Sparta Askeri Sistemi – Antik Dünyanın Savaş Makinesi
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=pwMWOpJxvt8.
Tarihin en güçlü ordularından birini yaratmak için, çiğnenmesi mümkün olmayan katı kurallara,
sabrın sınırlarını zorlayan uzun süreli bir eğitime ve çetin koşullara dayanabilecek fiziksel olarak kusursuz bireylere sahip olmak gerekir.
M.Ö. 6. yüzyıla gelindiğinde, güney Yunanistan’ın Lakonya bölgesinde yer alan Sparta şehir devleti tüm bu özellikleri ünyesinde barındıran güçlü yasalar oluşturmuş durumdaydı. Ve gelecek yüzyıl içerisinde bu yasalar, onları antik dünyanın en tehditkar savaş makinelerinden birine dönüştürecekti.
Sparta benzersiz bir askeri sisteme sahipti ve bu sistemde zayıf olana yer yoktu. Askeri başarı için fiziksel kusursuzluğa yapılan vurgu, doğumla birlikte başlar, hayat boyu devam ederdi.
Bir erkek çocuğu dünyaya geldiğinde annesi tarafından tüm bedeni şarapla yıkanır, bu şekilde yeni doğan bebeğin fiziksel olarak güçlendiğine inanılırdı. Bundan sonra yaşamasına izin verilebilecek kadar sağlıklı olup olmadığının kontrol edilmesi gerekirdi. Sparta’nın yaşlılarından oluşan Gerosia Konseyi tarafından çocuğun fiziksel bir sorunu olup olmadığı detaylı bir şekilde incelenir, testi geçenler yetiştirilmeleri için ailelerine teslim edilir, geçemeyecek kadar zayıf ve hastalıklı olanlarsa Taigetus Dağı’nın eteklerinde bulunan bir uçuruma atılırdı. Ancak bu uygulamanın gerçekliği günümüzde oldukça tartışmalıdır. Zira arkeologlar Taigetus’taki uçurumun dibinde yapılan kazı çalışmalarında yalnızca yetişkinlere ait kemiklere rastlamışlardır. Bu durum Spartalı ailelerin fiziksel yeterliliğe sahip olmayan çocukları uçurumdan atmaktan ziyade Taigetus’un eteklerinde ölüme terk ettikleri tezini güçlendirmektedir.
Buna göre en azından vahşi hayvanlar tarafından parçalanmayan ya da soğuktan ölmeyen küçük bir bölümü başka bir Spartalı aile tarafından evlat edinilebilecek kadar şanslı olabiliyordu. Krallar çıkaran Europontid ve Agyat hanesinin ilk çocukları hariç Spartalı her erkek çocuğu 7 yaşına bastığında ailesinin yanından alınır ve ilahe adı verilen okullara yerleştirilirdi.
Burada aldıkları dayanıklılık ve mücadele temelli Agogya adlı eğitim programı Platon’un da ifade ettiği şekliyle ikna etmekten çok şiddete dayanan bir içeriye sahipti. Disiplini, fiziksel dayanıklılığı ve zorluklara karşı mücadeleyi öğretmek amacıyla tasarlanmıştı.
Kurallar oldukça katıydı. Çocuklar Paidonomos adı verilen öğretmenleri tarafından yetersiz bir şekilde beslenir ve kendi başlarının çaresine bakmaları için yemek çalmaları teşvik edilirdi. Ancak bunu yaparken oldukça dikkatli olmaları gerekiyordu. Çünkü Agogya’da hiçbir hata cezasız bırakılmıyordu. Tarihçi Pru Tarkos’a göre yemek çalarken yakalananlar acımasızca kırbaçlanıyor ve günlük yiyecek istihkakları daha da düşürülüyordu. Bu şekilde Spartalı çocukların açlığa olan dirence arttırılıyordu. Ayrıca bu yöntem cezadan kaçınabilmek için çocuklara gözlerini her daim açık tutmayı ve tetikte olmayı öğretiyordu. Agogya herkese açık bir eğitim programı değildi. Kazanılan savaşların ardından esir alınarak köleleştirilen helotlar ve Sparta vatandaşı olmayan özgür periyoekiler bu eğitim programına katılamazdı. Bunun tek istisnası Sparta askeri eğitimine hayran olan Sparta Kralı 2. Agisilaus’un dostu, Atinalı yazar ve filozof Ksenefon’un iki oğluydu.
Bunun dışında Agogya yalnızca Spartiates adı verilen Spartalı özgür vatandaşların eğitim gördüğü bir sistemdi. Agogya 3 aşamalı bir eğitim programıydı. Paides adı verilen 7-17 yaş aralığını kapsayan ilk aşamada çocuklar gruplar halinde yaşamaya alışır, sadakatlerini ailelerine değil devlete sunmayı öğrenirlerdi. Sparta eğitim sisteminde fisiksel gelişim her şeyden önemliydi. Buna karşılık çocukların okuma, yazma, müzik ve dans konusunda da belli becerilere sahip olmaları beklenirdi. Yaşı, büyük ve güçlü olanlara günlük olarak odun toplama talimatı verilirken zayıf olanlar meyve, bitki, ot, saman gibi daha hafif şeyleri toplamakla görevlendirilirdi. Agogya doğal koşullarda gerçekleşen amansız bir yaşam mücadelesiydi ve içeriği de buna uygun olmak zorundaydı. Bu eğitim sırasında çocuklar günlerce aç ve susuz bırakılır, Eurotas Irmağı’nın buz gibi sularında yıkanmaya zorlanır, dövülerek acıya olan dayanıklılıkları arttırılmaya çalışılırdı. Akşam yemeğinden sonra usta öğreticiler gençlere kahramanlık öyküleri anlatır, konuları savaş ve tarih olan şiirler okur, mantık gücünü arttırmak ve düşünme yeteneklerini sınamak amacıyla sorular sorarak açıklama yapmalarını beklerlerdi.
Verilen yanıtların mümkün olduğunca az sözcükle yapılması büyük önem taşırdı. Çünkü Spartalılara göre eyleme geçmek konuşmaktan çok daha değerliydi. On sekiz yaşına gelip yetişkin bir birey olanlar, Avogya’nın ikinci aşaması Pai Diskoia’ya geçer ve Sparta ordusuna yedek asker olarak yazılırdı.
İçlerinde liderlik potansiyeli taşıyanlar, asıl amacı çöle helotları gözlemek ve yeri geldiğinde onları acımasız bir şekilde öldürmek olan gizli bir polis teşkilatına seçilirlerdi. Bu şekilde her an isyan etmesinden korkulan helotlar baskı altında tutulmuş olurdu.
Yirmi yaşına gelenler on yıl boyunca devam edecek, Hebontes aşamasına geçer ve on beş kişiden oluşan bölüklere katılarak tam zamanlı bir Sparta askeri olurlardı. Böylece Antik Dünya’nın en muazzam savaş makinasının dişlilerinden biri haline gelirlerdi. Bu süre boyunca kışlalarda yaşamaya devam eder ve Sparta süvari birlikleri arasında önemli bir pozisyon elde etmeye çalışırlardı.
Ancak seçimlere katılmak ve evlenmek gibi tam vatandaşlık haklarını elde edebilmek için Hebontes aşamasını tamamlamaları gerekirdi. Tüm bu sistem Sparta’nın yarı efsanevi yasakoyucusu Lykurgos tarafından düzenlenmişti. Bununla birlikte tarihçilerin büyük bir çoğunluğu sistemin milattan önce 7. ve 6. yüzyıllarda geliştiğini düşünmektedir. Her ne olursa olsun Sparta’nın askeri meziyetleri fazlasıyla değerliydi. Lykurgos da bunu fark etmiş olmalıydı ki Spartalıların düşmanlarına karşı uzun süreli savaşlara girmelerini yasaklamıştı. Bundaki amacı askerlerinin uyguladığı taktiklerin rakip devletler tarafından deşifre edilmesini zorlaştırmaktı.
Ayrıca onun döneminde eşitliğin sağlanması ve toplumsal bilincin devlet yararına gelişmesi amacıyla erkekler ortak yemek salonlarında yemek yemeye başlamışlardı. Onun reformlarıyla Sparta oligarklar tarafından yönetilen savaşçı bir toplum haline gelmişti. Bütün büyük bir bölümü Herakles’in soyundan indiğine inanılan Agiat ve Europon ithanelerinden gelen iki kralın elinde toplanmış durumdaydı.
Savaş zamanında bu krallar Zeus’a adaklaradar yapılacak seferin onaylanıp onaylanmadığını öğrenmeye çalışırdı. İşaretlerin odunlu olması durumunda sunakta yanan kutsal ateş Pirporus adı verilen bir görevli tarafından alınarak orduyla birlikte savaş alanına taşınırdı. Böylece tanrıların ilahi desteği garanti altına alınmış olurdu.
Zeus’a kurban edilen keçi ve koyun etleri ise daha sonra yemeleri için askerlere dağıtılırdı. Birliklerin yürüyüşü esnasında Sparta’nın kuseyindeki dağlarda yaşayan paralı askerler olan Sikirtayiler ve Spartalı süvariler ordunun ön saflarında yer alırdı. Bu gruplar taşıdıkları hafif silahlarla yeterince göz korkutucu olmalarının yanı sıra hızlı bir keşif kolu olarak da görev yapıyordu.
Onların ardından kargokatırlarını çevrileyen iki uzun sıra halinde Sparta’nın asıl vurucu gücünü oluşturan hoplidler gelirdi. Arka bölümde ise savaşmayan grup yer alırdı. Hamallık için getirilen helotlarla çeşitli ihtiyaçları karşılamak amacıyla orduya eşlik eden doktorlar, zanaatkârlar, demirciler ve marangozlar bu gruptaydı. Her bir asker yanında kendisine 20 gün yetecek çavdar ekmeği, peynir ve tuzlanmış etten oluşan bir erzak torbası taşırdı. Bununla birlikte her Spartalı kendi silahını taşımakla yükümlüydü. Geceleri onları soğuktan koruyan tek şey 12 yaşından itibaren her yıl düzenli olarak devletten aldıkları poynikis adı verilen kırmızı pelerinleriydi. Geceyi açık alanda ya da buldukları doğal barınaklarda geçirirlerdi. Ne çadırları ne de yatakları vardı. Agoge boyunca her gece Eurotas ırmanın kıyısındaki sert zemin üzerinde uyuyarak kendilerini bu zorlu koşullara hazırlamış bulunuyorlardı. Yabancı bir devletin sınırına gelindiğinde Zeus ve Atena’ya yeniden kurbanlar sunulurdu.
Ordu savaş alanına ulaştığında genellikle su kaynaklarına yakın bir yerde kamp kurulurdu. Kampın kendisi ortasına yerleştirilen hayvanlar, çeşitli malzemeler ve kölelerle kare şeklinde düzenlenirdi. Seçgin sikirtailer ve süvariler yüksek yerlere çıkarak devreye gezerlerdi. Buradaki amaç yakınlarda olması muhtemel olan düşmanı gözlemek ve kamptan kaçma girişiminde bulunan helotları engellemekti.
Sparta askerleri kamp boyunca sıkı bir programa uymak zorundaydılar. Kahvaltıdan önce uygulanan fiziksel eksersiz, subaylar tarafından yapılan sıkı teftiş ve uzun süre tutulan nöbetler bu programın bir parçasıydı. Öğleden sonra askerler Pelomark adı verilen üst rütbeli bir subayın kontrolünde çeşitli atletik yarışmalar düzenlerdiler.
Tarihçi Plutarcos’un da ifade ettiği gibi Spartalılar savaşı adeta bir tatil olarak görüyorlardı. Savaş günü geldiğinde şafak vaktinde hoplidler, düşmanın görüş alanı içerisinde brons kaplı kalkanlarını çilalar, dikkatli bir şekilde silahlarını hazırlar ve uzun saçlarını düzenlerlerdi. Savaş trompetleri vurulduğunda her biri Spartalı bir kahraman onuruna yazılan Castor şarkısını okurdu.
Bir süre sonra şarkıya külütler eşlik etmeye başlardı. Genellikle yan yana dizilen 8 adamdan oluşan Sparta falangısı yavaş yavaş belirginleşirdi. Düşmanları onlara yaklaştığında mızraklarla dolu aşılmaz bir kalkan duvarıyla karşı karşıya kalırdı. Spartalı ordusu yavaş ancak düzenli bir şekilde düşman birliklerine yaklaşırdı. Şarkıya eşlik eden külüt ilerleme ritmini belirlerdi.
Spartalılar savaş esnasında genellikle 8 adamın yan yana dizildiği ve yuvarlak kalkanlarıyla adeta metalden bir bariyer oluşturdukları falangs taktiğini kullanırlardı. Aslında bu taktik Yunan dünyasında pek çok ordu tarafından kullanılıyordu. Ancak Sparta falangısı sarsılmaz oluşu ve bütünselliği ile hak ettiği bir ünne sahipti. Bununla birlikte Peloponnesos savaşı boyunca hem Spartalılar hem de Atinalılar Peltast adı verilen hafif piyadeler kullanmışlardı. Ancak Sparta için falangs her zaman birinci savaş taktiği olarak kalmıştı. Falangs’ın amacı düşman hattını tamamen parçalamaktı. Ancak bazı durumlarda bu bronz duvar bozulabiliyordu. Böyle zamanlarda askerler kaçmak için kalkanlarını bırakma eğiliminde olurlardı.
Bu nedenle Sparta yasalarına göre Ripsaspia yani savaş alanında kalkanı bırakmak, firar etmekle eşdeğer sayılıyordu. Savaş kazanıldığında kaçan düşman askerlerinin takibi de Sparta yasaları tarafından yasaklanmıştı. Böylece Sparta birlikleri gereksiz yere tehlikeye atılmamış oluyordu. Savaş sonrasındaki yegane görevleri savaş alanında cansız yatan arkadaşlarını toplamaktan ibaretti.
Zafer alanına o gün yaşananların hatırlanması için ölmüş askerlerin bedenlerinden çıkarılan zırh ve mihferler giydirilen bir ağaç gövdesi bırakılırdı. Ancak bu tip anıtlar savaşın önemine göre değişiklik göstermekteydi. Örneğin Perslerle yapılan savaşta ölen Kral Leonidas onuruna termofili de bir aslan heykeli dikilmişti. Sparta’nın askeri sistemi mükemmele yakın bir fiziksel dayanıklılık üzerine inşa edilmişti. Her Sparta askeri parçalanması güç bir bütünün muazzam bir parçası olarak işlev görüyordu. Onlar antik dünyanın en dayanıklı insanlarıydılar. Öldürmek için programlanmışlardı. Ancak üstünlükleri uzun süreli olmadı.
Milattan önce 371’de Teba’yı karşısında aldıkları yenilgi ile Sparta’nın uzun süreli çöküş dönemi başlamış oldu. Antik çağ kapandığında Spartalıların adı yalnızca geliştirdikleri askeri eğitim sistemi dahilinde anılıyordu.
Zira onlardan geriye pek bir şey kalmış değildi.
İlk Yorumu Siz Yapın