni bir tür ağır ağır bunun yerini aldı. Balıklarımızın yerli türlerin ötelendiğini görüyoruz. Yani daha soğuk sulara, daha yukarılara doğru ötelendiğini görüyoruz. Yine balıkçılarımızın yakıt gücünü arttırmaya başladı. Ekonomik olarak da bir zarar vermeye başladı bu türler. Teknelerin altlarına yapışmaya başladı. Sakallama dediğimiz şekilde zarar vermiyor. İnsan sağlığına, çevreye, her şeye bu giren türlerin zararı var. Tabii bazı türler var. İşte bunlar hangi türler? Bunlar da ekonomik olarak değerlendiriliyor.
Nehir barbunu dediğimiz kıyıda çıkan kredeslerin hemen hemen tamamı bir tür hariç, 5-6 tür Kızıldeniz göçmeni. Tabii bunlar ekonomik olarak değerlendirilemiyor. Ama sayı itibariyle baktığımızda Kızıldeniz türlerinin çok büyük bir kısmının değerlendirilmediğini,
balıkçının eline işte aslan balıkları zarar verdiğini, balıkçının sağlığı açısından risk oluşturduğunu, balıkçının ağlarını yırttığını zaman kaybettirdiğini görüyoruz. Bunlar da tabii ki kayıplar. Teşekkür ederiz hocam, sağ olun. Hocam sizin bu konuda Marmara’da herhâlde böyle bir risk yok bildiğim kadarıyla ama Marmara’daki durumda ben orada bir istila var mı yoksa Marmara rahat mı?
Marmara denizinin istinacı türler bakımından o kadar yoğun baskı altında değil yeni yeni türler kayıt ediyoruz. En son 2018 yılında lesepsiyan türlerden siganus türüne sokar balığına rastladık. Fakat bu tehlikeli değil otla beslenen bir canlı. Sayıyı az buluyoruz yani sayı az Marmara denizinde fakat Marmara denizin bir o çeşitliliğinde azalma var.
Tabii balıkçılık baskısı nüfusunu olması, denizdeki kirlilik, ötrifikasyon artık ekosistemin bozulmasına yol açtı. Aşırı avcılığın yapılmasına da bağlı olarak artık şu an Marmara denizinde deniz analarının aşırı çoğaldığını görüyoruz. Çünkü deniz analarını yiyen canlılar Marmara denizinden kayboldu. Balıklar deniz anası yer mi?
Orkinos, kılıç balığı, deniz anası yerler, uskumru, kolyoz bunlar eğer bol olsaydı deniz anaları bu kadar çoğalmayacaktı. Uskumru artık Marmara’ya girmiyor galiba. Sarı oda kadar gelip oradan dönüyormuş Marmara’da çok avlandığı için. Diyorlar.
Yani uskumru miktarında popülyasyonu azalttı. Yani uskumruyu o kadar çok yoğun avladık ki azaldı ama tabii ki Marmara’da 2017’de bir gördük sadece. Ondan sonra tekrar numunelik çok çok az çıkıyor. Bunda avcılık baskısının etkisi var ama tabii ki kirliliğin Marmara’da artan ötrifikasyon. Uskumru, orkinos, kılıç bunlar oksijen seven canlılar. Eğer oksijen azalıyorsa o bölgeyi terk etme eylemi gösterir. Fırsatçı türlerin baskın olduğunu görüyoruz. Bazı türler toleransı daha geniştir. Her ne kadar ortam olumsuz şartlar da olsa onlar çoğalabiliyorlar. Mesela organik kirliliğin artışı deniz kirlisi dediğimiz bryopsislairefira türünün deniz kestanesinin başka bir türü organik kirliliği sevdiği için Doğu Marmara’da, İstanbul’da, adalar civarında aşırı çoğalma gösterdi. Ticari değeri olmayan yazılı hani balığı var. Serran du Sepatus. Hanostiye de bilinir. Bunun çoğaldığını görüyoruz. Bunların da ekonomik değeri yok ama bunlar olumsuz koşullarda daha iyi yaşam gösterebiliyor. Biyo çeşitliğimizde, Marmara Denizi’nde şu an azalma var. Zaten bu ekosistemdeki bozulmalar, mislaj gibi, red-tide olayları gibi deniz anlaşılmalarının aşırı çoğalmasına yol açıyor.
İlginç bir şey. Bu sene Ege’de hiç görmediğim kadar deniz anısı gördüm. Özellikle Eylül Ekim aylarında Ege’de bayağı bir deniz anısı var. Hiç görmediğim yerlerde çok şey gördüm. Sadece Ege’de değil, aynı şekilde Karadeniz’de de, Rizostoma pulma dediğimiz her biri 4-5 kilogramlık deniz anıların Karadeniz’de çoğaldığını görüyoruz. Gerçi onları eskiden İstanbul’da gördük o dev deniz anıların. Mor mor solun, kaştır olup, azdı. Sayıları azdı ama şu an sayıları gitgide çoğaldı.
Onların insanların bir terikesi var mı? Onların bayağı bir iz bırakıyor, yakıyor çünkü. Yakar. Ama öldürmez. Öldürmez. Süründürür. Peki hocam şimdi bu hocam söyledi. Kestaneden avlanmasına hiç bir mavsul yok. İstilacı tür ne kadar avlansa o kadar iyidir dedi. Doğru mudur bu? Doğru mudur derken hocamın söylediği yanlış anlamsı var mı? Her yer için geçer mi? Peki. Yani istilacı tür olduğu için Akdeniz bağlamında onların azaltılması yönünde çabalar var. Ama ben bunu 10 numaralı slide üstünden anlatmak isterim. Mustafa hocanın 10 numaralı slide’i arkadaşlar. Şimdi bu 10 numaralı slide’e baktığımız zaman sol tarafta yeşil kutular var. Sağ tarafta da daha mor kutular var. Sağ taraftan ilerleyelim. Yani bir ortamda hiç deniz kestanesi popülasyonu yüksek miktarda yok. Az deniz kestanesi var. Az deniz kestanesi olursa ne olur? Makrofitler dediğimiz artar. Kıyıdan baktığınızda ışıklı bölgede deniz marolu başlı olmak üzere, uluvalar başlı olmak üzere makrofitler çoğalır.
Kıyıdan baktığınızda her taraf yemyeşil gözükür. Hemen 11 numaralı slide açıp tekrar buna dönmek istiyorsanız. 11’i açalım. Denize baktığınız zaman bunu görürsünüz. Bunu ben Armutlu civarındaki. Unutulaca benziyor. Hayır efendim. Yani gözünüzün görebildiği kadar yer 10 metreden daha sığ kısım kıyı komple şeyle dolu.
Bu unva çoğunluğunun deniz marollarıyla dolu. Tekrar 10 numaralı slide’e gelelim. Bunun nedeni deniz kestaneler olmazsa deniz böyle olur. Evet deniz böyle olur. Böyle olduğunda deniz eğer bu hale geldiyse yapacağımız şey nedir? Mırmır, karagöz, çipura gibi türlerin avcılığını artırmamız lazım demektir bu. Eğer varsa ortamda biz burada topladığımız için. Mırmır, bunlar? Bunlar yerler çünkü. Dipteki bu şeyleri deniz kestanesini tüketen türlerdir. Onların avcılığını kırmızıyla işaretlediğim yer müdahale olarak bunların avcılığını azalttığımızda
balıklar tekrar denizdeki popülasyon düşeceği için kestane çoğalır. Onlar deniz marollarını… Tamamen besin zincirine bağlı yani. Tamamen olay besin piramidi ve besin zinciri ile ilgili. Ama bizim burada şu anda çok olmasının nedeni iki tane. Birisi müsilajdan sonra zaten organik yükümüz fazlaydı. Müsilaj o kadar yoğun çöktü ki onun parçalanmasıyla organik yük iki katına çıktı.
Diğer taraftan biz böyle tam bununla uğraşırken Marmara Denizi’nde kestane avcılığını serbest ettik. Kestane dibi temizliyordu. Tabii ki. Tam şu anda hiç dokunmamalıydık. Bilim kurulu olarak durumu biz hemen bir raporla hocalarımızla beraber itiraz eden bir rapor hazırladık. Biz hava ve zahiden bakanla gönderdik. Hemen durdurduk. Ama bu esnada o balıkçıların hepsi deniz kestanesi toplamak için teçhizat aldı. Borçlandı. Hiç deniz kestanesi avcılığı yapmayan bir sürü insan bu işe angaja oldu. Sonra da biz düştük onların peşine. Sen denizdesin avladın mı avlamadın mı kaçak bir şekilde üzgünüm hala devam ediyor.
Sağ tarafa bakarsak bu da deniz kestanesi popülasyonu çok yüksek olur. Yani eğer siz sürekli balıkları avlarsanız mırmırı, karagözü çipurayı bunları yok ederseniz çok çok avlarsanız deniz kestanesi popülasyonu yükselir. Deniz kestanesi popülasyonu yükseldiği için onlar makrofitleri yerler ve çöl gibi alanlar oluşur.
O zaman da yapılması gereken şey bu balıkların avcılığını bizim azaltmamız lazım. Toplamak değil yani burada doğal döngüden bahsediyoruz. Akdeniz’deki karşılaştığımız durum tamamen orada istilacı bir türün gelmesi söz konusu. Onu da ne toplamakla? İşte Mersin’de bir uygulama yapıyorlar da Söylener Fakültesi ile.
Evet topluyorlar. İki ay sonra gittiklerinde daha önceki topladıklarından daha fazlasıyla karşılaşıyorlar. Ekosistem dinamik bir sistemdir. Orada onları yiyen balıkları artırmak lazım. Onları artırmamız lazım. Doğal düşmanları neyse. Yine gelenler bu kadar bu kadar dikenli olan hangi balık yiyebilir ki? Yani onların yavrularını larvalarını yiyen balıklar, organizmalar var mutlaka. Onları bizim korumamız lazım.
Mesela balon balıklarını, aslan balıklarını, lahozlar, orfozlar yiyor. Bizim onları korumamız lazım. Tam biz onların avcılığını yanlış yaptık. Yani doğayı efendim saat gibi düşünelim böyle. Bir hassas saat gibi düşünelim. Çarklardan biri bozuldu ama bütün saat duruyor. Bütün saat durur. Yani biz şimdi kocaman elimize bir tornavide alıyoruz. O hassas saatin çarkları bozuldu durdu saat. Bir tornavide alıyoruz. Orasına dürtüyoruz. Burasına yapıyoruz. Bu çözüm bulamayız. Yani deniz kestanesine… Doğanın kendi çözümünü üretmesini korumasını sağlamamız lazım. Sağlamamız lazım. Ancak deniz kestanesinde başka bir üzülerek ifade edeceğim başka bir durum var. 13. slide’e rica ediyorum. 13 numaralı slide.
Yani şimdi deniz kestanesi avcılığı durduğu yerde patlamadı. Marmara’da ya da Ege’de Akdeniz’de durduğu yerde patlamadı. Science’da yayınlandı efendim. 2006 yılında yayınlandı. Deniz kapkaççılığı deniyor buna. Ne demek hocam? Deniz kapkaççılığı şu demek. 13 tane şirket var. Bütün dünyadaki deniz kestanesi ticaretini yöneten.
Bunlar önce Pasifik’te Japonya açıklarında başladılar. 1970’li yıllarda. Orada bittikçe genişlediler. Orada bittikçe genişlediler. Şuradaki haritaya bakarsak yıllar yazıyor üstünde. Çizginin Akdeniz’e geldiğini görüyoruz. Akdeniz’den şimdi Marmara’ya daha yukarıya doğru çıkmaya devam edecek. Çünkü… Bu kadar büyük mü deniz kestanesinin ekonomik değeri?
Şöyle… Yapımında bir çeşit şuşi yapımında kullanılıyor bu. Japonya’ya? Afrodizyak olarak kullanıldığını biliyoruz. Bizim ülkemizde tüketilmiyor ama İtalya’da, Fransa’da, Japonya’da… Bizde de tüketiliyor. Bayağı bir tüketim var ya. Baktığınızda Ege Kıyılarında falan. Yani, istatistiklere girdiği kadarıyla düşük görüyoruz. Ama çoğunluğu ihraç ediliyor. Bu yani durduğu yerde olmadı.
Bunu bir küresel ticaret ağı teşvik ediyor. Ona vurgu yapmak istiyorum. Bu kapkaççılığı aslında patates üretimine benzetebiliriz. Bir arkadaşım var benim sevgili Şafak Nart. Bu şu anda uzun yaylayı hep vurguluyor. Yani, Nide’de insanlar patates yetiştiriyorlardı. Şimdi gittiler Şarkışla’nın yaylalarında.
Hiç dokunulmamış arazide su var. Oranın topraklarında şimdi patates yetiştiriyorlar. Bir müddet sonra taban suyu seviyesi düşecek suyu tüketecekler. Ondan sonra başka yere gidecekler. Bir kapkaççılık türü bu yani. Kapkaççılık sadece çantanızı alıp kaçana verilen bir isim değil. İşte deniz kestanenizi çalıyor. Bu aslında deniz kestanesinin bu şekildeki avcılığı bütün ekosistemi bir bütün olarak etkiliyor. Ekosistemin sağlığını korumamız gerekiyor. Ne olur sağlığını korumazsak 16 numaralı slide’i rica edeceğim. Şimdi bakın burada besin piramidini görüyoruz. Bu besin piramidi. Tabanda fito plankton var, bitkisel plankton. Onun üstünde zo plankton. Küçük balık, orta boy balık. En üstte de tepe karnivorlar dediğimiz köpek balığı gibi.
Orkinoslar gibi tüketiciler var. Şimdi ekosistemin sağlığı bozulduğunda bu piramid yayvanlaşıyor. Yayvanlaştığı zaman bizim aslında avcılıkla yaptığımız şey bu. Bunu yayvanlaştırıyoruz. Yani diyelim ki şurada 4,5 falan olması lazım bu. Biz bunu şu anda 2,8’e düşürdük. 18 numaralı slide’e rica ediyorum. Şimdi sağlıklı bir deniz ekosistemi. Bu gördüğümüz grafinin sol tarafındaki gibi. Yani denizin dibi renkli, makrofitler, süngerler, anemonlar, deniz yıldızları. Küçük balıklar, orta boy balıklar. En yukarıda orkinos gibi, kılıç gibi balıklar. Deniz böyle sağlıklı çalışıyor.
Hemen 19 numaralı slide’e rica ediyorum. Şimdi buraya baktığımız zaman o sağlıklı olan kısımdan sağa doğru gittikçe ekosistem bozuluyor. Şu anda bütün dünya denizlerini ve okyanuslarını ortadaki kısım olarak düşünebiliriz. Bir sonraki slide. O 20. slide lütfen.
Sağlıklı, orkinos var, kılıç var, denizin dibi canlı, örtü, bentik organizmalar bol. 21. slide. 21’e geldiğimizde bakın şimdi burada şeyler azaldı. Yukarıdaki orkinos yok, kılıç yok, aşağıda denizin dibi bozulmaya başladı. Ve elimizde kalanlar aşağı yukarı küçük pelacıklarla orta boy balıklar.
Küçük pelacıklar kimler? Hamsi, istavris, efem, sardalya, çaça gibi türler. Ve olabildiği kadar az işte hemen onun üstünde uskumru, palamut gibi türler. Nerede diğerleri? Kılıç nerede? Orkinos nerede? Onlar yok. Çünkü onları tükettik. Ekosistem yani piramidi… Piramidi ucu gitti. Piramidi’nin ucu gitti. Bir sonraki slide, 22. slide.
22. slide’e geldiğimizde burada aslında gelecek ekosistemimiz böyle. Müsilaj yaşadık ya bizim Armurada. Aslında gelecekte bütün denizlerdeki olası ekosistem durumunun bir simülasyonunu gördük biz orada. Tam bir canlı simülasyon oldu. Küçük pelacıklar bol.
Efendim deniz sürekli troller, fırtınalar… Ya omurgasızlar dominant derken, omurgasızlara hangi hayvanlar giriyor? Omurgasızlar dediklerimiz efem daha çok şeyler bunlar. Ahtapotlar, karidesler. Evet, karidesler değil ama ahtapotlar girer, kalamarlar girer. Yani o grupları düşünelim. Onlar çoğalırlar. Mikrobiyel faaliyet dominant hale gelir.
Alt patlamaları olur. Yani ötrifikasyonu her şeyiyle beraber görürüz. Denizin dibinde ölüzonlar görmeye başlarız. Yani oksijen minimum katmanlar görürüz. Bugün Marmara’da ölçtüklerimiz bunlar değil mi? Aslında yani avcılığı eğer şey yapmazsak, bilimsel esaslara göre yapmazsak bütün denizlerin en sonunda geleceği yer bulasa.
Çünkü yani kafamıza göre istediğimiz kadar alamayız bunu. Yani bir artış miktarı var. Peki hocam şimdi şunu bekliyorum. Bunu size soracağım hocam. Dünyada balık üretimi bildiğim kadarıyla uzun zamandan beri artmıyor. Yani denizlerden elde ettiğimiz… Oradaki durum ne? Niye artmıyor? Azalıyor mu? Okyanuslarda durum ne? Hangi denizlerde üretimli aşamada? Dünya balıkçılığında da şu an azalma söz konusu.
Ben de slide 3’ü alabilirsem onun üzerinden… Bu grafikte aslında balıkçılığın tarihini görüyoruz. 1950’li yıllardan sonra artık denizlerde yapılan avcılığın arttığını, özellikle 1990’lı yıllarda aşırı avcılığın yapıldığını görüyoruz. Hangi ülkede bundan çok olmadığını? Japonya falan mı? Japonya, Çin. Çin bir numara.
Tayvan, Japonya. Başta olmak üzere Avrupa ülkeleri. Zengin ülkeler, endüstriyel balıkçılıkta aktif. İspanya, Portekiz’i de Amerika’yı da başta görüyoruz. 1990’lı yıllara geldiğimizde artık aşırı avcılığın yapıldığını görüyoruz. 1982, Birleşmiş Milletleri Deniz Hukuku Sözleşmesi de artık uluslararası sularda…
deniz balıkçılığın daha yaygın yapılabileceğini gösterdiği için zengin ülkeler yoksul ülke sularını da kullanmaya başladı. Burada işte Çin’in, Avrupa ülkelerinin, genellikle yoksul ülkelerinin kıyısal alanlarda kiralayarak para karşılığı… Özellikle Afrika ülkelerinden? Afrika ülkeleri, Pasifikadağ ülkelerinin daha çok olduğunu görüyoruz. Ve sonuç olarak bu ülkelerde de deniz haydutluğunun yaygın olarak yaygınlaşmaya başlandı. Çünkü ülkeler kendi kaynaklarını kaybedince geçim kaynaklığı, yoksulluk daha da hat safhaya geçiyor. Yani korsanın atmasının sebeplerinin gencisi balıkçılığı. Tabii, sebeplerinden birisi endüstriyel balıkçılığın yoğun yapılması.
2000’lerin yıllara geldiğimizde artık balık stoklarında çöküşlerin olduğunu görüyoruz. Ve uluslararası komisyonlar 2010 itibariyle balık stoklarını iyileştirmeye yönelik yavaş yavaş kurallar getirilmeye başlandı. Bir de en son bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Slide 14’te yayınlanan bir çalışma var, Leslie, Robertson ve arkadaşları. Özellikle her bir ülkenin ihracat ve ithalat balık türlerini incelemişler. Dünya doğal ve doğal kaynakları koruma birliği ayırtlayan her bir türün nesli tehlike altında olup olmadığını, kritik, hassas seviyelerde olduğunu ilan eder.
Ve gelişmiş tüm ülkeler, bizler de dahil, bu türleri korumaya yönelik önlemler alırız. Fakat bu çalışma gösteriyor ki ülkelerin koruma planları almasına rağmen deniz memelere, köpek balıklara özellikle şu an koruma altında olan türler. Fakat uluslararası ticareti yapılıyor. 90 balık ve omurgasız türünün ulusarası ticareti yapılmış. Yakalanmasızlık ticareti serbest. Slide 15’e geldiğimizde hangi ülkeler, hangi oranda slide 15’de grafik var, bunu gösteriyor. Çin’in başta olduğunu görüyoruz. Daha fazla miktar olarak avlanmış tür sayılarını gösteriyor. Başta köpek balıkları olmak üzere birçok deniz canlısının uluslararası ticareti yapılmakta. Uzakta da köpek balığını yiyorlar da bir de çorbası yapıyorlar.
Burada Türkiye’ye baktım. Türkiye’de 8 türün avcılığı yapılmış ve ihracatı söz konusu. Ama diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda… Çok masum. Evet masum olduğumuzu görüyoruz. Endüstriyel balıkçılık gerçekten deniz ekosistemine zarar veriyor. Iskarta oranı çok yüksek, av oranı çok yüksek ve bu canlıları biz korumamız lazımken tesadüfe olarak bu kadar oranda yakalanması gerçekten dediğimiz gibi besin zincirinin en üstünde yaşayan canlıları kaybetmiş oluyoruz. Daha fazla koruma planları geliştirmek lazım. Evet, koruma planlarına geleceğim. Hocam bir şey sormak istiyorum. Mehmet Hocam şöyle bir şey var.
İşdenizlerde ki şu anda bildiğim kadarıyla yanlışsam düzeltirseniz, bildiğim kadarıyla işdenizlerde, Akdeniz’de bir işdeniz sayıyorum ben, balıkçılık daha büyük. Yani buralardaki balık türlerinin ve buradaki avlanma koşullarının giderek daha zorlaştığını, balık türlerinin burada tür olarak azar masar ve miktar olarak ciddi bir popülasyon eksikliğine gittiğini diyoruz.
Akdeniz bunların başına geliyor. Akdeniz ve Ege’de şu anda balık popülasyonu ne durumda eğer azalıyorsa ki ben öyle biliyorum, bunun temel sebeple neler? Şimdi tabii ki Akdeniz her tarafı çevrilmiş değişik ülkelerle aynı şekilde Ege’de bizimle Yunanistan arasında çevrilmiş bir deniz. Dolayısıyla en çok sömürülen deniz bütün devletler daha çok ortada bir yemek var. Bu yemekten diğer ülkeler daha fazla yararlanmak istiyor. Dolayısıyla ne kadar alırsak o kadar kar düşüncesi var. Bu şekilde Akdeniz sömürlüyor.
Ama şeyine baktığımız zaman Akdeniz’deki balık popülasyonlarının azalmasının nedenlerini araştırdığımız zaman bunun ekolojik bozulmadan kaynaklandığını görüyoruz. Şimdi şöyle Türkiye’nin kıyılarını düşündüğümüz zaman koylarımızı bir düşünelim. Koylarımızın her yeri çapa. Sürekli olarak çapa ve zincir atılıyor. Bu çapa ve zincirler deniz tabanının olduğu gibi sürüyor. Dolayısıyla zincir de eziyor. Hem tarihi dokuya hem de tabandaki deniz çayırlarını biz yok ettik. Çöl haline getirdik. Deniz kıyısındaki bitkisel vejetasyona baktığımız zaman, bataklık tipi bahsettiğim yerler, buraları biz yok ettik. Halbuki bunlar tatlı suların denize ulaşmadan önce en son hem filtrelendi hem de biyolojik olarak yıkıma uğratıldığı yerlerdi. Yine tatlı suları kirlettik. Tatlı sular denizlerin kan damarlarıdır. Denizleri besler, tuzluluğunu, pH’ını, sıcaklığını, dengeler, planton durumunda dengeler. Dolayısıyla buraları kaybettik biz. Yine kirlilik hat safhada. Yani çok acımasız bir şekilde ekosisteme biz zarar veriyoruz. Yani kullandığımız güneş yağı bile ekosisteme zararlı. Çünkü suyun üzerinde yağ tabakası oluşturuyor.
Şimdi bir litre suyu bir köyün içine döktüğünüz zaman suyun üzerinde bir yağ tabakası oluşur. Bu balık larvaları belli dönemlerde yukarı çıkıp hava keselerini su alıp, hava keselerini doldurması gerekiyor. Çok küçük bir saç kadar ince bir balık larvasını düşündüğümüz zaman bu yağ filmini kıramıyor. Kıramayınca da bu olayı gerçekleştiremiyor. Yani hava keselerini dolduramıyor.
Bunların bu tür kapalı yerlerde, bu tür kirlenmeler olduğu zaman orada larva kırımları gerçekleşmeye başlıyor. İşte bu şekilde bakarsak, yani ekosistemi korursak, çevreye ne kadar duyarlı olursak, sularımızı içilebilecek şekilde akarsa biz buraları korumuş oluruz. Denizimizi de korumuş oluruz.
Genellikle nehir ağızları, yavruların girip beslendiği, büyüdüğü, serpildiği yerlerdir. Buralara bakmamız lazım. Buralarda da kendi ülkemizin kıyılarında bizi ilgilendiren kesimlerde bunları araştırmamız lazım. Bunlara bakmamız lazım. Bunları engellememiz lazım. Dalyanları belli dönemlerde hep almak, hep almak, hep almak biraz da vermemiz lazım.
Ben kıyılarımızda şöyle baktığımız zaman Akdeniz kıyısında koruma alanlarının olmadığını görüyorum. Yani sürekli sömürüyoruz biz bu alanları. Hocam özür dilerim, dalyan sayıları da büyük artışı yok mu? Dalyanlar bile çok ince alay yapılıyor. Çok küçük balıklarda yakalanmıyor mu orada? Tabii. Bunların belli dönemlerde nadasa bırakmamız lazım.
Dalyanları kapılarını açıp en azından minavebel olarak, örneğin bir sene yumurtalıktaki dalyanı bırakıp doğayı anaç olarak zenginleştirsinler. Ertesi sene Antalya’daki beymelek dalyanını örneğin bırakmak. Buradaki yetişmiş balıkların doğaya anaç olarak dönmesini sağlamamız gerekiyor. Avcılık yasakları yeniden bir gözden geçirmemiz. Üreme dönemlerine bakmamız gerekiyor. Bunları baktığımız zaman, bunları düzelttiğimiz zaman ekosistem ağır ağır kendini toparlayacak. Turizm amaçlı teknelerin, hani turizm yapılmasın burada yanlış anlaşılmasın, bu da olacak, turizm de olacak. Ama kurvar dışına bu teknelerin çıktığını görüyoruz. Yani Antalya’daki bir teknenin Sidiye’ye doğru gittiğini görüyoruz.
Bu teknenin giderken yüksek volümlü ve süpersonik çalışan bu teknelerin pervanelerinin çarptığı balık larvasını, deniz canlısını hayal bile edemiyorsunuz. Yani o çarpılma nedeni. Onların çoğu ölüyor zaten. Dolayısıyla yani lüzumsuz bu tür gidiş gelişlerden veya kurvar dışına çıkmalarını önlememiz gerekiyor. Ayrıca çok yoğun bir gürültü deniz içerisinde gürültü var.
Ben zaman zaman dalıyorum, onları kaydediyorum, sesleri de kaydediyorum ben. Buraya balık yanaşmaz, yumurta bırakacak balık buraya yanaşmaz bu sesi duyduğu zaman. Yahut da hayvanın şeyini değiştiriyor. Zaten temelli yumurta bırakmaz. Dolayısıyla bu etkiler çok baskın kıyılarımızda. Kontrolsüz bir şekilde yapılıyor her şey.
Karadeniz balıkçılığını da aslında konuşmamız lazım Fatih Bey. Çünkü bizim Karadeniz en verimli denizimiz, diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda av miktarların %75’ini, %80’ini Türk balıkçısı avlardı. Fakat en son 2021 yılındaki FAN’ın raporuna baktığımda gerçekten çok şaşırdı. Dünya kadar bütün.
Bizim av miktarlarımız %57’ye kadar gerilemiş. Nedense Gürcistan, Abaza gibi ülkelerin av miktarların arttığını görüyoruz. Çünkü artık bizim balıkçı filomuz Gürcistan, Abaza’ya giderek orada Hamsi’ye avlamaya başladı. Nedeni? Hamsi bildiğiniz gibi Ukrayna sularında üreme yapar, havaların soğuması ile kasım ayında Türkiye sularına iner.
Ve Nisan ayına kadar eskiden avcılığı gerçekleşirdi. Fakat son yıllarda bir veya iki ay avcılığı ülkemiz sularında gerçekleşiyor. Bizim sularımızı terk ederek Hamsi Gürcistan’a gidiyor. Sebeplerinden birisi aşırı avcılığı geçelim. Artık nehirler eskisi gibi denize akmıyor. Nehirler besin elementlerinin zengin olduğu bölgelerdir. Ve o bölgelerde hem balık daha çok beslenir. Bu şeylerden dolayı mı? Yapılan santraların dolayı mı? Heslerin varlığı artık bence bölgemizde artık Hamsi uzun süre kalmıyor. Gürcistan, Abaza’ya gidiyor ve bizim balıkçı filomuz o bölgeye giderek avcılık yapılıyor. Yine stoklara zarar veriyoruz. Bu çok ciddi çünkü şu an hem Avrupa Birliği hem GFCM, Akdeniz Genel Balıkçılık Komisyonu Karadeniz’de ilgileniyor ve yakın gelecekte Karadeniz’deki balıkçılıkta avcılık kotaları paylaşılacak. Ve bizim av miktarlarımız azaldıkça avcılık kotamız düşecek. Gürcistan gibi ülkelerin avcılık kotaları artışacak. Peki Türkiye hiçbir üründe kota uyguluyor mu balıkçılıklar? Şu an Orkinoz’da, Kılıç’ta, Kalkan Balıkları’nda kota uygulaması var. Sebebi de biz iki komisyona üyeyiz. Atlantik Ton Balıkları Koruma Komisyonu, IKAT, Orkinoz ve Kılıç’ın balıkçılık yönetimine bunlar düzenlediği için avcılık kotalarını bunlar belirliyorlar. Uluslararası komisyon. Karadeniz’de şu an Akdeniz Genel Balıkçılık Örgütü, GFCM karar verdiği için Kalkan’da da kota miktarını onlar belirliyorlar. Onun dışında hiçbir balıkçılık kaynanında avcılık kota uygulamamız yok. Peki Mustafa Hocam, şimdi Saroz’dan bahsedip az önce. Saroz’un biliyoruz ki balıkların öncesinden kıymetli bir bölge. Buraya bir boru hattı yapılıyor şu anda. Bu boru hattı nasıl etkiler? Çünkü Saroz aslında deniz trafinin çok yoğun olmadığı, korunaklığı ve balıkçılık arasında sizin söylediğiniz tatlı su kaynaklarının da çoklukla aktığı sakin bir bölge.
Buraya bir petrol boru hattı yapılması ve buraya çok sayıda büyük teknenin yanaşması kirlilik bir yana ben hiç bunu bilmezdim. Gürültü ve denizdeki o çalkantı nedeniyle balık etkiler mi Saroz’da bozacak mıyız? Saroz çok kıymetli bir alanımız bizim aslında. Yani bırakın oraya boru hattı yapmayı, oraya büyük teknelerin yanaşmasını sağlayacak bir liman yapmayı.
Bizim çoktan orayı bir akvaryum gibi koruma altına almış olmamız lazımdı. Almadık. Şimdi bu yanlış bir uygulama. Yani böyle biz hep ekonomi esaslı düşünüyoruz. Belki de yani 17. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan bu indirgemeli yaklaşımın sonucunda her şeye fiyat odaklı yaklaşıyoruz.
Ekonomik odaklı yaklaşıyoruz. Değerleri kaybettik. Değer odaklı yaklaşmıyoruz. Sürdürülebilir ekonomiyi kaybettik aslında. Yani kısa vadile ekonomi düşünüyoruz. Tabii. Çünkü fiyat odaklı yaklaştığınızda fiyat sürdürülebilirliği değil şu anda ki dikkate alıyor. O zaman da sürdürülebilirliği siz görmüyorsunuz. Eğer 20 sene sonra dokunmazsan burası çok güzel olacak dediğinizde 20 sene sonra kim öle kim kala diyor insanlar.
Bu perspektifte bakmamalıyız. Onun için çok yanlış bir şey olur. Yani yapılan şey tabii ki çevresel etkiledikleri raporları nedir verileri ne söylüyor onlara ekstradan bakmak lazım. Ama hiç veri olmasa bile bizim saros körfezi gibi nadir bir ekosistemi hiç dokunmadan korumamız lazım.
Biraz önce konuştuk ya Fatih Bey. Bir bölgeyi koruyacağız. Koruduğumuzda balıklar gelecekler. Onu soracağım zaten ama onu birazdan soracağım. Veya yeni gelmişken soracağım. Yok buyurun. Madem açtığınız konuyu söylemiştim. Dünyanın çeşitli ülkelerinde bu yanlış ataramıyor. Yanlış bilmiyoruz hatırlamıyorsunuz. Yanlış bilmiyorsan bu Karayıplar’da başladı.
Bazı balıkçılıkla geçimini temizlediğimiz bazı ada ülkelerinde özellikle bazı balıkçı köyleri bunu kendi kendine karar veriyorlar. Biz çok avlanıyoruz galiba balığımız sürkülüyor diyerek köylüler kendi adana alışarak iki sene burada avlanmayalım, iki sene burada avlanmayalım gibi bir münavebet sistemi, bir dönüşümlü sistem getiriyorlar. Ve bir süre sonra gördüler ki balık üretiminde müthiş bir fazlalaşma var. Yani o avlanmaya kapadıkları bölge o kadar çok balık üretimini yaşadı ki o balık avlanmaya açık olan bölgelerde gitmeye başladı ve orası bir yandan üretme çiftliğine dönüştü. Bütün balığı bollaştırdı. Bu örneğin başarı olmasından sonra aynı şeyi pek çok kıyı Afrika ülkesi uygulamaya başladı. Sonra bazı Pasifik adı ülkeleri, daha doğrusu Pasifik adı ülkelerinden daha önce Hint okyanusuyla ilgili bazı ülkeler uygulamaya başladı ve yaygınlaştı.
Şimdi bildiğim kadar dünyada yaklaşık %8 kadar karasuyu avculara kapalı ve bu müthiş bir üretim haricinde sağlıyor bir yandan da. Bizde böyle bir uygulama var mı? Bu uygulamalar gerçekten işe yarıyor mu? Türkiye’de durum ne? Efendim şimdi son yıllardaki bilimsel veriler şunu gösterdi.
Avrupa Birliği ortak balıkçılık politikası vardı. Temeli kota sistemine dayanıyordu. Ama yapılan bilimsel hesaplar gösterdi ki aslında kota sistemi Avrupa Birliği sularındaki hiçbir balık popülasyonunu korumadı. Yani korumadı bile. Artırmayı bırakın koruyamadı bile. O zaman aslında perspektifi değiştirmek gerektiği ortaya çıkmış oldu. Şu anda bütün dünyada denizlerdeki balık verimliğini artırmanın en etkili yollarından bir tanesi deniz koruma alanı dediğimiz, sizin belirttiğiniz deniz alanları oluşturmak. Deniz koruma alanında hayvanlar ürüyorlar, çoğalıyorlar. Orada üreyen çoğalan hayvan bütün denize yayılıyor. Balıkçının lehine bir durum oluyor.
Yani sizin koruduğunuz alan çok küçük. İşte %8, %5, %6 gibi alanlardan bahsediyoruz. Bu alanlar o bölgelerdeki komple balıkçılığın kaderini değiştirdiler. Dolayısıyla bütün dünyada, EFAO’nun da şiddetle tavsiye ettiği şey deniz koruma alanı sayısını artırmak. Bizde deniz koruma alanı anlayışı henüz daha çok yaygınlaşmadı.
Geçen yıl Balıkçı Adası ya da Neandurası Adası olarak bildiğimiz Prens Adaları’nın bir tanesinin çevresi. Tavşan Adası. Marmara’da. Marmara’da. Yani Prens Adaları’nın bir tanesi. Onun orada çok küçük bir alan, deniz koruma alanı, hassas alan ilan edildi. Onun dışında koruma alanı ilan edilmedi ama güvenlik nedeniyle 20-30 yıldır İmralı Adası’nın çevresi balıkçılığa kapalı.
Eğer şu anda halen Marmara’da, özellikle Marmara’nın güney kuzeydoğu kısımlarında balık varsa, bunun İmralı’ya borçlu olduğumuzu kimse unutmasın. İmralı’nın çevresinde bollaştı balık. Yani orada çoğalan balık Marmara’nın her tarafına yayıldı. Marmara Denizi’nin Müsilaj’dan sonra özel çevre koruma bölgesi ilan edilmesini talep etmemizin temel gerekçesi de buydu. Bir özel çevre koruma bölgesi ilan ettiğiniz zaman onun altında koruma alanları oluşturmanız gerekiyor. 22 eylemlik Marmara Denizi eylem planının 19. eylemi buydu. Ekosistemi esaslı balıkçılığa geçmek ve koruma alanları oluşturmakta. Yaptık mı, üzgünüm yapmadık. Bunu yapmamız lazım bizim. Yani biz şimdi yıllardır bir kör döngünün içinde dönüp duruyoruz.
Bu sene Palamut’la ilgili tek bir Allah’ın kulunun, tek bir düzenleme konuştuğunu duydunuz mu? Hayır, çok şaşırıyorum. Palamut bol çünkü efendim. Ama şimdi bakın eğer hamsi çıkmazsa bir ay sonra hamsi az olursa hamsi ile ilgili başlayacak herkes konuşmaya başlayacak. Arkadaş, Palamut bu sene bol seneye olmayacak. Hamsi de öyle grafikler gösteriyor bunu. Zeytin de öyle diyor. Bir sene bol bir sene az.
Evet, ya bizim şimdi yapmamız gereken şey bu kör döngüde o türü açalım, bunu kapatalım. Ağ göz açıklığı bu olsun ziyade ekosistemi esaslı balıkçılık yönetimine geçmemiz lazım. Bunun temelinde koruma alanları oluşturacağız. Ama bir taraftan da tabii ki denizle olan yanlış ilişkimizi doğru bir çerçeveyi oturtmamız lazım. Biz denizleri Fatih Bey atık çukuru olarak düşünüyoruz.
Yani şu anda Marmara için düşündüğümüzde 25 milyon insanın atığı nereye gidiyor? Evet hep balıkçılığı konuşuyoruz. Balıkçılık çünkü çok ciddi bir etki. Ama öbür taraftan bütün denizlerimiz kirleniyor ve kirleniyor derken bunu uzaylılar filan kirletmiyor. Hepimiz şu anda sifonu çektiğimizde o sifondan giden suyun yarısı, yüzde ellisi en iyi ihtimalle artılıyor. Geri kalan yüzde ellisi hiç artılmadan Marmara denizine gidiyor.
Bunun yok olacağını mı düşündük? Yok olmuyor bunlar. Bunların hepsi balıkçılık başlı olmak üzere deniz ekosistemine etkiler bırakarak ilerliyor, ilerliyor, ilerliyor, devam ediyor. Hocam benim her sene de öyle gittiğim bir süre geçirdiğim bir Fransız kasabası var. Okyanus kıyısında küçük bir kasaba.
Kasabanın denizden 5-10 km içerideki mazgalarının üstüne okyanus burada başlar yazıyor. Ne kadar doğru? Diyor ki buraya atacağınız her çöpün okyanusa gideceğini sakın unutmayın. Oraya ne sigaranı at ne izmaritini at ne bir şey at. Çünkü hepsi okyanusa gidiyor diye. Her mazgalının üstünde, o kirli su mazgalının üstünde okyanus burada başlar diye yazıyor.
Doğrusu çünkü biz şimdi ne yapıyoruz peki? 1980’li yıllardan beri derin deşarj diye bir şey uydurmuşuz. Adı havalı geliyor yani derine deşarj ediyorsunuz. Arkadaş yani yahu arkadaş kanalizasyonu nereye deşarj edersen et o bu kanalizasyon bir yere gitmiyor yani. Bunu artarak oraya vermemiz gerekiyordu. Biz dedik ki verelim aşağıya ondan sonra akdele suyu alsın bu ağızdan bunu Karadeniz’e götürsün. Karadeniz’e gidecek ama Karadeniz’den geri gelecek. Eko sistemde hiçbir şey yok olmayacak ki bir bütünsel döngü var. Onun için deniz koruma alanları bizim için hayatı yani Ege’de çok kıymetli. Bir mesela Türkiye’de bir sürü milli park var. Evet. Hiç deniz milli parkımız var mı? Yok işte olması lazım. Gökçeada’da küçük bir deniz milli parkımız var.
Milli park olarak deniz rezervi olarak ilan edildi hocam milli park adıyla ilan edilmedi. Evet. Deniz rezervi. Onun dışında deniz kaplumbağası Akdeniz Foku için ufak doğası koruma alanlarımız var. Ama mesela nesli tehlike altında olan kaybolan artık Mersin balıklarını korumak için hiçbir koruma alanımız yok.
Karadeniz’de nesli tehlike altında şu an tek Türk görülüyor avcılığı yasaklandı. Bizim bu bildiğimiz azade, bilgisayar balıkları. Evet. Ülkemiz suratında eskiden avcılığı yapılan tür artık kayboldu. Onu korumak için hiçbir önlem almadık. Mutlaka Karadeniz, Marmara’da daha fazla deniz koruma alanları olması gerekiyor. Peki Mehmet Hoca’ma şunu sormak istiyorum. Hepinize soracağım bunu. Hocam çok yoğun biçimde özellikle Ege sularında balık çiftlikleri var. Bu dünyanın başka ülkelerinde de var. Ama Ege’de oldukça yoğun. Bunlar özellikle başlangıçta kıyıya çok yakın yerlerdeydi. Daha sonra yapılan bir yönetmelik düzenlemesiyle bunlar biraz daha açığa çekildi.
Bu deniz balık çiftliklerinin ekolojik dengeye verdiği bir zarar var mı? Bir katkı var mı? Mesela şuna bakıyorum ben. Bu balık çiftliklerinin çevresinde aslında bir yandan ciddi bir balık popürasi oluşuyor. Çünkü hem oraya atılan yemlerden hem de kaçan balıklardan beslenmek isteyen bir grup yaban balıkları diyeyim. Oralarda topların var ve bu bir nüfus artışına sahipiyet veriyor orada.
Orkinoslar, Kılıçlar falan da o bölgede giriyorlar. Ama bir yanda da bunların denizli bir yaşama zarar verdiği, yemlerinin sıkıntı yarattığı gibi iddialar var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Zararlı mı, faydalı mı? Şimdi şöyle, her yapılan aktivitenin mutlaka bir etkisi var. Özellikle kaldırma kapasitesini bakmak lazım.
Yani bir yerin kaldırma kapasitesini hesap edip ona göre oraya izin vermek lazım. Balık çiftliklerinin etrafında balıkların çok olmasının nedeni, bir nedeni oradaki balık çiftliklerinin tonos sistemlerine yani halas sistemleri allarının üzerine yapışan diğer canlılarla beslenen balıklar var. Bir de onların bıraktığı, ortama bıraktığı, ekosisteme bıraktığı larvaları var.
Dolayısıyla o larvalar tüken balık yavruları da var. Yani orası balıklar açılsınca sadece kafesin içine atılan yemler değil, orada doğal yemler de var. Dolayısıyla bir nevide yüzen resif görevinde görüyor balık çiftlikleri. Baktığımız zaman altında çok sayıda balığın olduğunu görüyor. Esasında avlatmamak lazım. En azından onaları koruyup, hani mutlaka etkisi var. Altta çok birikim varsa, kaldırma kapasitesinin üzerine bir işletme varsa onu biraz seyretmek lazım yavruda daha açıklara çekmek lazım. Ama son yapılan uygulamalar derinlik sınırı geldi. Kıyıdan belli bir mesafe, karaya belli bir mesafe şartı da geldi. Dolayısıyla bu bayağı kurtardı koyularımızı.
Ancak dediğimiz gibi kaldırma kapasitesinin üzerinde çiftlikler varsa bunlar o bölgedeki Pozidonya çayırlarına zarar verebilir. O tortu çöktüğü zaman o Pozidonya çayırların ki, Denizlerin Amazon Ormanları bilindiği gibi Akdeniz’in Amazon Ormanıdır, bir Akdeniz endemidir Pozidonya çayırları. Bunların ölümüne sebep oluyorsa orada tedbir almak lazım.
Buna bakmak lazım. Dediğim gibi zararı da olduğu kadar faydası da var. Hocam siz ne diyorsunuz bunda gelip? Ben farklı açıdan yaklaşacağım. Çünkü ekosisteme etkilerini Mehmet Hoca anlattı. Su ürünleri, yetiştiricilik sektörü önemli bir sektör. Dünyada da, bizde de git gide artan bir büyüme gösteriyor.
Fakat bu büyümesine denizde yapılan avuculuğa bağlı olduğu için ben o konuda birazcık… Aynen hocam. Tamamen denizlerdeki hamsinin, istavetin, çeşanın avlanması, balıkunun fabrikasına gitmesiyle su ürünleri yetiştiricilik sektörü sürekli büyüme gösteriyor. Yani diğer deniz canlıları tüketerek onları üretiyorlar. Balığı balığa yediriyoruz.
Belli bir noktada yetiştiricilik sektörü desteklenmeli. Çünkü hayvansal protein ihtiyacımızın yaklaşık %20’si balıklardan karşılanıyor. Bu sektör önemli. Yani Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin arasında yetiştiriciliğin olduğunu da biliyoruz.
Ama mutlaka çevre dostu yetiştiricilik tekniklerinin kullanması, ekosisteme etkilerinin azaltılması artık yeni yeni türlerin yetiştiriciliğin devreye girmesi lazım. Daha çok etçil balıklardan ziyade farklı otçu balıkların yetiştiriciliği yapılabilir veya etçil balıkların farklı protein kaynağının kullanması lazım. Ne yapacağız? Şey mi edeceğiz onlara da?
Son bilimsel çalışmalar artık farklı çekir getirilerinin protein oranlarının yüksek olduğunu, bunların kullanılarak en azından… Balıkları değil de çekir giremez değil. Biz doğadaki o küçük pelajik balıkları, hamsi, sardaryayı artık balık unu fabrikasına fazla göndermemiz lazım.
Genellikle benim bildiğim kadarıyla genellikle bu Afrika kıyılarında avlanan ve ekonomik yeme değeri olmayan, yani besin, insan arasından yemeyen balıkların bu şekilde balık gibi yapıldığı yolda yanlış mı biliyorum? Şimdi kullanılıyor. Ülkemizde de. Bakın Karadeniz’de çırça veya Marmara denizin de çırça balığı var. Biz uzun yıllar bunun avcılığını yapmadık. Son yıllarda avcılığı yapılıyor balık ununun da kusabını. Yenmez. Ama biz yemiyoruz. Deniz ekosisteminde tüm canlılar çaça üzerinden besleniyor. Köpek balığı olsun, lüfer, palamut bunlarla besleniliyor. Bizim için önemlisi olan bir tür ekosistem için önemli. O yüzden o küçük pelajik balıklarının daha fazla denizde olması lazım. Diğer canlıların varlığını sürdürmesi için. Olaya böyle baktığımızda yetiştiricilik sektörü de bu anlamda gelişmesini yapabilirse. Onların da yemleriyle çeşitlenilmesi ve deniz dışı kaynaklarına gelmesi lazım. Evet. Tabii tek başına o da değil belki. Şeye bakarsak efendim üç numaralı slide. Üç arkadaşlar. Üç numaralı slide gösterirlerse arkadaşlar. Aslında hem dünyada hem Türkiye’de durumumuzu gösteriyor. Evet doğru. Üç arkadaşlar. Yani yetiştiricilik ve avcılık bir denge de olması lazım. Ama şu anda bu denge yetiştiriciliğin lehine bozulmuş durumda. Bu bütün dünyada da… Diyor ki balık üretiminin büyük bölümü yetiştiricilikten mi geliyor artık? Evet. Şu an Türkiye’de de durum aynı. Yaklaşık 800 bin tonluk üretimimiz var. 471 tonu yetiştiricilikten geliyor. Tabii tabii. Yani şuradaki sarı ya da turuncu çizgi yetiştiricilik miktarımızı gösteriyor. Onu kesip aşağı doğru inende avcılık miktarımızı gösteriyor. Avcılık direkt asalmış. Şu anda 200, 300, 28 bin ton avcılığımız var. 470 bin küsür ton yetiştiriciliğimiz var. Yani burada eğer sınırı iyi ayarlayamazsak bu dengeyi ayarlayamazsak Saadet hocamın dikkat çektiği yere doğru gidiyoruz.
1 kilo çipura yetiştirmek için doğaldan 5.7 kilogram balık havlamamız lazım. Şu anda yani bütün neredeyse gırgırcılarda yasak olmasına rağmen yetersiz denetimden dolayı elek sistemi var Fatih Bey. Yani siz şimdi gördünüz 100 kasa hamsi geldi değil mi Halep? 1, 200 kasa da alttan geliyor. 1000 kasa o eleklerin altında kaldı. Tankerlere doldurdular onu. O tankerler götürdü onu balık yağı fabrikasına. Karadeniz’deki çaça geçen yıl orkinoz çiftlikleri şey bulamadılar. Yurtdışındaki fiyatlar artınca yem fiyatları ucuza mal etmek için istavritin küçüğünü aldılar.
Ve şu anda tabi %5’den %10’dan daha fazla olduğunda bazı hamsi de bu oran daha farklı. Bunları havlamamamız lazım aslında. Yani toplam hamsi havladınız. İçinde %15 oldu değil mi? En son hamsi de %15’e kadar küçük balığa izin veriliyor. Ama %15’in üstündeyse siz suç işlemiş oluyorsunuz. Ama bunun ağ boyuyla denetlenmesi gerekmez mi?
Ağ boyuyla, ağ gözü açıklığıyla denetlenmesi lazım. Biraz önce ifade ettiğimiz o büyük 90 kulaç olması gereken ağların bu büyük olması buna da neden oluyor. O kadar çok balığı avlıyorlar. Balık pompasıyla basıyorlar. Eleklerden geçiriyorlar. İki sene önceydi bir balıkçı… Yani o balık pazara gelmese bile bir göğüze aslında ölmüş oluyor. Ölmüş oluyor. Ölü balık.
Tabii. Ya onu balık onu balık yağ fabrikasına gönderiyor. Ya da doğrudan doğruya denize tekrar atmış oluyor ki o daha büyük bir felakete neden olmuş oluyor. Onun için yetiştiricilik sektörü bizim için önemli. Şu anda 18 milyar TL civarında bir cirosu var. Ama kurallarını iyi koymak… Kurallarını çok iyi koymamız lazım. Bu da ilginçmiş.
Peki hocam şimdi mesela Türkiye’de orkinoslar ondan bahsediyorsunuz. Türkiye’ye bir orkinos yetiştiririz ama bildiğim kadarıyla bu orkinosları başka ülkelerde yakalayıp buraya getirip burada yetiştiriyoruz değil mi? Tamamına yakını böyle. Yani orkinosların yetiştiriciliği çok ciddi bir ekolojik olarak da tartışma konusu. Hatta onu denizin içinde ağlarla çeke çeke getirmiş oluyorlar. Saadet hocamın çalışma konusu. Ben uzman kalanım olduğu için bilgi vereceğim. Atlantika okyanusunda yaşayan bir balık orkinos üreme zamanı Akdeniz’e giriyor ve Akdeniz’de yoğun bir şekilde avcılığı var. 1990’ların ortalarından itibaren orkinos çiftlikleri bütün Akdeniz ülkelerinde açıldı.
Ekonomik değeri oldukça yüksek ve birçok balıkçı da zaten orkinos avlamak ve yüksek kazanç elde etme peşinde. Fakat stokları azaldığı için şu an I-Cut orkinos da avcılık kota uygulaması yapıyor. Üreme zamanı avcılık serbest. Şu an 26 Mayıs’da 1 Temmuz arasında avcılığı var.
Aslında yanlış olan üreme zamanında avcılığın yapılmaması lazım. Fakat Avrupa ülkeleri başta olmak üzere diğer ülkelerin bastırmasıyla bu göç esnasında avcılığı yoğun yapılıyor. Piyasa tam yılbaşı döneminde uzak doğu ülkeleri talep ediyor. Yazın talep edilen bir durum yok. O yüzden yetiştiricilik devreye girdi.
Levre çupurada olduğu gibi bir yetiştiricilik değil. Doğadan avlanılan balık. Yavruları yakalayıp büyüken. Yavruları değil, büyük veya küçük ki en çok büyük boylu balıklar hedefleniyor. Altı ay boyunca besiciliği yapılarak kilo artışı sağlanılıyor. Ve Ocak-Şubat itibarı eylanda ihracat yapılıyor. Yüksek kar kazanılıyor ki Japonya’ya biliyorsunuz her yıl yılbaşında mutlaka satışlar yapılıyor. Bir yakaladılan değerli bir orkinozla bir ev fiyatına… Ama o kadar çok şov maksadında. Bir tane balık iki tane balık öyle satılıyor. Şu an stokları iyi. Aykut iyi bir balıkçılık yönetimi uyguladı. Zaman yasağına getirdi. Teknelerde ciddi olarak bir azaltılmaya gitti Türkiye’de. 110 tekne avcılığı yaparken birdenbire bu sayıların 20’leri kadar düştüğünü gördük. Avcılık kodası konuldu. Türk tekniğidir ceza yeri fas gibi yerde alınıp onları buraya getirdiler. Şu an Akdeniz’de biz iyi durumdayız. Bizim balıkçı filosu artık balıkçılık sahasını genişlettirdi.
Doğu Akdeniz’de sadece avcılık yaparken şu an Malta’ya gidiyoruz, Tunus’a gidiyoruz, Fas’la… Moritanya’ya gidiyoruz. Moritanya’ya gitmeye başladık. Orkinoz için değil farklı balıkları için. Avcılık sahamızı genel işlettirdik. Ama şu an Akdeniz’de balıkçılık filosu olarak bir numaradayız. Öyle mi? Kullandığımız motor güçleri bakımından, gros tonları bakımından Akdeniz’de bir numarayız.
Bizden sonra İtalya var ve aradaki sayılar ciddi oranda. Balıkçı filosumuz gittikçe genişliyor. Ama galiba orkinoz balıkçılığı Fas’a yapmıyor. Artık orkinoz balıkçılığı yapmamız lazım. Şu an yaklaşık 110 tekne Moritanya’ya olsun Angola’ya açılmaya başlandı. Bizim havzamız kapalı bir havza olduğu için balıkçı filosunu mutlaka farklı alanlara yönlendirmemiz gerekiyor. Peki. Mustafa Hoca’m bir şey daha biraz konuşmak istiyorum. Müsilaj. Müsilaj bu sene görünmeyince, en azından yüzeyde görünmeyince, sanki müsilaj sonra ortadan kalkmış gibi davrandık. Her zaman olduğu gibi.
Müsilaj sonra ortadan kalktığı zaman. Çünkü izlediğim yayınlar, sizin yaptığınız özellikle yayınlara baktığımız zaman şunu görürüz. Dipte çok ciddi bir müsilaj var. Normalde dibe inmeyen müsilaj, dibe yayılmış ve oturmuş vazette. Bu dip yaşamını ortadan kaldırıyor ve marmaranın ölümünü hızlandırıyor diye düşünüyoruz. Biliyorum. Doğru mu? Müsilaj tehlikesine doldurulur. Efendim biz aklı gözünde bir topluluğuz millet olarak. Yani gördüklerimizi sadece kabul ediyoruz.
Görmezsek yok varsayıyoruz. Müsilaj da öyle oldu. 17 Ağustos 2021 itibariyle yüzeyde görmez olduk müsilajı. Yaşasın kurtulduk zannettik. Kurtulmadık. Suyun içerisindeki 11.350 km² bir yüzey alanına sahip marmara. Bunun ilk 30 m ışıklı bölgenin tamamında neredeyse müsilaj vardı. Nereye gitti bu müsilaj? Buharlashlı mı? Eriydi mi? Evet. Yorgan gibi denizin dibini örtü. Organizmaların üstünü örtü. Onları öldürdü. 27 numaralı sülayeti ben rica ediyorum. Arkasından 28’i. Mesela süngerler. Şimdi müsilajdan önce böyleydi. Pırıl pırıl, sapsarı bir sünger topluluğu. Bu sünger mi? Evet. Sarı Aurofoba dediğimiz sünger topluluğu.
Hemen 28 numaralı sülayete rica ediyorum. O süngeri müsilajda hali. Evet. Müsilaj kapladı ve bunu öldürdü. Kıyıdan 30 metre derinliğe kadar bütün sünger toplulukları öldü Fatih Bey. Yeni daha Mayıs ayından beri yavaş yavaş tek Türk canlanmaya başladı. O yeni doğanların bir kısmı da tekrar öldü ama çok şükür. Yani orada bir canlanma oldu. Yine 29 numaralı sülayet lütfen. Yani canlı bir deniz ekosistemi süngeriyle balıyla. Tabii marmara. Hemen 30 numaralı sülayet aynı bölge. 30 numaralı sülayete bakarsanız bakın müsilaj çöktü ve öldürdü. 31 numaralı sülayet. Bu mercan mı? Evet. Gorgon mercanlarından Avşar, Ekinlik Adası arasındaki bir bölgeden. Bu müsilajdan önce böyle pırıl pırıldı. 32 numaralı sülayet lütfen.
Müslüajdan sonra geldiği hale. Yani yarısını neredeyse öldürdü. 33 numaralı sülayet. Burada da deniz çayırlarını görüyoruz. Gökçe Adanı’nın açıkları efendim. 26 metre. Ege yani? Ege, Kuzey Ege. Bu müsilajdan önce böyleydi. Müslüajdan sonra 34 numaralı sülayet lütfen.
Evet yani şey gibi çöktü üstüne. Kar gibi çökmüş oldu. Bu temizlenmez mi kendi kendilerini? Şimdi bu kendi kendine temizlenmesi mümkün değil. Bu parçalanıyor yavaş yavaş. Parçalanırken incecik bir çamura dönüştü dipte. O çamur yaklaşık 20 cm kalınlığa ulaştı. Ben geçen yıl 29 Ekim’de dalmıştım.
Aynı bölgeye bu sene 28 Ekim’de daldım. Bir, bir buçuk santimlik çözünme olmuş yüzeyde sadece. Geri kalan olduğu gibi duruyor. O bölgedeki bütün canlı yaşamını etkilemiş oldu. Mesela bir dalışta tüp anemon o bölgede 5 yılda 5 tane ya görmüşümdür ya görmemişimdir. Yumuşak zemini sever onlar.
Bu sene geçen müsilajdan sonra bu dip çamur olduktan sonra her dalışta 5’den fazla gördüm. Anemon artmış. Tabii yani tüp anemonlar artmış, tüplü kurtlar artmış. Çünkü yumuşak çamur var orada onu kullanıyor. Yani deniz sülükleri dediğimiz efendim ya da deniz tavşanı diye daha çok dalgıçların bildiği türler bunların sayılarında artış var.
Dolayısıyla müsilaj bitmedi. Müsilaj sadece yüzeyde gözükmez hale geldi. Dipte ekosistemi olan etkileri devam ediyor. Önümüzdeki yıllarda bu tekrar ortaya çıkacak. Sadece şu anda biz ekosistemlerle pazarlık olmaz. Dinamik sistemlerdir. Diyoruz ki tekrarı kesin zamanı meçhul bir durumda müsilajla ilgili durumumuz. Ama şeyi yaparsak eğer yani şu tüm tarafların altına imza attığı 36. Slayt lütfen. Tüm tarafların altına imza attığı 22 eylemden oluşan Marmara Denizi koruma eylem planını hayata geçirirsek işte o zaman kalıcı bir şekilde müsilajdan kurtulma şansımız var. Bu eylem planının 14 maddesi Marmara Denizi’nin atık yükünü azaltma ile ilgili. İklim değişikliğinin etkisi var burada. Efendim Marmara Denizi’nin orjinal ikili akıntı sistemine sahip olmasının etkisi var. Hocam bir kere bu Kanal İstanbul Allah korusun eğer yapılırsa nasıl etkiler Marmara’yı? Yani Kanal İstanbul konusunda elimizde müsilajdan sonra veri yok. Buna göre simüle etmemiz lazım. Yani simüle edersek sonucunu görmüş olacağız. Eski veriler var müsilajdan sonra bu verileri müsilaj verilerinde dikkate alarak yeni bir simülasyon yapmamız lazım. Şu anda çevre bakanlığı desteği ile Otlü Deniz Bilimleri sanıyorum Marmara Denizi’nin ikizini oluşturma yönünde bir çalışma yapıyor. Onlar o dijital ikizini oluşturduklarında orada simüle edip ne olacağını göreceğiz. Çünkü veriye dayalı olarak konuşmak durumundayız orada.
Peki tekrar Mehmet Hoca’ya dönmek gerekirse. Hocam Ege’de böyle bir Ege ve Ege’nin Kuzey Ege’de olduğunu gördük. Ege ve Akdenizli bir tehlike var mı müsilaj ve denizli bir canlıların ölümüyle ilgili? Yoksa Ege zaten denizli bir canlılar için çok parlaklılığı değil miydi bu zaman? Şimdi Akdeniz’de de var müsilaj, Ege’de de var. Yok değil yani girdiğinin olduğu yerlerde var.
Ancak bir Marmara’daki müsilaj olayı yok. Biz burada takip ediyoruz. Akdeniz Üniversitesi Asad ve Antalya Büyükşehir Belediyesi bir protokol yaptı. Bu protokol kapsamında biz müsilajlı önleme ile ilgili bu bölgedeki kıyıslarıyla birlikte bir değerlendirme yapıyoruz. Bu çalışmalar kapsamında müsilajı tetikleyen unsurları belirlemeye çalışıyoruz.
Güzel de bir çalışma. Her hafta gidiyoruz. Birkaç hafta ara verdik. Şimdi tekrar başlayacağız. Bu hafta tekrar başlıyoruz. Biz zaman zaman su altında, adeta deniz içerisinde saç kılı veya salya şeklinde müsilajı görüyoruz. Ama Marmara’daki ve Ege’deki gibi değil Antalya’daki. Bunun nedeni de çok fazla girdi var.
Tüm Antalya sahillerini düşündüğümüz zaman çok miktarda otellerin olduğunu, nüfusun çok arttığını, buralardan çok giriş olduğunu görüyoruz. Bunlar tetikle iyice unsurlar zaten. Mümkün olduğunca atık suyu vermememiz lazım. Arıtmaları çok iyi yapmamız lazım. Mustafa hocamın dediği gibi o eylem planlarını gerçekleştirmemiz lazım. Özellikle Antalya körfezini besleyen tatlısulara çok dikkat etmek lazım.
Buralardan artık kirli suyun girmemesi gerekiyor Akdeniz’e. Zaten yeterince yükü fazla denizin bu önlemleri almak lazım. Bunları teslim ediyoruz biz. Ve gerekli şeyler. Özellikle otellerde karşılaştığımız sorun, otellerin yüzme havuzlarının kılorlu suları. Çok ilginç geçenlerde SIDE tarafında bir dereye berildiğini ve balıkların ölmeye başladığını. Biz orada tam bu çalışmayı yaparken Asad’ın yetkilileri de vardı. Hemen tedbirler için Manavgat Asad’ı arkadaşlar çağırdık. Ve gerekli girişimler yapıldı. Ancak bu otelleri düşündüğümüz zaman tonlarca kimyasalın bu otel havuzlarından doğaya verildiğini. Yani aslında bunların kanalizasyon şebekesine verilmesi lazım.
Zannediyorum böyle de bir yasa yok. Bazen demek ki doğrudan verebiliyorlar atıp sulara ya da yanındaki sulara, kanallara buradan da denizlere gidiyor bu. Ancak bunların önlemini, tedbirini almak gerekiyor. Peki bir başka noktaya geçeceğim. Hocam bütün dünya okyanuslarında, bütün dünya denizlerinde şöyle bir risk var. Mikroplastik. Denizlere saldığımız çok mektarda plastik maddenin artık balıkların iç organlarında, balıkların etinin içinde neredeyse rastlanmaya başladığını görüyoruz. Büyük ihtimalle insanları da var ama balık da artık kibabı daha bir herhalde rahat tespit ediliyor. Bu mikroplastikler nerelerde büyük tehlike? Bizim kalosumuzda böyle bir tehlike var mı? Mikroplastiklerin hangi balıklarda daha fazla görülüyor? Dip balıklarında mı? Çünkü biliyoruz ki mesela kurşun ağır metal zehirlenmesi özellikle uzun yaşayan dip balıklarında söz konusu. Totor olarak bu balık kirliliği, deniz kirliliğinin balıkların kirliliği ve insanlara oradan geçmesi nasıl etkiliyor? Evet şu an denizlerde çöpler gerçekten çok yüksek oranda var. Bizler bile yaptığımız biyolojik örneklemelerde balıklardan ziyade deniz çöpleriyle karşılaşıyoruz. Ve bu deniz çöplerenin %80’i plastik. Plastik de zamanla ayrışarak mikroplastik boyutuna indirgeniyor ve artık besin zincirinin içine girdi. Yani denizdeki yaşayan zooplanktonların içlerinde bile mikroplastikler var.
Ve dolayısıyla zooplanktonu yiyen balıklar da bunları bünyelerine alıyor. Balıklar da mikroplastik görülebildiği gibi plastik de yutabiliyor. Ve balıklar genellikle deniz yüzeyinde yüzen naylon poşetlerine saldırma eğilimi gösteriyor. Bunları bünyesine alan tüm deniz canlıları balinalar olsun, yunuslar olsun.
Ben çalıştığım için orkinozları biliyorum, midelerinde değişik değişik uğurların oluşturduğunu, sindiremediklerini, sindirim sistemlerinin bozulduğunu görüyorum. Kim? Mikroplastik daha büyük boyutta ve artık besin zincirinin en üst basamada bizler olduğumuz için bizlere bile geçme durumu söz konusu ki.
Artık yapılan son bilimsel çalışmalar hem insanların ak ciğerinde mikroplastik bulundu hem de anne sütünde mikroplastik rastlanıldı. Sadece denizlerde değil, mikroplastik soluduğumuz havada, içtiğimiz suda da mikroplastik bulunabiliyor. Yani plastiklerimizi yaygın olarak kullandığımız için ayrıştığından dolayı mikroplastik bütün her ortağımızda mevcut.
Ağır metal olayı daha farklı. Eğer bir bölgede ağır sanayi varsa mutlaka denize de ulaşacaktır. Bunlar dibe çöktükleri için dipte demersel balık dediğimiz canlıların bünyesini alması daha yoğun bir şekilde. Orkinoz falan gibi olur mu? Evet, barbunya olsun kırlangıç balıklarında biz ağır metalleri daha yüksek olarak bulabilmekteyiz. Suyu süzen canlılar midyelerde ağır metal oranı yüksektir. Ama Pelejik balık dediğimiz denizin 0 ile 200 metresinde gezen göçmen balıklarda ağır metal oranı, hele uzun ömürlü bir balık değilse, kısa ömürlü ise, hamzilerde, istavitte, çırçın, 4 yıl. Bir ağır metal birikimi olmaz. Ama bir orkinoz da, kılıç da mutlaka ömrü 30-35 yıl olduğu için ağır metal birikebilir. Orkinoz da daha çok kurşun zehirlenmesine veya cıva zehirlenmesi daha çok görülebilmekte.
Evet, vücutla dünyaya aldıkça birikim olabilir. Eğer onlara bir hamile kadın yediğinde veya çocuk yediğinde hassas olarak onlar dokunabilir. Atılamıyor, vücutta birikme gözetiyor, bir o birikimi gösteriyor. Evet, hamile de birikiyor. Peki hocam hep çok konuştuğumuz bir mesele. Bu ne hocam, siz dinleyin. Şimdi bir katkıda yahut da bir tamamlayış olarak söylemek istiyorum.
Yani şimdi mikroplastik dendiği zaman, bunun denizde oluşmuyor bunlar. Şimdi denize giren plastiğin sudaki sıcak-soğuk değişimi yani ısı değişimi daha azdır. Yani uzun madede kalır. Daha çok mikroplastiklerin girdiği yer karalar. Şimdi düşünün bir poşeti. Güneşte, Antalya’da, karada. Güneşte bir sene iki sene sonra bu dağılıyor. Güneşte dağılıyor. Daha sonra yağış sularıyla birlikte akarsulara oradan da denizlere ulaşıyor. Yani yine bir örnek vereceğim. İnsanlarımızın ne kadar duyarsız olduğunu. Antalya Konya 6 plajı hepimizin malimi dünyanın en güzel ve dünyada meşhur bir plaj. Bir metre karelik yerde, eğer bir gün oturdum ben HUSİS’i öğrencilerimle birlikte oturduk saydık. 150 tane bir metre karelik yerde ki çakılların kumun üzerindeki izmarit’i saydık biz. 150 adet izmarit var. Yani insanlarımız akşamları ya sıcak akşamlarında yiyeceğini getiriyor yanında. Kolasını getiriyor. Bir takım şeylerini getirip. Hatta bunların kola kutularının içerisine çakıl doldurup atanlar var denize. Ayrıca poşetin içerisine doldurup atanlar var. Bir de bu şekilde oturdukları yerde bıraktıkları atıklar var. Yani arkasında 20 metre 30 metre ötede çöp bidonları var. Maalesef insanlarımızı oraya götürüp bunu atma alışkanlığı yok. İlginçtir yine öğrencilerle bir çalışma kapsamında şimdi değişik bölgelerinde Konya 6’nın daha çok yabancıların olduğu yere doğru yani batı kesime doğru kayıp orada baktığımızda bu izmaritin daha az olduğunu görüyoruz. Çünkü orada yabancılar var. Bizim olduğumuz bizim insanımızın olduğu yere baktığımız zaman inanın utanıyorum ben. 150 adet 1 metrekarelik alanda sigara izmarit’i var. Yani yerde kumun üzerinde bu nihayetinde denize karışıyor. Yani insanlarımız çok dikkat etmesi lazım. Maalesef bu 100 yılın en büyük problemi de plastik atıklar. Ağır ağır azaltmamız hatta vazgeçmemiz gerekiyor. Gerçekten çok fazla bir birikim var. Hocam o kadar doğru söylüyorsunuz ki bu izmarit konusunda az önce bahsettiğim o Fransa’daki küçük sahil kasabasında 2 kilometre kadar bir plaj var. Bu plajda ben yıllardır yürür dolaşırım bir tane izmarit görmemiştim. Bu yaz yürürken bir yerde iki tane izmarit var. Çok şaşırdım. Allah Allah falan dedim. Orada da bir şemsiye ve eşyalar vardı. Yarım saat sonra baktım oraya bir aile geldi. Türk. Yemin ediyorum ki. Yazık. Yazık. İnanamadım yani. Çok yazık. Ve ilginçtir mesela o plajda hiç kimse herkes yere havlu söyler. Mesela o Türk aile plastik sandalye getirmişler yanlarında. Bizim de bir garip bir halimiz var zaman zaman.
Bu çevre konusunda halkımızı daha çok bilinçlendirmemiz. Özellikle çocukların eğitimini yerleştirmemiz gerekiyor. Bir hafta sonra tekrar gelecek piknik yerine bir çöp yanıyla bırakan bir halktan bahsediyoruz.
Yani buna çevre birinciyle gerek yok. Sadece bir göz birinci olsa yeter yani. Ben yarın buraya geleceğim. Gel de bunları göreceğim yani. Yolun kenarına hafiyatı döküyor. Orada camlar, tenekeler, plastikler ne Allah ne istersiniz yani. Ne bileyim ne diyeyim.
Pandemiden dolayı aslında çok ders çıkartmamız gereken hususlar vardı. O dersler bir hafta kıldı. O bakın doğa kendini nasıl buldu falan filan. Pandemi bitti aynı yerde kaldığımız yerden artarak devam. Çünkü insanın şöyle bir bencil tarafı var. Yani doğanın parçası olduğunu kabul etmiyor insan. Hakimi olduğunu düşünüyor. Her şey benim için ne olacak yani. Balığı avlamazsak balık niye var denizde. Denizi ben kirletmezsem denizin varlığının anlamı ne gibi düşünüyor. Yani buradan başlıyor aslında. Felsefi boyuttan herhalde ilerlememiz gerekiyor. Biz doğayı kirletme diyoruz. Ama doğanın parçası olduğunu kabul etmeyen adama kirletme demenin çok fazla bir anlamı olmuyor. Utanma sıkılma belasına çok haklısın hocam diyor. Ama bildiğini okuyor.
Yani onun için işin biraz arka planlı belki de felsefi boyutunu düşünmemiz ve çalışmamız lazım. Mikroplastiğe küçük bir katkı yapmak isterim Fatih Bey. Stanford Üniversitesi’ndeki araştırıcıların 10 yıldan fazla süren bir çalışması var. Yani mikroplastiklerin balıklarda nasıl bir etki yaptığını araştırıyorlar.
Sonuç şu balıkların büyümesi yavaşlıyor. Yani mikroplastiği daha çok tüketen ya da mikroplastiğe daha çok maruz kalan türler de büyüme yavaşlıyor. Yani aynı ortamda diğerleriyle ama mikroplastiği tüketmeyenlerin büyümesi onlara göre daha iyi olmuş oluyor. Bu da aslında ekosistemin uzun vadede nasıl bundan etkileneceği yönünde bir şey. Döne elimizde. Tabii mikroplastik bir yandan. Bir yandan tarın ilaçları. Yani otel havuzu artık orada çok herhalde şey rasyonel diyorum çok minimal kalıyor. Ne yazık ki. Bir fabrikanın boşalttığı bir otel havuzunun bir sene boşalttığında daha fazla bir yaş takında boşaltacak. Ama tabii her şeye dikkat etmen lazım dört bu turcada ama ne yazık ki orada az kalıyor.
Peki hocam buradan nereye devam etsek yoksa getirdiği konusunda mı ne dersiniz? Efendim? Konuşacağımız bir şey kaldı mı bu konularla? Çözümü konuşmadık. Çözüm önerisi neler yapılmalı. Hep sorunları anlattık. Nasıl ne olacak çözüm yok mu? Buyurun çözümleri dinleyelim o zaman. Ben çözüm görmediğim için konuşmuyorum hocam. Çünkü konuşmakla kalıyoruz. Hiç kimse bir çözüm falan yapmıyor yani.
Ben şimdi balıkçılığı konuşuyoruz yani balıkçılık yönetiminde bir kısır döngüye girdiğimizi düşünüyorum. Bulgular veriler de onu gösteriyor.
1940’dan bu günümüze kadar yapılmış olan avcılıkla ilgili düzenlemelerin hepsini bir topluca değerlendireyim diye baktığımda 1940’lardaki avcılık düzenlemeleriyle bugünkü avcılık düzenlemelerimiz arasında çok çok büyük farklar yok aslında. Orada da yine hep şu ağanın derinliği bu olsun. Şurada avlanmayın burada yapmayın. Sonuç yani 700-800 bin tonlar civarındaki avcılığımız 300 bin tonlara gerilemiş. Sürekli geriye gitmişiz. Dünyada da mı trend böyle? Dünyada da trend böyle. Dolayısıyla dünya demiş ki bazıları çabuk uyanmışlar demişler ki bu iş yanlış yapıyoruz herhalde biz bu yanlıştan dönelim demişler. Bir rota değişikliğine gitmişler. Nereye gitmişler?
44 numaralı slide alabilir miyim? Bir rota değişikliğine gitmişler. Mesela Avrupa Birliği ortak balıkçılık politikasını 2003 yılında kökünden değiştirdi. Amerika 2002 yılında balıkçılık yönetimi politikasını değiştirdi. Şili toplam dünya avcılığının %2-2,5’u kadar bir avcılığa sahip. Şili 2012 ya da 2013’de değiştirdi. Bizim payımıza kadar dünya avcılığımızda?
Çok küçük bizimki. Yani 90 milyon ton civarında bir avcılık var. Bizim avcılığımız 300 bin ton civarında. Biz 35. sıralardayız dünyası. Evet çok düşük bizimki. Dünya ortalamasının da çok çok altındayız.
Burada bizim balıkçılık yönetiminin görünümünü görüyoruz. Bu şematik olarak görünsün diye birazcık böyle bir şey yaptım. Şimdi şu turuncu büyük sektörün tamamı balıkçılık sektörü ve bu çoğunluğunu balıkçı oluşturuyor. Bunun içinde birlikler var, kooperatifler var, yetişirciler var, endüstri var.
Yani suylu ünleri işte işleyenler, satanlar falan var. Sivil toplum kuruluşlarını küçük yeşil bir yuvarlak olarak, daire olarak görüyoruz. Akademi var. Aşağıda büyük olan balıkçılık yönetim otoritesi B.Y.O. olarak görülen bir de kırmızı denetim ve kontrol var. Dikkat ederseniz denetim kontrol dışında hepsi balıkçıyla iç içe. Halbuki balıkçılık yönetim otoritesinin biraz dışarıda olması gerekiyor. Yani bizde balıkçılık sektörü dediğimiz sektör tek başına balıkçılardan oluşuyor gibi bir görünüm var. Dışarıdan bakıyoruz şimdi. Bu görünüm nasıl oluyor peki? Çünkü akademi olarak biz veriyi değerlendirme yapacağız, yayın yapacağız.
Veriyi balıkçıdan almamız lazım. Balıkçıyla bizim sürekli temas halinde olmamız gerekiyor. Sivil toplum, sivil toplumların çoğunluğu balıkçıların içinden birilerinin tarafından kurulmuş olan organizasyonlar. Balıkçılık yönetim otoritesindekilerin emekli olanlarının büyük bir kısmı bu birliklerde, derdeklerde falan emeklilikten sonra çalışıyorlar.
İç içe, sektör iç içe. Yani bir düzenleme yapmak istediğiniz zaman, bir yere müdahale etmek istediğiniz zaman mümkün olamıyor. Ve biz bir kör döngünün içinde dönüyoruz. 44 numaralı slide lütfen. Evet, balıkçılık yönetim rotaları dediğimizde aslında bütün dünyada uygulanan rotalar 4 tane rota.
Ya tek türü esas alan, stok tahmini esas alan yöntemler var, yönetim tarzı var. Ya çoklu tür yönetimleri var veya grup yönetimi dediğimiz yönetimler var. Ya da ekosistem esaslı balıkçılık yönetimi dediğimiz yönetim var. En solda yer alan tür esaslı klasik indirgemeli yaklaşımlar artık çok geride kaldı. 1970’li yıllardan itibaren çok yoğun olarak bunun üstünde çalışıldı.
Stok tahmini yapılıp her birisinden ne kadar balık avlanması gerektiği belirlenecek ki ben Van Gölü’nde bunu yapmıştım 1997 yılında. Biz daha stok tahminlerimizi bile yapmadan, yapamadan bu bir kere saf dışında kaldı. Çoklu türe hiç giremedik zaten. Grup yönetimine biraz yaklaştık.
Yani işte efendim kabuklu eklem bacaklıları ayrı pelajikleri ayrı demersalleri ayrı yönetelim filan gibi düşündük. Yine olamadı. Ekosistem esaslı yönetime ise hiç daha biz temas etmedik. Bizim balıkçılık yönetim sistemimize bakarsanız aslında bunların hiçbirine uymuyor. Biz bambaşka bir şey yapıyoruz. Ne yapıyoruz biz? Değişim gerekiyor dediğimizde genel müdürü değiştiriyoruz.
Değişim lazım dediğimizde daire başkanını değiştiriyoruz. İl müdürünü değiştiriyoruz. Bakanı değiştiriyoruz. Yıllardır değiştirdik değiştirdik değiştirdik bir şey olmadı. Bunları değiştirmek değil mesele. Mesele biz bir yanlış yola doğru gidiyoruz. Tren hareket etmiş. Biz İstanbul’a gittiğimizi zannediyoruz. İstanbul Ankara’dan çıkmışız yola ama tren Kars’a gidiyor aslında. Biz sürekli vagonları düzenliyoruz. Oradan oraya geçiyoruz. Onu düzenliyoruz bunu düzenliyoruz.
Şu anda efendim bakın biz bugüne kadar ki yaptığımız bu uygulamalarla balık stoklarımızı tüketmek. Ekosistem ve sassı balıkçılık yönetimine geçmemiz lazım. Şu demek biz soframıza gelen balığa bakıyoruz sadece. Benim soframa lüfer geldi mi abiciğim? Lüfer varsa gerisi önemli değil. Palamut var mı? Tamam sorun yok. Palamut’un benim soframa gelebilmesi için arka planda benim yemediğim biraz önce hocam bahsettiği çaça gibi yüzlerce tür var. Bunların sağlıklı olması lazım orada. Canım çaçayı kim ne yapacak? Ben yemiyorsa önemli değildir. Ben yemiyorsam önemli değil. Soframa gelmiyorsa önemli değil. Bakın şimdi şu anda Marmara Denizi’nde uygulanan bir Algarna avcılığı var. 39 numaralı slide asa açabilir miyiz? Buyurun az vaktimizi doldurmak üzereyiz o yüzden. Evet. Algarna efendim çerçevelik rol demek. Bu denizin dibini tarıyor. 5 kilogram ya da 10 kilogram karides çıkıyor. Geri kalan 100 kilogram hiç yemediğiniz kullanmadığınız deniz yıldızları vesaire gibi organizmalar onların hepsini öldürüp denizin dibini atıyoruz. Ekosistem esaslı yönetim demek bunların hepsine saygı duyarak bir bütünlük içinde yönetmek demek. Buna geçmemiz gerekiyor. Koruma alanı oluşturmamız lazım. Biraz önce vurguladığımız gibi. Ve iklim değişimini esas alan bir yaklaşımla artık balıkçılığı yönetmemiz gerekiyor. Yoksa işte yani boğazı açalım mı kapatalım mı? Ya kardeşim bir kere bu tartışılmamalı. Tartışılmamalı yani boğazlar İstanbul boğazı, Çanakkale boğazı buralarda endüstriyel avcılık olur mu? Yani bu denizin girişi yok çıkışı yok ikisinden başka. Bunları biz artık bırakıp rotamızı değiştirmeliyiz. Orada balık ağlamak bırakın her şeyi imansızlık yani böyle bir şey olmalı. Kesinlikle. Yani orada yani öyle çok büyük bir balıkçı filosofi filan da yok. Fakat oradaki bulunan balıkçılarımıza alternatifler üretelim.
O insanların mağdur olmaması için sistemler kuralım ve ona göre balıkçılığı yönetmek için yola çıkmış olalım. Özetle yola yani rotayı değiştirmemiz lazım ama altını çiziyorum. Müdür değiştirme, kişi değiştirme değil. Kafa değiştirmek. Kafayı değiştirmemiz lazım. Rota değişecek balıkçılık yönetiminde. Denetim ve kontrollerin artması lazım çünkü hala balıkçılıkta yasa dışı kurallı avcılık var. 20 santimden ufak çırakop yakalanmaz diyorlar. Yakalıyorlar 20 santim ufakça denize atıyorlar önünü. Tezgahlarda defne yapraklarını görüyoruz bunları görmememiz. Niye? Artık balık stokları git gide azalıyor. Küçük yavruları biz kurmamız lazım. Defne yaprağı dediğiniz küçük yavru yani. Evet yani lüferin yavruzu ona kurmak lazım. Su ürünleri fakülteleri var, su bilimleri fakültesinden mezun öğrencilerimiz var.
Artık bunların denetim ve kontrollüde mutlaka yer alması gerekiyor. Bir de özellikle balıkçı filomuz git gide büyüdü. Artık büyük bu endüstriyel balıkçılarımızı açık denize daha çok yönlendirmemiz lazım. Veya geri alım programlarıyla satın alarak balıkçı filomuzu küçürtmemiz gerekiyor. Yani ya küçürsünler ya okyaza gitsinler. Evet. Bu haliyle iç denizlerde ağlamanın bir emanası yok.
Özellikle Marmara Denizi’nde belli bir boydan daha büyük hiçbir teknenin avcılık yapmaması lazım Fatih Bey. Yani okyanusta avcılık yapması sakıncalı olabilecek kadar büyük tekne şu anda Marmara Denizi’nde balıkçılık yapmıyor. Marmara’da değil İstanbul Boğazı’nın içini. Boğazın içini. Boğaz’ın da büyükken de görüyorum ben. Belkoz Büyük Yaşlı’da da görüyorum ben. İnanamıyorum bazen. Evet. Olmaması gereken şeyler bunlar. Tabii balıkçılarımız da bilinsiz yani bilinçli balıkçılarımız bu alınan mesela bu Boğaz’ın akıllı balıkçının hepsi karşı çıktı. Ama bilinsiz bir grup balıkçı da Veya Efendimizin balık yakalamamızı engelliyorsunuz. Balıklar geçip gitsin mi diye bakıyorlar konuyu. Mehmet Hocam çok teşekkürler kaldı. Bir şey söyleyeceğiniz? Evet. Son olarak da ben sularımızı özellikle tatlı sularımızı temiz bir şekilde akıttığımız zaman yani temiz içilebilecek şekilde getirdiğimiz zaman denizlerimizi kurtarmış olacağız.
Aynen koruma alanlarını başta da söyledim ben. Deniz koruma alanları şart. Nehir ağızlarında avcılığı yasaklamamız lazım. Ayrıca da akar suları çok temiz akıtmamız lazım. Çünkü bildiğim gibi denizlerin kan demarıdır. Zaten ne geliyorsa da o tatlı sulardan büyük miktarlarda giriş var. Bunu önlememiz gerekiyor. Evet, denizciler balıkçılık meselesini konuştuk. Balıkları ve denizleri korumayı konuştuk. Gerçekten çok hassas bir denge üzerine duruyoruz. İşte istilacı türler diyoruz mesela bir baraj yapılması. Mısır’ın çölünde yapılan bir baraj. Ege’de istilacı tür olarak geri dönüp karşımıza çıkabiliyor. O istilacı tür bir adım sonra belki başka bir ekolojik dengeye parmağımızı soktuğumuz için Karadeniz’e kadar geliyor. Türler yok oluyor, yeni türler ortaya çıkıyor. Besin zinciri bozuluyor. Yani yaptığımız her şeyin bir karşılığı oluyor. Bu karşılık genellikle de çok pozitif olmuyor anımız kadarıyla. Dediğim gibi çeşitli farklı konularda sizleri bilgilendirmeye çalışıyoruz bu tekedek bilimde. Bu akşam da sıra balıkçılık meselesindeydi. Benim gördüğüm en önemli çözüm koruma alanlarının ihyası. Yani Türkiye’nin balık üretim alanları, balıkların üreme alanlarını koruma altına alması.
Boğaz bunlardan bir tanesi belki. Beykoz Çukuru’nda düferin çoğaldığını biliyoruz mesela. Düfer yaradığı burada korunduğunu biliyoruz. Buradan ava kapatmamız lazım. Saroz’u korumamız lazım. Oraya liman ve boru hattı değil, tamamen Saroz Milli Parkı, Deniz Milli Parkı yani. Biz kalkıp orada üç gün orada petrol satacağız, üç beş kuruş belki bir şey sağlayacağız diye. Ondan da emin değiliz zaten. Sağlayıp sağlayıp yüzünden. Oraya liman yapıyoruz. Bindiğimiz dalı kesiyoruz. Aynı şeyi zeytinlikleri yapıyoruz. Yani ömrü dolmuş bir kömür santrali birkaç sene daha üretim yapabilsin diye zeytinlikleri açıyoruz kömür üretimine. Oradan 800 kalorili topraktan hallice bir sözle kömür çıkaracağız diye.
Nenemiz doğru ki diyerek kapatalım. Yarın akşam tekrar görüşeceğiz. Yarın da bu gıda meselesini konuşacağız. Biraz biliyorsunuz hafta sonunda bir skandal patlak verdi. Ünlü bir Türk firmasının gıda firmasının Singapur’a sattığı baharatlarda kanserojen maddi çokluğu nedeniyle Singapur bunları geri yolladı.
Ayrıca raflardakini de eski gelenlere toplattı. Bu markanın Türkiye’de de yoğun bir şey satıldığını biliyorduk. Ancak sonra garip bir açıklama yapıldı. O firma dedi ki evet aynı isim, aynı logo, her şey aynı ama o biz değiliz. Peki o kim? Benim birader dedi. Şimdi biz ne bileyim senin birader kim kardeşim yani. Biz biraderleri mi takip edeceğiz? O hangi abi, o hangi kardeş, yenge, enişte bir? Bizim açımızdan hepsi bir sonuçta.
Türkiye’de gıda kontrolü nasıl yapılıyor, yapılıyor mu, ne yiyoruz? Rusya’ya domates satıyoruz, Rusya geri yolluyor domatesi. Acaba domatesi biz miyiz? Rusya geri yollamasa bile, köpe atsa bile, peki Rusya’ya giden domatesin daha metri burada satılıyor mu, satılmıyor mu? Veya işte İngiltere’den geri gelen çileğin betlerini biz yiyor muyuz? Bütün bunları yarın akşam konuşacağız Teketek’in ilk bölümünde. İkinci bölümde yine biraz siyaset konuşuruz haliyle.
Tekin öncesi, anlaşımlar ne diyor falan ona bakacağız biraz da. Yarın akşam görüşmek üzere, hoşça kalın.
İlk Yorumu Siz Yapın