Türk Düşmanı Kanlı Kontes ELİZABETH BATORY ve Gerçek Hikayesi
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=G-whyQmUHIo.
Şatonun karanlık odalarında bir kadın. O tarihin gördüğü en acımasız kondes. Bir Osmanlı vatandaşı ve kusursuz bir Türk düşmanı. En korkunç kabuslarınızda görebileceğinizin çok ötesinde bir hikaye. Akıl almaz işkenceler, kaybolan genç kadınlar, buz tutmuş insanlar, kurtları bile korkutan çığlıklar.
Yinez Rekorlar kitabına göre yaşanmış en büyük sevikat kanlı kondes Elizabeth Bathory. Peki ne kadarı gerçek? Hakkında duyduğunuz her şeyi unuttun. Size 400 yıllık bir mahkeme dosyasıyla geliyorum. Tarih 7 Ağustos 1560. Bir Osmanlı toprağı olan Macaristan’ın Nirbator şehrinde Elizabeth adında bir kız çocuğu dünyaya geldi.
Türklere karşı uzun zamandır savaşan ve orta Avrupa’nın en soylu ailelerinden Bathory ailesinin bir ferde olan Elizabeth, kanlı bir dönemde hayata gözlerini açmıştı. Bir yandan Türk Hakanı Kanuni Sultan Süleyman durdurulamaz bir hızla Avrupa’yı istila ediyor, bir yandan da Hristiyan dünyası Katolik-Protestan savaşlarıyla birbirini yiyordu. Ve tüm bunlar Elizabeth’in yaşadığı topraklarda cereyan ediyordu.
Elizabeth’in varlık bulduğu bu kargaş ortamı onu küçük yaşlarda savaşın bütün kötü yönlerine şahit kılmıştı. Soylu akrabaları bu kaos ortamında acımasızlığın en üst seviyesini göstererek hayatta kalabilmiştir ki kendisinden 100 yıl önce yaşamış olan ve Türk esirleri kazığa oturtmak, canlı canlı yakmak gibi işkencelerle ünlenen 3. Vlad Tepes yani kazıklı Voivoda bile onun uzaktan akrabasıdır.
Yani Elizabeth’in böylesine korkunç bir genetik mirasa sahip olması ve ileride kanlı kontese dönüşmesi bir asırdır devam eden sürecin tam olarak son halkasıydı. Elizabeth Bathory 15. yaşına geldiğinde Macar orduları Generali Ferenc Nadasti ile evlendi.
Nadasti yakışıklı ve sert bir komutandı ve ikili birbirine muazzam bir uyum sağlıyordu. Öyle ki Osmanlı’ya karşı yürüdülen savaşın ünlü isimlerinden olan Nadasti, tutsaklara işkence etmekten zevk alan bir psikopattı. Bu gattarlığından dolayı Türkler ona Karabey diyordu.
Çift evlendikten sonra Karpat dağlarının kayalıklarında yükselen Seçte Şatosu’na yerleşti. İşte tüm hikayenin ve açının yaşandığı o cehennem çukuru. Burada öyle korkunç olaylar meydana gelecekti ki Elizabeth Bathory’nin adının anılması bile Macar Kralı’nın emri ile yasaklanacaktı.
Aslında evliliklerinin başlangıcında gayet düzgün bir aile izlenimi görüyoruz. Çocukları olmuş iyi bir anne ve baba görünümüyle diğer soylulara örnek teşkil ediyorlardı. Zaten Elizabeth latince, Almanca ve Yunanca konuşabilen ve aynı zamanda yazabilen dönemin entelektüel karakterlerinden biriydi. Ailenin ekonomik işlerini o yürütüyordu.
Ve uzmanlara göre günümüzde 100 şirkette uğraşmak kadar çeşitli mal varlığı olduğunu hesaba katersak Elizabeth’in ne kadar yetenekli bir kadın olduğunu anlayabiliriz. Ayrıca Osmanlı ile olan savaşta kocaları ölmüş ya da hamile kalmış sayısız kadını da koruma altına almıştı.
Ancak bir şeyler yavaş yavaş değişiyordu. Kocası Nadasti Elizabeth’i ilginç bir zevkle tanıştırdı. Nadasti sadece esirlere değil kendi emrindeki hizmetçilere işkence etmekten de cinsel bir haz duyuyordu. Ve bu hazza karısı Elizabeth’i de ortak etmekten çekinmemişti. Hizmetçileri kırbaçlamak, el ve ayaklarını bağladıktan sonra vücutlarını gerdirmek, onları sakatlamak yaptıkları şeylerden bazılarıydı. Belki de bu işkenceler genç evlilerin günün belli bir zamanında vakit geçirmek için buldukları bir eğlenceydi.
Elizabeth bir öğrenci olarak başladığı bu eğlence de kocasının zevklerini çok aşacaktı. 1602 yılında Luterian bir papaz, bir devlet yetkilisine Elizabeth ve kocasının sadist işkenceleriyle ilgili bir mektup yazacak cesareti yakalıyor. Bu Elizabeth’e ait hiddet içerikli ilk belge olarak kabul ediliyor. Ancak bu kadar güçlü insanları sorgulamak tabii ki kolay değil. Bundan 400 yıl önce hizmetçilerin ve soylulara ait köylülerin devletlerin gözünde pek de değeri olduğu söylenemez. Başlarına bir şey gelmesini istemeyen Macari yetkililerin susmak dışında bir seçenekleri yok. Nitekim 1604’de kocası Nadasti 48 yaşında bilinmeyen bir nedenden dolayı öldü. Kimileri onu Elizabeth’in zehirlediğini söylese de bu zırh sonsuza kadar karanlıkta kalacak. Elizabeth her zaman bir seksüel eğilimleri olan bir kadındı. Özellikle genç kızlar onun büyük tutkusuydu. Ancak bu tutku işkenceyle taçlandırıldığında bir anlam ifade ediyor.
Kocasının ölümünden sonra hizmetçilerine işkence etmeye devam eden Elizabeth artık her istediğini yapabilecek bir kadındı. Ona kimse dokunamazdı. Sadece kendisine ait 10 kadar kale, 100’e yakın köy vardı ve başı sıkışacak olsa diğer soylu akrabalarının hemen yardımına yetişeceğini biliyordu. Bu nedenle istediğini öldürebilir, istediği ile birlikte olabilirdi.
Sınırsız güç ve sorgulanamazlık sayesinde sapkınlığı her geçen gün artmıştı. Örneğin elbiselerini iyi ütülemeyen hizmetçilerinin yüzüne bizzat kendisi ütü basarak onları damgalardı. Hatta bir keresinde onu dünür etmeyen bir hizmetçisinin ağzını elleriyle ayırarak parçalamıştı. O artık kanlı kontes Elizabeth Batory.
Elizabeth kendisine ait çevre köylerden, şatosuna hizmetçi olarak bakire kızlar getirmeye başladı. Şatoda çalışma hayaliyle gelen kızların kendilerini işkence odalarının beklediğinden haberleri yoktu. Kızlar özellikle genç ve güzel olanlardan seçiliyordu. Çünkü bu hem cinsel bir deneyim hem de yaşından dolayı kaybetmeye başladığı güzelliğin bir intikamı, bir güç fetişiydi. Kızların bazılarının el ve ayaklarını kırıp onları sakat bırakıyordu. Bazılarını çırılçıplak soyuyor ve kış soğuğunda üzerlerine su dökerek donarak ölmelerini bekliyordu. Hatta Avusturya’dan Demir Bakire isimli bir işkence aleti bile getirmişti. Demir Bakire içinde uzun çivillerin olduğu insan şeklinde bir dolap ve içine girildiğinde ölüm o kadar da hızlı gelmiyor.
Kendisine sadık ve en az onun kadar acımasız olan hizmetçisi Anna Darvuliana, Contes’in işkence sürecini yöneten kişiydi. Diğer ünlü hizmetçisi, kambur ve cüce bir adam olan, güzel ve yakışıklılardan bu nedenle nefret eden Jean Uivard. O da çevredeki köylerde yetişen genç kızları aramak ve avlamakla görevliydi.
Siyah bir faytonla Chateau’ya götürülen kızlardan bir daha dönen olmuyordu. Genç Bakire kızlar mahzene kapatılarak Contes tarafından öldürülesiye dövülüyor, tırnaklarının altına uzun çiviler sokuyor, derileri ters süzgeçlerle yüzülüyor, kulak ve dilleri yine bizzat kanlı Contes Elizabeth Bathory tarafından kesiliyordu. Bir saat düzeniyle çalışan ve asılı duran kafesler bile vardı. Elizabeth Bathory, kana susamışlığını genç kızlarla giderirken eğlence anlayışını da geliştirmekteydi. Örneğin Chateau’suna getirdiği bazı kurbanların kaçmalarına izin verip peşine adamlarını salıyordu. Kız yakalanınca adamlarını kızın bedeniyle ödüllendiriyordu. Bunu ise izlemekten büyük bir zevk alıyordu. Canlı canlı yakmak ya da ağır cisimlerle kemiklerini ezmek Contes’in sevdiği işkencelerdendi. Bu masum kızların kahreden çığlıkları Maceristan ormanlarında hala inliyor olsa gerek. Çevre köylerde kızların kaybolmasının dilenmeye başlaması ve halkın şüpheleri üzerine daha uzak diyarlardan hizmetçiler Chateau’ya getirilmeye başlanıyor.
Ancak bunlar da çok geçmeden sırra kadem basınca açıklama bekleyen halk yine Contes’in yardımcıları tarafından bir şekilde ikna ediliyordu. Fakat Contes ilk büyük hatasını yapmak üzere. O yıllarda yoksul kızların peşinden gelecek kimse olmayabilir. Fakat Contes artık soylu genç bakireleri gözüne kestirmeye başlıyor.
Orta seviyeli ekonomik duruma sahip soylu aileler, kızlarını daha üst kademede ki soyluların şatolarına, nezaket kurallarını öğrenmeleri için bir süreliğine eğitime göndermek gibi bir geleneğe sahiptiler. Eğitim için güvenilir Batur ailesine kızlarını emanet ettiklerini düşünen soylular yaşanacaklardan bir haberdirler. Her geçen günü yaşlanan Contes, güzelliğini kaybettikçe üstünlük duygusunun verdiği hazzın seviyesini arttırmak için hem daha çok genç kız sarayına getiriyor hem de işkencelerin dozunu daha da arttırıyordu.
Mahkeme kayıtlarında bu kızların el ve ayaklarının duvarlara çivilendiği, ısırıldıkları ve dudaklarının birbirine dikildiği gibi korkunç ifadeler mevcut. Siyasi ve politik zekasını, cinayetlerini saklamakta gösterememesi de Contes’in ikinci atası oluyor.
Öyle ki genç kızlara ait birçok ceset, şatonun çevresinde günden güne bulunmaya başlıyor. Köylüler vahşi hayvanlar tarafından sürüklenen ve kısmen parçalanmış insan bedenleri buluyor. Cesetlerin bazıları dere kenarına bırakılmış, bazıları ormanlara öylece atılmış, bir kısmı ise şatonun bahçesine saklanmak gereksinimi duymaksızın bırakılmıştı ve her geçen gün bir yenisi korkmuş köylüler tarafından bulunuyordu.
Soylu ailelerin de kızlarından haber alamamasının endişesiyle, konunun araştırılması için girişimlerde bulunması artık bir soruşturmayı zaruri kılıyordu. Ayrıca böyle bir soruşturma Macar Kralı Matias’ın da işine geliyordu. Elizabeth Vatori’ye çok yüklü miktarda borcu vardı ve Contes’in suçlu bulunması bu borçtan kurtulmasını sağlayabilirdi. Kral, Georgi Turzo isimli tanınmış bir soyluyu soruşturma yetkisiyle görevlendirir.
Georgi Turzo, Contes’in şatosunda çay içmeye dahi gider. Nitekim bir soylu olarak önceliklerinden biri Macar soyluların onurlarının da korunmasıdır. Sohbetleri sırasında Contes, şatosunda eğitim gören kızlardan birini mücevher hırsızı olduğu için öldürdüğünü söyler. Ancak tabi soruşturma bir çay sohbetiyle kalmayacak ve mahkeme konuyu sonuna kadar kovalayacaktır.
Georgi Turzo, 300 kişilik görgü tanığı ordusunu dinledikten sonra korkunç gerçekle yüzleşir. Birkaç gün önce sohbet ettiği o asil kadın gelmiş geçmiş en büyük sedi katildir. Bu 300 kişiden sadece dördü bir şey bilmediğini söyler. Mahkeme 2 Ocak 1611’de başlar.
21 jüri üyesi olayı aydınlatmak için salonda bulunuyordur. Duruşmayı ise Yargıç Teodoyisos yönetmektedir. İlk dört tanık kanlı Contes’in çalışanlarıydı ve kendilerini olaydan sayırmak için bildikleri ve gördükleri tüm dehşeti anlatmayı ihmal etmediler. Hepsine aynı 11 soru yöneltildi. Kurbanlar kimlerdi, nasıl şatoya getiriliyordu, nasıl öldürüldüler, kurban sayısı gibi.
Jean Uyvar isimli Cuce zorla şatoya götürüldüğünü anlattı. Kaç genç kadının öldürülmesine yardımcı olduğunu bilmediğini söyledi. 37’sine bizzat iştirak etmişti. İtirafları bu şekilde devam etti. Genç kızları bulmak çok zor değildi. Bazıları ailesinin bilgisi dahilinde para karşılığında şatoya gönderilmişti. Kızlar kendi rızasıyla gelmek istemiyorsa dövülerek ikna ediliyordu. Kurbanlar tenlerinin ve dillerinin yumuşaklığına göre seçiliyordu.
Yardımcılarından Ilyana Joda idam edilmeden önce 50 kızı yakarak öldürdüğünü itiraf etmiştir. Kurbanların bedenlerine derin kesikler atıp onları izlemekten de hoşlanıyordu. Elizabeth Bathory’nin de paralel zevkleri olması manidardı. O da genç kızların özellikle parmak aralarını derin bir şekilde kesmekten hoşlanırdı. Bazı kurbanlarının ağzına dört parmağını sokan Elizabeth Bathory, çenelerini hızlıca aşağıya çekerek dudak kenarlarının yırtılmasını sağlıyordu. Şatoda çalışan görevlilerden biri olan Dorco ise kızların parmaklarının kesilmesinden sorumluydu. Tanıkların itirafları inanılmazdı.
Şatonun içerisi bir işkence hanedan ibaretti. Ölen kızların bedenleri kesilerek parçalara ayrılıyordu. Elizabeth Bathory kızları kemikleri kırılana kadar dövüyordu. Hastalanıp da yatağa yattığı zaman bile işkenceye ara vermiyordu. Yatığına getirilen kızları tokatlıyor, yumrukluyor ve ısırıyordu. Diğer bir tanık Contes’in başka bir eğlencesinden bahsetti. Kor Demir ile kızların tabanlarını yakmak büyük bir zevkti.
Contes’in seçtiği kızlar ölümle tehdit edilerek kendilerine işkence etmeleri için zorlanıyordu. İşkencinin sıradan olduğu bir çağda dahi yargıç ve jüri duydukları karşısında dehşete düşmüştü. Contes’in sadık hizmetçileri, Gücejan Uyvar, Anna Darvulina ve diğer iki koca karı yakılarak idam edildi. Hizmetçiler ve Contes mahkemede birbirlerini suçlamaktan geri durmamışlardı.
Hizmetçiler Contes’in kendilerini zorladığını söylerken, Contes hizmetçilerin bu vahşiliklerinden kendisinin bile korktuğunu söylemiştir. Güvenlik gerekçesiyle Contes mahkeme salonuna asla getirilmez. Nitekim cinayetin cezası ölüm olmasına rağmen Contes soyluluğu sayesinde bu hükmü giymez. Yaptıklarının bedelini canlı canlı yakılan 4 sadık hizmetçi ödemiştir.
Daha soruşturma öncesinde bile Contes, Elizabeth, Transylvania Plainsi, kuzeni Gabor, Batori ve bazı güçlü akrabalarıyla mektuplaşmaya başlamıştı bile. Bu sayede ölümden kurtulmuş olsa bile en az ölüm kadar korkunç bir cezaya çarptırıldı. Şatodaki bir odaya hapsolunacak, bu odanın camları ve kapısı tuğlayla örtülecek ve Contes’e sadece küçük bir delikten içecek su ve yiyecek gıda verilecektir. Ne bir banyo ne de başka herhangi bir ihtiyacı karşılanmayacak, kimse onunla diyalog kurmayacaktır. Ayrıca kralın da borcu silinecektir. Contes soruşturma devam ederken bütün mal varlığını birkaç çocuğu arasına paylaştırmış ve kraldan korumayı başarmıştır. Kendisine ait ise tek bir şeyin kalmasını istemişti.
Nadasti ile evlenirken üzerinde olan gelinlik ve dört yıl kalacağı sonrasında ise cesedinin çıkarılacağı hücreye o gelinlikle girdi. Ölümü resmi kayıtlara 21 Ağustos 1614 olarak geçti. 54 yaşındaydı ve sayısı net olmamakla birlikte 600’den fazla genç kızın katledilmesinden sorumlu tutulmaktadır.
Önce Seçte Kilisesi’nin bahçesine gömülen cesedi, Seçteli köylülerin ayaklanması sonucu, Ecsed’deki Batori aile kabristanına defnedilmek üzere buradan taşınmıştır. Adının söylenmesi bile kraliyetçe yasaklanmış, kendisi ile ilgili araştırmalar ancak 100 yıl sonra yapılabilmiştir. 100 yıl sonra Trossia adlı bir Cizvit raibi Contes Batori’nin duruşmasının belgelerini buldu. Ecsaristan topraklarında dolaşarak onun hakkındaki hikayeleri toplamaya başladı. Rahip aldığı tüm bilgileri 1720’de yayınlanan Macar Tarihi kitabına ekledi. Bu kitap diğer yazarların kanlı Contes ve onun zulmü hakkındaki hikayelerinin başlangıcı oldu. Bu kitapta Elizabeth’in yaptıklarına vampirizm ve hatta bakire kızların kanlarıyla gençleşmek için banyo yaptığı gibi efsaneler de eklendi.
Aslında Rahip kan banyosu hikayelerini halk arasında duymuş ve kitaba o nedenle eklemişti. Okurlar Rahip Trossi’nin açıklamasına inandılar. Çünkü onunla çelişecek hiçbir kanıt yoktu. Ancak 1817’de Contes’in hizmetkarlarının duruşmalarının kayıtları yeniden keşfedildi. 300 tanık ifadesinin hiçbiri kan banyosundan bahsetmiyordu.
Tüm ifadeler güç, şehvet ve işkence temelinde şekil alıyor. Kısaca Contes’in gençleşmek için Bakire kızların kanında banyo yaptığı hikayesini unutun. Uzmanlar Contes’in genetik rahatsızlıklarla birlikte epilepsi hastası olduğu konusunda yoğunlaşıyor. Nitekim o yıllarda epilepsinin herhangi bir tedavisi bulunmamakla birlikte Contes’in bazı akrabalarının siciliği pek parlak sayılmaz.
Amcasının şeytana tapan bir simyacı ve erkek kardeşinin ise birlikte yalnız kalınmaktan korkulan bir cinsi isapık olarak tanınması Batore’nin çevresinde Öykünece yeterince kötü örnek olduğunu göstermektedir. Onun ölümü birçok şeyin sonu ama yeni şeylerin başlangıcı oldu. Amcası Polonya kralı oldu.
Ailesi bu kötü dönemi unutup gücüne güç katarak ilerledi. Abraham Stoker’ın Dracula isimli romanında Dracula karakteri için Vlad Tepes’ten sonra ikinci esin kaynağı o olmuştu. Bu dünyadan korkunç bir kadın geldi ve geçti.
Acaba tüm bu zalimlikleri yaparken 400 yıl sonra bile konuşuluyor olabileceği aklının bir kenarından geçmiş miydi? Bence hayır. Videoyu sonlandırırken sizlere bir kanalı tanıtmak istiyorum arkadaşlar. Eğer benim kanalımdaki videoları seviyorsanız Okan Suvari YouTube kanalına abone olmanızı kesinlikle tavsiye ederim. Dostlar pişman olmayacaksınız bir gidin bakın derim.
Şimdilik görüşmek üzere.
İlk Yorumu Siz Yapın