"Enter"a basıp içeriğe geçin

Mevzular 48 – Yangın, Afgan Mülteciler, Tunus, Kıbrıs Müjdesi, Yem Borusu

Mevzular 48 – Yangın, Afgan Mülteciler, Tunus, Kıbrıs Müjdesi, Yem Borusu

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=Vs16A_-zFjU.

Mevzuların 48. bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Bildiğiniz gibi çok acı günler geçiriyoruz. Zannediyorum biz bu programı çektiğimizde şu anda yani. Yangının 9. günü. Neler oldu, neler bitti? Hepiniz zaten her şeyi alenen gördünüz. Sosyal medyada gördünüz özellikle. Haber merkezleri maalesef ilk 4-5 gün detay haberi olarak geçtiler. Yangını sanki çok büyük bir felaket yaşamıyormuşuz gibi gördüler haberi. Belki de görmek zorunda kaldılar. Onu bilmiyorum ama. İnsanlar da sosyal medyadan takip etti her şeyi. Özellikle bir de 3. gün dahil oldular insanlar. İşte zamanında çam ağaçları dikilmiş de yurt dışından getirilmiş de onun yerine başka bir ağaç olmalıymış da orada. Zeytin ağaçlarını sökmüşler, onun yerine başka ağaçlar dikmişler de insanlar ayıkmasın duruma diye böyle bir sürü tabi bir çok bahane polemik oldu. Bu polemiklerin üzerine ormanlar yandığı esnada zaten tema vakfına istediğiniz kadar fidan bağışlayın, istediğiniz kadar destek verin. Bu işin sonu çok ileride toparlanacak galiba değil mi baba? Öyle görünüyor. Denge bozuldu, hayvanlar öldü. Bütün doğal habitat yandı, kül oldu. 9 gündür yanlarımız gitti, vatandaşlarımız gitti. Evcil ya da yaban hayvanları yok oldu, bize oksijen sağlayan o güzel ormanlarımız yok oldu. Ve bunun olması durumunda biz ne bekledik devletimizden? Anında müdahale, anında gerekenlerin tamamen yapılması, her kafadan bir ses çıkmaması yani bir senfoni gibi ama kakafoni oldu. Herkes başka başka şeyler söyledi ve enteresan dır oğlum bilim insanları. Çıktılar anlattılar. Küresel ısınmayı anlattılar, kozalakların fırlamasını 100 metre ileriye gitmedi. Yani bilim adına ne varsa o değerli bilim insanları anlattı ama hiç bunlar dinlenilmedi. Neye baktık biz?
Muhalefet ve iktidarın bu yangın bahanesiyle birbirlerine yapmış olduğu hakaretlere çıtayı yükselterek yaptıklarını gördük. Ama her televizyon yayınında bir baktık ki hala yanıyor ortalık. Efendim termik santrale gelmeyecekti, ta oraya kadar geldi. Bilmem nereye gelmeyecekti, ta oraya kadar geldi. Sönen yerler tekrar yanmaya başladı. Bir baktık, çok güzel bir şekilde elbette ki orman görevlileri, tomalar, jandarmamız hepsi müthiş bir şekilde çalıştı. Müthiş bir şekilde çalıştı. Hepsine teşekkür ediyorum ama bir sistemsizlik vardı.
Elinde sus şişesiyle yangın södürmeye giden insanlar gördük. Ben şimdi sen açıklamanı yaptıktan sonra esas konuya gireceğim. Bütün bunların sebeplerini tek tek artık bizim mevzular da televizyonlarda çok çok söylendiği için anlatmamızın bir anlamı yok. Ama biz kendi zekamızla mevzular izleyicilerinin hepsine kendi analizimizi anlatmak ve onlara da bir çare sunmak zorundayız. Ben çok acı çekiyorum, çok üzülüyorum. Ve şu anda yetkili değilim, herhangi bir yerde görevli değilim ama ben oradaki vatandaşlarımızdan, canını kaybedenlerin ailelerinden de özür diliyorum. Niye biliyor musun?
Çünkü ben de zamanında devlette görev yaptım ama demek ki daha az çalışmışız. Fazla bir şey yapamamışız ki devletimiz daha düzgün, işlevsel bir hale getirememişiz. Benim de bunda payım var mıdır? Bir emekli albay olarak. Ben vardır diye düşünüyorum ve hepsinden özür diliyorum. Ne güzel bir şey diyorsun baba ama ben payın olduğunu düşünmüyorum çünkü bazen fırtınaya yelken açmakla ilgili birçok söz var. Bunların hepsini şimdi burada tekrar tekrar saymayayım. O yüzden ben öyle olduğunu düşünmüyorum, babam olduğun için söylemiyorum. Bugün senin gibi düşünen emekli birçok asker ya da diğer kurumlarda göre yapmış insanlar da eminim bu hassasiyettiler. Çünkü Twitter’da da sosyal medyada da görüyorum üzüntülerini ama senin üzerinden onlara da söyleyeyim. Bu böyle bir şey değil. Evladım sözünü kesmek gibi olmasına bak. Burada üzülmemek elde değil. Ben sana şunu söyleyeyim. Biraz abartılı gibi gelebilir insanlar ama öyle değil. Yunan’ın İzmir’e çıkması kadar ağır bir hadise bu. Bak tekrar söylüyorum. 102 yıl önce Yunan’ın İzmir’i işgal etmesi kadar ağır bir hadiseyle karşı karşıyayız. İnanılmaz bir hadiseyle karşı karşıyayız. Bütün yapı bozuldu. Yanan yerlerdeki köylü dediğimiz insanların %90’ı da yörük. Yörük Türk milletinin temelidir.
Ve yörüklerin de dokusu bozulmaya başladı. Şimdi sen onlara Toki’den ev yapacaksın. Onları o Toki’nin evine koyacaksın. Büyükbaş hayvanı yanmış, küçükbaş hayvanı yanmış. Onların ücretlerini ödeyeceksin ama o doku bozuluyor. O doku bozulduğu zaman ülteciler ya da sığınmacılar konusu gündeme gelecek ve demografik yapımız değişiyor. Burası özböz. Türk yurdu oğlum Anadolu. Hiçbir ayrım yapmadan hepimiz Türk’üz. Kökenimiz ne olursa olsun etnik kökenimiz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysak hepimiz Türk’üz. Ama orada bizim bir sığınacak yerimiz vardı. Toroslar’daki yörük çadırına giderim diyor Mustafa Kemal. Oraya çıkarım en son mermime kadar onlarla birlikte savaşırım diyor. Ama yörüklerin yapısı bozulmaya başladı. Ona kimse dikkat etmiyor. Ve işaret etmiyor. Anadolu’nun yapısı da bozulmuş. Şehir göçleri falan filan. Bunlar yıllardır zaten. Kesinlikle süredilen şeyler. Bir de üzerine böyle hadiseler, böyle hususlar. İşte efendim size Toki’den ev verelim. Hayvanlarınızın zararını parayla karşılayalım diyerek maalesef geri alınmıyor. Bazı şeyler geri alınamaz. Aynı eğitimle ilgili olan şeyler gibi. Yani birçok insanın çok sinirli olduğunu gördüm ben bu konuda. Artık dediler ki yani bu hükümet yetersiz şöyle böyle demek de haklılardı birçok konuda. Ama onların da maalesef haksız olduğu noktalar var. Onlara da izin versem ben o zaman artık bu ambulansı gireyim mi babacım? Buyurun. Tamam. Asker 7. gündem sonra indi. Jandarma karakolları yangın başladığı anda gönderildi. Öğrendim ben bunu. Asker kendisine emir verilirse girer. Girdikten sonra da teşekkür edilir. Şimdi şöyle bir durum var aslında. Hep şikayet ediyoruz. Çünkü Soma’da 301 madenci vefat ediyor. Televizyon kanallarında maden mühendislerini görüyoruz.
Diyorlar ki efendim şöyle yapılmalıydı böyle yapılmalıyım. Hâlbuki orada yaşam odası denen bir şey var. Yaşam odasının fiyatı diyelim ki 70.000 lira 80.000 lira. Öyle anlatmıştır. Tekrardan hatırlatalım. Şimdi yaşam odasının olmadığı madenlerde insanlar öldü ve hükümet yetkilileri çıkıp dediler ki efendim biz şöyle önlem alıyoruz böyle önlem alıyoruz. Yani çok amelane ve argo bir tabir vardı. Tabii ki elbette Öz babamın yanında da bu tabiri söyleyecek değilim. Siz biliyorsunuz bazı şeylerin davası olmuyor arkadaşlar. Özellikle olduğu zaman da iyice üzüntülerimizi kanıtmış oluyorsunuz. Yani 301 madenci öldükten sonra siz oraya yaşam odası yapsanız ne olur. Depremden evvel kimsenin bir şey konuştuğu yok. Deprem oluyor depremden sonra insanlar ölüyor. Bütün dünya çapında olan depremlerde ölen insan sayısının 5 katı insan ölüyor İzmir’de. Ve bütün dünyada olan depremlerin şiddetinden çok daha düşük bir şiddette deprem olmasına rağmen. Var ise. Biz ne yapıyoruz? Enkaz altından çıkan çocuğun altına müzik veriyoruz. El sallatıyoruz. Slow motion bir şeyler yapıyoruz. Ağlıyoruz, sızlıyoruz. Konuyu kapatıyoruz. Konuyu sürekli kapatıyoruz ama önlemle ilgili hiçbir şey konuşulmuyor. Yani hep olduktan sonra bu memlekette bir şeyler konuşuluyor. Yani bu kadar büyük bir yangın çıkmış tarihinde görülmemiş bir yangınla karşı karşıyayız. Ülke tarihinde görülmemiş bir yangın oluyor memlekette. Bunun zararı bugün böyle anlaşılmayacak. Öyle iki tane altına müzik koyduğunuz video ile böyle bakın daha önce burası ormandı hop bakın şimdi değil hadi ağlayalım falan. Böyle bu böyle yumuşatılacak bir iş değil. Yıllar yıllar sonra belki anca kendine gelecek ki tabii o zamana kadar sağlam kalırsa konular. Şunu da lütfen unutma bazıları da çıkıyorlar diyorlar ki efendim sadece bizde mi oluyor işte Amerika’da da var yangın. Yunanistan’da da var. Evet var. Tamam.
Bu vesaire ısınmadır dinlenmedir onları ben biraz sonra anlatacağım sana. Oralarda da var ama oralardaki müdahale olayına bir bakalım. Oralarda bu yangın gelmeden önce yapılan hazırlıklara bir bakalım. Bizdeki duruma bakalım. Ama şöyle bir durum oluyor. Şimdi biz Cumhuriyet’in vakıflarının içinin boşaltılmasına yıllardır ses çıkartıyoruz. Yıllardır. Türk Hava Kurumu yalnızca bugün görünen bir örneği. Evvelinde yine Cumhuriyet kurumları ile ilgili çok yüksek sesle bağırdık. Bize dediler ki bu demokratikleşmek. Bunu diyen insanların çoğu şu anda hükümet istifa yazıyorlar. Ama biz 2013’de, 2012’de, 2010’da, sen 2002’de, 2001’de, 99’da çıkıp Cumhuriyet vakıflarının içini boşaltıyorlar dediğinde sana bunu dediler. Ben sosyal medyada 2013’de Cumhuriyet vakıflarının içi boşaltılmamalı dediğimde bana da dediler ki bu demokratikleşmek. Yeter artık. Nedir efendim hala Atatürk’ün İsmet İnönü’nün kanunları ile mi yaşayacağız dediler. Zamanında herkes AK Parti’ye tabi ki vuracaktır bu konuda ama gerçek suçlu işimi de anlatacağım ben size. Zamanında köy enstitürleri kapatıldığında da, 93’te Amerika, Irak’a saldırdığında ki mülteciler durumunu da herkes hasır altı etti. Yani böyle dedi ki olabilir, biz insanız, insan haklarından yanıyız. Ve sanki biz değilmişiz gibi bir de bize bağırdılar. Ama finalde geldiğimiz noktada o içi boşaltılan, o eski kafalı olarak gördükleri Cumhuriyet kurumlarının ne kadar değerli olduğunu gördük. Ha şimdi diyeceksiniz ki içini AK Parti boşalttı, hayır. Öncesinde de her güç belli bir bahaneye sığınır. Değil mi? Kimisi dini kullanır, kimisi tehlike, tehdit var ders onu kullanır, kimisi de Atatürk’ü kullanır. Zamanında Atatürk’ü de çok kullandılar. Şimdi bunu kabul ederim. Hala da kullanıyorlar. Elbette kullanıyorlar ama zamanında kullandıklarında bir işe yarıyordu. Vakıfların başına gelen adamlar o vakıfları yediler, sömürdüler, darmadağın ettiler. Yani hiçbiri bizim çocukluğumuzdaki gibi değil şu anda o vakıfları. Sonra başkaları geldi, tek başına herkes lokal lokal bir şeyleri parçalarken bunların tamamını ele aldılar. Onlar içini boşaltmaya başladılar. Doğal olarak bugün Türk Hava Kurumu’nun uçağı yok ya. Çıkıp bakan dedi ki uçak yok, helikopter yok. Açıklama bu. Hatta o videoyu da koyalım şuraya. Şimdi biz ihale sistemiyle alım yapıyoruz. Yani envanterimizde bizim yangın söndürme uçağımız yok. Envanterimizde yangın söndürme helikopterimiz yok. Bugün itibariyle Orman Genel Müdürlüğü’nün teşkilatının hava gücü filosu, kara gücüyle beraber dünyadaki en önemli teşkilatlardan bir tanesidir. Önemli olan önlem almakken biz neden her şeyi sonrasında konuşuyoruz ya da sonrasında bir de insanları alkışlıyorlar. Yani diyorlar ki efendim işte görüyorsunuz herkes her türlü çalışmayı yapıyor. Ya arkadaş akciğer kanserini atlatmakla sigaraya hiç başlamamak arasındaki farkı mı anlatalım burada? Salak salak örnekler mi verir mi insanlara acaba? Atatürk’ün bize anlattığı yolu verdiği fikri 2002’den önce de kimse umursamıyordu. Aynen, aynen. Sadece heykelini koyuyordu. Diyordu ki biz Atatürkçüyüz. Değilsiniz efendim Atatürk’ün sadece taktığı fra ya da elindeki şarabı, rakıyı örnek alıp balolar düzenleyen adamlar Atatürk’ü savundular. Seni aldılar baba. Bak bunu da anlatayım, ufak bir detaydır. Annem yanımda ve kardeşim yanımda sadece. Üçümüzün Beşiktaş adliyesinde sen varsın gözaltındasın. Ne için gözaltındayım? Ergenekom’dan dolayı gözaltındasın. Çünkü darbe yapacakmışsın bize de hiç haber vermedin. Sen bir de yöneticisi misin baba? Yanımıza bir grup kadın geldi. Yaşlı teyzeler geldi. Ellerine Türk bayrakları. Atatürk’lü Türk bayrakları böyle. Biz dedi size destek olmaya geldik çünkü biz İran olmayı cübut dediler. Konu dediğim İran olmak… Ay neyse dedim teyze biraz daha yüksek bağırındı belki bırakırlarsa. Bırakmadılar. 6 sene sonra kavuştuk. Yani halen Atatürkçülüğü bizim İran’a dönüşmememiz başlığına koyanlar var.
Ya da bambaşka başlıklarla hareket edenler var ama bu hareketler bugün bizim üzerimize çöken nefreti doğurdu. Doğru. Önce iğneyi kendinize batıracaksınız. Tabi bu mesele aslında AKP, CHP, MHP ya da diğer partiler değil. Bütün mesele Türk milletinin doğru yönetilip yönetilmemesidir oğlum. Yani buradan da bakmanı tavsiye ederim sana. Mevzuları izleyicisine de onu da anlatacağım. Anlatalım da 18 yaşında çocuk öncesini bilmiyor şu anda mesela. Tarih çok önemli. Ben hep anlatıyorum. Sen de anlatıyorsun. Tarih bilinci olmayanın geleceği görme şansı, ön görme şansı yoktur. Çok açık.
Tarihi de biz burada. İnsanlara mevzular programını da anlatıyoruz ve gerçekten de yorumların hepsini okuyorum. Ben yorumlarda da insanlarımızın bizim verdiğimiz bilgiler üzerine kendilerini de araştırmalar yaparak bir takım sonuçlara ulaştıklarını görüyorum. Yapmıyorlar. Kimse yapmıyor. Sen ne kadar ümitli bir insansın babacım. Çok seviyorum senin bu ümidini ama bende artık ümit yok. Evladım umutsuzluk yoktur. Yoktur tabi ki elbette yoktur. Tamam. Layıklıyı yıkacağız diye bir başlık açılıyor. Bir bakıyorum 30 bin tweet atılmış bununla ilgili. Diyorum ki vay be diyorum 30 bin layıklık düşmanı var ve şu anda da sosyal medyadalar.
Bir açıyorum 30 bin de Atatürkçü biliyor musun? Siz ne zannediyorsunuz? Size yedirir miyiz Atatürk’ü? Mustafa Kemal’iz biz falan filan yazıyorlar lan. Yeniden kurarız yavrum. Ayrıca şunu da söyleyeyim mesela büyük liderimiz uzun adam seninleyiz diye böyle bir tweet açılıyor. Bir bakıyorum 50 bin tweet var altında. Üf diyorum 50 bin kişi var diyorum. Bir açıyorum Mustafa Kemal fotoğrafı paylaştım. Lan siz kimle kimi kıyaslıyorsunuz bir kere ya? Hakikaten deliriyorum yani. Konu artık bilinçsizlikten değil siniri nereye aktaracaklarını bile bilmiyorlar biliyor musun? İnsanlar sinirli. Haklı olarak sinirler. Evet. Ama bir bakıyoruz yangın halasında provokatörler de var artık. Çıkıp böyle işte plaka sorgulayanlar var falanlar var. Yani neler oluyor? Mesela Merveler sevgili Merve Akbulut selamlar ona da. Ailen şu anda Marmaris’te olay yerinde. Sağ olsun belirli markalar bize yardım ettiler. Araç verdiler. Pegasus sağ olsun buradan teşekkür ederiz. Kiralı Kara’da teşekkür ederiz. İlk defa mevzular da firma ismi veriyorum haberiniz olsun. Onlar bunu hak ediyorlar. Hak ediyorlar tabii gece gündüz. Uçaklar dolusu yardım göndeririz. Teşekkür ediyoruz onlara da. Hepsine çok teşekkür ederiz. Ama Merveler gidiyorlar kurtarmaya çalışıyorlar hayvanları. O sırada birisi bak birisi çıkıp telefon açıyor ve diyor ki sizin hayvanlarınızı çalıyorlar. Bütün köye ayağa kalkıyor. Bayağı öldürme niyetiyle Merveler böyle linç’e başlıyorlar. Onlar arabaya atlıyorlar kaçıyorlar arabayı vura çarpa kaçıyorlar falan. Hayvanların yarısı orada kalıyor yarısı arabalarda. Kim bu telefonu açan? Bunlar hayvan çalıyor diyen. Kiralı Kara dedik az evvel uçaklarla yardım gönderiyordu dedik. Twitter adresi hacklendi bizi yardımı başlattığımız gün gece. Twitter adresine birileri oturup hacklediler ya. Ya bu bir niyet var ortada. Bize ikisi üçü değse de anlıyoruz bunun aslında iki üç niyetten ibaret olmadığını. Birileri diyor ki efendim otel yapılacak o yüzden yakılıyor. Dağın başı yanıyor adam diyor ki oraya otel yapacaklar. Yani oraya insan gitmiyor keçi çıkamıyor falan. Oraya diyor ki otel yapacaklar. Kimilerinin gerekçeleri evvelinde yaşadıkları şey yüzünden çok sağlam oluyor kendilerine göre. Ama bir taraftan da şöyle bir şey oluyor. Sence bu kadar orman yanarken arada otel yapmak isteyenler de ateşlememiş midir? Harışır. Onlar eskiden orman yakıyordu gündeme çıkıyorlardı üç gün sonra unutuluyordu oteller yapılıyordu herkes hayatını yaşamaya devam ediyor. Şimdi bu kadar büyük bir yangın varken bu birkaç şişenin de işine yaramamış mıdır? Yani gidip kendisi gerçekten otel için yakanda olmamış mıdır arada? Yüzde yüz. Ya da bazı gruplar gidip kendilerini tatmin etmek için yakmaya devam etmemiş midir? Yüzde yüz. Olay birbirine karışınca doğal olarak sen diyorsun ya herkes farklı açıklama yapıyor. O zaman düşman da burada tek kalmıyor. Yani o kadar konu karışık ki o kadar başıbozuk bir düzen var ki şu anda. Dediğim gibi 301 madenci ölüyor maden kazasından sonra muhabbeti yapılıyor. Ormanlar yanıyor ormanlar yanlıktan sonra şöyle önlem alınmalıydı böyle yaparız. Biz aslında şu kadar uçak alacağız zaten tamam Cumhurbaşkanımızın talimatıyla uçak alacağız diyorlar.
Ya al ne yapacaksın neyi kurutacaksın o uçakla? Gel hadi gezelim hep beraber o uçaklarla. Şimdi yani bundan sonra diyorum ya bazı şeylerin davası olmaz diye. Ondan önce hava bir şey patlaması oluyor. Diyorlar ki ya evet bunu böyle yapmamak lazım. Tabii de o da büyük parçaya. Ondan önce başka bir patlama oluyor başka bir afet oluyor deprem oluyor. Sonra sonrasında şöyle kararlar alıp böyle kararlar alıp. Ya arkadaş önlem alın diyoruz ya. Bu memleketin her yanı ormanlarla kaplığı kaldığı kadar insanlar şu kadarcık bir bölge bile heba olmasın diye protestolar yapılıyor. Kaz dağlarında neler oluyor biliyorsun baba zaten sürekli. Ya kaz dağları için çılgınlar insanlar.
Tez konuları tabii yani. Kaz dağlarında çırpınan insanlar neden çırpındı? Bugün yaşadığımız felaket yavaş yavaş başımıza gelmesin diye çırpındı. Ama bak 9 günde o insanların gözyaşını terini bütün emeğini heba eden bir büyük felaket yaşadık. Maalesef öyle. Peki şuna ne diyorsun baba? Asker sahaya inmedi. Şimdi jandarmalar evet gittiler hemen doğal olarak müdahale ettiler. Ama biliyorsun aslında zaten jandarma komutanıydın. En ufak yangında zaten jandarma görevlendirilir değil mi? Ama bu ufak bir yangın değildi. Ben burada donanmanın su haznesi taşıyabilen helikopterlerini görmek istedim sahada.
Gemileri görmek istedim sahada ama benim ordudan askerden kastım oydu. Sonra dedim ki acaba dedim hala içinde belli grupların olmasından şüpheleniyorlar da o yüzden mi böyle topyekun askeri salmıyorlar bu yangın üzerine diye. Soru sordum bir tane Mehmetçik fotoğrafı gönderdiler böyle çocuk elinde çalılar. Bak asker sahada sen ne biçim konuşuyorsun? Utandın mı biraz falan yazdılar bana. Bu beyinler var şu anda bu ülkede. Bu beyinler oy veriyor falan. He neyse onu da geçtim şey demeyeceğim. Ama ordudan kastım sence bütün bu yangına donanma, hava kuvvetleri bütün ekipmanıyla cihazıyla müdahale etse bu iş daha erken bitmez miydi? Yağmur mu beklemek zorundaydık? Bazı hocalar çıktılar yağmur duvasına. Ya biz bu Kemal Sunal filmlerini boşuna mı izledik ya zamanında? Gülüp geçtik mi ya da başımıza gelenlere? Hadi hiçbir şey okumadın hiçbir şey bilmiyorsun en azından bir Kemal Sunal filmi izlemişsindir. Ya da Şener Şener’in Züğür Tâğasını. Evet Züğür Tâğasını izlemiş. Şehir şöha gidiyor diyor el etmeye. E tamam işte mesela hani bunları da mı izlemedin be adam be kadın be insan diyesi geliyor insanın tabi. Doğal olarak benim ordudan kastım buydu. Bana bir Mehmetçik fotoğrafı atıp oradan ordu sahada utandın mı falan yazmışlar.
O kadar sinirleniyorum ki çoğunluğu maalesef bizim azınlığımızı bastırıyor. Bizim sesimiz daha yüksek çıksa da bunlar yüzünden duyulmuyor. Ben de bunu söylemeye çalışıyorum yani ordudan kastım oydu benim. Bütün askeri teçsatları bir anda topyekun harekete geçmesi lazımdı ama geçemezdi onu da biliyordum. Bunu yazarken ben biliyordum geçemeyeceğini ya da geç kalınacağını. Ya bir kafa düşün baba orduya çok düşman askerini seviyor görüntüde. Ulan o askeri bir komutan yönetmeyecek mi? Sen bütün komutanlara düşman oluyorsun diyorsun ki ama benim Mehmetçiyim. Senin Mehmetçiğini o komutan yönetmezse işte zamanında biliyorsun hatalı emirleri falanları filanları.
Öyle şehit oluyor askerler. Halbuki onların hepsinin başında sağlam bir komutan olması lazım. Bir strateji olması gerekiyor. Yoksa kalabalık her yerde kalabalık. Her neyse sonuç olarak Cumhuriyet’ten bize miras kalan birçok şey. Bunu bir CHP’li diliyle konuşmak istemiyorum çünkü nedense ne zaman Cumhuriyet’ten bahsetsem yalnızca Cumhuriyet Halk Partililerin Cumhuriyet’ten bahsettiğini zanneden bir… Zaten aynı kesim gerçekten aynı kesim. Bak yemin ediyorum o kesmi çok ciddi söylüyorum baba bana bir ay versinler müğrit yaparım kendimi. Öyle de kandırırım o kadar da iddialıyım yani. Her neyse öyle değil Cumhuriyet Halk Partisi’ye alakası yok ama Cumhuriyet kurumlarının ne kadar önemli olduğunu Hava İpişek patlaması olduğu anlamadınız çünkü Hava İpişek patlamasına askerler gitti mesela jandarma gitti. Hayatında hiç bomba görmemiş Hava İpişek görmemiş bu işin uzmanı olmayan askerleri insan gücü diye sosyal testlerde bardak taşıyor diye üzüldüğünüz o askerleri gittiniz oraya. Hava İpişek patlamasına gönderdiniz çocuklar hiçbir şey bilmiyordu. Daha henüz sönmemiş Hava İpişekleri kamyona yüklerken bir patlamada kat şehit verdik. Her yerde askerimizi şehit veriyoruz. Karadeniz’de sel felaketi oluyor. Haydi o jandarma hadi bakalım.
Çocuklar hayatında yağmur görmemiş ormana çıkmamış çocuklar ellerinde kürektlerle orada şehit oluyorlar ama diyorlar ki efendim asker şöyledir asker böldür. Yakında zaten görürler askere ne kadar ihtiyaç olduğunu bu memlekette halen de görüyorlardır eminim ama her neyse. Sonuçta bunu buraya siz getirdiniz. Demokratikleşme dediniz. Bu olmazsa şu olmaz dediniz. Yeni Türkiye dediniz. Yetmez ama evet dediniz. Bu yetmez ama evet diyenlerim tamam şimdi Twitter’da duyar kasıyorlar. Onu bir geçecekler. Bunu buraya siz getirdiniz. Güzel ortalık açmasaydınız böyle güzel gol yemezdik. Kimse de kusura bakmasın. Yine iş işten geçti.
Yine ormanlarımız hiç geri döndürülemeyecek seviyede. Yandı bütün habitat dağıldı kül oldu. Oturalım bundan sonra vatan millet Sakarya herkes konuşmaya devam etsin. Biz kimin ne yaptığı ile ilgilenmiyoruz. Neden uçak olmadığı falan filan detaylarına da girmiyoruz. Televizyonda yeter önce gir diyor. Bizim merak ettiğimiz şey şu. Bu kadar orman varsa o kadar da önlemin olmak zorunda. Dev dev altın varaklı kaplara verilecek paralarla kaç tane uçak alınırdı bunu da herkese biliyor. O yüzden makyaj aktı ne kadar çirkin ne kadar leş yaratıkları olduğumuz bence ortaya çıktı. Çünkü bunu doğa hak etmedi.
Ve o insanlar bizim onlara verdiğimiz yetkilerle şu anda bu önlemi almadılar. Hepimiz suçluyuz yani. O yüzden kimse kendince duyar kasmasın. Sen ne söyleyeceksin babacığım artık suçlu. Oğlum sen çok güzel özetledin. Teşekkür ediyorum. Benim sözlerime, duygularıma tercüman oldun öyle değil. Estağfurullah. Dolaya ben başka türlü bakıyorum. Yani başka türlü de bir bakmak lazım. Çünkü televizyonlarda şu ana kadar biraz önce de söyledim. Teknik personel çıktı. Mühendisler çıktılar. Bilim insanları bu işin olabildiğini nasıl olacağını ne şekilde söndürülebileceğini hepsini anlattılar. Ama onun dışında da ben şimdi mevzular izleyicisine 9 gündür televizyonlarda anlatılan küresel ısınmayı Türkiye’nin Doğu Akdeniz denilen havzada ve küresel ısınmadan en fazla etkilenilecek bölgede olduğunu bildiğimizi bildiğimiz halde neden şunları şunları yapmadığımızı Türk Hava Kurumu gibi 1925’te Atatürk tarafından Türk Tayyare Cemiyeti olarak kurulmuş olan kurumun içinin nasıl boşaltıldığını kaç tane uçağın orada yattığını, uçak var mıydı yok muydu bunları anlatmayacağım.
Ben oradaki canlıların yanmasından sonra oraya birtakım bağışların yapıldığını, yapılacağını ve bu bağışların ne şekilde değerlendirileceğini de anlatmayacağım. Ben oralardaki o yangınların çıkması daha sonra buna müdahale edilmesi ve tamamen söndürülmesiyle ilgili esas sorumlunun Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Orman Müdürlüğü, Genel Müdürlüğü olduğunu söylemeyeceğim. Bunların hepsini anlattılar. Hukuki anlamda da anlattılar. Ben şunu anlatacağım. Hatırlar mısın seninle bir mevzular programında buradaki bütün arkadaşlarımız da bu söyleyeceklerimi mevzular izleyicisiyle birlikte lütfen dikkatle dinlesinler.
Esas problemimizin ne olduğunu anlatacağım. Arapça bir kelime var. Kaht-ı Rical. Kaht kelimesi Arapça’da kuraklık, yokluk anlamına geliyor. Rical kelimesi ise yetişmiş insan, liyakatli insanlar anlamına geliyor. Reclun kelimesinin, yetişmiş insanın çoğu oluyor. Yani şu anda yaşadığım şeyin başlıyor. Haa işte onu anlatacağım. Şimdi Osmanlı İmparatorluğu zamanında bu Kaht-ı Rical konusu çok konuşulurmuş. 3. Mustafa 1774 tarihine kadar padişahlık yapmış ve Cihangir mahlasıyla yani takma adıyla şiirler yazarmış.
Şiirlerinde Ah Kaht-ı Rical dermiş. Yani yetişmiş adam yokluğu Ah diye padişah teryat edermiş. Onun oğlu yenilikçi olan hepimizin bildiği 3. Selim. Benim de çok beğendiğim Osmanlı padişahlarından birisidir. O da ilhami takma adıyla şiirler yazarmış ve bu şiirlerinde koskoca padişah Ah Kaht-ı Rical Ah dermiş. Hepimizin tartıştığı, kimimizin çok büyük bir han dediği, kimimizin yerin dibine batıldığı 2. Abdülhamid Han. Yani 33 yıl padişahlık yapmış olan 2. Abdülhamid kızı yazmış anılarında. Babamla ilgili diye yazıyorum diye kızı yazmış.
Orada 2. Abdülhamid’in en fazla sıkıntı çektiği konu yine bu Kaht-ı Rical’mış. Neden? Çünkü Osmanlı’da öyle bir döneme gelinmiş ki yetişmiş liyakatli adam bulamamışlar. Padişahlar ya da sadrazamlar. Ama cumhuriyet döneminde iş başka. Tam tersi. Bak 1923-1938 arası. Bazıları bunu 1946’ya kadar götürüyor ama ben götürmüyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün rahmetli olmasından hemen sonra Türkiye’de liyakatli ve yetişmiş insanların devlet vazifeleri almalarında kısıtlamalar başladı.
Bak bu çok önemli. Bernard Lewis diye 102 yıl yaşamış İngiliz asılı bir Amerikalı tarihçi var. Bu adam İslam tarihi uzmanı, Ortadağ’ı uzmanı. Türkiye’ye gelmiş Türkçe bile öğrenmiş. 16 tane dil biliyor. 32’den fazla kitabı var. Araştırmak isteyenler baksınlar internete. Bu adamın kitaplarından bir tanesinde şunu yazıyor. Diyor ki Türkiye’de diyor aynı Batı’daki kadar kalite bir, iyi yetişmiş, aslan gibi diyor insanlar var. Ama diyor Türkiye’deki sistem onların göreve gelmelerini engelleyecek şekilde planlanmış diyor.
Türkiye’de siyasi bir görev alabilmek için ya da yönetici durumuna gelebilmek için mutlaka biyat ve itaat gerekir diyor. Adam bunu tespit etmiş yazmış ve bu adam şimdi ya yalan söyleyecek İngiliz ajanı falan yiyebilenler olur. Bu adam Ermeni soykırımı yoktur diyen adam biliyor musun? Bütün Ermeniler bu adama düşman. 1998 yılında Paris Üniversitesi’nde Atatürk özel ödülü bu adama verilmiş. Ve 2018 yılına kadar da yaşamış İslam tarihi konusunda uzman bir profesör. Şimdi gelelim bugünümüze 1938’den sonra senin biraz önce söylediğin gibi bunu sadece AKP yaptı ya da bunu falanca yaptı filanca yaptı diye bir şey yok. Hiç kimse bu konularda şu şöyledir bu böyledir diye ahkam kesmesin. Ben diyorum ki Kaht-ı Rical hadisesi Osmanlılık’ın tam tersine Türkiye Cumhuriyeti’nde şu anda da bundan 50 sene önceden yetişmiş, riyakatlı vatanlı milletini seven ve o makamlara layık insanlar vardı. Ama bunların hiçbirisi o görevlere getirilmedi. Hep uzak tutuldu. Neden? Çünkü biyat ve itaat hadisesi var.
Bugün yaşadığımız sen dedin ya Soma faciası havai fışek depremler dedim, şu dedim, bu dedim. Niçin bunları yapamıyoruz dedim. Böyle bir yangının geleceği aynı depremin geleceği gibi şimdi daha depremi konuşmadık. Depremin geleceğini de biliyoruz değil mi? Bağırıyoruz geliyor deprem geliyor. Peki ne yapıyoruz? Yangının geleceği bence 2 yıl, 3 yıl, 5 yıl öncesinden belliydi. Küresel ısınma, dünya inlenme örgütleri habire yazıcılar çizdiler. Bir ay evvel yandı daha Marmaris. Evet. Geçen sene de yangınlar oldu ve 2020’de bir milletvekili mecliste bir soru sordu. Bakana sordu Tarım ve Orman Bakanı’na. Şu andaki bakana. Nemed Ali Çelebi sordu. Hatta belgelerini de gösterdi. Nemed Ali’ye de buradan selam söylüyorum. Benim Ergenekon’dan ceza bir arkadaşımdır. Kahraman bir teğmendi. Hala da benim gözümde öyledir. Hepimizin gözünde öyle. Evet. Sormuş demiş ki böyle böyle yangınlar oluyor. Ketçizatınız, uçağınız vesaireniz yani bu yangınlara müdahale edilebilecek şekilde yeterli mi demiş. Bakanın vermiş olduğu cevap şu anda meclis arşivlerinde. İsteyenler internetten girip bakabilirler. Hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Her şeyimiz yeterlidir diye cevap vermiş.
Bir sene sonra geldiğimiz durumda sen diyorsun ki bakan şunu söyledi. İki gün sonra onun tam tersini söyledi. Öbürü başkasını söyledi. Bunu söyledi. Evladım, kahde rical. Kesinlikle liyakatli adamların hak ettikleri görevlerde bulunmamalarının sebebidir bu. Sen parti yandaşı diye, sen tarikat üyesi diye, sen Falanca Parti’nin mensubu diye, hiç hak etmediği halde birisini alıp bir yere genel müdür yaparsan, birisini alıp bilmem nerede uzman personel yaparsan, hiç o görevle ilgisi olmayan birilerini alırsan geleceğimiz nokta budur. Evet bugün Yunanistan’da yangınlar oluyor. Bugün Rusya’da, Sibirya’da bile yangınlar oluyor. Bunu bir sürü iktidar yanlısı şeyde anlatıyor. Muhalefetin yaptığı hatalara da geleceğim ama onlar anlatıyorlar. Efendim Rusya’da evet oluyor ama Rusya’da Rusya bu işin önlemini yıllar öncesinden aldı. Ve orada kendi hava kuvvetlerinde ekipler kurdu. Bizim hava kuvvetlerimizde neden bir çekirdek ekip yangınlara müdahale filosu olarak yok? Geçenlerde haberlerde izledim. Tarım ve Orman Bakanı şunu söylüyor. Diyor ki bizim diyor ihalarımız diyor öyle bir izliyorlar ki her şeyi. Bir ormanımızdan bir tanesinde çakmak yansa diyor görürüz diyor. Zaten aslı olan o ihaların görmesi bu ihaları biz dünya çapında yapıyoruz. Onlarla da gurur duyuyoruz. İhalarımız sihalarımız tihalarımız hepsi şahane eyvallah ama bunun kullanımında bunun tatbikatında sıkıntıları var. Sen oradaki yangını ilk başladığı anda görsen ona göre müdahale etsen yangın bu kadar büyük bu kadar canımızı yakmazdı. Bu kesin. Onun için yönetimde çok büyük bir sorun var. Türkiye’de yönetilme konusunda çok büyük bir sorun var. Ve bu sorunda da millet de bundan sorumlu. Ben de sorumluyum sen de sorumlusun. Geçenki videoyu çektiğimizde bazı arkadaşlarımız çok haklı olarak ben sorumlu değilim. Sen biz de sorumu tuttun demişti. Ben Sedat Peker sen yoktun. O videoda Tuğrul’la çekmiştik. Sedat Peker’in açıkladığı olaylar konusunda hepimiz suçluyuz demiştim ben. Kirlenmesi de Türkiye’nin hepimiz suçluyuz. Bazı arkadaşlar ben suçlu değilim. Hayır Z kuşağı ve Y kuşağı hariç hepimiz suçluyuz.
Türkiye’de neden liyakatli bir hükümeti bir devleti iş başına getirmiyoruz? Neden bu şekilde davranmıyoruz? İllaki liyakatli adam mı yok? Var ama onları kim topluyor? Hangi parti topluyor? Herkesin sorduğu soru da o değil mi zaten? Doğru haklısın. Ben kime vereyim diyor. Biliyorsun Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Hiciv ustaları vardı. Ziya Paşa gibi Şair Eşref gibi Neyzen Tevfik gibi. Bu devlet adamı bulamamanın, liyakatli adam bulamamanın sıkıntısını onlar da yaşamışlar. Onlar da şiirlerine bunu dökmüşler. Mesela Ziya Paşa demiş ki devlet çarkını bir har olsa da döndürür. Yani devlet çarkını bir eşek de olsa döndürür. Şair Eşref ona Nazireye parçasına karşıdan bir cevap yazmış. Döndürür evet ama önce mili kırar sonra çarka sıçar harabaya döndürür demiş. Çok özür diliyorum izleyenlerimizden. Onu söylemiş. Yani liyakatli adamları kendi mesleklerine göre uygun olan yerlere mutlaka istihdam edersin. Ettiği zaman devletin adam gibi işlemesi gibi. Sen şimdi böyle suratına bakınca.
Kim peki? Olay, liyakat değil. Olay birbirine güvenmek. Bimlemne tarikatının mensubunu alıp da Bimlemne’nin başına getirirsen. Örnek olarak şey yap. Öyle şey olmaz. Elbette olmaz ama karşılaştırmalı düşünelim mi? Bak Mustafa Kemal Atatürk ölüyor. 1938’de Allah rahmet eylesin ölüyor. Ankara’daki İngiliz büyükelçisi gizli bir mektup yazıyor. Kime yazıyor? Kendi Dışişleri Bakanı’ndan. İngiltere’ye Londra’ya. Daha sonra arşivlerde bu çıkıyor. Diyor ki Mustafa Kemal diyor öldü. Şöyle bir adamdı böyle bir adamdı. Ben de kendisinin sohbetlerinde bulunmuştum.
Türkiye’de şöyle şöyle çok büyük cenaze töreni düzenlendi. Şunu bunu. Kendisi bilgi veriyor tabii. Görevi içi barili. En altına da yazıyor diyor ki efendim ben hayatımda faydalı ile faydasızı bir anda ayırt edebilen başka bir adam görmedim. Böyle bir lider yok diyor. Faydalı adamla faydasız adamı ayırt edebilen bir adam. Şimdi öyle mi? A tarikatındasın, B bimlem cemaatinidesin ya da şuradaki bimlem ne sol partinin bimlem neresindesin. Şu örgüt elemanısın. Gel bakalım bu görevi sen hak ettin. Ya da falancanın dayısın, çocuğusun, damadasın burada göreve geldin. Böyle bir şey yok. Yok ama ama aması şu karşılaştırmalı bakalım diyorum. Şimdi adam diyor ki ben diyor mesela şu vakfın başına görevinde uzman birini getirdim. Aa diyor herif Atatürkçü çıktı ya da başka bir şeyci çıktı. Bizi kötülemeye başladı. Hükümetle eş çalışmamaya başladı. Bize kafa kaldırmaya başladı. Barolar Birliği’nin başına şu geldi. Aa bak bize kafa kaldırıyor. Türk İstihbarat Teşkilatının başına, Milli İstihbarat Teşkilatının başında şu var. Bu şimdi bizi de dinler. Hop sen de çekil bakayım. Görevinde uzman herkes gitti. Sen diyorsun ya bu tarikatın adamı. O tarikatın adamı gelip böyle eteğini öpüyor onun. Diyor ki böyle oh diyor. Seninim diyor. Sana adadım kendimi diyor. Bana mı adadım diyor. Evet sana adadım. Hadi git diyor. Sen diyor şu başına git. Cumhuriyet Türkiye’si bu şekilde olamaz aslında. Babacım zaten de artık. Olamaz. Artık diye bir şey yok. Umutsuzluk da yok. Peki mesela sen diyelim bir parti kurdun. Her yere böyle uzman adamlar getirdin. Şimdi bir baktın Ahmet diye bir adam var. Ve bu adam istihbaratta bir numara. Al miting başına koy. Hakikaten yani öyle bir herif. Ama sana ayar oluyor herif. Sen de huylanıyorsun. Lan diyorsun bu beni dinler mi acaba falan. Başkansın diyelim. Sana diyorum ya başkansın. Sana uyuz olan bir adamı milli istihbarat teşkilatının başına koyar mıydın? Koyarım. Uzmanıysa bu işin koyarım. Elbette dürüstünden şüphe etmiyorum babacım. Kesinlikle koyarım ve benim meslek hayatımda da bu oldu. Ama ben değilim mesela. Sen öyle şeyler yaptın mı? Onu söyle de bari. Yaptım tabii. Tabii ki yaptım. Şu anda mesela benim yönetim şeklinden haz etmeyen ama görevimde çok iyi asubaylarım vardı. Yüzbaşılarım vardı. Teğmenlerim vardı. O görevi hak ettikleri için onları oraya getirdim. Ben de onlardan hoşlanmayabilirdim. Çok önemli değil ama devletin görevi için.
O daha ön plandadır benim hoşlanıp hoşlanmamam ya da onun beni sevip sevmemesi çok önemli değil. Yani diyorsun ki konuyu kişiselleştirmemek lazım. Kesinlikle. Kesinlikle öyledir. Bizim İH’lar hani yangın çıktığı anda görüyormuş ya. Peki İH’lar gördü ama söylemedi belki de belediyelerin işi değil mi o? Çoluklar bakın İH’ dediğim ishadesi nedir biliyor musunuz? İnsansız hava aracı biliyorsunuz hepiniz. İlk İsrail’de icat edildi. Onlar bize sattılar bir yere. Kazık attılar vesaire. Ben o sırada görevdeydim. Çok da işi bize yaradı. İH’yi gönderirsin bir yere. Ne riski yoktur? Orada pilotun ölme riski yoktur. İşte binden beri riski yoktur. Şu yoktur. Çok fazla da görünmez. Ama kameralarla donatılmıştır. O kameralarda bir merkeze nedir? Bağlıdır. Anlık. Ve orada da vardiyeli çalışan assubaylarımız vardır. Subaylarımız vardır. Onlar diyelim ki 8’den 12’ye kadar 4 saatliğine bir ekip bunu izler. Orada gördüğü bir şey anında mesela böyle bir şey mi gördü? Böyle bir şey olduğu zaman zaten o makine daha doğrusu o monitör ikaz verir. Dıt dıt diye ötmeye başlar. Nasıl böyle aranan bir plakayı görünce jandarma ya da polis oradan dıt dıt diye ötüyor. Aynen artık teknoloji bu. Onu gördüğü zaman İH’a orada sinyal sesi çıkar seni. İkaz eder. O ikaz aynı zamanda işte biraz önce sana söylediğim bizde olmayan hava kuvvetleri komutanlığımızdaki söndürme ekibine de gider. O söndürme ekibi de vardiyeli çalıştığı için her an itfaiyecilerimiz gibi hazır nöbette olan personeldir. Anlatabildim mi? Yunanistan bunu yapıyor. Yapıyor ya. Kuncuk Yunanistan bunu yapıyor. Amerika zaten bunu yapıyor. Öbürü de yapıyor bilmem ne. Ha bir de gelelim başka bir konuya. Yüzde 70 yangın olasılığı var diye bir rapor hazırlandı geçenlerde. Değil mi? Yani bu söylüyor herkes 15 gün 20 gün önce bir ay önce geçen sene. Peki bu yüzde 70 yangın olasılığında şu ana kadar yakalanmış ya da itiraf etmiş bir terörist olmamasına rağmen ben şimdi şunu söylüyorum. İlla terörist olması şart değil. Terörist geçen sene de vardı. Ama böyle elverişli ortamlarda teröristler, yurt dışından gelmiş ajanlar orada arazi sahip olmak isteyenler biraz önce senin söylediğin gibi. Bunlar mutlaka bundan faydalanırlar. Yangın iki yerde mi çıktı? Aa bu doğal olarak kabul edildi. Üçüncü yerde de ben çıkarayım. Biz çıkarayım demiş olabilirler. Yüzde 100 değil. Ama ben bu ihtimalin de yüksek olduğunu düşünüyorum. Yani PKK sorguladığım ele başı bana bunu söyledi. Şemdin Sakık. Geçenlerde sen yayınladın onu. Onu da Diyarbakır’da sorguladım ben. Onu da biliyorum. Tanıyorum. 2000 yılında da Diyarbakır’da cezaevinde ondan birtakım bilgiler alıp kendi canını kurtarmak ve cezasını hafifletmek için bize bilgiler veriyordu. Bakın ilk defa söylüyorum bunu. PKK’yı sattı yani. Tabii ya. Hepsi sattı. Kendi örgütlerini kendi pis canları için sattılar. O da söyledi. Apol dedi bize talimat veriyordu. Tavuklarına kadar öldürün. Her yerlerini yakın. Hayır. Beyaz etlerini. Yangının olduğu her yerde bir tespitim var benim. Şunu gördüm. Orada otelde kalan tatile gitmiş olan insanlarımız. Orada yazılı olan insanlarımız. Bir de oranın yerli halkı var. Bunların hepsi bir araya geldiler ve yangınla mücadeleye başladılar arkadaşlar. Bu çok önemli biliyor musunuz? Hiçbirisi demedi ki sen Kürt’sün, sen Alevi’sin, sen şusun, busun. Hiçbirisi demedi ki sen köylüsün, ben bilmem İstanbul’dan geldim zengin. Artı senin gibi birçok insan ya giderek ya da sosyal medya üzerinden yardımlar vesaireleri sağlayarak oraya bir yardım kampanyası ya da ateşle bu alevle boğuşmaya insanları çağırmaya başladılar. Bu o kadar önemli bir şey ki. Bölük var çünkü. Bu bana neyi hatırlattı biliyor musun? Yunan’ı işgal etti. Girdi. Her tarafta böyle ufak ufak direniş grupları çıkmaya başladı. Peki bu direniş grupları bir araya getirilmeseydi, doğudaki direniş grubu Diyapağa, Kürt dedikleri Diyapağa gelip Mustafa Kemal’ın yanında milletvekili ilk mecliste olmasaydı, oradaki yörük, oradaki imam, buradaki ateist, şuradaki gelmeseydi, Mustafa Kemal bunları birleştirecek gücü, enerjiyi ve beceriyi bulamasaydı biz başarılı olabilir miydik sence? Çitli soruyorum bunu. Olamazdık tabii ki. İşte ben orada bunu gördüm. Türk milletinde bu var. Orada köylüsü, kentlisi buradan koşanı ama oraya koşan ve oraya yardıma giden orada birlikte hareket etmek güdüsünü gerçekleştirebilen bir milletiz biz. Bunu gördük. Ama senin dediğin gibi arada provokasyon yapanlar var. PKK’lı grup var, ünlenmesi ayrı. Bu tarafta yol kesip sanki jandarmaymış gibi, polisikmiş gibi milletin şivesine bakıp da onları ayar çekmeye çalışanlar var. Orada sağdan soldan evlerden bir şeyler çalmaya çalışanlar var. Elbette bunlar olacak. Her yerde oluyor. Bozguncu dediğimiz şeylerin sesi çok çıktığı için boş denekinin sesi çok çıkarabiliyorsun. Bunların sayıları falan azdır. Türkiye’de Cumhuriyet düşmanlarının da aslında sayıları azdır. Hiç o kadar endişe etme. Çok fazla sesleri çıkıyor. Çok fazla bağırıyorlar. Her şeyi bunlar kullanıyorlar. Ben biraz önce aradı da arkadaşlara anlattım.
Bizim esas sesimiz çıkması gerekir. Ama korkudan ama ünlenmeden gerçekleri anlatmaktan intina etmeyeceğiz evladım. Onun için Kuvae milliye gibi bu milleti bir araya getirmek hala mümkün. Bu millet hala bir araya gelmeyi beceriyor. Köylüsüyle, kentlisiyle, yazdıkçısıyla, otelde duran tatil yapanla, oteldeki garsonla. Hepsi eline şaşal suyunu alıyor, ünlenmeye koşuyor. Bir kısmı şov için yapabilir. Onlar yüzde 1 geç 99’u yangının göbeğinde yardım ediyor. Yardım çadırları kurmuşlar ya.
Gördüm bayıldım. Yemekler yapılıyor evde, oraya getiriliyor. Jandarmaya, ormancıya, oraya diğer şehirlerden gelenlere ikram ediliyor. Böyle bir millet yok ki. Bu millette hala böyle bir şey varken benim ona içim acıyor. Onun için diyorum şu parti bu parti değil. Cumhuriyetçi bir kadronun iktidare gelmesi gerekir. Yangın meselesini bir sonraki mevzularda, duman dağıldıktan sonra en azından eğrisiyle doğrusuyla konuşalım. Çünkü şu anda ben de çok hassasım bu konuda. Çok sinirliyiz. Herkes çok hassası. Elbette öyle ama sinirle hareketle etmemek lazım.
Bugün mesela ErpTurk yazanlara tamamına kim paylaşıyorsa dava açılıyormuş. Bunun da haberi yeni geldi. Bu kesin bilgi yeni geldi haberi de. Tabii insanlar bazısı, dur çok ünlü insanlar da paylaşıyor. Ben de paylaşayım diye paylaşıyor ama bazısı da hükumete yetersiz buldu önlemlerde ya da müdahalede yetersiz bulduğu için. Ne olur ki dediler, ne olur ki dediler İtalya’dan da bize uçak gelsin, Avustralya’dan da bize uçak gelsin, her yerden bize uçak gelsin de yeter ki şu yangınlar söndürsün dediler. Çok masumane duygularla paylaştılar. Masumane duygularla paylaşmayanlar da elbette vardı. Bunu asla zaten inkar etmiyorum.
Ama böyle de bir soruşturma haberi aldım şu dakika itibariyle. Ayrıca bir de Tarım ve Orman Bakanımız çok yüreklere su serpen bir açıklama yapmış. Nedir? Demiş ki bugün dünden daha iyi. Neyse yangın konusunu daha sonra detaylı detaylı konuşalım. Benim de bununla ilgili konuşmak istediğim o kadar çok şey var ki çok da uzatmayacağım arayı merak etmeyin. Çok yakında ben de mevzular çekip bu yangınla ilgili kafamdan geçenleri en azından insanlarla paylaşmak istiyorum. Çünkü bu sosyal mecralarda ufak ufak kısa kısa paylaştığımız videolar yardım ve destek amaçlı videolardı. Yardım ve destek amaçlı olmalarına rağmen onların içinde yorumlarımı ekledim. Ama yeterli değil. Hala anlamayan anlayan ya da çaresiz kalan birçok insan var. Onları da bir sonraki mevzular… Yalnız şunu da hemen söylemek lazım. Yani Yunanistan’da bir yangın olduğu zaman biz Yunanistan’a yardım göndermiyor muyuz? Gönderiyoruz. Peki gönderdiğimiz zaman onlar bizden yardım istedikleri için kendi ülkelerini rencide mi etmiş oluyorlar? Böyle saçma sapan bir şey olmaz. Rencide etmek için yapan da vardı ama onu da gördüm. Mutlaka vardır. Mutlaka vardır. Ama birbiriyle ülkelerin yardım başması bu yangın konusunda deprem konusunda diğer konularda yıllardır yapılan bir şey bu. Bunda bence herhangi bir sıkıntı olmaması lazım. Tabii sen haberi teyit etmeden bana şu anda söylüyorsun. Dokuzuncu gün bu. Bugün 4 Ağustos’ta olduğunu da izleyicilerimize hatırlatmak isterim. Elbette hatırlatalım. Son olarak da şunu söyleyeyim. Lütfen sonuçta bu sizin için yapılan bir şey. Bu program da sizin için yapılıyor. Politika, siyaset de sizler için yapılıyor. Çünkü sizlerin aklını kazanmak, fikrini kazanmak herkesin işine gelir. Biz yayıncıların da işine gelir. Siyasetçinin de işine gelir. Çünkü ona oy verirsiniz. İktidara taşırsınız.
Lütfen bu büyük felaketten kimsenin nemalanmasını sağlamayın. Kimsenin pirmine destek olmayın. Kimisi diyecektir ki bakın bütün dünya bize düşman. Bizi dünya yaktı. Bizi şunlar yaktı. Bunlar yaktı. Biz o kadar tehlikedeyiz ki bize oy vermeye devam edin. Biz bu tehlikeden sizi kurtaracağız diyebilirler. Elbette kimsenin aklı o kadar şey değil ama yine de belki fikir olur kafanızda. Kimsenin manipülasyonuna gelmeyin. Bir de bunun karşı tarafı var. Bakın işte efendim falan filanlar var biliyorsun baba. Yani her tarafta kimse kendini mağdur da edemesin. Kimse kendini pay da çıkaramasın bu yangınlardan.
Bu yangınlar maalesef çocuklarımıza bıraktığımız en acı, en kahredici ve en üzücü miraslardan biri olacak. Yüreğimizi yaktı evet. Aynen öyle. Şimdi gelelim mülteci meselesine Afgan konusuna. Biden’ın Cumhurbaşkanımızla görüşmesinden sonra bir hareketlilik oldu. Amerika için çalışan zamanında insanları o ülkeden çıkartıp Türkiye’de beklemelerini söylemiş Biden. Böyle bir haber yayıldı önce etrafa. Evvelinde bazı buradaki gazeteciler bazı siyasetçiler akın akın gelen mültecileri video ladılar. Bu videoları ya da başkaları çekti. Onların videolarını paylaştılar.
Sürekli bir Suriye’den gelenlerle ilgili sıkıntı çekenler. Üstüne bir de bunun Afganistan’dan gelenleri eklediler. Niye buradalar? Ne oluyor baba? Evladım ne olduğuna bakmak için önce tarihe bir bakmak lazım. Mevzular izleyicisinin en güzel taraflarından bir tanesi. Tarih ile bir konuyu anlattığımız zaman yorumlarında da bundan söz ediyorlar. Çok daha fazla faydalandıklarını bize bildiriyorlar. Ben de bundan memnuniyet duyuyorum. Şimdi Afganistan dediğimiz zaman önce tarihe bir gidelim. Ne kadar geriye gidelim? Mesela 2500 sene öncesine gidelim. Çünkü bilinen Afgan tarihi, milattan önce 500’lerde başlıyor.
Şu anda Afganistan’da hakim halk olan Peştunlar, Peştunların ataları Afganistan’ın güneyinde ve doğusunda yaşıyorlar. Buralarda kabileler halinde yaşıyorlar. Milattan önce 500’de hemen Afganistan’ın batısında hangi ülke var? İran var değil mi şu anda? İran’ın eski şeyine Persler. Pers İmparatoru Darius ya da İran İmparatoru Dara, ikisi aynı kişi, oraya bir akın düzenliyor. Ve Peştunları darmadağın ederek 200 yıllık bir İran hakimiyeti kuruyor. Şimdi bu çok önemli. 200 yıl geçiyor aradan. Mîrat’ten önce 300’lere geldiğimiz zaman bildiğimiz o Büyük İskender. Ta Makedonya’dan kalkıyor geliyor, fethediyor, fethediyor, fethediyor. Oraya da geliyor ve Persleri yeniyor. Perişan ediyor. Afganistan’a o da hakimiyet kuruyor Afganistan’da. Ve yaklaşık 1,5 sene kadar kalıyor yanlış hatırlamıyorsan. Daha sonra Hindikuş dağlarında giderken başka bir yere ulaşmak isterken de orada çok genç bir yaşlı, 32 yaşındayken ölüyor. Tabii zehirlendi diyorlar, öldürüldü diyorlar ya da hastalıktan öldü diyorlar. Onu şu anda hiçbir tarihçi de bilmiyor. Çeşitli rivayetler üzerinden gidiyor.
Fakat Büyük İskender oraya geldiği zaman işte bu Peştun kabileleri kendi ülkelerine, kendi topraklarına, başkaları girdiği zaman inanılmaz derecede savaşçı hale geliyorlar ve savaşıyorlar. Ta o zamandan beri. Onun için Afganistan’a tüm tarihçiler şunu söylerler. İmparatorluklar mezarı derler. Şimdi bu konuda Osman Aydogan arkadaşımızın yazdığı çok güzel bir yazıdan da yararlandım. Sehriyer.info adresinde, web sitesinde bulabilirler izleyicilerimiz. Ayrıca Naim Babiroğlu komutanımızın yazmış olduğu Ver Yansın TV’de yayınlanmış olan bir yazı var.
Oradan da çok faydalandım. Başkaca kitaplara da baktım. Tarihini de inceledim. Yani Afganistan’a gelen mutlaka bir dayak yemiş. Fakat dayak yiyen Afganistan’dan çıktıktan sonra oradaki kabileler birbirlerine dayak atmaya başlamışlar. Yani dışarıdan bir düşman geldiği zaman bir araya gelmişler, onu mahvetmişler. Daha sonra kendi aralarında savaşmaya başlamışlar. İlla dışarıdan birisinin gelmesi gerekiyor ki birleşmeye durumuna gelsinler diye. Fakat şöyle de bir durum olmuş. Büyük İskender yıkılıp gittikten sonra kabileler yine kalıyorlar. Orada birbirlerine savaşıyorlar, ediyorlar falan.
Fetihci itibariyle daha sonraki yıllarda İslamiyet yeryüzüne girip de İslam imparatorlukları kurulmaya başlayınca Afganistan’a da giriş yapıyorlar Müslümanlığı yaymak için. Fakat oğlum iki yüz senede Afganistan’ın batısından doğusuna kadar ancak iki yüz senede İslamiyet’i orada hakim duruma getirebiliyorlar. Onlara karşı da savaşıyorlar Afganlar. Afganistan’ın en büyük özelliklerinden bir tanesi de arazisinin durumu, coğrafyasının durumu. Hani ünlü düşünür demiş ya, coğrafya kaderdir diye hakikaten de kaderdir.
Afganistan’ın dışarıya açılımı yok, denize açılımı yok, deniz kıyısı yok ama öyle bir arazi ki oraya giren bir bataklığa girmiş gibi boğuluyor. Kimler var? Ruslar var, Amerikalılar var. Rambo 3 var. Her şey var. Afganistan’ın şeyi bu. Diğer bir konu, Moğollar da Afganistan’a geliyorlar. Kim Moğollar dediğimiz? Cengiz Han’ın imparatorluğu. Oraya geliyorlar ve orada Kandahar Vadisi denilen yerde müthiş bir savaşa girişiyorlar. Moğollar o zaman bütün dünyanın hakimiydi. Kesiyorlar, biçiyorlar, kırıyorlar, yıkıyorlar ve alamadıkları hiçbir yer hemen hemen olmuyor gittikleri durumda.
Fakat orada böyle bir savaş yok ki Afgan savaşçılar. Cengiz Han’ın küçük oğlu ölüyor. Ölü olunca Moğollar iyice deliriyorlar ve hepsini kılıçtan geçiriyorlar. Daha sonra Moğolların buradaki hakimiyeti devam ederken Timur İmparatorluğu geliyor. Yani hep birileri geliyor buraya. Netici itibariyle İngilizlerin tabi İngiliz’dan çökmesinden sonra Afganistan İngiltere için çok önem arz ediyor. Çünkü Hindistan, Afganistan hemen güneyinde. Ne yapıyorlar? Afganistan’a bir İngiliz valisi atıyorlar. Her taraf hakim değil ama bir İngiliz valiyi yönetiyor. Kabirler var. İşte o kabirler çok gelişmemiş vesaire olarak düşünüyorlar. Ve bu durumdayken 1815 yılına kadar geliyoruz. 1815 yılında Napolyon efsanesi ortadan kalkıyor. Neden? Napolyon savaşıyor savaşıyor. Neticede 1815’te Vatırlı’da, Vatırlı Savaşı bunu da biz programda mutlaka anlatalım izleyicilerimize. Orada yeniliyor, Napolyon efsanesi bitiyor ve 1815 Viyana Anlaşması ile Avrupa’ya yeni bir statiko getiriliyor. Yani sensin İngiltere, Fransa, İtalya, Şubu ama Rusya yok. Rus Çarlığı da o arada böyle acayip bir şekilde genişlemeye başlamış. Rusya bir bakıyor ki Avrupa’da kendisine bu statiko diye yer verilmiyor.
Ki Napolyon’u yutmuş yani. Rusya dönüyor, nereye bakıyor? Osmanlı’nın Balkanlarına bakıyor. Neden? Orası da Slav ve Ortodoks. Sonra nereye bakıyor? Kafkaslara bakıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde olan. Bir de nereye bakıyor? Afganistan ve işte o Orta Asya denilen yere bakıyor. Buralara doğru bir takım akınlar yapmaya başlayınca İngiltere’nin huylanıyor. Neden huylanıyor? Çünkü Afganistan hemen yanında neresi var? İngiltere’nin çok büyük paralar kazandığı, şirketlerini her tarafta kullandığı ve sömürdüğü Hindistan var. Huylanıyor ve Afganistan valisine bir talimat yazıyorlar. Diyorlar ki sen İngiliz valisi olarak şöyle bir manifesto yayınla. Simla manifestosu. Bunun adı da Simla. Tarihte bu şekilde geçiyor. İzleyicilerimiz onu internetten de bakıp detaylarını görebilirler. Diyor ki İngiltere’nin menfaatlerini olmayan durumlarda her yer işgal edilebilir. Anlamında bir manifesto. Buna dayanarak İngilizlerden de 18.500 kişilik bir birlik Afganistan’ın içine doğru giriyor. Fakat Afgan savaşçılar tabi merkezde vali var ama her tarafta Afgan savaşçılar şimdi olduğu gibi.
Taliban’ın olduğu gibi onlar hakimler. Onlar Gandarmak denilen bir yer var. Gandarmak. 1842 yılında Gandarmak denilen bir yerde pusuya düşürüyorlar İngilizleri. 18.500 İngiliz askeri, ki bunların yarısından çoğu Hintli İngiliz askeri, bunların hepsini katlediyorlar. Silahları da birlikte alıyorlar. Bir kişi kurtuluyor. O bir kişi de gidince anılarını yazıyor ve başka İngiliz gazetecilerine demeç veriyor ve İngilizlerin bundan geniş yaptığı haberleri oluyor. Hatta bunun üzerine birtakım şiirler filan da yazılıyor. İngiliz şairlerini yazdığı şiirler var.
İngilizler burada dayağı yiyorlar mı? Yiyorlar. Daha sonra 1878 yılında, bu da çok önemlidir. 1877-1878 yılında aslında ne var? 93 Harbi dediğimiz bizim Osmanlı Rus Savaşı var. Ve maalesef atalarımız burada çok büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Ordunun tam dizayn olamaması vesaire. Ruslar biliyorsunuz Yeşilköy’e kadar geliyordu. Bu durumda heyet gidiyor Afganistan’a. Afganistan’a giden heyetin amacı Afgan Hanı’na diyecekler ki bize yardım edin. Yardım etmek için de Ruslara buradan saldırın. Onlar birazcık böyle sıkıntıya düşsünler ki biz orada kurtuluruz. Fakat Afgan Hanı, Afgan’ın başındaki kral bizim heyeti çok bekletiyor. Günlerce bekletiyor huzuruna çıkmadan önce. Neler olacak, neler olacak, ne bitecek diye bekletiyor. Daha sonra bizimkiler huzura büyük bir sıkıntıyla çıkıyorlar ve diyorlar ki şunları sizden talep ediyoruz. Bu Müslümanlık için gereklidir vesaire. O da diyor ki hayır biz bunu yapacak güçle değiliz. Ruslar bizden çok güçlü. Sizin o dediğiniz yerlerin halkını da zaten biz sevmiyoruz. Onlar ikili oynuyor. Diyorlar Osmanlı oradan gerisin geriye dönmek zorunda kalıyor ve Rusçaylı’ya da çok kötü bir anlaşma imzalayarak birçok yeri kaybediyor.
Daha sonra İngilizler bir de 1919’da deniyorlar aynı şeyi. Afganistan’da savaşma hadisesini bir de orada deniyorlar. Bazı yerlerde başarılar kazansalar bile yine tokat yiyorlar, yine çok kayıp veriyorlar, yine çok silah kaybediyorlar ve yine oradan hemen geri çıkıyorlar. Sınır boylarına gidiyorlar. Yani Afganistan’da böyle bir yapı var ama şöyle de bir durum var. Şimdi herkes zannediyor ki Afgan diye bir halk var, Afganistan diye bir ülke var. Hayır oraya Afganistan diyen kim biliyor musunuz? İlk 100 yıl önce kimler söylüyor? İngilizler söylüyor.
Afgan diye o peştunlara diğerlerine dinlenmeye Afgan ismini de kim takıyor? İngilizler takıyor. İngilizler aynı bunu ne zaman yaptılar bir de? Doğu Türkistan’ı Orta Asya’ya. Bravo. Doğu Türkistan, Batı Türkistan, Türkistan denilen bölgeye İngiliz propagandasıyla Orta Asya, Orta Asya diye diye oranın Türkistan olan adı kayboldu. Biz Türkistan’dan geldik. Türkistan nerededir? Orta Asya’dadır. Bu şekilde söylememiz lazım. Yani İngiliz her zaman kendi milli menfaatler için çok zeki davranmış, istihbaratını çok iyi kullanmış.
Yapabileceği her şeyi, Lavrens gibi, Bündemle gibi binlerce ajanıyla yapmış. Şu anda da yapmıyor mu? Yapıyor bence. İngiliz yine perdeinin arkasında. İngiliz planlıyor, Amerikalılar oynatıyor. Bana göre öyle. Sen arıyor İngiliz yazıyor gene. O akıl yazıyor, o üst akıl yazıyor. Böyle bakmak lazım hadiseye biri düşünüyorum. Daha sonra 1747 yılında Ahmet Şah Durrani isminde birisi Afgan Birliği’ni sağlıyor. Peştunlarla diğer kabuleleri bir araya getiriyor ve modern anlamda söyleyebileceğimiz Afgan Devleti’ni kuruyor. Daha sonra Emanullah Han diye bir Han geliyor.
Emanullah Han 1919’da iktidar olduğunda Mustafa Kemal Atatürk, bak çok enteresandır oğlum. 1919-1920 ve 1921. Daha henüz Osmanlı Devleti var. Milli mücadelenin hiçbir safhası daha tamamen bitirilmemiş. Sadece Ankara’da bir gazi meclis var. Böyle olmasına rağmen Mustafa Kemal oraya bir heyet gönderiyor. Diyor ki biz size yardım edelim. Şöyle şöyle bir cumhuriyet kurun. Böyle böyle olun. Adamdaki öngörüye ve büyüklüğe bak senin bulunduğun ülkede daha sen devlet değilsin. Daha o topraklardan Yunan’ı kovmamışsın. Lozan yok daha ortada.
Cumhuriyet yok. Heyet gönderiyor ve bu görüşmeler onun için şimdi televizyonlarda değil mi insanları anlatıyorlar ya. Dariçiler anlatıyorlar da çok da doğru anlatıyorlar. Mustafa Kemal Atatürk ve o zamanki Afgan Hanı arasında çok güzel ilişkiler var. Tabi bu nedir? Halkların da birbirlerine iyi ilişkiler kulumasını sağlamış. Aynı Pakistan gibi. Ve daha sonra Mustafa Kemal Atatürk ne yapmış? Sadabad Baktı’nı kurduğunda önce Afganistan ve İran’la birlikte kurmuş. Daha sonraki kısa bir süre sonra da Irak atılmış. Ne yapmış? Doğu sınırlarımızı güvence altına almış.
O insanları da güvence altına almış. Çünkü neden? İkinci Dünya Savaşı’nın geldiğini görmüş Mustafa Kemal Atatürk. Oğlum Afganistan’da şimdi ben basındaki haberlere bakarak söylüyorum. Bunu Cumhurbaşkanı açıklamadı ya da bir başkası açıklamadı. Şöyle bir anlaşma yaptık demedi. Sadece bize dediler ki basından öğrendiğimiz kadarıyla Afganistan’daki Kabil havalanında NATO görevi olarak yaptığımız o havalanın koruması görevine devam edeceğiz. Ama şöyle bir durum var. NATO tamamen çekiliyor. Amerika tamamen çekiliyor. Amerikalı Afganlar ona çalışan Afganlar da çekiliyor. Hepsi çekiliyor. Peki biz neden buna talip olduk? Ha şu parası verilirse efendim bütün İAŞS, BİMDENMES şusu kuşu karşılanırsa bir de el altından da olsa Türk ekonomisine yardım olursa bir de aramız sizinle iyi olacaksa biz orada kalırız. Bunun bir doğru mantığı yok. Bu jeopolitik bir düşünce tarzı değil. Neden değil biliyor musun? Şimdi bir yazar var. Avusturyalı bir yazar. Drucker diye. Drucker isimli yazarın kitabında şu yazıyor. Verimlilik mi, etkinlik mi? Şimdi ben sana sorayım o zaman hemen sorayım. İnsan hayatında verimlilik mi, önemlidir, etkinlik mi, önemlidir?
Elbette verimlilik önemlidir. Verimlilik önemlidir. Bizimle birlikte çalışan bütün arkadaşlarınızı sorsam aynı senin gibi verimlilik diyecekler. Halbuki etkinlik midir? Tabii ki etkinliktir. Neden? Çünkü verimlilik bir işi doğru yapmaktır. Ama etkinlik doğru işe karar vermektir. Şimdi ben sana bunla ilgili iki tane çok önemli hikaye anlatacağım. Mevzular izleyicisinde ilgisini çekeceğini düşündüğüm iki tane hikaye. Birincisi birinci dünya harbinde sen okudun, ettin ve bunların ilgide programlar yaptın. Biz Galicce cephesinde de savaştık.
Galicce neresi biliyor musun? Orta Avrupa’da, Kuzeyinde Polonya, Doğusunda Ukrayna, Güneyinde Romanya, Makedonya falan var. Karpat Dağları’nın kuzeyinde bulunan bir bölge. Biz bu bölgeye de gittik savaştık biliyor musun birinci dünya harbinde. Niye gittik oraya? Şunun için gittik. Bizim Çanakkale’de muzaffer olan bir ordumuz vardı. Biliyorsun dünya tarihine geçmiş bir Çanakkale zaferimiz var. Enver Paşa Almanların isteğiyle gelin burada bize yardım edin. Biz Ruslarla savaşıyoruz. Ruslar bunları dövmeye başlamışlardı çünkü.
Bize yardım edin buraya birlik gönderin deyince Enver Paşa onları kıramayıp iddia terakki hükumeti yanlış bir karar vererek bizim Mehmetçiklerimizi aldı yeniden teçhiz etti dünyanın parasını harcayarak ve Galicce’ye gönderdik. Galicce’ye nire diye türkü var hatta biliyorsunuz. Ve Galicce’ye giden bizim o kahramanlarımız Alman ordusuyla birlikte Ruslara karşı savaştılar ve efsane yarattılar ama çoğu şehit oldu. Dönen çok az insan oldu. Bizim oraya giden Mehmetçiklerimiz Allah rahmet eylesin. Verilen görevi çok iyi yaptılar. Bu verimliliktir evet orada çok verimli oldular ama etkinlik yanlıştı doğru iş değildi bu. Yanlış bir işti bu. Gelelim ikinci örneğe. Fahrettin Paşa diye bilinir. Medine Fatihi olarak bilinir. Medine savunmasını yapan Paşamızın Allah rahmet eylesin adı Fahrettin Paşadır. Hatta Medine kaplanı diye de geçer tarihte. İngilizler sarmışlar Medine’yi. Medine Peygamber Efendimizin mezarının olduğu hicret ettiği, göç ettiği yer olarak da bilinir. Bizim için de kutsal şehirlerden birisi olarak kabul ediliyor. O zaman da öyle. Şimdi de öyle kabul ediliyor. Ve Fahrettin Paşa oranın müdafasını yapıyor. Fakat öyle bir duruma geliyor ki Mekke Şerifi Hüseyin Osmanlı’ya isyan ediyor.
İngilizlerle anlaşıyor ve kendi bedelilerle şehri o sarıyor. İngilizler de var. Böyle bir duruma geliyor ki açlıktan artık ölecekler. Hatta askerlerimize çekirge yedirmek zorunda kalıyor. Medine Fatihi Fahrettin Paşa. O arada Şam’da üç tane komutan buluşuyor. Birinci yüzyıl harbi devam ediyor. Durum değerlendirmesi yapmak için kimler buluşuyor? Bu çok enteresandır. Enver Paşa, Raş Komutan, Cemal Paşa, Suriye Ordular Komutanı ve yine orada ordu komutanı olan Mustafa Kemal Paşa. Şam’da iki gün toplantı yapıyorlar oğlum. Tarih böyle bir şey. Harita üzerinde çalışıyorlar, bakıyorlar ki Medine savunmasına devam etmek,
oranın kurtulmasını sağlamayacak ve oradaki askerlerimiz de kaybolup gidecekler, kereşan olacaklar ve karar veriyorlar. Diyorlar ki Medine’yi bırakalım İngilizlere zaten gidiyor. Arap isyan etmiş çünkü. Ne ikmal yolu var ne bilmem ne var hiçbir şey yok. Burayı bırakalım. Biz buradaki askerlerimizi alalım. Tabii bıraktığın zaman ateş kesimini alandığı zaman askerlerin esir olmadan hepsi kendi saflarına gelip devam edebiliyorlar. Biz bunları Filistin bölgesinde İngilizlere karşı kullanalım diyorlar. Filistin’de gitmek üzere olsa var. Böyle bir karar alıyorlar ve 2 Mart 1917’de emri yazıyor Enver Paşa ve emri de gönderiyor Fahrettin Paşa’ya.
Derhal orayı boşaltınız askerlerinizle, silahlarınızla, her şeyinizle birlikte Filistin cephesinden intikar ediniz diye yazıyor. Ne oluyor biliyor musun? Bu kahraman Fahrettin Paşa emri yırtıp atıyor. Dinlemiyor. Ben Peygamber Efendimizin yerini, kutsal olan bu mekanı sonuna kadar, kanımın son damlasına kadar savaşacağım diyor ve emri dinlemiyor. Tabii Osmanlı’da da savaşın sonuna doğru gelmekte olduğumuz için birtakım karışıklıklar, disiplinsizlikler de başlıyor ve askerlerimize çekirgeler giydiriyor. Çok açık net. Tarih kitapları yazıyor. Şimdi tarihi dizilerden öğrenenler var ya açsınlar bunları okusunlar.
Hani tarihimizi dizilerden öğreniyor bazıları. Abdülhamid’i diziden öğreniyor, dinlenmeyi diziden öğreniyor öyle bir şey yok. Açın tarih kitaplarını, 50-60 tane kaynaktan araştırın, analiz yapın. O şekilde öğrendiğiniz zaman size bir algı operasyonu yapılması mümkün olmaz. Ne yapıyor Fahrettin Paşa? Savunuyor, çok güzel savunuyor ama bir müddet sonra artık asker kırılmaya başlıyor, her şey bitiyor, ikmal gelmiyor, bilmem ne teslim bayrağını çekiyor. O teslim bayrağını çektiğinde Medine elden gittiği gibi oradaki askerimizi Filistin’de kurtaramadığımız için Filistin’de gidiyor.
Şimdi burada verimlilik ne? Fahrettin Paşa çok iyi savaştı. Doğru mu? Verimli evet ama etkin mi? Doğru iş bu muydu? Hayır bu yanlış işti. Şimdi biz, onun için seni sorduğun soruya gelelim. Kabil Hava divanına gitmek, orada görev yapmak, NATO yok. Birleşmiş Milletler’in, NATO’nun senden bir talebi de yok şu anda. Sadece paranı verecekler bilmem ne dedi. Ya daha önce Amerika bunu denedi, dayak yedi. Amerika orada ne yaptı? Ruslara karşı El-Kaide’yi Amerika kurdu biliyorsun. Biliyorum evet. Ya çok açık kendileri zaten söylüyorlar. Ruslara karşı savaştırdı, dinlenme yaptı, besledi. Pakistan da aynı şeyi yaptı. Hem Amerika dayak yedi. Şimdi defolup gidiyor, kaçıyor. Pakistan’da bölgede hükümran olmak için yaptığı bütün yardımlardan pişman oldu. Çünkü sınırının tamamı cihatçı örgütlerle dodu şu anda Pakistan’ın. Ki Pakistan deyip geçme bizim en büyük dostlarımızdan biri. Ve nükleere sahip, nükleer bombaya, nükleer teknolojiye sahip 4-5 ülkeden bir tanesi dünyada. O kadar da güçlü bir ülke Pakistan.
Şimdi gelelim Afgan mültecilerin buraya gelişi. Şimdi bunu teyit etmeden anlatmamız çok fazla doğru değil. Ama haberlere baktığımız zaman Biden ile Recep Tayyip Erdoğan arasında Cumhurbaşkanı arasında böyle bir anlaşmaların yapıldığı iddia ediliyor. Değil mi? Muhalefet de bunu söylüyor. Başka yerlerden, kaynaklardan da geliyor. Ama onların ağzından bunu duymadan bir şey diyemem. Ama bir de gördüklerimiz var. Yani asker kıyafetli, üniformalı ve hepsi erkek olan bir sürü Afgan geliyor. Peki bu Afganlar nasıl geliyorlar? Öyle kaçıp sağdan soldan kaçıp sürünerek, ona rüşvet vererek falan gelmiyorlar mı? Bunlar geliyorlar. Afgaristan’da bunlar dışarıya çıkarken Taliban bunlara da bir şey yapmıyor. Farkında mısın? Yapmıyor. Taliban istese eylem de yapar. Bugün kınamışlar Amerika’yı. Geç onun. Bunların hepsi algı operasyonu. İran ne yapıyor bunları? Karşılıyor. Otobüslere bindiriyor. İran. İran dostumuz İran. Bizim Türk sınırına kadar getiriyor, orada indiriyor ve oradan yol geçen hana gibi geliyorlar. Gördük değil mi bir sürü videolar? Bir kısım videonun palavra olduğunu düşünsek bile hepsinin palavra olmadığını düşünüyorum ben.
Bunlar geliyorlar. Şimdi şu söyleniyor. En tehlikelisi bu. Türkiye gelen bu Afganları, Afgan gençlerini burada özel kuvvetlerde eğitecek. Şimdi bu ne demek biliyor musun? Bu çok tehlikeli bir şey demek. Amerika daha önce El-Kaide’yi besledi kendi başına bela oldu. Pakistan bilmem kimi besledi kendi başına bela oldu. Aynı şey göz göre göre bizim başımıza gelebilir. Sen burada aynı ösoyu eğittiğin gibi, beslediğin gibi o Afganistan’dan gelenleri burada beslemeye başlarsan daha sonra neymiş? Oraya onları tekrar gönderip bilmem kimle savaştıracakmış. Bu bir. İki, Cumhurbaşkanı Kıbrıs’a gittiğinde Taliban’la giderken ya da havaalanında yanlış hatırlamıyorsam havaalanında şunu söyledi dedi ki Taliban’la bizim aramızda görüş olarak çok fazla bir şey yok yani uyuşabiliriz onlarla görüşebiliriz falan dedi. Ya Taliban kim ya? Kız çocuklarını okula göndermeyen, kadınları evlerinden dışarıya çıkartmayan, erkekleri sakal bırakmadı diye kırbaşlayan, dünya mirası olan Buda’nın heykellerini bilmem nelerini patlatan, şunu da söyleyeyim o Buda’nın heykellerini falan patlatmasaydı Çin bile onları tanıyacaktı biliyor musun? Çin’in işine gelmedi. Aa bizim heykelleri patlattı falan dedi. Konunun diğer tarafına gelirdi.
24 Aralık 1979 tarihinde Ruslar, o zaman Komünist Ruslar, Sovyet Rusya, Afganistan’a girdi, işgale başladı. Afganistan’ın işgale başladı çünkü o sırada Afganistan’da bir onların kuklası bir hükümet vardı. Bu hükümetin başında da Babrak Harmal diye birisi vardı. Hatta ben de o zaman gençlik yıllarımızda hükücüyüz. Böbrek Kemal falan diyorduk. Bak düşün, Böbrek Kemal bunu izleyicilerimizden benim ve şimdi olanlar hatırlarlar. Orada bir takım ona sıkıntılar olmuştu bilmem ne. Amerika destek oluyor. El-Kaide kurulu. Amerika 6 ay önce kurdu bu işgalden. Bu işgal başladığı zaman Brezezinski adındaki danışman Jimmy Carter başkanı yatağından kaldırıyor. Diyorlar ki efendim yani kaldırmayın başkan istirahat halinde çok önemli diyor. Kalkıyor ne var diyor. Diyor ki nihayet Sovyetler kendi Vietnamını buldu diyor. Bak bu çok önemli. Bunlar nasıl Vietnam’da çok büyük dayak yiyip defolup gittiler? Orayı çünkü biliyor Amerika, Afganistan’a ve gerçekten de 10 küsür yıl orada kalıyor Sovyetler bir bir. 50 bin kayıp veriyor en az kendileri 15 bin diye yazıyor ama bilinen şeyler. Uluslararası kuruluşlar diyorlar ki
50 bin kayıp verdi çok büyük bir rakam. Artı 60 milyar dolarlıkta serveti gitti. Sonra ne oluyor? 89’da Ruslar kaçıyorlar dönüyorlar. Pat diye 91’de Sovyetler Birliği paramparça oldu ve işte şimdiki Rusya kuruldu. Düşünebiliyor musun yani Afganistan İmparatorluklar Mezarı. Peki sonra ne oluyor? 1996’ya kadar gelince işte Taliban, Maliban, bilmem ne şunlar bunlar iktidara geliyor. Birçok ülke tanıyor. Kim tanıyor? İran tanıyor. Pakistan tanıyor.
Zaten Pakistan çok büyük yardımı var. 2001-11 Eylül’de İkiz kuleler patlayınca Amerika diyor ki ben Afganistan’ı vuracağım. Pat 16 tane ülkeyi yanına alıyor. Birleşmiş Milletler’den de karar çıkartıyor ve geliyor. Bir başlıyor bombalamaya. Binlerce insanı orada öldürüyor ve Amerika oraya hakim oluyor. Taliban kaçıyor. Peki şimdi ne oldu? Yıl 2021 Amerika bir sürü kayıp vermiş olarak, bir sürü para harcamış olarak yine Taliban’la anlaşma yapıp Taliban’a orayı aslında bırakarak oradan kaçıyor. E bizim ne işimiz var peki orada?
Bunu bana mantıklı olarak, jeopolitik düşünceye sahip, olgunluğa sahip bir devlet adamının televizyonlarda halka bunun açıklamasını isterim. Beklerim. Benim bir Türk vatandaşı olarak, senin bir Türk vatandaşı olarak bunu bilmeye hakkım var. Benim askerimin Kabil havalanımında ne işi var? Belki verimli olmak için oradalardır. Ben etkinlikten bahsediyorum. Verimlikten bahsetmiyorum evladım. Şimdi Tunus’ta Cumhurbaşkanı başbakanı görevden alıyor. Türkiye’de bu kısım diyor ki bu bir darbedir. Bir kısım diyor ki hayır ama halbuki mesela Tunus anayasasının 80. maddesinde böyle bir yetkisi var Cumhurbaşkanı.
Ama Müslüman kardeşlere dayandıranlar var falanlar var falanlar var. Yani Türkiye’de yine o konu ile ilgili tartışmalar var. Tabii kimse şu anda bunu çok fazla insan da ilgilenmiyor Tunus’ta neler olduğu ile. Tunus’ta neler oluyor? Tabii şimdi yangın meselesi, sel felaketi ve pandemi konuları ikinci dalga geliyor, beşinci, onuncu dalga aşı meselesi filan derken Tunus’ta bir şeyler oldu. Tunus’ta olanları çok fazla artık yani o kadar hızlı ilerliyor ki günden çok fazla dikkat etmedik ama bence Tunus’un bizim için çok büyük bir önem var ve orada neler olduğunu mevzular izleyicisinin de bilmesi gerekir.
Şimdi bir kere Tunus dediğimiz zaman önce bir tarihine girmemiz lazım. Ben hep öyle düşünüyorum biliyorsunuz. Şimdi biraz önce sen söyledin kaysaid yani Cumhurbaşkanı anayasanın 80. maddesini gerekçe göstererek yakın bir zaman önce başbakanı görevden alıyor ama bir yasa maddesine dayandırıyor. Daha sonra ne yapıyor? Meclisi fes ediyor. Daha sonra da oradaki en büyük siyasi hareket olan elnahta ve Tunus’un kalbi diye iki tane hareket var. Bunların yasa dışı yabancı fonlardan para aldığını iddia ederek bunlarla ilgili soruşturma başlatıyor. Şimdi bu çok önemli. Peki ne oluyor? Tabii görevden onlar çıkıyor. Tunus’un meclis başkanı Gan Noshi ismindeki şahıs diyor ki bu bir darbedir ama herkes biliyor ki Gan Noshi ihvancı. Şimdi ihvan olayına geleceğim zaten elnahta dediğimiz harekette ihvani Müslüman dediğimiz Müslüman kardeşler dediğimiz şu anda Mısır’da, Suriye’de hiçbir etkinliği kalmamış olan hareketlerin devamı. Ve elnahta diyor ki biz Türkiye’deki iktidar partisinin devamı gibiyiz burada diyor. Onları örnek alıyoruz diyor ve belirli bir süre sonra Tunus’taki sistem artık rüşvet bilmem ne şuna buna dönüşüyor ve bunlar kurumsallaşıyor.
Yani ben burada kimseyi suçlamıyorum ama bundan kendi söyledikleri bu. Şimdi bu olay nasıl çıkıyor? Gan Noshi 2020 yılında ocak ayında Türkiye’ye geliyor. Meclis başkanı Türkiye’ye geliyor ve nereye gidiyor? Cumhurbaşkanlığı sarayına gidiyor. Orada Cumhurbaşkanı’yla görüşüyor. Döndükten sonra Tunus parlamentosu ayağa kalkıyor. Diyor ki biz seni görevlendirmedik niye gittin? Gayri resmi ziyareti sen nasıl yaparsın? Evet gayri resmi ziyaret yapılır. O ayrı bir şey adam tatile gider, Cumhurbaşkanlığı arkadaşıdır onu ziyaret eder.
Ama Tunus parlamentosu bunun soruşturulmasını istiyor. Kimin? Meclis başkanı. Çok enteresan. Olmuyor tabi muhalefet bilmem ne herkes birbirine giriyor. Peki kaysayt onu görevden alırken aslında endişesi ne biliyor musun? El nahta dediğimiz o siyasi hareketin, ihvancı siyasi hareketin Libya’daki ve diğer çevre ülkelerdeki cihatçı gruplarla, örgütlerin militanlarıyla iş birliği halinde olmaz. Esas bunda ne niçeyi diyor belli. Peki bu adamın yaptığı bir darbe midir? Şimdi bizde gelecek partisi buna darbe dedi, diğer deva partisi buna darbe dedi. Başbakan nasıl görevden alınır? Şimdi sayın Ahmet Davutoğlu seni de görevden aldılar. O zaman darbe demedin. Demedin. Buna darbe diyorsun adam, Cumhurbaşkanı seçilmiş Cumhurbaşkanı madde 80’i uyguluyor ve başbakanı görevden alma yetkisini kullanıyor. Darbe ile ne alakası var bunun? Ve halkın da gelen haberlere göre %80’i destekliyor şeyi. Şimdi gelelim Tunus’un esas yapısına. Tunus’un halkı normalde eski çağlardan beri berberi dediğimiz bedavi yani göçerlerden oluşmuş bir halk. Fakat deniz kaysı olduğu için ve Afrika’nın kuzeyinde olduğu için çok fazla ziyaretçisi olmuş.
Önce Fenikerliler gelmiş daha sonra Kartaca burada kurulmuş. Hani biraz önce size bahsetmiş olduğum Kartaca Roma Savaşları’ndan bahsetmiştim ya. Kartaca’dan sonra o gelmiş, bu gitmiş, şu gelmiş bilmem ne olur Roma İmparatorluğu burayı eyalet haline getirmiş. Ama bizim için önemli olan 1574 yılında Uluç Ali Reis ve Sinan Paşa gelmişler. Tunus’u fethetmişler ve Tunus bir Osmanlı toprağı olmuş. Ama onlar gelmeden 1-2 yıl önce veya 5-6 yıl önce Barbaros Hayrettin meşhur o gitmiş Endülüs İslam Devleti yıkıldı ya İspanya’da İspanyollar kesmeye başladılar bütün Müslümanları. Oradan 100.000 Müslümanı taşıyarak Tunus’a getiriyor ve yerleştiriyor. Bir alt yapı oluşturuyor. Neticede Osmanlı vilayeti oluyor. Bu ne zamana kadar devam ediyor? 1877-1878 biraz önce bahsettiğimiz 90’ı Çarbi diye adlandırılan Osmanlı-Rus Savaşı’nda çok sıkıntılı bir dönemden geçtiğimiz için 1881’de Fransa, Tunus’a çöküyor.
Bizimkiler kabul etmiyorlar. Bütün fermanlarda hala Tunus Osmanlı vilayeti olarak tabi ediliyor ama yok yani Fransa orada kalıyor. Peki Fransa orada ne zamana kadar kalıyor? Fazla uzatmayın. 1956 yılına kadar kalıyor. 1956 yılında Habib Burgiba Tunusluğu, İddar Fransızlara karşı yaptığı mücadeleyi kazanıyor ve Tunus Cumhuriyeti’ni kuruyor. Peki Habib Burgiba’nın ilk açıklamasına ben Mustafa Kemal Atatürk’ün örneğini uyguladım diyor. Layık, demokratik, çalışkan bir cumhuriyet kuruyor.
Ta ki 30 yıl iktidarda kalıyor. 1987 yılında Zeynel Abidin tarafından indiriliyor. Peki daha sonra ne oluyor? 2011 yılında bunu sen de hatırlarsın yaşa itibariyle. Yasemin Devrimi dediler. Yasemin ilk Tunus’ta çıktı. Bir anda Tunus karıştı. Zeynel Abidin’i görevden aldılar. Ondan sonra yapılan seçimlerde el nahta dediğimiz işte bu ihvancı hareket iktidar ortağı olarak iktidara geldi.
Ve açıklamaları şu biz siyasal İslamcıyız dediler. Resmen açıkladılar. Daha sonra ne oldu? Ülkemizi kalkındıracağız, şunu yapacağız, bunu yapacağız diye herkesi ötekileştirdiler. Burgibacıları, cumhuriyetçileri ötekileştirdiler. Yollar yaptılar, köklüler yaptılar. Bunları yaparken de rüşveti ve yolsuzluğu kurumsallaştırdılar. Şimdi Burgibay rejiminin kurmuş olduğu ulus devlet şu anda Tunus’ta yok. Kayboldu gitti. Onun için ulus devletin kıymetini bilmek lazım. Cumhuriyetin kıymetini bilmek lazım.
Benim analizim bu. Cumhurbaşkanımız Kıbrıs’a gitti. Kıbrıs’a gittiğinde biz de hatta birazcık ümitlendik. Çünkü burada yaptığımız programlarda, özellikle amirallerimizle yaptığımız programlarda, generallerimizle yaptığımız programlarda hep şu anlatıldı. Kıbrıs’ın önemi. Doğu Akdeniz mevzusundan sonra özellikle Kıbrıs’ın doğal bir uçak gemisi olduğunu zaten biliyorduk. Cumhurbaşkanımız Kıbrıs’a gitti. Bir müjde açıklayacağım dedi sizlere. Biz tabii halkın birçok kesim tarafından çok farklı şeyler bekliyorduk ama… Hepimiz seycanla bekliyorduk.
Seycanla başka şeyler bekliyorduk ama beklediklerimiz olmadı. Orada bir külliye yapacağı müjdesini verdi. Bu müjde yalnızca müteahhitleri sevinirdi galiba. Hatta oradaki askeri alanın içinden de bir parça alacaklarmış falan filan o detaylara girmeyeceğim ama nasıl bir müjde bekliyordun? Böyle çıkması seni hayal kırıklığına uğraktı mı? Oğlum biz Kıbrıs konusunda burada çok program yaptık. Sen de çok program yaptın. Hatta Cem Gürdeniz amiralimle de bu konuları uzun uzun burada mevzular izleyicisiyle paylaştık. Şimdi Kıbrıs bizim için sadece KKTC olarak Türk soydaşlarımızın olduğu bir yer anlamında değil artık. Kıbrıs bizim için hidrokarbon yataklarının bulunduğu yer. Kıbrıs bizim için Doğu Akdeniz’de bizim söz söyleme imkanımızı sağlayan yer anlamında da bakmak lazım. Şimdi Kıbrıs tarihinde 1950’lerden itibaren Rumlar sürekli olarak İngilizlerin desteğiyle, Yunanistan’ın desteğiyle oradaki Türk nüfusu perişan etmeye çalıştılar. Ve hatta bak ben sana bir şey söyleyeyim. Burada Sedat Simavi’yi de anmak istiyorum. Çünkü Sedat Simavi Hürriyet Gazetesi’nin kurucusu biliyorsun. Sedat Simavi o kadar uyarlıymış ki bu konulara. 1953 yılında dönemin dışişleri bakanı şöyle bir açıklama yapmış demiş ki Kıbrıs’ta bir sorun yoktur demiş. Bunu Hürriyet Gazetesi’nde gaflet diye vermeye cesaret eden bir adam. Daha sonra bunu hasta yatağından alıp yargılamışlar. O dönemde de aynı şeyler olmuş. Şu anda olan şeyler gibi yargılamışlar. 57 yaşında da çok genç bir yaşta vefat etmiş, rahmetlik olmuş. Sonra devam etmiş Erol Simavi vesaire. Hürriyet Gazetesi’ndeki o… Türkiye Türklerindir ibaretse. Bravo. O şey boşuna buraya konulmamış yani. Bunu çok iyi bilmek lazım. Tabii Kıbrıs Türk’ünün yaşadığı mezalinleri şunları, bunları açsınlar, kitapları okusunlar Kıbrıs konusunda. Kıbrıs’ta orada savaşmış gazilerimizin kitapları var. Oradan öğrenmeye çalışsınlar ve analiz etsinler. Kendi mantıklarıyla düşünüp ona göre karar verirsin. Ama Kıbrıs bizim için gerçekten çok önemli. Peki Kıbrıs’ta kırılma noktası ne zaman biliyor musun? Bunu anlattım ama bir de anlatmak istiyorum ve daha detaylı şekilde anlatacağım. Anlan planı hikayesi. Biliyorsun 2002-2003 yıllarında bir anlan planı oluşturdular. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Anlan. Onun için onun adını aldı anlan planı.
2004’te de bunun oylaması yapılacak. Türkiye’deki iktidar, şuandaki mevcut iktidar bu plan geçsin diye bütün gücünü ortaya koydu. Ve ismini de vereyim. Cüneyt Zapsu diye bir danışman vardı o zaman. Danışmandı sanırım. O çok uğraştı bu konuda bunun geçmesi için. Alvara Desoto denilen Birleşmiş Milletler temsilcisiyle görüştü. Onunla görüştü. Serdar Dengdaş’la Türkiye’de izindeyken, tatil yaparken onunla da görüştü. Ve ne oldu biliyor musun? Kıbrıs’ın en büyüklerinden, Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurucularından hem siyasi olarak hem mücahit olarak savaşmış.
Rauf Dengdaş’ı bile dışlama noktasına getirdiler. Ve Rauf Dengdaş hasta abiyle 2003 sonunda, yanlış hatırlamıyorsun ama Ankara’ya geldi ve o konferansta, Ankara Ticaret Odası salonunda onunla tanışma şerefine eriştim ben. Ve o zaman bağırıyordu, diyordu ki Kıbrıs meselesi bir Türklük meselesidir. Bir insana devleti olmayabilir ama milletler devleti olmak zorundadır. Biz Türk milletiyiz ve devletimizin olması şarttır diyordu. Anlan planı, hepsini o zaman istihbarat başkanlığındayım, ince ince detaylarına baktım. Türk milletinin orada yok olmasına sebep olacak bir plandı.
Eğer Rumlar kabul etseydi ve Rumlar kabul etmedi biliyor musun? Bizim tarafta %65 küsur kabul edildi, öbür tarafta %65 küsur kabul edilmedi. Neden etmediler? Çünkü yeterli bulmadılar. Ama kabul etselerdi şu anda bizim anavatan olarak orada Doğu Akdeniz’de, Münasir Ekonomik Bölge vesaire gibi konularda bu kadar rahat konuşmamız mümkün olmayacaktı. Evet kibirlerine yenik düştüler. Tabii kibirlerine yenik düştüler. Peki Cumhurbaşkanı Kıbrıs’a gitti, gerçekten ben de senin dediğin gibi çok güzel haberler bekledim dedi.
Çünkü birkaç gün öncesinden söyledi bunu dedi ki ben müjde vereceğim orada dedi. Bir takım müjdeleri açıklanacak. Basında bir takım yorumlar yapılır. Allah var benim kafamda ne vardı biliyor musun? Dedim ki herhalde Cumhurbaşkanımız oraya gidecek ve diyecek ki arkadaşlar artık burası bunu söyledi gerçi iki devletli bir yerdir. Öyle yok görüşmeydi bilmem neydi. Biz bugüne kadar her şeyi yaptık. Onlar yapmadı bunu söyledi ama arkasından şunu söyleyeceğini düşündüm. Arkadaşlar müjde veriyorum. Azerbaycan, işte Pakistan ya da şu yaptığımız görüşmeler sonrasında yakında bizim buradaki cumhuriyeti tanıyacaklarını açıklayacaklar. Ben bunu bekledim. Başka ne bekledim? Nazim Magosa’da yapılan bir takım fizibiliteler var, çalışmalar var. Bir deniz üstü kurmaya karar verdik. Kol ordumuz var. Yıllardır biz programlarda bağırıyoruz. Cihopolitik düşünce, stratejik düşünce bunu gerektiriyor. Orada bir deniz üstü kur. Bazen sizin programlarda generallerimizle, amirallerimizle konuştuğunuz şeyleri uyguluyorlardı biliyor musun? Evet. Yani bazen hakikaten uygun. Şimdi demesinler ki yok sizi izlediler kesin o yüzden yaptılar falan demesinler. Gerçekten yaptılar bunu. Biliyoruz buradaki metinlerimizi konuştuklarımızı birebir cümleleri kelime çıkartmadan içinden kurdular. Belki yine öyle olur demiştim ben de. Sevgili oğlum bak bizim Kıbrıs’ta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti deniyor ya verilecek müjdelerden birisi de şu olmalıydı. Bu ismi değiştiriyoruz. Kıbrıs parlamentosu bir karar alıyor. Ne olacak? Anayasada bir değişimlik yapacak. KKTC değil KTJ olacak. Nedir? Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Aşağıdaki Haydut Devleti’nin adı ne? Kıbrıs Rum Cumhuriyeti. Bize göre Rum yönetimi Haydut Devleti. Ben bunları bekledim. Gazim Magosa’da bir deniz üstü kuruyoruz. Evet şu anda Gazim Magosa dediğimiz yerde bizim olan yerde ne var?
Orada bir deniz birliği var. O göstermelik, sembolik bir birlik var. Magosa deniz komutanlığı falan gibi ismi olan bir birlik var. Yanlış biliyorsam izleyicilerimiz internetten bakıp öğrensinler. Ama orada bir deniz üstü kurmaya isen karar ver. Karar verdiğin anda sana Doğu Akdeniz’de düşman olanların hepsinin… Anam filan. Hepsinin elleri titrer. Perlerler. Bu çok önemli bir şey. Ayrıca oraya bir de hava üstü kur. Çünkü kol ordum var zaten.
Kol ordunun yanında bir deniz üstü kurmanında bir sakınca yok. Oradaki Kıbrıs, Türk Cumhuriyeti buna karar verecek parlamentosu. Sen de Küt diye oraya bunu kuracaksın. Ve şimdi bizim oradaki askerimize işgalci diyen maalesef Kıbrıs’taki Türk vatandaşlarından da var. Şimdi bak birçok insanın bilmediği bir konuyu anlatayım ben sana. Kıbrıs Rum Kesimi hayır dedi ya anam filanını. Hayır deyince bir anda Avrupa Birliği bize gol atarak, bize kazık atarak, bizi almayarak bir anda Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin nereye aldığını Avrupa Birliği’ne aldı. Bu o kadar önemli ki. Ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin, o Haydut Devleti’nin şu anda Avrupa Parlamentosu’nda da temsilcileri var. Peki bu temsilciler seçilirken, bunlar bu planı kabul etmedikleri için, bu Kuki anlamda söylüyorum, adanın bütününü temsil ettiklerini söyledikleri için, Türk askeri burada işgalci dedikleri için Kıbrıs’ın kuzeninde yaşayan Türk vatandaşlarının da oy kullanma hakkı var biliyor musun? Yani bu Avrupa Parlamentosu’nda o Rumlar için yapılan seçimlerde oy kubu ne demek biliyor musun? Onların kucağına oturmak demek. Ve ne oldu? Sayın Ersin Tatar’dan önce Mustafa Akıncı vardı biliyorsun Cumhurbaşkanı. Toplantı yaptı sınırın orada.
En son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde. Ve halka dedi ki, geçin dedi sınırın karşısına, bu sizin hakkınız Akel Partisi’nden. Akel diye bir parti var, komünist partisi. Palancaya Türk olduğu için oy verin dedi. Daha önceki seçimlerde 1800 kişi hainlik yapıp karşıya geçip oy vermişlerdi. Şimdi son seçimlerde 5600 Türk kendilerini Türk olarak hissetmeden öbür tarafa geçip oy verdiler ve o herif seçildi. Adam da yaptığı açıklamada benim Türk milleti falan filan yok, ben Kıbrıslıyım dedi.
Düşünebiliyor musun? Biz kendimizi aşağılamakta çok maharetliyiz. Çok seviyoruz bu işi. Onun için Kıbrıs konusunda şunu tekrar söyleyeyim, Mustafa Kemal’in de söylediği gibi. Kıbrıs bizim için son derece önem midir? Ana vatan, mavi vatan, yeşil vatan, yavru vatan hepsi bir bütündür. Bunu sakın unutmayalım. Ve Kıbrıs meselesinde 2004 yılındaki anlan planından sonra her şey değişmeye başladı bunu biliyor musun? Neden değişmeye başladı? Çünkü o zamanki dışişleri sözcüsü Uğur Ziyal Bey şöyle bir açıklama yaptı dedi ki, ya biz her şeyi hesapladık ama bu plan reddedilirse ne yapacağımızı öngeremedik dedi.
O tarihten sonra Kıbrıs’ta yapı değişmeye başladı. Türkiye düşmanlığı arttı. Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığı zaman zaman, sen de gittin Kıbrıs’a. Oradaki yerel olarak orada yaşayan bizim soydaşlarımızın bir kısmı Türkiye’den nefret ediyorlar. Bunun sebebi nedir? Mehmet Ali Talat’tır. Bunun sebebi nedir? Anlan planına bizim iktidar olarak vermiş olduğumuz destektir. Anlan planı kabul edilseydi kendi eliyle kendini katleden bir millet olacaktık orada ve milletlik vasfımız Kıbrıs’ta kalmayacaktı.
Peki insanların bizden nefret etmemesi için çalışmalar yaptık mı zamanında? Yani Kıbrıs’a gidip kumarhane açmak ya da kebapçı açmak dışında Kıbrıs’a ne gibi faydalarımız oldu bizim? Biz Kıbrıs’taki soydaşlarımız için en büyük olarak ne yaptık biliyor musun? Her türlü yokluğa rağmen Amerika gitme seni mahvederim demesinden rağmen 74’te gittik bir sürü şehit vererek oradaki soydaşlarımızı kurtardık. Orada bir devlet kurulmasını sağladık ve ondan sonra da yıllarca oraya destek verdik. Neden? Gönülden destek verdik. Bütçemizden oraya pay ayırtık. Ve orada bir devletin Türk devletinin kurulmasını sağladık. Şimdi yapmamız gereken ne biliyor musun? Benim anlamadığım bir nokta var. Buradan soruyorum mevzular izleyicilerine lütfen yorumlarda bana yazın ben de öğreneyim. Azerbaycan’a biz soydaşlarımıza aslanlar gibi yardım ettik. Ermeni haydutlarını Karabağ’dan kovdular. Karabağ özböz Azerbaycan’ın toprağıdır, Türk’tür. Daha önce biz Azerbaycanlılara ben görevdeyken de oradan arkadaşlar geldiğinde soruyorduk. Diyorduk ki niye tanımıyorsunuz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni?
Diyorlardır ki ya biz orayı tanırsak Karabağ’da bütün dünya Ermenilerin olarak tanır bize bir misilleme yaparlar diyorlardı. Şimdi Karabağ’ı aldınız. Karabağ’ı aldınız. Karabağ artık bir Türk toprağı oldu. Azerbaycan’ın kendi hakkını geri aldı. Niye şu anda bir jest yaparak bizim soydaşımız olduğu kadar Hıbis Türkleri onların da soydaşı? Türk dünyasından bahsediyoruz. Bu ırkçılık değil, kafatasçılık değil. Bir kültürden bahsediyorsun. Türk kültürü. Niye şu anda bizi tanımıyor Azerbaycan veya Pakistan bizi neden tanımıyor?
Yani bunların mevzular izleyicilerinin bana yorumlarda yazmasını rica ediyorum özellikle. Bizim yapacağımız en büyük iş ne biliyor musun? Şu anda diplomasi anlamında bütün gücümüzde ne kadar dostlu ülke kaldıysa dostlu ülke tabii ki herkesle papaz durumdayız. Mutlaka KKTG’nin tanınmasını sağlamak. Oğlum tanınmadığı için uluslararası alanda hiçbir şey yapamıyor. Sadece Türkiye ile iş yapıyor. Her konuda. Çünkü uluslararası anlaşmalara göre bir ülkenin bir şeyler yapabilmesi için ticareti, ihracattı, limandı, şuydu buydu bunu yapabilmesi için ne gerekiyor?
Tanınması gerekiyor diğer devletler tarafından. Avrupa Birliği tanır mı? Tanımaz. Türk askerine işkacı diyor. Amerika tanır mı? Tanımaz. Yunanistan tanır mı? Tanımaz. Mısır’ı, Ünlenmesi şusu busu, İsrail tanır mı? Tanımaz. Bizim buna uğraşmamız, yoğunlaşmamız gerekiyor ve derhal Gazi Magosa’da o bedirlenmiş arazi üzerine çok müsait bir yer. Derhal bir deniz üstü kuracağımızın en azından açıklamasını yapmamız gerekiyor. Peki şimdi memlekette doğal affetler şunlar bunlar herkes gergin, herkesin morali bozuk mültecililer birçok insan için sorun birçok insan için değil çok insani bir durum.
Herkes bir şekilde kendi sıkıntısını fikrini dile getiriyor ve maalesef bir rabarbaya dönüştü bu. Artık kimse ortak bir cümle kurmuyor. Herkesin aklında farklı fikirler var. Herkesin farklı endişeleri var. Kafalar karışlık çünkü. Çok da üzgünüz. Acılıyız. Peki ne olacak? Yakın dönemde ne olacağını öngörüyorsun. Yine bir hikayeyle sonlandırmak istiyorum. Kartacalılardan bahsetmiştim. Anibal’den bahsetmiştim. Kartaca’nın en büyük generallerinden bir tanesi ve dünyaca meşhur. Tunus’ta yerleşmiş. Daha önce Tunus’un tarihini anlatırken dedim ya Fenikerliler orada Kartaca’yı kurmuşlar diye. Kartaca Roma’yla aynı alanda bulundukları için iki tane güçlü devlet birbiriyle kapışmışlar neticede yenilmişler. Tabii pönç savaşları dediğimiz üç tane savaş yapmış Anibal. Anibal’in çok güçlü bir deniz donanması var. Askerleri çok iyi. Filleri kullanıyor. Bir tane at bir ton o durumda. Oradan geçiyor karşıya. Biliyorsun belgeseller var bu konuda ve filmler de yayınlandı Anibal’in maceralarıyla ilgili. Bu meşhur general Pirane dağlarını aşıyor. Fillerle falan. Karlı havalar, buzullar, Alp dağlarını aşıyor. Ve nereye iniyor? İtalya’nın Poğa Ovasına iniyor. Orada da Roma ordusu geliyor karşıdan.
Birinci savaşta, birinci pönç savaşta bunları dövüyor, dayak atıyor. Yeniyor. Arkasından devam ediyor. İkinci pönç savaşı çok uzun sürüyor. Orada bir Roma yeniyor, bir bunlar yeniyor. En sonunda gene Roma yeniyor. Artık üçüncü pönç savaşında tamamen Roma yenince Kartaca yıkılıyor. Anibal kaçıyor. Nereye kaçıyor? Başka imparatorlukların emrine giriyor. Çünkü başka imparatorluklar da ah benim böyle bir generalim olsun diye. Bunu Metin’e duymuşlar o tarihlerde bile. Gidiyor Bitinya diye İzmit’te, burada İzmit’te, Koca Ev’i dediğimiz yerde bir devlet var. Bitinya Krallığına hizmet ediyor. Ve Bitinya Krallığına hizmet ederken aşağıya Bursa’nın bulunmuş olduğu, şu anda Bursa ilimizin bulunduğu yere bir iniyor. Bir bakıyor müthiş bir ova. Denizek kayısı var bilmem ne filan. Ya diyor buraya bir şehir kur diyor. Çok iyi olur diyor. Kralın adı Pirusa. Oraya bir şehir kuruyor. İşte Bursa’nın adı da oradan geliyor. Bunu da izleyicilerimize nakletmiş olalım. Ama esas konu şu. Anibal o kadar güçlü bir ordu kuruyor ki bu ordunun atlarını da savaş alanına karaya çıkartmak için gemilerle götürüyor biliyorsun. Metaleye gidecek, orada savaşacak Roma İmparatorlular. Atlarda bir ton ağırlığında ve gemilerde müthiş bir disiplin var. Erler de boruyla yemek yiyor. Yemek borusu çalıyor. Sen askerlik yaptın bilirsin. Atlarda yem borusu çalınıyor. Atlarda bir anda hemen böyle duruyorlar. Yemler getiriyor, takılıyorlar buraya. Onlar yemleniyor. Fakat bazı seferlerde denizin çok çalkantılı olması sebebiyle seferler çok uzun sürmeye başlıyor. Uzun sürünce bir seferde atların yemi bitiyor. Tabi bir tonluk at tepinmeye başlıyor. Huysuzlaşıyor. Gemi batmak üzere böyle sallanıyor filan filan.
Anibal hemen oradan çıkıyor komuta yerinden kaptanın yanından bağırıyor diyor ki derhal yem borusu çalın. Efendim diyorlar yemimiz kalmadı niye yem borusu çalalım. Siz çalın diyor. Yem borusu çalmaya başlayınca atlar sakinleşiyor. Ama aradan bir yarım saat geçiyor yem yok. Tekrar başlıyorlar. Bu boruların çalınma süresi her zaman kısalıyor. İki dakikada bir, bir dakikada bir yem borusu çalıyor. Atlar sakinleşiyor. Tabi bu arada kıyıya varıyorlar. Daha sonra enteresandır Osmanlı donanmasında da bu oluyor.
Özellikle İnebahtı deniz savaşında çok büyük bir genelge aldığımız savaştan önce bizimkiler oraya giderken atları da götürüyorlar tabi. Atlar huysuzlanıyor. Fakat Anibal’in bu durumu kaç yüz sene sonra duyulmuş. Biliyor Osmanlı donanması da biliyor. Leventlerimizi de biliyor. Onlar da boru çaldırtırıyorlar. Atlar sakinleşiyor. Boru çalıyorlar atlar sakinleşiyor. Şimdi sen bana Türkiye’de ne olacak diye sordun. Oğlum sürekli yem borusu çalıyor Türkiye’de. Türkiye’de yem borusu çalıyor. Bize diyorlar ki şurada gaz bulduk.
Bir anda şöyle bakarken diyoruz tamam artık tamam. Sonra diyorlar ki şurada müjde açıklayacağız. Yem borusu da atları diktiri biz hemen sakinleşiyoruz. Sonra bakıyoruz ki yangınlar oldu bir şey yapacağız. Aa diyorlar şurada şu oldu burada bu oldu. Onun için yem borularına aldanmamak lazım. Cumhuriyete gerçekten sarılmış, liyakatli, bagajı temiz insanların iktidara gelmesi gerekiyor. Bugün bu söylediklerimi daha önce de söylemiştim. Ben ne iktidardan yanayım ne muhalefetten yanayım. Ben diyorum ki ben cumhuriyetten yanayım. Bunu bir anlatabilsem yani cumhuriyetten yana olmak şu demek.
Cumhuriyet fazilet demek, cumhuriyet adalet demek. Ben hiçbir hakimin savcının kalanca tarikat reisinden, filanca parti bilinmesinden hangi parti olursa olsun bunların emrinde bilinme de olmasını istemiyorum. Tabii ki aslan gibi hakimlerimiz savcılarımız var. Ama bunların çekinmeden her şekilde vazifelerini yerine getirmesi için bağımsız bir yargıya ihtiyacımız var. İşte o zaman biz düzeliriz. O zaman eğitimde ve üretimde ön planlara çıkarız. Ondan sonra bizim başaramayacağımız hiçbir şeyin olmadığını bu millet görecek ve biz de inşallah bunu görürüz.
İnşallah babacığım. Çok teşekkür ederim. Ben teşekkür ederim oğlum. Yorduk seni yine. Anlattırdık. Şimdi tabii yangınla ilgili çok uzun konuşmadık. Dediğim gibi duman dağılsın. Onunla ilgili ekstra bir program yaparız. Afganistan konusunu, Afganistan’da zamanında neler yaşandığını konuştuk. Afgan mülteccilerin burada olması ile ilgili yine çok fazla bir şey konuşmadık. Çünkü yine sanırım konuşursak erken konuşmuş olacağız. Doğru bildiğimizi bile şu anda söylesek memleketdeki sistem dümdüz gitmiyor. Çok başıbozuk gidiyor. Dediğim gibi bir sola dönüyor, bir sağa dönüyor. Bir aşağı iniyor, bir yukarı çıkıyor. Şu anda biz ne desek doğru bildiğimiz şeyleri bile ifade etsek belki yanlış anlaşılırız. Belki haftaya bizim doğrumuza gelir kararlar. O zaman da biz boşu boşuna burada eleştiri almış oluruz. Mevzular izleyicisine de son olarak şunu söylemek istiyorum. Arkadaşlar bizi dinlediğiniz için hepinize çok teşekkür ediyorum. Yen borularına lütfen çok dikkat edin. Teşekkürler babacığım. Sen bitir. Estağfurullah. 49. bölümde görüşmek üzere. Sanırım konularımız yine bugün ne konuştuysak benzer olacak.
İnşallah daha iyi bir zamanda yaraların sarılmaya başladığını görerek Türkiye’yi yönetenlerin ve muhalefette bulunanların da daha yapıcı, daha akıllı bir şekilde bir araya gelerek, girdik beraberliği sağlayarak bu işleri yönettiği bir zamanda bunu yaparız. İnşallah o nasip olur. Hoşça kalın. Nasıl?
pex.com

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir