"Enter"a basıp içeriğe geçin

TÜRKİYE 15 TEMMUZ SALDIRISININ “DIŞ HESAPLAŞMASINI” NEDEN YAPMADI? HERKESİN YANINA KAR MI KALACAK?..

TÜRKİYE 15 TEMMUZ SALDIRISININ “DIŞ HESAPLAŞMASINI” NEDEN YAPMADI? HERKESİN YANINA KAR MI KALACAK?..

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=hu7JfJt1hbc.

Efendim eee on beş Temmuz’la ilgili görüşlerimi bir kez daha ifade etmek isterim. Bu bir anı değil. Bu bir anı giz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenler ki on beş Temmuz’da bir numaralı hedef olarak seçilmiş olan bugünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
başta olmak üzere bu menfor saldırı planlayıcılarına ve uygulayıcılarına ve içimizde büyük bir olasılıkla hala devam eden yapılanmalarına karşı hesaplaşmayı gerçek anlamıyla yükseltmediği takdirde bu milletin bir daha benzer bir saldırıyla karşılaşmayacağının
hiçbir garantisi yoktur. Lafızı uzatmadan söyleyeceğim. Amerikalılar’ı tanırım. Karşılaştıkları zorlukları çözme yöntemlerini ve başka devletlerin demokrasilerine dönük saldırgan tutumlarını demokratik süreçten seçilmiş karakterli siyasi kadroların veyahut demokrasi içinde yeniden yapılanmış güçlü kadroların sorun çıkarması halinde onları yok etme üzerine dayanmış 70 yıllık geleniklerini gayet iyi tanırım. Bu nedenle açık ve net söyleyeceğim. 15 Temmuz 2016 kökü 12 Eylül 1980’lere kadar dayanan bir süreci nesilidir. Kenan Evren ve arkadaşları 12 Eylül 1980’de bu ülkede darbeyi yapıp sözde bir sağdan bir soldan insan genç asarak
memleketi istikrara kavuşturduklarını falan ileri sürdüklerinde tabii ki o darbenin 1979 Guadalupe batılı zirvesinde planlanmış olduğunu bilmiyorduk. Dönemin Amerikan Başkanı Jimmy Carter, Fransa Cumhurbaşkanı Valery Gisardes Tenk, Alman Başbakanı Helmut Schmidt ve İngiltere Başbakanının
dördünün bir araya gelip Paul Hanze gibi bir CIA elemanına ve tabii ki o dönemin Carter döneminin ulusal güvenlik başlanışmanı Zbigniew Breszynski’ye Türkiye’de darbe yapılmasını yolunu ve yöntemini
ayarlamaları emir verdiklerini 1980 yılında bilemezdik. 12 Eylül 1980 Batı Emperyalizmi’nin Türkiye’ye doğrudan kanlı bir müdalesidir. Bunun öncesinde Kenan Evren’in kendi ifade ettiği gibi şartların olgunlaşması için gereken bütün kanlı senaryolarda uygulanmıştır ama bu 12 Eylül 1980’nin
Amerikancı, NATO’cu teslimiyetçi bir darbe olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu çerçevede baktığınız zaman 1975’ten 1980’e kadar planlanmış ve tezgahlanmış iç savaş görüntüsündeki kanlı terör olaylarının ve 12 Eylül 1980’nin ve devamının bir büyük emperyalist oyunun bir parçası
olduğunu görüyoruz. Bu çerçevede baktığınızda da FETÖ’cü diye adlandırdığımız esasında Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA’yi pentagonla biraz da iç içe yürütmekte olduğu bir operasyon sonucunda taa 1968’lerden itibaren temeli atılmış bir örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri denesinde örgütlenmesinin kapılarının da evren ve arkadaşları tarafından açıldığını fark ediyoruz. Bunları anlatıyorum gençler iyi dinlesin. Çünkü 12-15 Temmuz 2016 tarihinde
bu ülkeye silah çeken o kadro bir gecede olmadı. Bu ülkenin siyaset adamlarının 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanılmış olan büyük trajedi de hepsinin ama 80’lerden bugüne hepsinin büyük payı vardır. Bu hizmet hareketi diye adlandırılan Fethullah Gülen denilen bir şahsın kimliğinde oluşturulmuş olan harekete 80’ler 90’lar 2000’ler 2010’lar destek vermeyen bir tek siyasetçi yoktu.
Muhsin Yazıcıoğlu rahmetli hariç o da bedelini ödedi. Ona bedel ödettiler. Geçelim şimdi bu çerçevede baktığınız zaman 15 Temmuz 2016’ı öyle üç beş tane şeyin falan bir araya attığı bir iş değildir. 1980’den başlayıp 2002’den sonra hızlanan ve özellikle 2009 yılına kadar veya 2012-13’lere kadar siyasi kadrolarında büyük hataları sonucu güçlenen bir istihbarat ve
askeri kadronun gerçekleştirdiği bir saldırıdır. İpin ucu Pensilvanya’da değildir. İpin ucu Washington’dadır. Harekat tamamen NATO kurmayları tarafından planlanmıştır. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nin ortak kanaatleri çerçevesinde düzenlenmiştir. İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle Suudi Arabistan’ın bölgesel aktör olarak görevlendirildiği bir saldırıdır. Ana karargâhı merkezi Washington’da olan demokrasileri koruma vakfı diye adlandırılmış ama aslında Mısır’da veya Türkiye’de olduğu gibi tek görevi demokrasileri yok edip
yerine Amerika’ya bağlı birtakım karakterleri oturtmak olan bir vakıf tarafından yürütülmüştür. Düzenleyicisi ve planlayıcısı bugün de hala CIA’ye yeniden dönmüş olan David Cohen denilen bir şahıstır.
David Cohen 2011-2013 yılları arasında ve devamında Amerikan Hazine Bakanlığı terörizmi finansmanı denitimi bölümünden sorumlu müsteşar yardımcısıdır. Bu şahıs 2011 yılı itibariyle Türkiye’nin İran’la yapmakta olduğu ticareti hedeflemiş, 2011 yılı itibariyle Halk Bank’ı yakın takibi almış bir karakterdir. Dönemin Amerikan büyükelçisi Francis Ricciardione tarafından da özellikle 2013 yılına doğru
gerek yargıda gerekse polis akademisindeki FETÖ’cü unsurlar üzerinden Türkiye’ye karşı bir planlamanın ilk işaretleri verilmiş. Bu arada kendileri için ve İsrail için büyük bir tehdit olarak gördükleri Hakan Fidan’a dönükte o meşhur Cumhurbaşkanı Erdoğan ameliyata giderken yaşanılmış olan kumpası
gerçekleştirmişlerdir. 2013 yılında 17-25 Aralığın arkasındaki isimler David Cohen ve Demokrasileri Koruma Vakfı’nda İran masasından sorumlu şahıs Mark Dubovic’dir. Bu şahıslar FETÖ’cü savcı ve yargıçlara ve polis akademisi mensuplarına kendi hazırladıkları iddianameleri ve dosyaları vermişler. 17-25 Aralık operasyonları Amerika Birleşik Devletleri Merkezi Haber Alma ve FETÖ’cüler ve Hazine Müsteşarlığı ve FETÖ’cüler hattında gerçekleştirilmiştir. Bu daha sonra bir toplantıda Mark Francis Riccardione’nin Avrupa Birliği’nden gelen büyük elçilere elinde bir
dikkateyle biz kendilerine İran’la ticaret konusunda dikkatli olmalarını ve günü geldiğinde bunun bedelini ödeyebileceklerini söylemiştik. Şu anda bir imparatorluğun çöküşünü izliyorsunuz. Laflarıyla zaten belgelenmiş bir olaydır. 2013 17-25 Aralık harekatından önce Ankara’daki Alis Akademisi’nin kameryasında Amerikan büyükelçisi Francis Riccardione’nin kimlerle görüştü ve o şahısların daha sonra 17-25 Aralık’ta neler yaptıkları gayet iyi bilinmektedir. Başarısız olmuştur. Bunun üzerine 15 Temmuz 2016’nın hazırlıklarının yine aynı ekip tarafından planlandığı açık bir gerçektir. Çünkü birdenbire Hazine Bakanlığı müsteşar vekili olan David Cohen’in Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı sınır ötesi operasyonlardan sorumlu başkan yardımcılığına getirilmesi yine Washington’daki Demokrasileri Koruma
Lafı’nın önde gelen 3-2 ismi John Hanna ve Jonathan Stanger’in Mark Dubovic’le birlikte Türkiye’ye karşı başlattıkları olağanüstü kampanya ve Birleşik Arap Emirlikleri
Washington Büyükelçisi’nin ele geçirilmiş olan eyi meyillerinde Türkiye’ye dönük bu vakıf üzerinden yürütülecek olan çalışmalara Birleşik Arap Emirlikleri’nin para aktarması ve bu vakfın esasında İsrail ve Siyonizmin adına çalışan bir vakıf olması hiçbiri bir tesadüf
değildir. Bu nedenle özellikle bir de aynı vakıfta görev yapan Emanuel Otto Lange ile birlikte esasında Türkiye Cumhuriyeti 15 Temmuz 2016’ı emperyalist saldırısının arkasındaki
adroyu tanımaktadır. İsim isim bilinmektedir. Henry Barking’in gelip Pensilvanya çanıyla büyük adada yapmış olduğu toplantılar falan bu işlerin sadece fındık fıstığıdır. Esas mesele Washington Berlin hattında planlanmıştır. Bir demokrasi dünyası düşünün, bir demokrasi
düşünün Batı Avrupa ve Amerika’dan bahsediyorum. Darbeci subayları korumaya almıştır. Normalde demokrasiler darbeci subayların cezalandırılması için vardır. Yunanistan başta olmak üzere Almanya’sıyla İngiltere’siyle Fransızsıyla ve Amerika’sıyla bütün darbeci unsurlar ve darbecilerin
sığınmış olanları Kuzey Avrupa’da dahi hepsi ne yazık ki demokrasiler adına koruma altına alınmıştır. Bu da bize zaten muhataplarımızın kim olduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir. Harekatın Fransız Riccardione’den 2014 yılında büyük elçiliği almış olan ve gerçek anlamıyla
bir karanlık dünya adamı gibi olduğu da bilinen dönemin büyük elçisi John Bass koordinasyonunda gerçekleşmemiş olması mümkün değildir. Nitekim Türkiye’nin vicdan sahibi ve kararlı savcıları
Amerikan İstanbul başkonsolosluğu ve büyük elçiliğindeki bazı personeli bu konularda tespit etmiştir. John Bass 2017 yılında tabii ki başarısız olmasından dolayı Amerika Birleşik Devletleri tarafından Kabil, Afganistan Büyük Elçiliğine gönderilmiş. David Cohen’de Temmuz 2016’da yaşanılan bu büyük arasızlık nedeniyle Aralık 2016’da CIA’deki görevinden istifaya zorlanmıştır. Şimdi bütün bunları ben biliyorsam Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bilmemesi mümkün değildir. Bu nedenle şunu söylüyorum. Hesaplaşmanız gerekiyor. Yani ben İsrail veya Birleşik Arap Emirlikleri’yle Söğütü Arabistan’la ilişkilerin yumuşatılması konusunda birtakım yayınlar yaparken bu devletlere şahsi bir nedenle dolayı gıcıklık taşıdığım için yapmıyorum ki. Siz Birleşik Arap Emirlikleri Söğütü Arabistan prensleriyle ve İsrail’in kendisiyle 15 Temmuz 2016 saldırısı konusunda
bir hesaplaşma yaptınız mı ki el sıkışıyorsunuz? Amerika Birleşik Devletleri ile her buluşmanızda dost ve müttefik Amerika yönetimi gibi laflar eden bakanlarımız var. Veyahut Türkiye’nin
stratejik tercihlerinin bu devletle uyum içinde yürümesi gerektiğini savunan kadrolar var. De ki Amerika Birleşik Devletleri’nin bir Türkiye’ye karşı kanlı bir saldırıyı gerçekleştirmiş bir örgütün elemanlarını topraklarında hem de dekarlarca arazi içinde zevk ve sefa içinde, bakıyor olması, onları koruyor olması, onları vermiyor olması bütün başvurularımıza rağmen sizleri rahatsız etmiyor mu? Ve ne diyor? Ve memleketimin geleceği açısından da bu nedenle kaygı duyuyor. 15 Temmuz 2016’yı atlatmış olan bu millet bir başkasını
atlatacak diye garanti yok. Karşımızdaki güçler bize şimdi ekonomik sıkıntımızda birtakım yardımlar vaat ettikleri gerekçesiyle bizim ölümümüze yol açacak o planlardan da vazgeçmiş değiller. Emperyalizmin ana özelliği şudur. Zamanı ve parası vardır.
Zamanı oynar, parasıyla yeniden gelir. Ve o zaman eğer sizin eliniz kolunuz düşmüş ve yapmış olmanız gereken tedbirleri almış olmanız gereken tedbirleri almamışsanız çok ciddi sorun olabilirsiniz. 15 Temmuz bitmedi. Devam ediyor. Şekil değiştiriyor. FETÖ gidiyor, METÖ geliyor. Küçük küçük parçalara bölünüyorlar yeniden organize oluyorlar. Avrupa Birliği’ni, Amerika’yı, Lobby’leri, Washington’daki Amerikan Kongresi’ne devam ediyorlar. Hiçbir şey bitmiş değil.
Ve ben özellikle Türk medyasındaki bu rehaveti hiçte hayra yormuyorum. Açık ve net söyleyeceğim. FETÖ ile mücadele müstafi amiraller, birkaç dürüst gazeteci, üç beş tane güçlü ve kararlı
bacının işi değildir. FETÖ ile mücadele milli bir güvenlik sorunuysa bütün alanlarda bütün hızıyla devam etmesi gereken bir mücadele tarzıdır. Yani bu ülkenin Türk Silahlı Kuvvetleri’nden binlerce FETÖ’cü subay çıkıyor. Nedense Diyanet İşleri Başkanlığından bir kişi bile çıkmıyor. Bu ülkenin yargısından, polisinden binlerce FETÖ’cü çıkıyor. Maliye Bakanlığından, hazinesinden, Tarım Bakanlığından bir tane bile çıkmıyor. Bacağımıza sıkarız açık sonuçları. Bacağımıza
sıkarız. Böyle gitmez. Hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir