"Enter"a basıp içeriğe geçin

Tarih Söyleşileri | Prof. Dr. Mehmet İpşirli | 11. Bölüm

Tarih Söyleşileri | Prof. Dr. Mehmet İpşirli | 11. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=qNIhMi1–5I.

Müzik… Geldi mağhur Ramazan’ım, şad olup sevindi canım. Ramazan-ı şerifiniz mübarek olsun Sultan’ım. Efendim hoş geldiniz. Çok teşekkür ederim.
Afiyet etsiniz hocam inşallah. Amca olsun. Sağ ol. Sevgili seyirciler hepinizi en işten, en samimi, en sıcak duygularla, gönül dolusu, sevgi ve saygıyla selamlıyoruz. Bugünkü misafirimiz Prof. Dr. Mehmet İpsirle, Medipol Üniversitesi öğretim üyesi.
Aslında tarihimizin doğayan isimlerinden birisi, bizzat fakirin rahmetli Halil İnalcık’tan duyduğu şekliyle Halil İnalcık’ın varisim olarak, takipçim olarak ifade ettiği, ilan istediği isimlerden birisi. Ve bu senede tarih alanda Cumhurbaşkanlığı Yüksek Kültür Sanat Ödülünü alan hocamız Mehmet İpsirle bugün bizlerle birlikte. Ve Osmanlı Ramazanlarını konuşacağız Osmanlı tarihinin dünya ölçeğinde ünlü bir uzmanıyla, bilim adamıyla birlikte. Hocam Allah rahmet eylesin, merhum Amil Çeleboğlu’nun, kültürümüze çok güzel hizmetler olan bir insan, bunlardan birisi de Ramazanname adıyla yayınladığı bu maniler. Evet. Fakir çocukluğunda çok söyledi geceleri böyle sahura kaldırmak için maniler ama siz Kayseri eşrafındansınız. Sizin de böyle hatıralarınız var mı? Var, gerçekten bu sahura kaldıran insanlar sıradan insanlardı ama inanılmaz güzellikte maniler söylerlerdi. Tabii bunlar çok da zor şeyler değil nihayet bizim halk kültürümüzün çok önemli unsurları. Çok güzel şeyler söylerler ve onlar da halk nazarında oldukça ilgi toplardı evet. Sizi söylediniz mi? Yok ben kısmet olmadı ama söylenenleri çok duydum dediğin gibi. Evet şimdi bugün sizinle Osmanlı Ramazanlarını konuşacağız.
Tabii ki sevgili seyirciler ben hocamla ilgili bir iki cümle daha ifade etmek isterim müsaadenizle. Mehmet İpşırlı, bendenizin de Rahli İtadisi’nin tedbirisinden geçmekle ihtihar ettiği bir değerli hocamız. Fakat hocamızın bir özelliği var o da şu, hocamız aslında aynı zamanda Yüksek İslam Enstitü mezunu, uzun yıllar Beyoğlu müftülüğü yapmış bir isim ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesinde tarih eğitimi görmüş bir isim. Ama daha ilginci şu, tıp fakültesini bırakarak tarihe geçmiş bir isim. Tabii bu sevgisinin etkisini de bugün yetiştirdiği öğrencilerle görüyor. Uzun yıllardır da İstanbul’da yaşayan, İstanbul tarihini, Osmanlı tarihini araştıran bir isim. Hocam Osmanlı Ramazanı ile bugünkü Ramazanları karşılaştırdığımızda ortaya zaman zaman duygusal, zaman zaman mostaljik, zaman zaman da ibretamiz sonuçlar çıkıyor. Müsaadenizle Osmanlılar da Ramazan’a hazırlıkla başlayalım sohbetten. Osmanlı toplumu, Osmanlı Devleti Ramazan’a nasıl hazırlardı, ne zamandan hazırlanmaya başlardı? Bu hem maddi hazırlık hem manevi hazırlık anlamında öğrenmek istediğimiz bir konu.
Teşekkür ederim. Şimdi evvela bir yanlışlığı belki tahsil ederek başlamak lazım. Şimdi bize Osmanlı Ramazanları diye hep anlatılanlar 19. yüzyıldan, tanzimat döneminde biraz böyle eğlencenin ön plana çıktığı direkler arası ile anlatılıyor. Bu var elbette ki ama Osmanlı Ramazanları eğer düşünülecek olursak eski 15-16-17. yüzyıllarda 18. yüzyılda oralara ilgili bilgiler var ve orada daha çok gerçekten ibadet ağırlıklı, böyle kendisini biraz temizleme ağırlıklı bir şey oluyor. Dolayısıyla bu hatayı düzeltmek lazım. 19. yüzyıldaki Ramazanlar’ın anlantısında çok fazla kaynağımız var. Balıkhani’nin nazırı Ali Rıza Bey’den tutun, Letaife Ender Hızır İlyas’ın kitapları, Ahmet Rasim vesaire, hepsi güzel şeyler anlatıyorlar.
Ama bu son dönem. Asıl belki eski döneme biraz yoğunlatmak lazım. Çok fazla belki o döneme anlatan kaynak yok. Yani 19 kadar bol değil. Fakat eğer içerisine girecek olursak orayı da aydınlatabileceğimiz kaynakların olduğunu biliyoruz. Belki o 16. 17. yüzyılı bugün konuşursak daha faydalı bir iş yapmış olur.
Bence öyle yapmak lazım. Öbür için zaten biliniyor, anlatılıyor. Burada ilk başlangıç, hazırlık manasındaki esas hazırlık Ruhiyeti Hilal meselesidir. Malum o dönemlerde ayın görülmesi aletlerden ziyade gözle oluyordu.
Peygamber Efendimizin de böyle bir hadisi şerifi var. İzara eytümü’l hilale su mu ve izara eytüm eftiru. Hilali gördüğünüz zaman oruca başlayınız, hilali gördüğünüz zaman bayram ediniz, iftara açınız buyuruyor.
Dolayısıyla en önemli konu bu idi. Hatta bir parantez açarak şunu söylemek lazım. Zaman zaman oruca başladıkları halde böyle münaadiler, orucunuzu açın hilal görülmedi veya tersinin olduğu da oluyordu.
Bunu ben rahmetli babaannemde dinlediğimi hatırlıyorum. Tam diyor kuşluk vaktinde biz oruçlu değildik diyor o gün ama hilal görülmüş hemen mühtülükten ağızlarınızı yıkayın ve oruca başlayın diyor. Böylece biraz eksik orucu oldu ama diyor o şekilde başladık diyor. Ama vakten itibaren bir an en önemli hadise hilali gözlemek diyoruz. Ama hilali şimdi kimler gözlüyor ve nasıl gözlüyorlar ve nerelerden gözlüyorlar bu da bir uzmanlık mesele. Bunun da ilgili de kaynaklarımızda ta 16 17. yüzyıllarda işte özel bir takım görülebilecek tepelere, kimselere iyileştiriliyor ve onlar da böyle bir ekip halinde gidiyorlar. Kadı efendinin huzuruna geldiklerinde işte birisi ben hilali gördüm diyor.
Öbürüsü ona delili nedir şeklinde vesaire uzun bir prosedür var onun da evet ama Kadı Efendi deyince o zaman bu işin uzmanları yüksek tepelerden hilali gözlüyorlar. Evet sonra gelip Kadı’ya tescil ettiriyorlar. Tescil ettiriyorlar. Ondan sonra da halka bu tebliğ edilmiş oluyor şekilde kadı onu halledikten sonra devlet halka duyuruyor. Evet evet. Başladı diye. Şimdi bu ruiyeti hilal oruca başlama anı ama bir de yiyecek içecek yiyecek belki farklı anlamlarda oruca hazırlık çalışmaları vardır. Hem halkın hem devletin. Evet. Oruç öncesi hazırlık faaliyetleri. Şimdi bunu en güzel halkımızın o ifadesi 11 ayın sultanı o çok güzel bir ifade.
Hakikaten sultana bir hazırlık gerekiyor. Sultanı karşılamak için bu çok kapsamlı bir tabii hazırlık.
İşte belirttiğiniz gibi yiyecek içecekten tutunuz da kendisini biraz böyle manende o iklimi hazırlamak. Eğer bir takım alışkanlıkları varsa onları ya tamamen kaldırmak veya azaltmak vesaire şeklinde ve ibadete de kendisini hazırlama şeklinde bir hazırlığın olduğunu belirtmek gerekir. Burada mesela İstanbul için düşünürsek İstanbul Kadısı’na da çok iş düşüyor. Yani İstanbul’un ayrıca bir valisi yok idi Osmanlı döneminde bütün yönetimden Kadı Efendi sorumlu, İstanbul Kadısı sorumlu dedi ona aynı zamanda daha sonra İstanbul Efendisi deniliyor.
Ve kimdi bu kimse burası çok önemli yani medrese de okumuş tefsir hadis kelam gibi idini ilimleri okumuş. Daha sonra devlet bürokrasisinde yer almış bir kimse idi. Çarşı pazarlar kontrol edilir. Aynı günümüzde olduğu gibi fiyatların çok sıkı şekilde denetlenmesi söz konusu idi. Çünkü biliyor ki halk bol miktarda bir takım şeyler alacak. O dönemde de bazı fırsatçıların olduğunu biliyoruz.
Bunu sizin de başında bulunan o Kadı Sicillerinde yayınladığımız sicillerde görüyoruz bunlarla ilgili örnekleri. Çok önemli denetimler yapılıyor idi. Bazen Sadrazam bu denetimleri yapıyor idi.
Kol gezme diye bir tabir vardır. Sadrazam bütün ekibiyle birlikte esnafı kontrol eder. Bu aslında her dönemde olan bir şey ama özellikle Ramazan öncesinde bunun çok sistemli bir şekilde yapıldığını görüyoruz evet.
Ceza-i müedeler bu fırsatçılara, ceza-i müedeler ağır mı hocam? Evet, cezalar veriliyor. Bunun üzerine esnaf sızlanıyor vesaire. Yani ceza-i müede veriliyor. Osmanlı’da cezalar biraz sert idi evet.
Yani niçin sert idi ve ani olarak veriliyor idi yani böyle erteleme. Başkaları ibret alsınlar. Yaptığımız hata, suç yanımıza kalmayacak duygusu çok önemliydi Osmanlı’da. Eski tabirle,
ibreten lil âlemîn için cezalar hem sert verilir hem de biraz çabucak gerçekleştirilir. Hızlı verilir diyorsunuz. Evet. Evet. Alışverişleri yaptık, efendim Hilal’i gördük ve bismillah deyip bugünkü gibi Ramazan’a başladık. Evet. Ramazan’da hayat nasıl seyrediyor? Evet, o işte… Hayat da nasıl? Evet, belki esil şey orada yani. Elbette de gelip gitmeler nasıl? Evet, orada belki şöyle bir sıralamaya bakıl lazım. İbadet yönü vardır elbette ki. Bir takım örf adetlerin uygulanması vesaire ve biraz da biraz da böyle bir merasim yönü de var. Çünkü 11 ayın sultanı gelmiş. İbadet açısından baktığımız zaman hakikaten işte hatimler yapılıyor, Kur’anlar okunuyor. Birçok camide belli başlı camilerde ama bunlar daha çok büyük camiden ziyade belli başlı camilerde hatimle teravi namazları kıldırılıyor. Yani bir ay zarfında günde 20 sayfa okumak suretiyle yani her bir rekatta bir sayfa okumak suretiyle Ramazan’ın sonunda hatimler yapılıyor. Bunu günümüzde de uygulanan yerler var.
Belki şükredilecek bir noktadır. Birçok hafızımız var bunu uyguluyorlar. Bir de Ramazan’ın sonuna doğru herkes değil ama bazı kimseler itikafa giriyor. O da çok önemli Ramazan’ın önemli bir unsurudur. Yani son 10 gününde ona aşra akhir denilir son 10 gününde itikafa girerek tamamıyla dış dünyadan kendisini soyutlayıp sadece zaruri ihtiyaçlar zaten oruç yeme içme gerekmiyor.
Zaruri ihtiyaçlar için dışarı çıkan ve o 10 günün sonunda da kendisinde hakikaten bir temizlenme duygusunun hissettiği itikaflar vardı. Bunu da bugün yapanların olduğunu biliyoruz yani. Hocam dervişin zikri neyse fikri odur denilirmiş. Eğer fikri neyse zikri odur. Siz de hemen Ramazan’ı konuşmaya başlayınca teravihten ve itikaptan söz açtınız.
Fakir ise yemeklerden ve iftar sofralarından başlarız diye tahmin ediyordu. Ramazan’ın kendine mahsus adetleri var. Biraz önce sözünü ettiğiniz şüphesiz bir ibadet hayatı.
Mukabele var herhalde. Terafiler var, mukabeleler var. Bir de Ramazan’da sabah namazına mahsus da yine Ramazan’da sabah namazında hatimle kıldıranlar var mı? Hatimle kıldıranlar mutlaka vardır ama vahazlar olur. Burada bir ayrıntıyı özellikle belirtmek lazım. Yaz aylarındaki Ramazan ile kış aylarındaki Ramazan arasında çok büyük farklılıklar var uygulama açısından. Malum kış aylarında çok kısa oluyor erkenler. Oralarda çok daha etkinliklerin fazla olduğu görülüyor. Belki yaz aylarında bunlar daha farklı bir boyuta buluyor. Mesela ben kendim de hatırlıyorum. 1950’li yıllarda kış aylarındaydı Ramazan ve bütün camilerde sabahları uzun vahazlar olurdu.
Halk büyük kitleler halde yer bulamazdınız. Sabah namazına önce vahazlar oluyor. Uzun süre. Bir saat, bir buçuk saat. Namazlarının önce mukabele okumuyorlar mı?
Mukabele daha erken başlıyor. Biraz cemaat toplanana kadar mukabele okunur. Ondan sonra tanınmış bir vahiz tarafından vahaz verilir. Ama gerçekten yer bulup vahazla da bir saat, bir buçuk saate yakın sürebiliyordu. Çünkü gece çok uzun o şekilde.
Yani kış aylarındaki Ramazan’ın benim gözlemlediğim kadarıyla yaz aylarından daha böyle etkili geçtiğini belirtmek gerekir. Bir de şunu da ben kendi gözlemlere söyleyeyim. Hep eski Ramazanlardan bahsediyoruz ama günümüzde de ki Ramazanların da hutsiyetini, böyle karşılanışını ve halkımızın bu konudaki gösteriliği, fedakarlığı da unutmamamız lazım. Şimdi bakın bütün belediyelerde, İstanbul’un 39 belediyesinin hepsinde, Anadolu’da da var ama Ramazan’da iftarlar veriliyor. 300 kişiye, 500 kişiye, 1000 kişiye iftarlar veriliyor. Yani ben diyorum ki kendim, eski insanlarımız kalsa da bizim bugünkü Ramazanlara gösterdiğimiz rabeti görseler, kıpta ederler dedi. Emeklerimiz boşa gitmemişti derlerdi diyor. Evet. Bütün belediyelerde olmasa bile önemli ölçüde olan bir hâsı. Hocam sohbetimizin başında çok dikkate tamiz bir ifade kullandınız. Dediniz ki bugün eski Osmanlı ya da İstanbul Ramazanları konuşulurken daha çok 19. yüzyılda Ramazanlara, orada da daha çok halkın gündeminde veya devlet hayatına merkezde olan Ramazan’dan ziyade bu şehzade başına direkler arası Ramazanları konuşuluyor. Tabii ki Ramazan aslında bugün yaygın olarak bilinen ve anlatılandan çok daha öte, çok daha yaygın ve derin anlamlar ifade ediyor. Evet. Dediniz bu çok önemli bir husus. Aslında belki bugün Ramazan faaliyetlerini belediyeler çeşitli kültür kuruşlarına dikkate alırken bu sözünü ettiğiniz derinliği 16. 17. yüzyıldaki uygulamaları incelese daha çok. Evet. Sadece biraz onları konuşalım.
Evet, şimdi burada gerek yabancı seyyahlar ve diplomatların gözlemlerine 16. 17. yüzyılda biliyoruz ki İstanbul’da Avrupalı devletlerin hepsinin büyükelçilikleri vardı. Orada katipler, birtakım bilim adamları, papazlar vesaire vardı. Bunların çok güzel şeyler yazdığını görüyoruz.
Bu seyahat nameleri son yıllarda Türkçe’ye de kazandırıldı, tercüme edildi. Mesela 16. yüzyılda Sokulu Mehmet Paşa zamanında bir Stafan Gerlach var. İki büyük cilt halinde tercüme edildi. Türkçe’ye de tercüme edildi. Evet. Bu Türkçesi Noyan tarafından. Burada kendisi papaz kökeni olarak çok keskin gözlemleri var. Ramazanlar anlatıyor nasıl hayatın değiştiğine temas ediyor. Yani İstanbul hayatının birden bire dini bir kimlik kazandığını, kapıların açıldığını, yani açık kapı usulü ile iftarların verildiğini. Biraz ayrıntılı anlatır mısınız hocam yabancıların gözlemleri örnekleriyle?
Hemen hemen hepsi buna, Ramazan’da burada bulunmuş ise temas ediyorlar. Tavernesi, Tevenotu, Salomon Şuvaker var tercüme edildi. Daha önce rahmetli Necdet Gökhan Gökhan Hoca’mız büyük bir makale yazmıştı. Hemen hemen hepsinde bizim fark etmediğimiz keskin gözlemler oluyor. Bakın çok önemli bir şeyden, fark etmediğimiz gözlemden bahsedeyim.
Hristiyanlar malum kiliseye çan çalaraktan davette bulunuyorlar, cemaati davet ediyorlar. Yahudiler böyle eskiden bir moynos çalaraktan çağırırlarmış. Müslümanlar ise İslam’da ise ezanla, insan sesiyle. Mesela bunu hiç biz fark etmeyiz ama bunlar fark etmişler.
Deniliyor ki insan sesiyle camiye davet ne kadar üstün bir metod olduğunu, yol olduğunu fark etmek lazım falan deniliyor. Yani keskin gözlemleri var. Ramazan ile ilgili olarak. Demek ki ezanlar güzel okunmuyor. Tabii ezanlar güzel okunması da ayrı bir husus. Ama ne olursa olsun insan sesiyle çağırmak, bir metal sesiyle, bir çanla veya bir boynuzla çağırmanın herhalde kat kat üstünde bir ibadet şekli İslam açısından. Bu sözünü ettiğiniz seyyahların ve burada zikretmediğiniz şahısların yine ortaya koydukları gözlemler, onların bakışları birkaç tane örnekle zenginleştirebilirsiniz.
Şu anda hatırıma gelen işte Stefan Gerlach’ın, Salomon Şuvakger’in gözlemleri, ikizde 16. yüzyıldır yani 2. Selim 3. Murat dönemlerinde burada bulunmuşlar.
Olumlu çok olumlu bir tablo çiziyorlar. Evlere de en önemlisi açık kapı iftar olması yani o devlet adamlarının gelen kimseleri katiyen boş çevirmeyerekten onları ağırladıkları. Belki kendi misafirleri vardır onları da ayrı bir sofrada veya beraber ama bazı temas ettikleri noktalar bunlar.
Halkın geceleri geç saatlere kadar camilerde bulunduğunu vesaire ibadet ettiğini bazı ağaçlar altında oturup sohbetler ettiklerini vesaire gibi hususlarından bahsediyorlar. Bizim Evliya Çelebi’yi de unutmayalım yalnız. Evliya Çelebi’ye geleceğiz ama şu açık kapı iftar lafı beni biraz heyecanlandırdı hocam. Bunu biraz açalım. Ben Malazya’da bulunduğumda bunu bizzat yaşadım. Malazya’da da onlar open door diyorlar. Açık kapı iftar veriliyor. Malazya’da bütün camilerde kim gelirse gelsin büyük sofralar seriliyor. Yani onların böyle bizdeki gibi meydanlarda iftar çadırlarından ziyade mevcut camilerde, büyük camilerde yüzlerce insana oldukça zengin iftar verdiklerini gördük. Bizim de eski dönemde bunun olduğunu işte biz bu gözlemcilerden tespit ediyoruz.
Konaklarda iftarlar var. Evet. Boğaz içinde eğer yaz aylar ise genellikle tabi devlet erkanı yaz aylarında Boğaz’da kalıyorlar ve onların o yalılarında kim gelirse gelsin onlara iftarlar veriliyor. Çat kapı isteyen bir konakta bir şey giriyor ve iftarını yapıyor.
Bir de ezan okunması o Boğaz’da yani akşam ezanı okunması hatta sabah ezanları Anadolu yakasında iyi bir ezan okunuyorsa Rumeli tarafındaki onu çok rahat bir şekilde dinleyebiliyor.
O şekilde bunun son dönemlerde de biz bunu göreceğiniz bazı son dönem gözlemcileri işte Hafız Kemal’in Hafız Burhan’ın vesaire ezanlarının tabi o zaman böyle gürültü patırtı pek fazla yok. Ses kililiği yok. Dinlediklerini söylüyoruz. Evet.
Tabi bu iftar sofralarında bir de sadece yemeye yemekle kalmıyorsunuz. Yemeye yediniz diye size bir özel teşekkür ediliyor. Onun bir adı var. Evet. O nedir hocam? Diş kirası deniliyor. Evet kıymetli hediye herkes seviyesine göre diş kirası veriliyor. Günümüzde de bu yapılıyor. Yalnız unutmayalım onu da. Siz yapıyorsunuz mu? Bilmiyorum. Bazı yerlerde bir konuşma vesaire oluyor ama yemekten sonra bir kitap hediye ediliyor. Yeni çıkmış bir kitap hediye. Sizin de öyle kitaplarınızı aldık.
Evet. Burada ihmal edilen bir nokta yine İstanbul’u burada ayrı bir yere koymak lazım. Unutmayalım ki burası evvela imparatorların, Bizans imparatorların bulunduğu Osmanlı padişahların bulunduğu ve çok ihmal ettiğimiz sahabelerin bulunduğu bir yer.
Bak siz onun kitabını yazdınız ama halkımız sahabelerin bulunduğu camileri bilmiyor. Ziyaret etmiyor. Ben bunu öğrencilerle de sık sık eleştiri şeklinde biliyorum.
Diyorlar hangi camilerde sahabe kabri vardır bilmiyorlar. Diyorum bak yer altı cami Karaköy’de eski ismi Kurşunlu Mahzen sahabe ve tabiîn kabirler var. Hemen şeyde sizin kitaptan da biraz istifade ederek hemen defterdar semtinde Eyüp’te bir sürü sahabe kabirler var.
Ebu Zali Paşa cami, Ebu Zalil Gıfari’nin makamının bulunduğu yer. Ebu Sultan zaten meşhur. Nasıl olmuş da sahabe buralara kadar gelmiş. Onun tabi uzun bir hikayesi var bu adamlar.
Öğrendiklerini başka insanlara da öğretmek için veya gaza niyetiyle gittikleri yerlerde vefat ediyorlar ve bulundukları yerlere defnediyorlar. O zamanlar buralar İslam diyarı da değil düşünün. Ama böyle bir vasiyette bulunuyorlar. Bilhassa Eyüp Sultan için bu anlatılır ve nerede vefat edersem ben oraya defnedin denildiği malum.
Evet hocam peki Osmanlı’da Ramazan ayında Ramazan iklimine uygun geziler, seyahatler, sahabelerden söz ediyoruz. Mesela halkın, padişahlarla gireceğiz ama halkın diyelim ki bu şehirde sahabeler var.
Eyyüp Sultan Hazretlerinden başlayalım. Ayvansalede Şeyh Betül Hudri var, Ahmet el Ensari var, Muhammed el Ensari var. Oradan Ebu Uzayl Gıfari makamına, şuradan Eylül Kapı’dan yukarı çıkalım. Eyyüp’ten Halicak, Balat ve Fener kadar evet. Böyle geziler düzenliyorlar mı halk?
Ben pek rastlamadım, bilmiyorum. Mutlaka o dönemde ziyarete edenler var idi. Bunlar daha çok bir rehber eşliğinde olması gereken. Çünkü halkın bu detaylara vakıf olması mümkün değil. Ama ben kaynakları da hatırlamıyorum. Ama padişahların bu madem sahabeden söz açıldı, bu sahabe kabirlerini Ramazan ayında ve mübarek gecelerde özellikle zikrettiğini biliyoruz. Padişahlarda türbe ziyaretleri çok önemli bir konu idi. Gerek kendi ecdadının türbelerini, yani belli zamanlarda kendinden önceki İstanbul’da metfun olan Osmanlı padişahlarını, yani kendi ecdadının türbelerinin ziyareti.
Ve bu ziyaretle de kuru bir ziyaret değil. Kurbanlar kesiliyor, infak ve tasattukata bulunuyor. Bu konuda epeyce bilgi var. Hemen hemen her vesileyle Osmanlı vekayi namelerinde de padişahların ziyaretlerinde biz bunu görüyoruz.
Bu ziyaretler denilince 2. Mahmud’u da unutmamak lazım. Bu ziyaretleri en çok yapanlardan birisi de Sultan 2. Mahmud’dur. Hakkında biraz menfi bir imaj vardır, ona yakıştırılan bir kötü sıfat vardır. Ve biraz da bu sıfatı silmek maksadıyla Ramazanlarda 2. Mahmud’un halk arasına katıldı, camilere gitti, zaman zaman devlet erkanının sofrasına oturdu, yine açık kapı şekilde oturdu.
Hatta sahipzade Celal bir enteresan anekdottan bahsediyor. Sultan Mahmud Çamlıca taraflarında çıkıyor ikindi vaktinden sonra. Nereye gideceği belli değil o sırada. Meşhur Osmanlı döneminde 6 tane Şeyhülislam yetiştirmiş olan Dürrizade ailesi var. Onların hem boğazda bir yalıları var, bir de Üsküdar’da, Doğancılar’da konakları var.
Padişah oraya gitmeye niyetleniyor. Onun üzerine iftara çok az bir zaman kalmış. Yani belki yarım saatten az bir zaman. Dürrizade’nin konağına haberi gidiyor ki Sultan Mahmud Padişah’ımız size iftara geliyor diye. Padişah da açık kapı iftara gidiyor yani. Aynen o şekilde güzel söylediniz. Tabi aslında konakta da öyle sadece karı koca değil bir sürü kahyalar, ketidalar, vekil harçlar. Dürrizade ailesi. Evet bir sürü hizmetkarlar falan var ama yine de normal bir hazırlık. Bunun üzerine telaşlanıyor. Orada en önemli şey yaz mevsimleri. Yaz mevsimleri. En önemli şey buzhaneden, evlerin bir buzhanesi vardı orada. Aynen bir tas halinde ama buzdan yapılmış bir tas. Yaz mevsiminde bunu nasıl yapmışlar? İçerisine şerbet konuluyor ve Padişah geldiği zaman ona ikram ediyor. Buna da dikkat çekiliyor o yazıda. Ve Padişah geliyor. İşte sohbetler vesaire oluyor. Önemli olan kısmı yani Padişah’ın böyle aynen belirttiğiniz gibi açık kapı bir yere girmiş olması. Böyle zannediyorum Sultan Abdülaziz de olabilir. Benzer bir iftardan sonra şöyle bir diyalogdan da söz ediyorlar.
Senin iftarın mı daha ihtişamlı oldu Paşam veya efendim benim bir padişah olarak mı iftarım daha ihtişamlı diye sorduğunda muhatabını verdiği çok anlamlı. Benimki tabi ki sizinkinden daha ihtişamlı oldu Sultan’ım deyince. Padişah’ın böyle biraz şaşırdı.
Sonra da cevap olarak benim iftarımla Cihan Sultan’ı geldi. O çok. O söz daima şeydir. Şeref-ül Mekân bilmekin. Yani katılanların şerefi dolayısıyla o tabi üstünü kazanmış oldu. Şimdi hocam çok yüzeysel geçtiniz ama haddimi olmadan bir beyanda bulunmak ve sizin engin bilginizden istifade etmek istiyorum. Bu programa hazırlanırken ne konuşalım nasıl konuşalım ne var ne yok diye biz de hocamızın karşısına çıkıyoruz. Her ne kadar üniversitede geçen not aldıysak da bugün sınıfta kalmayalım diye biraz gayret ettik. Ve arşiv vesikalarını inceledim. Osmanlı arşivine girip devletin Ramazan yönelik neler yapıldığına dair ve çok 1500 civarında bir ilk etapta araştırmayla Ramazan’a mahsus arşiv vesikası.
Pek çok yönüyle arşiv vesikası olduğunu müşahadettik ki bu aslında çok daha fazlasına ulaşmak mümkün benim ilk anda araştırdığım ve ulaştığım vesika sayısı. Bu da bende şöyle bir çağrışım oluşturdu. Aslında Ramazan deyince Osmanlı Devleti Ramazan ayında Ramazan’ın şanına yaraşır.
O leyle-i kadrin bulunduğu Ramazan’ın şanına yaraşır. Bir ilgi ve hassasiyet gösteriyor. Yani güvenlik tedbirleri var. Halkın nasıl davranması gerektiğine dair nizam nameler, uyarılar, tembih nameler deniliyorlar. Bunlar çokça yayınlanıyor.
İbadet hayatının düzenlendiği, eğlence hayatının düzenlendiği, hatta fırınlarda ekmeğin tanesine, gramajına varıncaya kadar ilgilendiğini görüyoruz. Bunun temelindeki ruh nedir? Yine aynı şekilde kadı sicilleri biraz önce ifade ettim. Sizin de içinde bulunan bir hetle bunun 100 cildini hazırladık.
50 cildi basıldı, tamamen nasip oldu. Orada da çok sayıda belge var bu konuda. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde Osmanlı’da devlet ve Ramazan deyince nasıl bir algı, nasıl bir uygulama ve nasıl bir sonuç ortaya? Yani hakikaten tekrar başta söylediğimiz söze döneceğiz. 11 ayın sultanı gerçek manada görülüyor. Yani çok sıkı tedbirler alınıyor. Erkek-kadın ilişkilerinden tutun da çarşı pazardaki fiyatların kontrol edilmesi, halkın huzur içerisinde Ramazan-ı Şerif’i kutlaması vesaire gibi.
Yani çok boyutlu bir uygulamanın olduğunu görüyoruz. Tabi burada Ramazan içerisinde de bilhassa Kadir Gecesi’yle, Arafa günün de ayrı bir yer var. Belki onu ayrıca teması ederiz.
Mahya usulü biliyorsunuz. Çok erken dönemde değil ama 16. yüzyılın sonlarından itibaren kandiller var, kandil yakılıyor. Yine bak biraz önce söylediğimiz Stefan Gellat diyor iki cami minaresi arasına diyor şeyler girdiler ve 200 tane diyor kandil yaktılar diyor. Bu tam bir mahya gibi değil.
Minareler arasında gelip kandil mi yakıyorlar hocam? Hepsinde kandil gecelerinden mi yakıyorlar?
Ramazan’da yapılıyor ve ona da bir şekil verildiği anlaşılıyor. Hemen hemen o dönemlerde de mahya usulü icat edilmiş olur. Mahya uygulaması artık orada yazı yazılıyor. Yaşehir Ramazan vesaire. Oldukça büyük bir sanat kârlığı gerektiren bir şey. Günümüzdeki gibi kolay değil tabi bir ampulun yakılması gibi değil.
Dolayısıyla gerek devlet katında gerek halk nazarında üstesina bir uygulama oluyor. Burada tabi bazı cümleleri de dikkate almak lazım. Mesela Ümer A’de yani devlet yöneticileri, ülemanın buradaki tavrı, medrese talebelerin durumları. Bunların da Ramazan ile ilgili belirtilmesi gereken önemli hususları var.
O zaman kısaca onlar da hocam. Ümer A’nın iftarı. Ümer A dediğimiz yönetici kadro, yani vezir vüzera, devlet erkanı genellikle Ramazan’da tabirci ay ise kesenin ağzını açıyorlar ve mümkün olduğu kadar farklı insanları, farklı kesimleri ağırlamak herhalde bundan da büyük bir mutluluk duyuyorlardı.
Yani çünkü Halil İbrahim sofrası diye bir tabir vardır insanlara ikramda bulunmak. Peygamberlerin bir sünnetidir, geleneğidir. Bu şekilde düzenli davetler düzenliyorlardı.
Ülema kesimine gelince tabii yüksek rütbeli bir ülema var onlar artık biraz Ümer A zümresi gibi. Onların durumları farklı ama diğerlerinin ağırlıklı olarak halkı vaaz ve irşad yoluna gittikleri, işte sahur vaktinden tutunuz da gecenin geç saatlerine kadar değişik ikindi namazlar burada çok önemli, ikindi sonrası. Yani o dönemde halk artık yorgunluk içerisinde oluyor, orucun verdiği yorgunluğa ama devamlı bu nevi vaazların olduğunu biliyorum. Beyazıt Camii burada çok önemliydi. Fatih Camii, Beyazıt Camii. Buralarda dersi amlar konuşmalar yapıyorlar.
Dersi am malum, umuma konuşmalar yapan yani ilmi seviyesi artıp hat safhaya ulaşmış halka konuşmalar yapan, hatta kendilerine zaman zaman sorular sorulmasıyla cevap veren ki bu biraz pek adet değildir.
Ama önemli bir husus da Ramazan geldiği zaman medreseler tatil edilir idi ve gerek müderrisler, gerekse medrese talebeleri çok çeşitli yerleşim bölgelerine dağılaraktan oralarda halkı irşad ederlerdi.
Bir ay boyunca hocalarından öğrendiklerini halka aktarmaya çalışırlardı. Burada çok önemli bir nokta, gözden kaçar bir nokta. Yani bu insanlar ileride toplumun işte okumuş kesimi olacak yani aydın kesimi. Daha o yaştayken toplumu tanıyorlardı. Toplumun hassasiyetlerini kavrayabiliyorlardı. Şimdi bizim en büyük şikayetlerimizden birisi nedir?
Okumuşumuz ile halkımız arasında bir kopukluktan bahsederiz. Birbirimizi anlayamadığımızdan şikayet edilir. Böyle bir faydası da oluyordu. Toplum da onları takdir ediyor. Onlara ikramlarda, izzetlerde bulunuyorlardı yani gelen kişilere.
Çok ilginç böyle Menkübe fıkra anekdotları da var. Siz de o konuda epey zengin aslında Müktüse Bahteriz. Bir iki tane anlatsanız da şu Ramazan ilk gününde tebessüm ve vesile olsa diyeceğim ama ne dersiniz hocam?
Yok yani uzun bir hikayedir tabi elbette ki onunla ilgili olarak çok güzel. Bazıdan halkın verilen bilgilerden tatmin olmayanlar oluyorlar. Birbirleriyle böyle bize gelen hoca çok güzel konuşuyordu. Demek sizinki zayıfmış falan gibi. O işin perde arkasında bazı dedikodlar oluyor ama geneline baktığımız zaman elbette ki aksaklıklar var. Geneline baktığımız zaman çok verimli bir sistem olduğunu belirtmek gerekir.
Tabi burada medresi öğrencilerin eğitimi kadar aslında merkezdeki İslam anlayışının, bu iyi anlayışın, Anadolu’ya yaygılması da ve doğru bir anlayışın yayılması da son derece.
Bizim ülemağımızın yani bana sorarsanız en çok faydalı olduğu, en büyük hizmeti bu ehli sünnet görüşünü çok sağlam bir şekilde kendi dili döndüğü kadar kendi seviyesiz şekilde halkımızı öğretmiş olması, halkımızın içine sindirmiş olması.
Ayrıca devletin meşruiyetini de burada tabi sağlamlaştırmış oluyorlar. Sadece dini kurallarının verilmesi değil. Medresenin böyle bir misyonu da vardır biliyorsun. Bugünkü televizyon programını ve orada çıkan tartışmaları görseler ne derlerdi hocam? Evet, çok ayrı bir konu hakikaten bilmiyorum. Ve halkın huzurunda böyle en hassas konuların tartışılması, medreselerin ortaya çıkışı bile böyle bir gerekçeyle oluyor. Daha önce malum bütün dersler camilerde verilirdi. Ama bir takım hassas konuların, kaza kader konuları, itikat konularının camilerde halk da çünkü katılıyor. Sakıncalı olduğu görülünce bunların özel bir eğitim kurumlarında verilmesi düşünülerek medreselerin çıktığından bahsedilir. Yani seçrukları zamanındadır ilk uygulamalar. Ama şimdi en hassas konuların böyle yani çok farklı düşük seviyelerde tartışılması herhalde sakıncalı olsa gerek yani bilmiyorum. Bu da üzerinde durulacak bir konu.
Hocam, umeranın iftarından, ulemanın iftarından söz ettiniz. Tabii saraya daha gelemedik ama bir de aniye anın iftarı olsa gerek. Evet. Zenginlerin, eşrafın. Bunun yanında sahur gelenekleri de var galiba. Evet, belki iftar kadar olmasa da sahurda da işte bir ne bir yaz ile kışı birbirinden ayırt etmek lazım yani bence kış bu manada daha bereketli ve daha etkili oluyor.
Çünkü geceleri çok uzun, insanlar erkenden kalkıp ibadetlere koşabiliyorlar vesaire. Yani zenginlerin de çok değişik kesimlere kendi eş dostundan tutunuz da ayrıca hanımların burada kendi hanım dostlarına, ahbaplarına iftarlar vesaire düzenledikleri biliyoruz.
Burada Evliya Çelebi’nin eğer şey yaparsanız yani bir anekdotunu anlatmak isterim. Lütfen. Evet. Evliya Çelebi iyi bir aileden geliyor. Babası Kanu Sultan Süleyman’ın Gümüşcü başlığı yapmış bir kimse. Ayrıca sarayda da o dönem 4. Cumhurat zamanında yakınları var. Melek Ahmet Paşa onun anne tarafından yakını oluyor. Bir olaydan bahsederiz şeyde Osmanlı Sultanları Kadir gecelerini Ayasofya’da geçirirlerdi. Böyle bir gelenek var idi. Çok özel programlara hazırlanır.
Melek Ahmet Paşa çok güzel sesi olan Evliya Çelebi’yi 4. Murad’da takdim etmek istiyor. Çok güzel sesi var, çok güzel Kur’an okuyor ve Kadir gecesinde 4. Murad’ın oraya geldiği bir sırada, bulunduğu bir sırada Evliya Çelebi bir Kur’an okuyor.
Sultanın dikkatini çekiyor. Kimdir bu genç diye. Diyorlar bu işte Mehmet Zilli. Bunu diyor bizim Enderun’u alalım diyor. O sırada kendisi hariçte okuyor.
Evliya Çelebi’yi Enderun’a alacaklar fakat hocası razı olmuyor. Diyor ki Sultanım eğer izin verirseniz bunu ben yetiştiriyorum. 4. Murad sinirleniyor diyor ki Molla bizim Enderun’umuzu sen küçük mü görüyorsun?
Sen de orada hocasın. Neyse oraya intisap ediyor. O zaman evden kitaplarını getirsin diyor. Bunlar hep Ramazan’da oluyor. Kitaplarını getirsin deyince 4. Murad diyor ki benim sarayımdaki kütüphaneden sen bilmiyor musun?
Bana bir kağıt kalem getirin diyor. Bakın burası çok enteresan. 4. Murad her İslami ilim dalından ve Arap edebiyattan bir kitabın adını yazarak bunları Enderun hazinesinden Evliya’ya verin diyor. İşte Lugat’dan Sıhhah-ı Cevheri’yi, Tepsir’den Kaze Beyzavi’yi, Hadis’den Sahih Bahari böyle 17 tane kitap sıralıyor. Evliya Çelebi başlıyor ve kısa sürede de padişahın musahibi oluyor. En çok takdir ettiği kimse oluyor.
Yani bakın Evliya Çelebi’nin Ramazanlarla ilgili de, gerek İstanbul Ramazan, biliyorsunuz 1. cildi sadece İstanbul anlatır. Son 10. cildi Mısır anlatır. Rumeli’de bulunmuştur. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunmuştur. Ramazanlarla ilgili de bizim burada söylediklerimiz bilgilerin birçoğunun kitaplarında yer alıyor. Bu konularda da çalışmalar yapıldı.
Evet. Bunu da belirtmek istedik. Bir anımsalardan bahsettiniz. Hanımlarla kendi aralarında programları olurdu dediniz. Evet. İptalarda halkın birbirine geliş gidişi var. Bir de aslında hayrın görünmemesine yönelik bazı uygulamalar var.
İsterseniz bu iptal ikram konusunda halkın muamelesi nasıl? Biraz da bugünle mukayese ederek bunu paylaşır mısınız? 16. 17. yüzyıl Osmanlı’nın. Evet. Şimdi veka’inamelerden bazı bilgiler, biraz kırıntı niteliğinde ama önemli bilgiler elde edebiliyoruz. İşte bu yabancı seyyahlardan elde edebiliyoruz. Ramazan aynı zamanda böyle hayır hasenatında zirveye ulaştığı bir dönem. Çoğu kimse ki bu günümüze de intikal etmiştir. Ramazan ayını zekat verme için en uygun bir zaman olarak da görür. Seneden seneye onun böyle düzenlenmesi gibi. Birçok kimse işte kesenin ağzını tabir caizini açaraktan büyük ikramlarda, izzetlerde bulunur. Ama bunun da hakikaten gizli olarak verilmesi, karşılıkının rencide edilmemesi yine bir hadis gereğidir. Yani Peygamber Efendimiz’in hadisinde işte yedi zümre arşın gölgesinde gölgeleneceklerdir. Hiçbir gölgenin olmadığı dönemde. Onlardan bir tanesi de veraculun tasattaka bir sadakatin hatta la ta’lemü şimaluhu matümfigu yeminihi buyuruyor.
Öyle bir sadaka veriyor ki, sağ elinin verdiğini sol eli görmüyor ama biz bu konuda dertliyiz günümüzde. Bugün öyle bir veriyoruz ki yedi cihan duyuyor hocam. Evet işte belki eski dönemde de böyle yapanlar vardı bilemiyorum ama o zaman iş yani ibadetten öteye de bir riaya karışmış oluyor.
Buna çok dikkat edilmesi gerekir. Bunlara ait hakikaten uyarılar var eski dönemlerde de kitaplarımızda. Sadaka taşı diye bir uygulamadan söz ediliyor yani camilerin ve belli yerlerde taşlar oldu.
Zenginlerin oraya parayı bırakıp gitti. İhtiyacı onunla gelip ihtiyacı olan kadar alıp gittiğinden söz ediliyor mesela. Belki biraz böyle mümferit bir uygulamada çok yaygın bir ne kadar uygulama var. Üç kere de sadakat taşları oluyor. Yani doğrudur bu nevi şeyler dikkat edin.
Bir fukaranın yine esnafta bakkallarda veya borçlarının onun haberi olmadan silindiğinden söz ediliyor.
Burada bir uygulamadan bahsetmek lazım. Günümüzde ben hem Kayseri’den biliyorum hem burada biliyorum birçok varlıklı insan belli bir yaşa geldikten sonra iş hayatını çoluğuna çocuğuna devrettikten sonra halk şehirlerdeki fakir halkı tespit ederekten zengin insanlardan aldıkları paraları hatta lokantalarda o gün tüketilmeyen şeyleri özel olarak kaplar koyaraktan
fakir fukaraya dağıtıldığını biliyoruz. Şimdi İstanbul’da da mesela bir misal vermek için Aziz Muhammed Hüdai çevresinde binlerce aileye hem orada iftiharlar veriliyor. Burak’ın Ramazanı 365 gün yemeklerin verildiği biliniyor. Ayrıca da gelemeyen aileler tespit edilmiş. Oralara minibüslerle vesairelerle gidiyor.
Bunları yapanlar da varlıklı insanlar ama yaşlanmış artık işi gücü bırakmış. Hayır yani çok güzel bir örnek işte bunun yaygınlaştırılması lazım. Hocam hep Müslümanların Ramazan’ından bahsettik ama bir de Osmanlı devleti deyince tabir caizse İstanbul başta olmak üzere 72 mezhepten tırnak içinde 72 milletin bulunduğu ve bir saygı çerçevesinde birbirine yaşadığı bir toplumdan bir devletten söz ediyoruz.
Yani hep dediğim gibi ben 16. yüzyıl, 17. yüzyıl sizin de programın başındaki uyarınız üzerine merkeze almaya ve halkın gündemini programa taşımaya çalışıyorum. Gayri Müslümlerle Ramazan’da ilişkiler nasıldı? Mesela Ramazan ayında diyelim ki adet, hastalık ve farklı nedenlerden dolayı oruç tutmayanlar nasıl davranırdı, oruç tutmayanlara nasıl davranırdı, Müslümanlar gayri Müslüma nasıl muhabil ederdi.
Gayri Müslümanlar Müslümanlara nasıl muamele ederdi. Nasıl bir ilişki vardı? Yani sosyal bir probleme parmak bastınız hakikaten. Şimdi bellettiğiniz gibi hiçbir Osmanlı yerleşim birimi gösteremezsiniz ki orada Müslüman ve gayri Müslüm beraber olmasın.
Bu derece yaygın. Esasen bütün İslam toplumlarında asrı saadetten itibaren var. Gerçekten çok saygı duyduklarına ait yüzlerce menkıbe anlatılıyor. Yani gayri Müslümlerin saygı duyduğu. Hatta ben hatırlıyorum çocukluğumda bir gayri Müslüm’in yani bu Kayseri’de rahmetli babaannem anladığım gayri Müslüm’i rüyasında cennette görüyorlar. Nedir senin bu şeyin deyince diyor ki ben bulunduğum müddetçe yani yaşadığım müddetçe kendim Ramazanlarda bir şey yemediğim gibi çoluk çocuğuma da aman evladım oruç tutanlar vardır, çocuklar vardır onların yanında bir şey yemeyin şeklinde tembih ettim.
Bu sebeple bana hidayet nasip oldu. Yani bu bir menkıbet elbette ki bir anekdota ama toplumun zihniyetini yansıttığı için önemli yani yoksa hikaye anlatmak için bunu söylemiyorum. Çok çok saygılı oldukları biliniyor bu insanların. Buna ait birçok örnekler var şeylerde yani karşılıklı bir saygı var da bizim insanımızda Müslüman toplumda onların öf adetlerine dikkat ediyorlar.
Mesela bakın Kuzguncuk’taki camiyle aynı bahçe içerisinde olan kiliseyi düşünün ki orada hem kilise var hem de havra var. Ermeni ve Rum kilisesi var.
Dört tane mabetin aynı mekanda olduğunu düşünün şeyde Beyoğlu’nda hacmimi camiyle Kırım kilisesi duvar duvaradır. Kilise gerçi çok görkemli cami onun yanında biraz çok mütevazi kalıyor ama yani toplum özümsemiş.
Bu sadece Ramazan’a mahsus da değil ama Ramazan’daki hassasiyet hakikaten aleni bir şey yemiyorlardı. Buna çok dikkat ettiklerini hem seyahat namelerden hem diğer kaynaklardan ve bir de halkın anlattıklarından böyle kulaktan kulağa gönülden gülden anlatılan hikayelerden biliyoruz.
Tabi biz programımızın son dakikalarına girmiş bulunuyoruz arkadaşlarımız. Çok kabul geçti program ama. Sizin sohbetinizin tatlılarıdır hocam. Evet. Şimdi Sultanların Ramazan iftahından ve bir de onların güzel bir uygulamaları var huzur dersleri diye. Birkaç cümle de ondan söz edebilir miyiz? Ama birkaç cümle olmamalıydı. Biz onu biraz ihmal ettik programımız sonuna kaldık. Bakın huzur dersleri. Sultan 3. Mustafa zamanında başlayıp yani 1758’de başlayıp imparatorluğun son dönemine kadar devletin son anına kadar devam etmiş. Yaklaşık 200 seneye yakın devam etmiş. Belki ondan fazla şu anda tam tarihi söyleyemeyeceğim. Yani 1758’den 1924’de kadar düşünün. Devam etmiş. Çok sistemli bir eğitim programı. Çok sistemli. Ramazan’ın son 10 gününde genellikle en tanınmış bilim adamları, ulema dan alimler bir araya geliyorlar.
Bazen Topkapı Sarayı’nda bazen başka diğer saraylarda bu sohbetler yapılıyor. Sohbetlere bir mukarrirler var, bir muhataplar var. Mukarriler, ders verenler, muhataplar da onlara soru soran tartışmalı bir program.
Sadece padişahlar da değil. Saray erkanı katılıyor. Kadınlar perde arkasından çok rahat bir şekilde takip ediyorlar. Çocuklar, saray mensubu olan Sehzade’ler ve sultanlar bir edep dahiline takip ediyorlar.
Müthiş bir olay. Yani ve yüzyıllarca devam etmiş bir uygulamadır. Bunu sadece yani bu huzur derslerini hoca anlatıp padişah ve derse iştirak eden diğer erkan dinliyor mu? Yoksa onlar da derse katılıp karşı gibi bir sohbette… Yok, genellikle muhatap ve mukarrirlerin aktif olarak görev yapıyorlar. Padişahın zaman zaman böyle müdahalesi olduğu veya bir soru sorudur oluyor.
Burada meşhur Ebulüla Mardin’i de rahmetle analım. Bu dersleri üç büyük cilt halinde onun asistanı olan İsmet Sungur Bey, o da rahmetli oldu. Profesör İsmet Sungur Bey’in de daha sonra gayretleriyle üç büyük cilt halinde kültürümüze kazandırıldı. Ebulüla Mardin, Mehrum Şerif Mardin’in… Büyük amcası oluyor yani kendi amcası değil de muhtemelen babasının amcası oluyor. Hocam Osmanlılar da cuma selamlığı var, kandil programları var, bayram merasimleri var. Ama merak ediyorum, Sultanlar’ın böyle bir de iftar, affedersiniz, teravih namazlarına geliş gidiş gibi programları var mı? Ve genelde teravih nerede kılarlardı?
Yani teravih namazı için, cuma namazıdan farklı bir cuma namazı mutlaka sarayın dışında halka açık bir camide kılınması gerekir.
Ama teravih namazları için böyle bir şart yok. Muhtemelen büyük ölçüde genellikle Enderun’daki camide kılıyorlar ama zaman zaman özellikle Kadir gecelerinde bazı önemli şeylerde, Sultan Abdülhamid’in mesela saraydan pek ayrılmadığı bilinir. Zaman zaman Ramazan akşamlarında dışarı çıktığını yine biz o dönemin hatıratından takip edebiliyoruz. Daha sonra Yıldız Camii yapılınca da genellikle orada halka açıktır cami, orada teravihleri icra ediyorlar evet.
Hocam çok teşekkür ediyorum. Hakikaten çok bilmediğimiz bir döneme dair önemli bilgiler verdiniz. Yerli yabancı kaynaklar araştırmalardan ve Ramazan’a mağazaya. Özellikle erken dönemin araştırılması lazım. Hala bütün malzemeyi toplamış değiliz. 19’u çok iyi biliyoruz. 20. yüzyılı biliyoruz ama erken dönemin Ramazanlarına daha da iyi araştırılması ihtiyacımız var hocam.
İnşallah hocam. Lütfettiniz Ramazan’ın ilk gününde geldiniz. Programımıza konuk oldunuz. Ayrıca ilk defa oluyor böyle Ramazan’ın ilk gününde konuşma bahtiyarlığına ermek. Çok teşekkür ederim. Biz teşekkür ediyoruz.
Sevgili seyirciler, Medipol Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet İpsirli ile cidden ehli bilir. Tarihçiliğimizin yaşayan en önemli isimlerinden birisidir. Osmanlı Ramazanları özellikle de 16. ve 17. yüzyıl Osmanlı Ramazanları bilinmeyen bir dönemi konuşmaya, gündeminize taşımaya gayret ettik.
Yeni programlarda, farklı zamanlarda sıhhat ve afiyetle bir arada olmak hepimizin bütün insanlığın hayrına vesile olacak bir Ramazan-ı Şerif’i idrak niyazıyla sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz efendim. Hoşçakalın.
Altyazı M.K.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir