İhmal Edilebilir Nasihatler | Filistin & Eğitim | 44. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=OxyL9oxknHg.
Merhabalar efendim. İhmal edilebilir nasihatlerde Ali Valatlı ve Süleyman Seyfi Öğün Hocamla birlikteyiz. Bugün Filistin meselesinden başlayıp eğitimle devam edeceğiz.
Artık iki konuda birbirin içine yer yer girecek diye düşünüyorum. Birbirini kesecek kümeleri illaki olacaktır. Ama öncelikle ben Filistin meselesinden başlamak istiyorum. Daha doğrusu 100 yılın Amerika’nın 100 yılın barış planı diye sunduğu meseleden. Şu kitabı hatırlıyor musunuz hocam? Hatırlamaz mıyım? Siz hatırlıyor musunuz? Tabii ben bir şey daha hatırlıyorum ama. Haberlerin anında İslam beraberinde. Efendim Edvard Sayed’in Filistin sorunlu kitabı. Bunun çevirmeni. Bir şey dikkatinizi çekeyim. Filistin sorunu değil. Filistinin sorunu. Pardon. Filistinin sorunu. Evet evet. Size işte Çıvanbaşı olan yere bilmem ne sorunu diye laf atarsınız. Aynen. Halbuki sorun sizin sorunuz değil onların sorunudur. Onlar çeker çünkü. O yüzden Filistin’in. Hocam buradan başlayalım. 1985 yılı Türkiye’nin Filistin’in sorununu anlama ve tanıması için geç bir tarih değil mi?
Ama öyle bir şey yoktu. Yalnız bir şey anlamak ve tanımakla kitleleri vahil olması arasında zaman uzuyor. Ayşar’ım yani ben de Filistin sorununu Amerika’daki eğitimim sırasında öğrendim. Nedeni de Filistinli arkadaşlarımın olmasıydı. Eğer hayattaysa selam olsun değilse. Allah gani gani rahmet eylesin. Hasan diye bir arkadaşım vardı hayretler içerisinde bana Filistin hakkında bir şey bilmediğimize söyledi. Ama 60’lı yılların sonu 70’lerin başından bahsediyorum ve orada anlatmaya başladı. Şimdi şöyle bir döneme denk geldik biz Türkiye olarak bütün dünya olarak Filistinli diye bir şey yoktur. Filistinli halk yoktur. Zamanı vardır bu işin. Birinci etabı şeydi.
Bu bomboştur Filistin’de insan yoktur bu birinci aşamasıdır bu işin ve Filistinliler ya 10-15 yıllık bir süre çok intensif çok yoğun bir biçimde var olduklarını anlatmaya çalışarak geçirdiler ve bu öyle bir şeydi ki mesela Filistin köyü bir gece de yok ediliyordu. Üstü sürülüyordu. Hani bugün şimdi görüyoruz işte 24 saat içinde ben ne hastane yapıyorlar falan
gibi benzer bir hızla sürülüyordu ve burada kimse yoktu deniyordu. Ve yıllarca yıllarca yıllarca işte topraksız bir insan sız bir şey için ülke için insan toprak falan gibi laflar geçti. İnsansız değildi tabi ki Filistin ve o kadar uzun o kadar sıkı şey antipropaganda mağruz kaldılar ki onunla birlikte biz de gittik ve bunu yani anlayamadık. Sonunda ispat ettiler ki Filistinli diye birileri var. Bu Filistinlilerin birinci büyük başarısıdır. Kendilerinin var olduğunu ispat etmek yok hükümündelerdi. Yok hükümündelerdi böyle birisi yok boş yer biz geldik işte zaten Tevrat’te
biz hep burasını vahşetmişlerdi işte altın şey nedir süt irmaklarından süt akan ballar gel falan gibisinden kenan menan ve boş olduğuna inanma zaten Hristiyan dünyası teşne idi. Gayet akıllıca bir PR faaliyetiyle bunu götürdüler. Orada Hristiyanlar da var ve Asya Hristiyanlık tarihi açısından da kutsal bir bölge yani orada yaşayan Hristiyanlar da vardı. Halbuki canım kim aldırır yani kim aldırır orada yaşayan Hristiyan zaten çok tenekkar ediyorsunuz şey diye işte arami yok nasıl nasıl alıp bilmem ne filan de yani şey değil. Bakın Hristiyanlığında şöyle anlatayım size. Örgütlü olmayan Hristiyanlık Hristiyanlık sayılmaz. Dünya bakışı evet örgütlü olacaksınız yani bu ne demek ya bir Papa olacak, hiyaraşi olacak, efendim ya bir şey olacak. Örgütlü olmayan olmaz. Kim taraslısını bizim açımızda olur çünkü biz dine öyle bakmayız.
Dine çok farklı baktığımız için yani ama o tarafta o iş öyle değil. O bakımda istediğiniz kadar Hristiyan olsun. Başı bozuksa Hristiyan tırtırmak için de şeyse örgütlüsüse saate sayılmaz. Şimdi demek ki yani birinci aşaması birinci büyük zaferi Filistinlilerin kendilerinin burada olduğunu kanıtlamakta ve bu çok çok önemliydi çünkü hiç yardım görmediler kimsede. Yardım görmediler ve o arapların içinde bir ada gibi tek kaldı Filistinliler işin başından itibaren bu böyledir ve farklı tiplerdi. Neleri farklıydı? Belki de kendilerine Arap diyen etnik grubun. Belki en yiğitleri. En bağımsız cesurlarıydı belki en cesurları.
En özgürleri ve en iyi eğitimlileri kesin. Kesin olarak bu böyleydi ve şunu söyleyeyim. Ben bunu iftarla söyleyeyim Filistinlinin bu vasfını anlayan tek bir Müslüman ülke var diyeyse o da Türkiye’dir. Bir tek biz hissettik. Orada başka bir şey oldu. Başka bir şey olduğunu hissettik. Nitekim bizim bizim Türk soluna büyük şeyler borçluyuz. Türk solu gitti orada savaştı. Zaman zaman yanlış sonradan işte pek işe yarar olmadığı anlaşılan gruplarla birlikte olundu şu olundu bu olundu falan. İşte Piyalo sonra Filistinlinin kurtuluşu oldu. Şimdi orada şeyde girdiği zaman tek detaya haksızlık etmiş olursunuz. Çünkü nihayet bilinmeyen bir meselenin üzerine gidiyorlardı.
Orada şehit verdik efendim ve eli kalem tutan çok insan Filistin sorununu duyurmaya başladı. Benim kendi sürüvenimde sola yaktın olmadığım için o bağlandı. Bu taraftan ben girdim. Yani eğer saydı ve ekibinden girdim ve şeydeki tecrübem yani Amerikan kamuoyundaki
tecrübem beni itti ve oradaki çocukların halini gördüm. Filistinli çocukların o çabayı gördüm ve onun üzerine ne oluyor burada diye bir kalkınmam vardır. Mısır’a falan gittiğimde de Filistinlilerle çok buluştum. Çok oturdum. Televiva gittim. Oralarda döndüm. Lübnan vesaire şey anlamaya çalışarak bu ruhu anlamaya çalışarak ve tabii gördüğüm beni kahretti.
En çok da şu bağlamda kahretti. Bu Arap denizinin ortasında bu insanlar nasıl bu kadar yalnız bırakılabilir ve Türkiye’ye geldiğimde benzeri bir şey gördüm. O kadar işin farkında değillerdi ki ben bizimkilerin ağzından daha müte deyin olsalardı. Ve Yasir Arafat layık olmasaydı, Allah onlara bu cezayı vermezdi diyeni bilirim.
Şuursuz demeliydi aklımı kaçırıyordu. Nasıl ağrıma gittiğini ben size anlatamam. Nasıl ağrıma gittiğini yani hanım hanım senin haberin var mı? Filistin’de bir kadın 6 çocuk doğurur. İkisi şehit olsun diye de İsrail kaçsın da ikisi kardeşlerini beslesin ikisi de okusun diye de tekerlemesi vardır. Ve o şeyin al içinde başınızdan varil bombası yağarken çocuk peydahlamak ne demektir bilmek gerek. Ama buna hiç niyetiniz yok. Siz istediğiniz gibi atar tutar savurursunuz. Bu zaten böyle bir niyet meselesi ama bir Müslüman’dan kendine Müslüman diyen bir kadından veya erkekten böyle bir şey geldiği zaman tabi insanın kanı doyunuyor.
Tabi ne dersiniz yani benim de diyelim bu çevrelerle birlikte olduğum dönemin içinde biz bu Filistin’in sorunun noktasında sizin bu çevreniz bizim için bir kült kitaptı açıkçası. Yani böyle okumayana bunu adla dövüyorduk. Yani bu okumayan onun arkasında kudüs ey kudüs mutlaka herkesin hani bu ev ödevimizdi yani mutlaka hani kudüs ey kudüs de bir ne olup ne bittiğini okursunuz.
Yani başka şeyler de elbette devamda ama Filistin’in sorunu işin muhteviyatını anlamak fikrini anlama noktasında bizim için el kitabıydı. Ama tabi ve bu konuda da birçok yardım kampanyaları İslami kesimin içinde falan çok duyarlık duyduğu bir mesele haline geldi zaman içinde. Bu tepem Türklerdir yani bu iftiharla söyleyebilirim bunu. Biz herkesten önce aydık. Ne oluyor ya? Hocam siyaset bilimi açısından burada bir parantinat. Siyaset bilimi açısından Filistin meselesinin farkına varılması diyelim. Nasıl bir süreçle ortaya çıktı? Biraz sizden de dinlemek isterim. Yani bir kere burada en büyük yatırımı Alev Hanım da söyledi. Sol yaptı yani o dönem solu. Yetmişlerin solu. Allah razı olsun Cengiz Çandar nereden bütün o ekipten. Cengiz Çandar oraya da giden. Gayet heyecanlı bütün o ekipten bir süre isim vardır. Şimdi aklıma gelmiyor sayın. Tabii tabii ölenler var. Yani benim de mesela annemin çok yakın bir arkadaşının oğlu orada öldü ve kadıncağız ömrünün sonuna kadar onu bekledi haberi vermediler. Olmadı. Tabii tabii şehitlerimiz var bizim. Tabii. Yani şimdi bu biraz şey gibidir İspanya İst Savaşı ruhu. Doğru. Yani böyle bir evrensel meseleler, küresel dünyasal meseleler, işçi sınıfının ezilen
ulusların meseleleri vesaire gibi şeyler. Böyle bir kamuoyu vardı. Tabii bu kamuoyunu bastırmak için elden gelen yapıldı. Doğru. Yaptılar yani Alev Hanım’ın söylediği gibi Filistinli’yi gömmek istediler. Yok. Yok. Bugün de yapılan o hani antriparantezi onu da söyleyeyim. Bu asrın planını ben okudum.
Bir şey söyleyeceğim 180 sayfa, 182 sayfa Filistinlilerin yeryüzünde seyahat etmesini istemiyorlar. Tüneller yapacaklarmış. Tünellerin altından geçiş yapacakmış Filistinliler. Bu da gömmek. Hala gömmeci bir kafa var. Bir çok küçük bir not olarak söyleyeyim. Zaten Hebron’da kısmen bunu yani El Halil’de aslında El Halil’de bunu kısma onlar Hebron diyoruz El Halil diyoruz uyguluyorlar.
Öyle caddeler var ki oraya Filistinliler giremez. Öyle caddeler var ki Filistinliler tek yöngidebilir. Yani araba gibi. O caddenin şeyi tek yöngü bir daha tekrar o yoldan geri dönmek dönmesi mümkün değil. Yani bunu bu şekilde trafikle kontrol ettiklerini şimdi tünellerle yerin altına gömüyor. Ondan sonra ama senede iki tane üç tane Yahudi ghettolarını anlatan filmler yapmayı da utanmadan bunu söyleyemez. Hiç değil. Utanmadan bunu da devam et.
Yani biz ghettolaştırıldık kapatıldık işte var. Show ghetto’su üzerine filmler vesaire ghetto direnişlerini anlatırlar vesaire yaptığınız şey zaten bu değil mi? Sen hiç izlemiyorsak bir 10 film izliyoruz. İzletirler. Tabii canım. Elinde hitçiş olması düğününü izlersiniz. Tabi. Kavasını birisi kipasını takar orada düğün yapar. Yani demek ki kendine reva görülen bir şeyi başkalarına reva görmekte hiçbir beis hatta katmerli bir şekilde diğer yer görmüyorlar. Dediğim gibi yani bunun yatırımını yapan soldu. Bunu görmek lazım. Tuhaf bir biçimde yani mesela İslami sağ diyebileceğim soğuk savaşın siyasi
çevreleri ise tam tersine soğuk bakıyorlardı bu işin. Evet. Hatta pro İsrail metinlere imza atıyorlardı. Yani böyle bir şey var. Tabi. Fakat şimdi devran tersine döndü. Bugün mevcut yeni solun umurunda değil Filistin. Yani dünyada olup biten hiçbir şey umurlarında değil. Yeni sol pedofilinin falan peşinde. Onların peşinde yani.
Evet yani böyle bir takım kültür meselelerinin içinde görüyor kendini. Aslında yani kültür meselelerini çok içinde de görmüyor. Bazı kültür meselelerini acıman esnesi haline getiriyor. O acıman esnesiyle oynuyor. Öbürünü de çünkü yürek koyuyordu adam hayatını koyuyordu. Şimdi bir militant Filistin kamplarına gidiyor. Orada yaşıyor. Japonya’dan geliyor gidiyor.
Ben Almanya’dan geliyor gidiyor yani o şimdi bugün hani işte bu daişin filan dünyadan militant devşirme şeyi bunun çok dejenere bir versiyonudur. Tabi. Öteki bir takım insanlık davalarına referans da bulunarak geliyor doğru. Şimdi bakın Ayşe Hanım’cığım hocam herhalde katılacaktır bana öyle bir dönem geçirdik ki Türkiye.
Tüllerim ürperi ürperi andı yani solla sısağın denilen şey tırnak içinde her ikisi de olmak gayet iyi. Bir türlü bir araya gelememiz. Yani bir Filistin sorunun üzerinde bile bir araya gelmiyor. Anlaşamadılar ya konuşamadılar ve bütün bunun sebebi şimdi bir de bir yere duralım. Seçilmişler şak şak şak bravo atanmışlar kütüğü kaka falan ama seçilmiş adamlarımız Ecevitler demirerler şunlar bunlar. Bu birlikteliği sağlamamak için ellerinden gelmeye şey yaptılar. Şunu unutmayın bu memlekette 6 ay Cumhurbaşkanı seçinemedi öyle mi canım ve kimin yüzünden biri sağ biri sol iki liderin yüzünden ne zaman ki bizim hepimizin halk olarak dört baktı ya ordu da gelse bari de şunları durdursa dedi. Çünkü 25 kişi ölüyordu sokaklarda ordu geldi. Şimdi bunu söylemek bu ekrandan herhalde bir entelektör olarak benim hakkımdır. Türk aydınlığı olarak bu işin geldiği noktada. Apolyte sökülen bir tek şey. Söyleyip gene nevran oldu. Eğer apolet sökecek değilsek sıraya dizmemiz gerek. Sıraya dizmemiz gerek. Baştan aşağı bir iki tekmine alır. Bu böyle değil ya bakın nerelere kadar gidiyor işin. Bu gün neyi konuşuyoruz? Bakın bu dağda gider. Şimdi bunu niye söylüyorum? Amacım uyuz kaşımak değildir asla. Ama ama bu kutuplaşma kutuplaşma diye böyle ağzını burnunu egege gezenlere bir hatırlatma. Hatırlatmakta fayda var. Bu bir hatırlatmadır. Çünkü bir de yalan söylüyorlar. Çünkü yeni nesiller bilmiyordur. İşte bu liderler birbirlerine nazik konuşuyorlardı. İspiriler, gülüyorlardı. Yalan, yalan bol. Hangi bıçaklıydılar? Ve bugüne rahmet okuturlar yani. Tabii, tabii, tabii. Yani bütün bunlar söz konusu. Siz meseleleri ortaya çıkartamıyorsunuz, konuşamıyorsunuz. Kendiniz de boğuluyorsunuz. Dışarıda inanılmaz şeyler gidiyor. Bu kutuplaşma kutuplaşma falan değil bunlar. Yani adamın açık, söz çıkıştık. Allah Allah, 82 sayfaya yayınladı. Yersen kardeşim. Ama gündeme dahi getirtmediğin zaman bu kimin suçu? Evet şimdi ve o dönem ne… Vesayet dediğiniz şey? Vesayet. Vesayet dediğim şey bir şey herkesten daha iyi bildiğini zannedecek kadar dangalak olup dayatmaya kalkmaktır. Kalkmaktır, evet. Gayet açık. Dünyanın bunca tecrübesinden rağmen bunu yapmaya kalkmaktır. Planlamaya çalışmaktır. Her bir şey. GOS plan malum. GOS plan, büyük plan. Dostların büyük planı. Toplu iğneye, bir kadın günde kaç tane toplu iğneye ihtiyaç duyuyor diye başlattığınız, hiçbir zaman sonuç alamadığınız planlar, büyük planlar. Bu tür inanılmaz kendini beğenmişlikler ve mukalalıklar. Şöyle bir varsayımız vardır ya Türkiye’nin en büyük eksikliği bu plan eksikliğidir. İşte Amerika dünya 10 yılını planlar, 20 yılını planlar, 30 yılını planlar. Biz hiç planlayamayız. Planla aynı şeyi anlamıyoruz da ondan Ayşe Hanım. Yani plan plan, plan tedarik başka bir şeydir. Yani kış, şey şurada bir ay varsa atıyorum önünüzde tabii odunu koymak plandır. Odunu Ağustos’tan kesip kuruyken daha bu planlamadır. Tedarik başka şeydir. Bu anlamda plan kurmaca başka şeydir. Tedarikten bahsediyoruz. Türkiye, plansız değil Türkiye’yi hiçbir zaman anında ayağını bastığı yeri bilemedi. Benim problemin burada olduğu kandısındayım. Kesitte yanlışız. Kesitte okumuyorsunuz ki. Şimdi her tarafınız plan olsa ne olacak? Bir kere bastığınız yer. Bu ve Türkiye esas varsa bir sorun. Bence hocam katılmıyorsanız ne olur konuşalım. Kırdım değerleri konusunda kırmızı çizgisi yok. Öyle söyleyelim. Koymaya çalışıyoruz ama galiba. Efendim nereye koymaya çalışıyorsunuz? Bırakın ben devlet kırmızı çizgisinden bahsetmiyorum. İnin aşağı şahısları olarak kırmızı çizgi. Nerede kırmızı çizgi? Bakınız mesela çok doğru ben bunu çok da önemsiyorum gerçekten. Bir değerler tartışması yapıyoruz ama çok plastik bir tartışma bu. Bunun böyle nüfuz edici derinlikleri üzerinden yapılan bir değer tartışması değil bu. Mesela Türk’ün vakarı diye bir şey vardı. Vardı güya. Kavramını kimse konuşmuyor. Halbuki mesela değerlerden bence çok önemli olan bir tanesi buydu. Yani bir duruş belirtiyor çünkü. Duruşumuzu önce konuşabilecek miyiz? Yani nasıl duracağız? Vakarlı duruş diye bir şey vardı. Kimse bunu tartışmıyor. Veya sadelikten doğan, özenli yaşarken aynı zamanda sade yaşamayı Erdem bilen bir tarafımız vardı.
Göstermeyi ayıp sayan bir tarafımız vardı. Bunların hiçbiri şimdi yok. Bunlar konuşulmuyor ki. Halden anlayan da bir tarafımız vardı. Şimdi mesela televizyonda iki program izliyorum bu günlerde. Bir tanesi evde yemek yiyorlar bir tanesi de bir moda bilmem neyse. Sosyolojik vakadır. Rica edeyim vakit ayırın. Oturun seyredin. Eğer bu bir komplo değilse, bilerek yapılmıyorsa ve bu ise eğer…
Yani kasmaz falan değilse, oyuncu filan değilse. Eğer bu ise işin şeyse aslı geçmiş olsun. Yani bu kadar lomten… Tabii ki. Lomten, acımasız… Tabii. Hakkaniyetsiz, kendini beğenmiş ve bundan dolayı alkışlanan iki program. Şimdi bunu söylemek çok kötü ama sanki yasaklanması gerekir gibi. Nedeni o da şeyden dolayı. Örnek teşkil etmez. Örnek değil. Örnek sanki. Şimdi eğer örnek teşkil etmiyoruz. Bir de ona da durun. Peki. O zaman kardeşim ne biçim Müslümanız ki biz niye şarabı evde içtim zaman daha az günah yazar?
Çünkü ibret vasfi kalkar ortadan veya azalır diyelim. Aynı şey yapılıyor olması lazım. Benzeri şeyleri konuşuyoruz. Yani değerler… Yavaş yavaş heba olur. Yavaş yavaş olan değil. Yemiş ya toptan bitmiş. Bunu geri almanın bir yolu bulmak zorundayız. Olan yine de tabii toplumun kesitleri için de illaki farklı kesimtler de vardır.
O değerleri koruyanlar da muhafaza edenler de yaşatanlar da vardır. O yaşatanlar televizyonlara konu da olmuyordur tabii. Muhtava kaybıyla beraber düşünmemiz lazım. Bazı şeyler muhtava kaybıyla yürüyor. Yani yine konuşuluyor belki ama muhtavasından artık çok emin değiliz onların. Evet. Ve bazı şeyler bunun içerisinde yok olurken farkında da var mı? Vermiyorsunuz.
Mesela bahsettiği Alev Hanım’ın o programlar ben televizyonu kaldırıldığı hayatımda bir zaman oldu ama… Keşke yapmayacaksın. Çünkü hakikaten sosyoloji gözlem için şarttır televizyon. Artık internet üzerinden bütün şeylere ulaşabiliyoruz. Bir iki bakmakta fayda var. Yani şimdi meydan okuma kültürünün bile bir adabı vardır. Tabii ki.
Mesela Türk filmlerindeki esas olanların bir meydan okuyuşu vardır. Hatta Kabadaylı kültürünün bile bir raconu vardır. Meydan okuma raconu vardır falan. Şimdi meydan okuma zaten kendiliğinden her zaman her şekilde olabilen bir şey. Dolayısıyla kırıyor döküyor ve üslubu yok. Dayandığı bir şey yok. Meydan okumanın kendisi ayrıca tabii ki hoş bir şey olarak görülmezdi kültürde. Şimdi biz böyle kendini ispatlama duygusunu meydan okumayla özdeşleştiren bir noktaya getirdik her şeyi. Ve herkes kendisini biraz Tanrı’dan rol çalarak, bahretmenin derdine düştü. Küçük Tanrılarla dolu. Küçük Tanrılarla yani. Şey, bu utanılma duygusu, ağır duygusu. Tabii. Olmuyor yani bir anda efendim işte çocuk evlilikleri yasaklıyorsunuz peki. Sonra bilmiyorum. Sonra onlardaki yaşında çocuk yanında almış oğullarını sevgilim diye bir getiriyor babasına. Kelime de sevgilim. Tabii, tabii. Dikkat edin. Aşkım. Şimdi bu aşkım lafına bakın. My love. Tercüme tabii onların. Şimdi tercüme tabii de tabii ne demek Ayşe Hanım.
Yani tercüme o kadar dilimize yerleşiyor ki bizim kendi değerlerimiz aynı. Tabii dublajdan yeni bir dünya kuruldu yani tercümeden yeni bir hayat kuruldu. Sıkıntı orada yani şimdi tercüme tabii siz dediğiniz zaman sanki ibriyediyormuşsunuz gibi. Yok, yok. Böyle bir şey yok. Aklını başına toplayacak. Yani Türkiye’de, Türkçe’de mesela sevdalı olmak başka bir şeydir. Aşık olmak başka bir şeydir. Tabii ki. Aşk başka bir şeydir. Şehvet başka bir şeydir.
Sevgi başka bir şeydir. Siz kalkıp küçücük olan çocuğuna aşkım demezsiniz. Tabii. Dediğiniz anda bir tarafınız eee ne oluyor? Törpüleniyor. Erozyonu uğruyor. Erozyonu uğruyorsunuz. Ve bunun devam ettiğini düşünün. Ve ondan sonra. Üçe şay beş yukarı. Kadim değerleri reayet eden birisini yerin dibine sokup çıkartıyorsunuz.
Şey diye işte malum işte tutucuydu. Yok, dinazor. Dina zor sıkıcı. Tabii muhafazak. Şimdi bütün bütün bunların hepsini geçin geçin geçin geçin ama hocamın orada söylediği bir şey var. Duruş. Ha şimdi bakın Türkiye kendini tanıtacak. Turizmde de falan filan. Peki. Türkiye’nin duruşu nasıl bir duruşu? E bu turizme ve turizmenin üstüne nasıl yansıyacak?
Bütün bunların iç iç olduğunu anlamamız lazım. Siz en son dediniz ki tam tersi ne oldu ilerleyen zamanlarda sol bu mesele hiç sahip çıkmadı. İslam bir kesim diyelim. Sola çıkacak hali mi kaldı? Yani Rusya’ya zaten attınız. Yani bir de o var. Rusya Rusya bunu nasıl sokacağım? Şey diye Suriye buraya diye dört bakar hale gelmiş vaziyette. Yani bu nasıl ne yapacaktı? Yani bu durumda böyle bir hale geldi. Şimdi biraz o dönem sizinle da bir şey. Bu durumda bir şey. Bu durumda bir şey. Bu durumda bir şey. Bu durumda bir şey. Bu durumda bir şey. Bu durumda bir şey. Bu durumda bir şey. Bu durumda bir şey.
BunuDR’a arama noyischer paljonora sorduğu民manlığı workmenler mu adbody Darir lav PD whole едini copiesirde
çevirerek gitmen ilk kişisiniz ve Amerikalı arkadaşlarım vasıtasıyla haberdar oldum diyorsunuz. Iıı ne anlatıyor aslında Edvard Said biraz içinden içerinden de bahsediyor. Edvard Said tabii şimdi Edvard Said bir kere kendi Filistinli malum. Fakat Hıristiyan Filistinli bir de ha bir de ha yani bestekar işte ııı kıyaslamalı edebiyatçı
vesaire vesaire bir daha hepimizin bir de hemen onu söyleyeyim Cemil Meriç bu kitabı biz yazmalıydık demiştir. Ha. Bu çok önemli ve haklıdır. Neden? Bakın Edvard Said ne yaptı? Haberler şeyde de öyle hem Haberler Nahnı de İslam’da hem daha önce Kültüren Pelalizm’in kitabında. Şimdi böyle durursunuz siz ben hocam. Batı’dan hep yediğiniz ufak
tefek kazıklar ve anlaşılamamak duygusu vardır. Ömrünüz içinde gördüğünüz. Iıı. Yani mesela paylaşamadığınız bir melodide bunun bir parçasıdır. Bir şarkı. Hı. Paylaşamadığınız bir esferi. Bir kazık yediğiniz bir anlaşma. Bir bilmem. Iıı. Bir minik minik bir sürü bir şey vardı ve sizi tutar. Edvard Said ne yaptı? O minik minik
minik şeyleri dökümünü yaptı. Önce kültür de yaptı orientalizm ve devamını burada getirdi. Şimdi niye iyi görüyorsunuz? Aslında oryantalizmin devamı gibi bakabilir miyiz Filistinliler? Bakarsınız tabii kesinlikle. Tabii. Yine yine Almanya’da bir yerde. Eski ııı Avrupa
parlamentosu başkanlarından ııı sosyal demokrat ııı Alman bir adam gelir şimdi ismi aklıma. Tamam. Gerçekçe bir adam. Iıı gidiyor geliyor işte Kürt Kürtistan bilenli kitapları okuyor. Neyse o bir şey değil. Işte yemeğe davet ettiler bir yere gittik. Geldik yani. Yani dedi yani siz çok uzattınız bu işi dedi. Ne iş planlıyışı bekliyorum. Şimdi ben de böyle ııı gardımı aldım ya gene Kürt Kürtistan’ı bırakın serbest falan diyecekti. Hayır hayır. Iıı Ermeni meselesi dedi yani. Işte kabul edin dedi yani işte kestiniz bunları dedi. Şimdi sofrada ben varım. Yani ben de azboza eğitimli biri değilim ama bu akademik şey istiyorsanız sescili eğitim başka Türkler var. Ve yani difomalı pişti oynayabilecek insanlarız. Allah Allah. Bir tank tiyamasının ortasını şimdi ilk tepkim benim şahsen gene aynı şey bu ne cüret diye. Bu ne cüret? Ben sana Hitlere yazık ettin diyor muyum? Hitlere kışamarı olanı yaptım. Aslında derdiniz başkaydı diyor muyum? Evet. Ben sana karışamıyorum. Ve böyle bir şey böyle bir akşam sen nasıl ortaya gel, cüret. Yani şimdi bütün bu
başınıza gelenleri topladığınız zaman bir şey görmeye başlıyorsunuz. Sizi eee sizi bir kere eee yerleştirdikleri konum kendi kafalarında şey konum efendim ve o konuma göre hareket ediyor bu insanlar. Peki o konumu oraya yerleştirirken ki eee eee hangi sahiplerle yerleştiriyor? Işte sahiplerin ortaya çıkarttığınız zaman bunu şimdi benim nasihatnameye de
kısman yaptığım gibi görüyorsunuz. Pat dönüyorsunuz bir şarkıda. Christe Bergen şarkısında efendim. Christe Bergen şarkısında Kudüs’te Kudüs. Eee sonra ne diyor dönüyor? Efendi. Uşkur düşkünü Selahattin Eyyubi diyor. Uşkur düşkünü. Evet. Selahattin Eyyubi. Yahu bu bir pop star güya. Pop star bu herif. Ve bu pop star efendi burada Maçka Parkı’na geliyor. Sizin sizin gençleriniz koştur koştur. Gidiyor. Gidiyor. Ve ve ve uşkur düşkünü bilmem ne ve de Aslan Kudüs’te o Kudüs Kudüs şarkı söylüyor. Ve hep beraber eee filan. Atlıyorsunuz. Eee şimdi iki türlü mesele bir Christe Berge o Kudüs’ü unutulmayan işte onun peşine düşmek lazım. Bir ihtimalle bir başka
şarkıcı daha var ona. Evet. Kudüs Kudüs dedirten. Birileri daha var. Açın bakın ansiklopedileri. Vikipeyce kapı anda millet yerlere yapıştı filan niye yapıştılar o kadar onu da anlamış değilim. Çünkü şey değil. Ha insanın özgürlük duygusunu zedeliyor bu doğru. Ama şey büyük bir kaybınız hakikaten yok. Çünkü bugün oryantalizm Vikipeyde’den tutun bütün internette. Hakim. Hakimdir. Ha meğer ki eee çok şanslı olasınız işte eee hak emri dergilerden belki bir tane makale bulursanız öyle mi hocam? Ama onun dışında bu devam ediyor. Said’in büyüklüğü buradaydı. Said bunları ilk defa insandan önüne koydu. Cemil Meriç bunu biz biliyorduk yaptı. Tabii biliyorduk. Çünkü eee Edvard Said Aziz’e
tanımıyordu. Pierlotti’yi. E Pierlotti burnumuzun dibinde ve Aziz’in bir erkek olduğunu biliyor muydunuz? Bilmiyordunuz bir erkektir. Şimdi bu nasıl bir kapakarışıklılığıdır yani? Eee niye adamın oralarda şeysi var? Eee kahvesi var, bilmem nesi var, ne oluyor ya? Ama pozisyon kaybederseniz ki oraya geliyorum. Evet. Pozisyonu kaybettiğiniz anda bütün bu saçmalıklar yürür. Duruşunuzu kaybettiğiniz anda. Yani bu oryantalizm açık hale geldiği zaman eee ki işte Edvard Said’in oryantalizminde bunlar çok eee net ortaya konuyor. Zaten anlıyorsunuz. Sizi aşağılıyor. Tabii ki. Fakat örtük oryantalizmlerinden başka bir dünya daha var. Şimdi Pierlotti dedi. Şey yapmadan söylüyorum. Yani bu sömürge ülkelerdeki eee muameleyle sömürge olmayan ülkelerdeki şey farklı ama aslında aynı şey. Hayır o o açıdan söylemiyorum. Mesela şimdi bugün eee diyelim ki Batılı eee entelektüellerin eee önemli bir kısmında bir Hindistan sempatisi var. Yani bu altmışlarda başlayan. Hindistan. Tabii tabii. Atmışlarda işte o hippiler işte. Bir de sonra. Fakat tabii. Yani böyle ya işte bu batı medeniyeti bizim bu batı medeniyeti çok kötü. Çok kötü. Insanlığa kaybettiriyor falan. Vallahi ne varsa bu Hintliler de var. Böyle mesela veya bizim Mevlana’ya mesela böyle bir rumicilik diye bir din çıkarttılar, türettiler filan. Ya sufizm diye bir şeyden bahsediyorlar. Iıı şimdi burada bir övgüyle karşılaşıyoruz. Şimdi mesela bir Hintle ne düşünür bu durumda? Yani kendisini hayvanla aşağı yukarı eşit gören bir zihniyeti eee tecrübe ettikten sonra birden ona böyle güzellik atfeden bir beyaz geliyor karşısına filan. Ama daha önce o beyaz onu beş yüz yıl. Tabii beş yüz yıl onu yani hayvandan aşağı gördü belki. Ben olacak ki Allah’ım memnun zaten memnun diye de düşünebilirsin. Ha. Ya birden şaşırıyor ve o yıkılmış onur duygusunu bu kez suni bir yolla eee ayağa kaldırdığını filan zannediyor. Işte gördünüz mü? Bakın bizi nihayet anladılar. Değerimizi nihayet bildiler. Buna geliyor İstanbul’da düğün yapıyor. Dışarpenin dolarına yapıyor. Dolarına yapıyor. Yani. Yani. Bizde de var aynı şey. Şöyle bir noktaya geliyoruz galiba. Değerleri
konuştuk demin. Iıı değer değer bilmektir fiil karşılığı. Yani bir değer böyle cam mekanın içinde duran bir şey değildir. Değer vererek değer. Biliriz. Değer haline geliyor. Yani bir fiili var bunun. Bir faili var. Benim gördüğüm kadarıyla ııı Türkiye’de biz bu Araplar için de geçerli önemli ölçüde İran’ı dışında bırakıyorum. Değil çünkü. Bir şeyi değerleme kabiliyetimizi kaybettik yani biz. Mesela bir şey ne zaman değerlidir bizim için? Diyelim ki musikimiz. Yani Enderun musikisi değerli midir? Şimdi önce bize dediler ki bu değersiz. Çünkü bu tek sesli bir müzik halbuki gelişmiş Batı müziği polifoniktir. Onu alalım. Şimdi utanmaya
başladık önce müziğimizden. Utandırdık. Utandırdılar bize. Bizi. Sonra dayatmanın bir sonucu çıkmadı. Bir de tuhaf olan dayatmayı yapan bir takım çevrelerden buraya dönük, bizim müziğimize dönük bir teveccüh ortaya çıktı. Evet. Şimdi o zaman şöyle. Parasitesleriniz var. Plan demeye başladılar. Önce değersizleştirdik. Sonra onlar değerlediği için değerli görmeye başladık. Işte bu da orientalismi yani çok katmanlı bir şey. Sizi överek de
aşağılıyorlar. Benim hatırladığım bir olay. Evet yani o övgüler çok aldatıcı. Dikkat etmemiz lazım. Tersiz edilmiş. Afrikaya yapılan övgüler gibi. Gibi yani. Mesela Afrika müziğine, Afrika işte o siyahilerin bedenlerine dönütü şeyler filan. Övgüler. Şu bu. Yani demek istediğim önce bir şeyleri kendi başımıza değerlemeyi öğrenebilirsek orientalizm aşabiliriz. Ama iş. O işimizi
yapmamız lazım. Bu duruş diyorum ben. Tabii Alev abla daha güzel bir ifade kullanıyor. Niş diyor. Niş kendimize ait. Ha. Yani bir şey değerlerini başka otoritelerin eylemlerinden değerlemelerinden değil de kendi değerlemelerimizi konusu haline getirebilirsek. Ama işte belki orada uyaranlara Gürceyef’in vardır öyle bir şeyi. Uyaranlara ihtiyaç var yani uyarıcı saatlere yani çünkü bir sese alışıyorsunuz. Size başka bir şey söyleniyor. Eğitim sisteminiz onu söylüyor. İzlediğiniz film onu söylüyor. Okuduğunuz kitap onu söylüyor. Tabii onu diyorum yani. Yani şimdi onun özünden çıkıp işte mesela ben bu noktada Edvard Seydin’in orientalizmi ve bu Filistin’in sorunu ve haberlerinin anda İslam müştemesinin bir uyaran şey oldu. Yani. Hiç ona şüphe yok. Tabii. Hani bir uyarana ihtiyaç var derken bir kitap gibi bir şey farklı bir ses size.
Bu işte Frans Fannon belki Afrika ve işte yeryüzün lanetleriyle bir bir bir uyaranda başka bir şey söylüyor size. Başka bir ses söylüyor. Ama ödeğer tarafta siz o kültürel hegemonyanın yani siyasi hegemonyayı kastetmiyorum. Kültürel hegemonyanın adı altında ikna oluyorsunuz. Yani biz değersiziz. Tabii tabii öyle öyle. Hiçbir şey değerli değil. Fikrine ikna oluyorsunuz. Tabii tabii öyle oluyor. İkna ediliyorsunuz. Öyle oluyor. Yani
batıya dönük eee eleştirileri batının içinden gelen eleştirilerden devşirmekle bir tür oryantalizmi hizmet etmek oluyor. Tabii. Yani sen kendin eleştirilerin kendini yapacaksın yani. O şey gibi yani. Evet. Evet. Fransızca tarihi okumak gibi veya Almanca. Evet yani. Tabii. Ya Osmanlı tarihi Fransızca okunur mu Ayşe Hanım? Niye okunmaz? Çünkü çocuğu bütün eee girdileri çocuğun vesikalarının
hepsini Fransızların daha önceden bulup çevirmiş olması gerekiyor da sen onu okutuyorsun. Ya bu nasıl bir şey? Yani orijinalle çeni kesiyorsunuz. Bağını kesiyorsunuz. Evet. Kelim kelim la yemfa dönüyor tekrar geliyor. Dönüyor tekrar geliyor. Dönüyor tekrar geliyor. Ve mümkün değil kurtulmak. Ve bunu büyük bir şeyle ııı bir marifet yapıyormuşsunuz gibi yapıyorsunuz. Tabii tabii. Üniversitesinde. Asmanlı tarihi İngilizce. Tabii tabii.
Bilmem nesinden. Böyle olacak. Himetli oluyor. Yani bu çok kötü bir şey. Eee bunu şeydi anlatıyor Fransızca noya. Bu her burs bir öğrencinin beyninden Batı’nın kendi fikrini imbik imbik. Tabii ki. Sözmesidir. Tabii. Zaten yani burs vermesine de gerek yok artık. Koştur koştur. Bizde çok insan var onu yapan. Onlar yerine. Bir şeyini bir de biz finanse ediyoruz üstelik. Tabii de o bir de bir de işin tabii vakıflar şunlar bunlar evbirliğiyle finanse edip.
Efendim eee bir virgül koyalım bugün bu konuya. Çok teşekkür ediyorum ikinize de. Bir sonraki programda bu konunun devamını ve tabii tahmin etmediğimiz farklı başlıkları da açacağız. İhmal edilebilir. Nasihatlerde.
Haftaya görüşmek üzere. Hoşça kalın diyorum.
İlk Yorumu Siz Yapın